Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

18: Facetime

Wooyoung parmak eklemlerinin üzerindeki kanı silerken derin derin soludu, birkaç dakika önce hissettiği öfke şimdi daha önce kendini şiddete kaptırdığı anlardan biri olmuştu. Eğilerek başını kum torbasına yasladı, derin bir şekilde nefes alırken öfkesini aptalca bir kum torbasından çıkarmak yerine gerçek bir hedef bulma arzusunu göz ardı etmeye çalıştı.

Kendisi kadar yapılı ve güçlü hatta belki de daha acımasız birisini bulup her seferinde kazanarak o hastalıklı tatmin hissini yaşamak ne kadar güzel olurdu. Saldırganlığına kendisini kaptırmak, birisini bulup öfkesini kusarken ellerinin o kişinin kanıyla kaplanışını görmesi oldukça basit ve kendi yararına olurdu.

Seni canavar.

Lanet olası bir sigaraya ihtiyacım var.

Derin bir iç çekti, odanın bir köşesine bıraktığı eşyalarına doğru ilerledi ve aşırı terlemekten ikinci kat bir cilt gibi tenine yapışan tişörtünü çıkardı. Çıplak göğsüne ve kollarına çarpan havayla ürperirken elinde kırıştırdığı tişörtü yere fırlattı ve sigara paketiyle çakmağını aldı.

Balkonun cam kapısını vücudunun geçebileceği kadar kaydırarak açtı ve kanser çubuğunu paketinden çıkarıp korkuluklara doğru ilerlemeden önce kapıyı arkasından kapattı. Sigarayı iki parmağının arasında ağzına doğru getirdi ve keskin ve derin bir nefes çekti.

Başını geriye yatırdı ve birkaç saniye boyunca dumanın ciğerlerinin her köşesine ulaşmasını bekledi ve ardından dudaklarının arasından yavaşça üfledi. Gözlerini kapatıp korkuluğu gevşekçe tutarken içtiği haplarla, sigarayla ve yorgun bedenini saran serin akşam rüzgarıyla çok daha iyi hissediyordu.

O anki huzuru arka cebindeki telefonuna gelen bildirim sesiyle bozulunca Wooyoung kaşlarını çattı. İç çekerek telefonu çıkardı ve oflayarak dirseklerini balkonun metal korkuluklarına yasladı. Merakla kaşlarını çatarak telefonunu açarken mesajın kimden geldiğini görünce kaşları bu sefer havaya kalktı.

choi san

san: Y A R D I M  E D İ N
san: çok prdn yanlış kişi gruba atacaktım sana değil

Wooyoung telefonun diğer ucundaki San'ın panikleyen halini hayal ederken kendi kendisine sırıttı. Yavru kedi bakışlarının büyüyüşü, dudaklarını büzüşü, minik ayaklarının üzerinde panik içinde adımlaması gözlerinin önünde canlandı. Aşırı sevimliydi. Wooyoung, San'ın sürekli özür mesajı göndermesini durdurmak için hızla bir cevap yazdı.

w: sorun değil

san: gerçekten bak!! grup haricinde son konuştuğum kişi sen olduğun için taaaaam altındaydın

w: inandım inandım
w: ama ne için yardım istiyorsun?

san: o mu, ee, hiç

w: san

san: cidden bir şey yok  😊

w: söyle. yoksa daha çok endişelenip iyi olduğundan emin olmak için gelip seni bulurum

san: ci-cidden mi

Otelin diğer tarafında, San kızarmış yanakları ve şişmiş dudaklarıyla masasında oturuyordu. Gülerken dudaklarını öyle bir ısırıyordu ki tamamen kızardıklarına adı gibi emindi.

Wooyoung'dan gelen son mesajı tekrar tekrar okurken her seferinde midesi taklalar atıp kalbi tekliyordu. O anda vücudunda dolup taşan mutluluğu ve enerjiyi dışa vurmak için oturduğu sandalyede ayaklarıyla küçük tekmeler atıyordu.

Wooyoung cidden sırf mesajı yanlış kişiye attı diye iyi olduğunu görmek için hiç üşenmeden görmek için San'ı bulur muydu? San önündeki bilgisayarın kamerasından saklandı ve küçük mutluluk dansını yapmaya devam ederek kocaman gülümsedi.

san: biraz can sıkıcı bir durum bilmek isteyeceğini düşünmüyorum

w: san
w: söyle dedim

san: tamam tamam
san: birlikte büyüdüğüm çocukluk arkadaşım aynı zamanda komşum olan yeri'yle görüntülü konuşmak üzereydim
san: 15 yaşımdayken başka yere taşınsak da iletişimimizi koparmadık 🥰 çok iyi birisi

w: konu bana biraz alakasız geldi ama nasıl sonuca varacak merak ettim

san: susar mısınız efendim anlatıyorum

w: kapattım çenemi

san: mesajlaşıyoruz

w: çabuk ol ve anlat yoksa yemin ederim odana gelirim

san: tamam o zaman konumuza geri dönelim 🤠
san: neyse bugün onunla görüntülü konuşmak istedim çünkü hem onu hem de evimi özlediğimi hissettim
san: sonra irene'le de konuşmak istedim
san: onu hatırladın mı?

w: ...
w: evet san hatırladım onu

san: sakin ol champ emin olmak istedim 😠

w: uwu ❤️
w: yani-
w: devam et

san: peki!! neyse ikisiyle de konuşup ikisini tanıştırsam sorun olur mu diye sordum. onlar da kabul ettiler
san: ama şimdi bedelini ödüyorum:(

w: açıkla

san: şey biraz birbirlerine yürüdüler ben de kendimi dış kapının mandalı gibi hissettim 👁👄👁
san: sonra da masum kulaklarımın duymak istemeyeceği kızsal şeylerden konuşmaya başladılar:(
san: mesela tek başına yatakta otururlarken sırf ısınmak için ellerini m3m3lerinin arasına soktuklarını ve aşırı güzel hissettirdiğini falan söylediler:(

w: meme kelimesini mi sansürledin sen

san: ya m3m3 fobisi olan bir fbi ajanı telefonumu izliyorsa?

w:🗿
w: o zaman belki de flörtleşmeleri için onları yalnız bırakmalısın, o tarz konuşmalar için çok masumsun

san: değilim!! sadece beni biraz rahatsız ediyor

Wooyoung gelen mesajla kahkaha attı. San'a mesaj atmaya devam ederken zihnindeki tüm olumsuz düşünceler uçup gitmişti. O kadar şirindi ki. Mesajlaşırken bile nasıl bu kadar sevimli ve tapılası olabiliyordu?

Hala mesajlaşırken duvara  ilerledi ve sırtını dayayarak yere doğru kaydı. Dizlerini kendisine çekti ve telefonu rahat görebilmek için ellerini bacaklarının arasında tuttu.

San, gizlice onunla görüntülü konuşmak için sorduğunda Wooyoung anında kabul etti. San önündeki bilgisayar ekranındaki iki kızdan gizli bir şekilde konuşacakları konusunda sürekli uyarırken Wooyoung, San'ın sevimli yüzünü görmek istiyordu.

Kendisini çok istekli göstermemek için aramayı ikinci çalıştan sonra cevapladı. Ve anında tüm ekranı kaplayan San'ın yüzüyle karşılaştı.

"Selaam," diye fısıldadı mikrofona doğru.

"Selam," diye fısıldadı Wooyoung da, San gizlice konuşmaya çalışmasını izlerken yüzündeki gülümseme kocamandı. "Onlara söylesen de normal bir şekilde konuşsak," diye teklif etti Wooyoung, gözleri San'ın güzel yüzünden bir an olsun ayrılmıyordu; minik burnu ve dolgun dudakları ekranını dolduruyordu.

"Olmaz! Bugün Çarşamba, kızlar gecesi."

Wooyoung dümdüz ona baktı.

"Tamam, kızlar ve San günü aslında."

"Benden utanıyor musun?" diye sordu sarışın adam somurtarak ama San'ın aniden panik saran yüzünü görünce kahkaha attı.

"Hayır, tabii ki hayır! Muhtemelen seninle dalga geçecekler, öyle bir şey olsun istemiyorum! Seni korumaya çalışıyorum," dedi San hemen karşı çıkarak, kalemi düşürmüş gibi yaparak masanın altına girip Wooyoung'a açıklamasını yapmaya çalışıyordu.

Wooyoun sadece şaka yaptığını ve sorun olmadığını söyleyecekken Irene'in keskin sesini duydu. "San! Sence de Yeri bize sutyen koleksiyonu gösterse harika olmaz mı?"

San sutyen kelimesini duyduğu an şaşkınlıkla irkildi ve hızla kalkmaya çalışınca başını masaya vurdu. Acıyla inleyip başını tutarken yavaşça dikilip Irene'e ters ters baktı.

"Sanie, iyi misin?!" diye sordu Wooyoung San'ın kendi canını yaktığını fark ettiği an.

"İyiyim," diye fısıldadı ağzının kenarıyla Wooyoung'a ve telefonu kucağına koyup elleri başında kız arkadaşlarına doğru döndü. "Neredeyse beynimi akıtıyordum. Çok sağ olun."

"İyi olduğunu söylemiştin?" diye belirtti Wooyoung, o da endişeyle oturduğu yerde doğruldu.

"İyiyim," diye mırıldandı San, bilgisayarın kamerası konuştuğunu yakalamaması için eliyle ağzını kapattı.

"Kafam karıştı."

San kıkırdadı ve ikili oynamaya devam etti; kızların dikkati başka şeye döndüğünde Wooyoung'la konuşmak için masanın altına eğiliyordu, kızlar San'ın kaybolduğunu fark edince de hızla geri kalkıyordu. San'ın yokluğunu bu kadar uzun sürede fark etmeleri belki de San'ın duygularını incitebilirdi ama Wooyoung'un yüzüne bakarak onunla konuştuğu sürece umurunda bile değildi.

Wooyoung'un açıktaki köprücük kemikleri ve çıplak göğsünün küçük bir kısmının kameraya yansımasından kısa süre önce spor yaptığı belliydi fakat telefonu çoğunlukla sadece yüzüne tutuyordu. San'ın şikayet ettiği falan da yoktu tabii. Saçları hala biraz terliydi ve kusursuz bir şekilde alnından geriye doğru ittirmişti. Her zamanki gibi yakışıklı görünüyordu, çene ve yüz hatları oldukça keskindi. Fakat biraz üşümüş gibi gözüktüğünü fark edince San kaşlarını çattı.

"Woo, neredesin sen?"

"Bilmem, bir balkondayım. Neden sordun?"

"İçeri gir! Üşüteceksin," diye azarladı San sessizce, kızların hala başka şeyle ilgilendiklerinden emin olmak için bilgisayara küçük bir bakış attı.

"Ben böyle iyi–"

"İçeri."

Wooyoung ısrarına güldü, hatta San daha çok kızmış gibiydi. Gözlerini kısıp kaşlarını çatmış ve sert bir şekilde kameraya bakıyordu.

Tekrar kahkaha attı ve ayağa kalkıp hafifçe esnedi. Kameraya aşağıya doğru inip Wooyoung'un çıplak üst gövdesini gösterince San zorlukla yutkundu. Büyük kol kasları, sert karın kasları, geniş göğüs kasları, belirgin köprücük kemikleri...

San'ın tüm vücudunu alev basarken yanaklarından boynuna kadar kızardığını biliyordu, o yüzden dikkatini dağıtmak için kızlara bakarak onlarla konuşmaya başladı.

Wooyoung tam olarak neye bakıp neden bu kadar panik hali aldığını çok iyi bildiği için sırıttı.

San'ın emri üzerine tam içeri girecekti ki küçük bir klik sesi duyunca duraksadı.

Bir tabancanın tetiğinin çekiliş sesinden başka bir şey değildi.

Ayağını yavaşça yere bastı, az önce egzersiz yaptığı odayı gösteren cam kapıya bakarken elini yanına indirdi.

Telefondan gelen sesi bastırmaya çalıştı. Başını yana eğip herhangi bir hareketi duymak için kulak kabarttı. Tek bir kelime etmeden telefonu San'ın yüzüne kapatırken kalp atışları hızlanmaya başlamıştı. Eğer şu anda vurulursa San'ı asla travmatize etmeyecek ve konumunu olası suikastçının eline vermeyecekti.

Öncelikler...
Muhtemelen şu an ölmek üzereyim, telefonumu kapatacağım ve küçük Sanie'm hiçbir şey görmeyecek.

Ne yapacağını hızla düşünürken Seonghwa'ya Yunho'ya ya da Jongho'ya mesaj atmayı düşündü ama o düşünceyi hızla savuşturdu. Muhtemelen anında olduğu yere gelip kendilerini de öldürtürlerdi. Aptal arkadaşlarını öylece öldürtecek ya da canlarını yakacak değildi.

"Kimsin?" diye sordu ince sesiyle. Cesaretle arkasına döndü ve siyah gökyüzüne baktı. Karanlık gökyüzü, babasına olan intikam duygusuyla hedefine Wooyoung'u aldığı ya da sebepsizce onu öldürmek isteyen katili oldukça güzel gizliyordu.

Bir süre bekledi ama aldığı tek cevap sessizlik oldu.

"Seni kim gönderdi? Silahına susturucu takmayı denemelisin bence."

Ve yine, gözlerini kapattığında gördüğü tek şey San olmuştu. Silahlı adam, eğer Wooyoung doğru duyduysa en fazla yirmi metre uzaklığındaydı ve San'la birlikteyken ne kadar rahat ve mutlu olduğunu görmüş olmalıydı. Peki bu... ona bir şey olabilecek ihtimalini doğurur muydu?

Sadece düşüncesiyle bile çenesi kaskatı oldu. Elleri çoktan yumruk halini almıştı, o kadar sıkıydı ki tırnakları etine geçmiş kanatmaya başlamıştı.

Eğer o kişi ortaya çıkmazsa kendisi gidip onu bulacaktı.

Ne kadar istese de adamın onu öldürmeyeceğine yüzde otuz emindi, yoksa şimdiye kadar yapmış olurdu.

Peki o zaman ne istiyordu? Kimdi? Babasının yaptığı iğrenç bir şeyle ilgili olduğuna şüphe yoktu ama eğer onu öldürmeyecekse...

Adamı bulup parçalara ayırmak için bir adım öne atmıştı ki silah sonunda patladı.

☂︎☂︎☂︎

San elinde telefonla koridorda koşarken yüzünde Bay Jung Wooyoung'u bulmak için kararlı bir ifade vardı.

Tam köşeyi dönmüştü ki birisiyle çarpıştı. Şaşkınlıkla iç çekip bakışlarını kaldırınca Yunho'yu görmesiyle gülümsedi.

"Merhaba Yunho! Wooyoungie'nin nerede olduğunu bili-"

"Üzgünüm San şu anda konuşamam," dedi Yunho aceleyle ve garip bir sesle. San kaşlarını çatarken adamın yüz ifadesini bir süre inceledi; kızarmış yanaklar, şişmiş dudaklar, dağılmış saçlar, açık kemer... San daha soru soramadan Yunho dondurmayla ilgili bir şeyler mırıldanarak koridorda koşarak ilerlemeye başladı.

San ağzı açık bir halde arkasından baktı ama omuzlarını silkip geri döndü.

Ve başka bir göğüsle daha burun buruna geldi.

İnledi ve daha kim olduğunu görmeden önce, "Yine mi? Hadi ama San," dedi kendi kendisine. Bu sefer çarptığı kişinin Wooyoung olmasını umdu ama onun olmadığını görünce somurttu.

"Pardon," diye mırıldandı İngilizce ve adamın yanından geçip gitmeye yeltendi ama adam önünden çekilmedi. San özür dilercesine gülümserken ikinci kez kenara çekilmek için yeltendi.

Ve yine uzun adam tarafından durduruldu.

San şaşırmış bir ifadeyle bakışlarını kaldırdı, adamın yüzündeki ifadeyi görünce aniden gerilip tedirgin oldu. Elindeki telefonu daha sıkı kavrarken yabancı adamın keskin gözleri altında kendisini küçücük hissetti.

"Jung Wooyoung'u tanıyor musunuz?" diye sordu adam ifadesizce ve bir adım geri çekildi.

San o an güvenliğinden şüphe ederken gözlerini kırpıştırdı. Yavaşça geriye çekilirken kocaman olmuş gözleriyle adama baktı.

Gri takım elbise içinde, dağınık saçlarının ifadesiz yüzünü sardığı, sert bakışları olan bir adamdı. Evrak çantası taşıdığı elinde pahalı bir kol saati vardı. Oldukça uzun, kıyafetlerini geren kaslı bir yapısı vardı ve San dövmeyle kaplı olduğuna adı gibi emindi.

Basmakalıp tiplerden nefret ediyordu ama bu adam tam İtalyan mafya filmlerinden fırlamış gibi duruyordu. Ve verdiği hissi hiç sevmemişti.

Tereddüt ederek arkasına baktı, Yunho'nun geri gelmesi için içinden dua ediyordu. "Eee... hayır," diye cevapladı ayaklarına bakarak.

Parmak uçlarına adamın parlak ayakkabılarının burnunun değdiğini hissettiğinde zorlukla yutkundu.

"Öyle mi? Onunla birlikte iş seyahatine çıktığınızı sanmıştım."

San nefes alamıyormuş gibi hissetti. "Şey... Siz kimsiniz?"

"Ben Adami Bey'in sekreteriyim. Jung Bey'e birkaç imzalanmış evrakı vermem için gönderdi beni."

San rahat bir nefes verirken çekinerek gülümsedi. "Tamam o zaman! Ben de onu bulmaya çalışıyordum, isterseniz benimle gelebili–"

"Hayır, sorun değil. Sadece ona burada olduğumu söyleyin," dedi gülümseyerek. San adamın gülüşüne odakladı. İçten bir gülüş gibi durmuyordu.

Gergin bir şekilde gülerken adamın yanına doğru adım attı ve korkutucu koridora göz attıktan sonra hızla yanından kaçtı. Koridorda ilerlerken ensesinde adamın yakıcı gözlerini hissedebiliyordu ve bu da göğsünün daha çok sıkışmasına neden oluyordu. Astım spreyini çıkardı ve birkaç hızlı nefes çekti içine; belirli sebeplerden dolayı ilacı sürekli yanında taşıyordu ve o anda da şortunun cebindeydi.

Artık Wooyoung'u her zamankinden daha çok bulmak istiyordu. Bir balkonda olduğunu söylemişti ki bu da San'ın bakması için 10,672 tane balkon olduğu anlamına geliyordu. Otel, birçok küçük balkonu olan kocaman bir yapıydı ve diğer misafirler kullanmadığı sürece Wooyoung'un hepsine giriş erişimi vardı.

San soluk soluğa ilerlerken midesindeki iğrenç bir hisle sürekli arkasına bakıyordu. Hala izleniyormuş gibi hissediyordu ve cidden aşırı huzursuz ediyordu. Özellikle de hala kusursuz ama eski yıllardan kalma ve sonu gelmeyen koridorlarda dolaşırken.

Aşırı kusursuz, eskiydi ve ürperticiydi.

Tedirginlikle telefonunu çıkardı, dudağını ısırırken hala tüyleri ürperiyordu. Son bir kez koridora baştan sona göz attı, mesajlarını açarken hala içten içe bir canavarın onu yemesini bekliyordu.

wooyoungie

sanie: korkuyorum ve sanırım kayboldum lütfen nerde olduğunu söyle
sanie: seni bulmaya çalışıyordum ama çok garip şeyler hissediyorum şu anda:(
sanie: wooyoungieeee

Cevap gelmeyince somurttu ve telefonu elinde sıkıca tutarak kollarını etrafına sardı. Hala pijamalarının içindeydi, bu işin kısa süreceğini düşünmüştü. Çilekli, yumuşak çorapları dizlerine kadar çekiliydi ve üzerine büyük gelen pastel pembe renkli kazağı açık mavi şortuyla neredeyse vücudunun yarısından çoğunu gizliyordu. Dudağını ısırıp koridorda yavaşça ilerlerken ayakları küçük patırtı sesleri çıkarıyordu.

"San."

Genç adam aniden ismini duymasıyla yerinden sıçrayıp arkasına döndü, yabancı adamın hala onu takip ettiği düşüncesine odaklandığı için sesin tanıdık olduğunu anlaması uzun sürmüştü.

Karşısından hızla gelen kişiyi gördüğü an anında rahatlayıp kocaman gülümsedi. "Wooyoung! Her yerde seni ara-"

Wooyoung, San'ın cümlesini düzgünce bitirmesine izin vermeden hızla bir bileğini kavrayıp farklı bir koridora doğru çekiştirdi. San önce sendelerken Wooyoung'u uzun ve aceleci adımlarına yetişebilmek için neredeyse koşturmak zorunda kalmıştı.

"Woo-wooyoung? Sen iyi misin? Nereye gidiyoruz?" San kafası karışmış bir şekilde sorularını sıralarken gözleri kocaman açılmış, kaşlarıysa çatıktı.

"Sessiz ol," dedi Wooyoung sertçe. San kızgın sesine aniden iç çekerken hızla ağzını kapatıp şaşkınlıkla bakışlarını yere indirdi.

Wooyoung arkasına bakmadan sanki oteli avucunun içi gibi biliyormuş gibi farklı koridorlara giriyorlardı. San'ın sessizleşmesinin ardından içinde suçluluk hissinin dolduğunu hissederken yüzündeki incinmiş ifadeyi görünce içinden kendisine sövdü. San'ı üzmek istememişti.

"Lütfen," diye ekledi hafif ses tonuyla ve elini San'ın bileğinden avucuna doğru indirdi, neredeyse elini tutuyordu.

San yutkunup sessiz kalarak ona itaat ederken endişeyle Wooyoung'a bakıp ardından bakışlarını tekrar ayaklarına indirdi. Parmaklarıyla sarışın adamın elinin alt kısmını sıkıca tuttuğu elini ürkerek sıktı.

Wooyoung göğsünde kıvılcımın yayıldığını hisseti ama şu anda yeri ve zamanı olmadığı için o kıvılcımı hızla söndürdü. Odasına giden koridora girdiklerini fark edesiye kadar San'ı elinden tutarak götürmeye devam etti.

San tekrar neler olduğunu sormak için ağzını açtı ama açtığı gibi geri kapattı. Wooyoung'un tekrar ona bağırmasını istemiyordu.

San tereddütle Wooyoung'un yan profiline baktı, stres ve ve bastırdığı öfke yüzünden belli oluyordu. Ne olmuş olabilirdi ki? Her şey yolundaydı! Yoksa San yanlış bir şey mi söylemişti? San dudağını sırırken yanlış yapmış ya da söylemiş olabileceğini şeyleri düşünmeye başladı.

"Anahtarını ver."

San olumsuz düşüncelerden çıkıp kendisine geldi ve boş bir ifadeyle Wooyoung'un yüzüne baktı. Duraksayınca Wooyoung'un kol kaslarının öfkeyle gerildiğini fark ettiği saniye hızla cebindeki oda anahtarını çıkarmaya çalıştı ve sarışın adama beceriksizce uzattı.

Wooyoung hızla kapıyı açtı ve nazikçe San'ı içeri ittirdi. "Yanında olmadığım sürece sakın odandan çıkma," diye emir verdi ve telefonunu çıkardı.

San kaşlarını çattı. "Neden? Neler oluyor?" diye sordu sakince.

Wooyoung cevap vermedi, sadece telefonu kulağına doğru götürdü. "Her bir çalışanıma sürekli eşlik etmesi için üçer koruma istiyorum." San nelerin yapılması gerektiği listelenirken şaşkınlıkla gözlerini kırpıştırdı.

Ne yapacağını bilemez halde öylece dikilirken ürperdiğini hissetti. Wooyoung'un telefon konuşması biter bitmez San dikkatini çekebilmek için siyah tişörtünün eteğinden çekiştirdi.

"Neler oluyor?" diye sordu tekrar fısıldayarak.

Wooyoung, San'ın yüzündeki endişeli ifadeyi izlerken tüm endişesini alıp götürmek istedi. Zorlukla yutkundu; San'ın korumaları gelip odasının dışında durasıya kadar yanında olmak zorundaydı, o yüzden en acilinden bir bahane bulmalıydı.

"Bir şey yok," dedi, gözlerini San'dan kaçırmıştı. O güzel gözlere bakıp yalan söyleyemezdi. "Birkaç tane ölüm tehdidi aldım ama zaten yılda birkaç kez aldığım için endişelenecek bir şey yok," dedi omuzlarını silkerek. "Bu da sadece bir önlem."

"Ö-öyle mi?" dedi başıyla onaylayarak, tekrar kendisine bakmasını sağlamak için Wooyoung'un tişörtünü yumruğuyla sarıp daha çok çekiştirdi. "Gerçekten mi?" diye sordu, doğruyu söylediğinden emin olmak istiyordu.

Wooyoung suçluluk hissinden midesinin bulandığını hissetti. Yalan söylüyordu. Ona güvendiği açıkça belli olan Sanie'sine yalan söylüyordu. Ona karşı çok saftı.

Senin için aşırı iyi birisi ve sen bunu mahvediyorsun, dedi zihnindeki ince ses ve kahkaha attı.

Boğazındaki yumruyu zorlukla yutkundu.

"Gerçekten," diye onayladı hafifçe gülümseyerek.

San tekrar başıyla onayladı ve Wooyoung için olan endişesini geçiştirip ona güvenmeye karar vererek yavaşça onu serbest bıraktı. Ölüm tehditleri mi?! Böyle bir şeyden nasıl bu kadar sakince bahsedebiliyordu? "Peki," diye fısıldadı başını yere eğerek.

Fakat onun için endişesine engel olamıyordu; ya bu sefer Wooyoung'a bir şey olursa? Ya öldürülürse? Neden birisi ona zarar vermek is-

Wooyoung'un eli hafifçe yanağını okşayıp çenesinden tutarak başını kaldırınca olduğu yerde dondu. San bakışlarını kaldırıp Wooyoung'un yüzüne bakınca yanaklarının yandığını hissetti.

Wooyoung gülümsedi, San'ın yumuşak yanağını okşarken avuç içiyle hafifçe kavradı. San ürperdi ve bir anlık tereddütten sonra avucuna doğru sokulup nazik dokunuşla neredeyse kedi gibi mırlayacaktı. Kendi elini yavaşça Wooyoung'un üst koluna koydu ve ardından sanki onu bırakacağından korkar gibi dikkatlice koluna sarıldı.

Wooyoung, San'ın koluna sarılıp yüzünü eline dayarken güven duygusu yüzüne yansımış gibi o ifadeyi zihnine kazırcasına öylece onu izliyordu. Kulağa ne kadar klişe ya da utandırıcı gelse de ikisi de birbirlerinin vücutlarından aldıkları elektrikle hayat dolu hissediyorlardı. Çok güzel ve çok doğru hissettiriyordu.

Üç koruma köşeyi döndüklerinde Wooyoung sonunda elini indirdi ve anında San'ın avucuna yasladığı yüzünün sıcaklığını özledi.

_______________________________________________

Şimdiye kadar çevirdiğim en güzel bölüm olabilir 🥺

Fic çok güzel ilerliyor. Bu bölümden sonra daha heyecanlı ve komik bölümler geliyor özellikle yungi açışından fakat bir süre yeni bölüm yayınlamayı düşünmüyorum. (Gerçi ne kadar dayanabilirim bilmiyorum çünkü gelecek bölümler cidden çok güzel.)
Bölümlerin okunma sayısı çok yüksek değil ama anlıyorum çünkü okul var, eskisi kadar fic okunmuyor olabilir, vs vs. Ama oy sayısı cidden çok düşük. Okuyan 20 kişiyse oy 4-5 anca oluyor.
Oy butonuna basmak zor değil. En azından çevirirken verdiğim emek için oy vermeniz bile beni daha çok motive edebilir. Yaptığım iş resmi, karşılığında para aldığım bir iş değil; tamamen kendi hobim olduğu için ve çeviri yeteneğimi geliştirmek için yaptığım bir şey. Tabii ki bunu da güzel, kaliteli bulduğum İngilizce ficleri sizlerin okuması için kullanmayı da seviyorum. Ama insan karşılığında motive edici bir şeyler bekliyor işte hdkkd
Neyse, uzun zamandır bunu yazmak istiyordum ama hep erteliyordum. Bu bölüme nasipmiş, biraz uzun bir sitem oldu kusura bakmayın hkdndkd

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro