Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

16: Taklitçi


San gülerek büyükannesine veda ederek görüntülü konuşmayı sonlandırdı. Kore'den ayrıldığından beri ilk kez aradığı için kendisini suçlu hissetmişti ama büyükannesi çok da sorun etmemişti.

San iç çekti ve özel oturma odasındaki koltuktan kalktı, ellerini başının üzerine kaldırarak esnedi ve ardından eğilerek ayak parmaklarının uçlarına dokundu. Uzun bir süredir oturduğu yerde yarınki iş için hazırlanmış, ardından büyükannesini ve birkaç arkadaşını aramıştı. Şimdi ise her yeri ağrıyordu.

Arkasına döndü ve o anda neredeyse ruhu bedenini terk edecekti; artık bir koruması olduğunu bir anlığına unutmuştu.

Orada dikiliyordu.
Sessizce.
Ona bakıyordu.

Elleri önünde, ayakları omuz hizasında ayrık ve siyah beyaz takım elbisesiyle James Bond havası veriyordu.

San yutkundu. Onun için biraz kötü hissediyordu; saatlerce büyükannesiyle olan konuşmasını dinlemek zorunda kalmıştı. "Orada yemekler güzel mi? "Seni fazla çalıştırıyorlar mı?" "Yorgun musun?" "Hongjoong, Yeosang ve Mingi iyi mi?" "Astım spreyini kullanıyor musun?"

Erkenden uyuyup güzel bir uyku çekmek için odasına gitmeye karar vererek telefonunu cebine soktu ve dosyaları eline aldı. Muhtemelen yorucu uçak yolculuğu ve sabah yeni bir ülkeye gelmiş olmalarından dolayı dün gece oldukça iyi uyumuştu ama hala çok yorgun hissediyordu.

Ayaklarına bakarak ilerlerken sessizce korumasının yanından geçti. Koruması olması çok garipti, kendisini ünlü gibi hissettiriyordu.

Wooyoung, onların, daha doğrusu kendileri sadece birer çalışan olduğu için aslında sadece kendisinin, en önemli CEO oldukları için korumaya ihtiyaçları olduğunu söylemişti. Öfkeli ya da takıntılı hayranlardan, acımasız rakiplerden ya da kısaca herkesten korunmaları gerekiyordu. Ayrıca İtalya'da korumalarının olmamasının tek nedeni bir takım teknik sorunlardı.

San mantıklı olduğunu düşünüyordu ama bir koruması olmasından cidden hoşlanmamıştı. Kendi koruması korkutucu ve iki metre boyundaydı. Ciddi bir yüz ifadesi vardı ve San'ı sürekli tedirgin ediyordu. Ancak şikayet edemezdi ve aslında adamdan korkuyor olması kendisini biraz suçlu hissettiriyordu o yüzden ne zaman göz göze gelseler aynı şekilde karşılık alamasa bile gülümsemeyi unutmuyordu.

Asansöre vardı, adını bilmediği (kibarca sorduğunda görmezden gelmişti) koruması elleri arkasında bağlı bir halde birkaç adım arkasındaydı. San düğmeye bastı ve sabrederek beklerken ağırlığını bir ayağından öteki ayağına verdi.

Yirmi dakika sonra artık kendi odasındaydı. Duş almış ve yumuşacık örtülerin altına girmişti bile. Uykulu gözlerler telefonu eline alıp arkadaşlarına iyi geceler mesajı atarken aynısını Wooyoung'a atmaktan vazgeçmişti çünkü... şey, garip olurdu.

Sürtükler 🌸🌟

sanie: iyi geceler kankalar 💕

daddyjoong: ?? normal sayılan bir saatte uyuyor musun?? kimsin ve ve benim san'ıma ne yaptın

sanie: çok uykum var:(((

yeo: ooooo iyi geceler bebek 💕

gigi: ben de uyuyacağım

yeo: güle güle sürtük

gigi: AYIp

daddyjoog: neyse iyi geceler yavrularım umarım yarın için heyecanlısınızdır 🤪🤪🤩🧡

gigi: off neden işi karıştırıyorsun şimdi
gigi: mezun olduğumda her gün erken kalkmak zorunda kalmayıp istediğim gereksiz şeyleri yapabileceğimi düşündüğüme inanamıyorum

yeo: ben de senin mezun olduğuna inanamıyorum ama bak neredeyiz şimdi

sanie: hahah 😀☕

gigi: çok acımasızsın gittim ben

yeo: güle güle
yeo: 💕

gigi: 👀🧡🧡🧡

San arkadaşlarının sevimli atışmasına yorgunca kıkırdarken bir paragraf uzunluğunda kalp gönderdi. Arından anında bildirimleri kapattı çünkü arkadaşlarının kim en çok kalp gönderecek yarışmasına gireceğini çok iyi biliyordu. Telefonunu komodinin üzerine koydu, yarın sabahki iş için hem heyecanlı hem de gergin hissediyordu.

☂︎☂︎☂︎

San bir bacağını diğer bacağının üzerine atmış, elleri masanın üzerinde Macar CEO'nun İngilizce konuşmasını dikkatle dinlemeye çalışıyordu.

Aksanıyla, derin ve sert sesiyle ve arka plandan gelen şehrin sesiyle San kısa boylu adamın neler söylediğini asla anlayamıyordu. Anlayabilmek için cidden elinden geleni yapıyordu ama anlayamıyordu. Panik içinde yan tarafına baktı, ifadesizce bakan Hongjoong'u görünce kendisi kadar kafası karışmış olduğunu fark etmesiyle biraz olsun rahatlamıştı.

"...o yüzden lütfen tüm geribildirimleri bana ulaştırın," diye bitirdi. San'ın kalbi tekledi, özellikle de kendisi hariç herkes ve kırmızı saçlı arkadaşı başıyla onaylayıp önündeki işlerine dönüp işle ilgili konuşmaya başladıklarında.

Çaresizce gözlerini masanın baş köşesinde diğer CEO'larla yan yana olan Wooyoung'a çevirdi. Yanındaki insanlarla konuşurken yüz ifadesi tamamen adamlara odaklanmıştı. Elleri masanın üzerindeydi ve hiç çaba harcamadan göz korkutucu ve ihtişamlı görünüyordu. San, sinirli ya da odaklanmış haldeyken diliyle ağzının kenarıyla ya da yanağının içiyle oynama huyunun olduğunu fark etti.

Yutkundu, kalemini sıkıca tutarken hızla gözlerini üzerinden çekti ve fark ettirmeden Hongjoong'a doğru eğildi. Bir şeyler yazıyormuş gibi yaparken olabildiğince normal ama sessizce konuşmaya çalıştı.

"Ne dediği hakkında hiçbir fikrim yok. Sen duyabildin mi?"

"Duymuş gibi mi duruyorum?" diye soruyla cevap verdi Hongjoong, sesi normalden daha inceydi. İkisi de masanın üzerinde duran dosyalarındaki kağıtlara baktı, yazıyormuş gibi yapan San'ın aksine Hongjoong gerçekten bir şeyler yazıyordu.

"O zaman ne yazıyorsun?"

"Bugünün tarihini."

San endişeyle inlerken kendisini işiyle meşgulmüş gibi göstermeye çalışıyordu. Adamın söylediği şeyi zihninde tekrar ederken ne yapmalarını istediğine dair tahmin yürütmeye çalışıyordu.

Sabahın dokuzundan beri çalışıyorlardı ve şu anda saat akşam üzeri dört olmak üzereyken günün sonuna yaklaşmışlardı.

Belki adam onlardan hiçbir hata olmaması için bugünkü tüm notları ve kağıtları tekrar okumalarını istemişti? Ya da belki de en sürdürülebilir ve ucuz yolla Korelilerin ve Macarların istedikleri işi yapabilmesi için yeni fikirler yazmalarını istemişti? Ya da belki de...

Hayır, birisine sormak zorundaydı. Vücudunu diğer tarafına, oturduğu yerde dizüstü bilgisayarında bir şeyler yazan Jongho'ya doğru döndü.

"Jongho, ne yapmamız gerekiyor?"

"Bilmiyorum, duymadım. Ben de tahmin yürütüp kendimce bir şeyler yapıyorum."

San, genç adamın sözleriyle iyice umutsuzluğa kapılırken Jongho'nun diğer yanındaki Yunho'ya doğru eğildi. Artık profesyonel ve meşgul gibi görünmekle uğraşmıyordu, sadece ne yapmaları gerekiyor onu öğrenmek istiyordu.

"Yunho. Yunho!" diye bağırdı fısıldayarak, kimse ona bakmıyordu.

Yunho dahil.

"Yunho!" diye bağırdı tekrar ve uzanarak parmağıyla dürttü.

İrkilip kıstığı gözleriyle San'a dönünce San utanarak elini hızla geri çekti. "Noldu? Toplan bitti mi?" diye sordu Yunho.

"Ee... hayır..."

"Toplantı bitmeden önce beni uyandırmayın demedim mi size?"

"Tamam, tamam, pardon," dedi San mahcup bir şekilde gülümseyerek. Yunho oflayıp önüne geri döndü. San da kendi yerine geri dönerken göz ucuyla Hongjoong'un bir şeyler yazdığını gördü. "Ne yazıyorsun?"

"Bugünün tarihini yazıyorum."

"Hala mı?! Neden?"

"Düzgün gözükmesi için!" diye çıkıştı Hongjoong.

San çocuksu bir ifadeyle yüzünü buruşturdu. Ardından alt dudağını ısırarak karşısındaki Macarlardan birisine sormayı düşündü. Oldukça cana yakın görünüyorlardı, kendi dillerinde aralarında rahatça muhabbet ederken yüzlerinde olumsuz bir ifadeye dair hiçbir şey yoktu.

Utangaç bir şekilde gülümseyip öne doğru eğildi ve olabildiğince net İngilizcesiyle sordu: "Efendim, affedersiniz?"

Nazikçe önündeki yaşlı adama seslendi. Dikkatini çektiğinde adam devam etmesi için gülümseyerek başıyla onayladı.

"Çok pardon ama ne yapmamız gerektiğini pek anlayamadım. Sakıncası yoksa kısaca açıklayabilir misiniz?"

Adam kıkırdadı, önce kendi patronuna baktı ve ardından öne doğru eğildi. San göz ucuyla Jongho ve Hongjoong'un da dinlediğini fark etti. Üç çift Koreli göz çaresizce önlerindeki iri yapılı adama bakıyordu.

"Tabii, sorun değil. Şimdi..." Adam hızla sert, aksanlı İngilizcesiyle açıklarken San anlamaya çalışırken başı dönmüştü. Aynı zamanda gülümsüyor ve arada başını onaylarcasına sallıyordu. "... şimdi anladınız mı?"

O an San'ın yüzündeki gülümseme hayatındaki en büyük gülümsemesi olabilirdi, kocaman olmuş gözleri ise delirmiş olabileceğini gösteriyor olabilirdi. Hongjoong onun için endişelenirlen kendisi de içinden selasını okuyordu.

Adamın söylediği tek bir kelimeyi anlamamıştı.

"Evet, teşekkür ederim! Şimdi kesinlikle anladım!" Adam başıyla onaylayıp arkasına yaslandı ve tekrar kendi işine döndü. Diğer üçlü de arkalarına yaslanmıştı, San'ın artık kızıl kafalı arkadaşını korkutan gülüşü yüzünden bir an olsun silinmiyordu. "Hiçbir şey anlamadım."

"O zaman neden anladım dedin?!" diye fısıldadı Jongho, sanki uyuşturucu alışverişi yapmak üzereymiş gibi dikkatle etrafına bakındı.

"Aptal gibi görünmek istemedim!" dedi San inleyerek.

Kendisini azarlayıp yarın için ne yapması gerektiğini daha iyi anlayabilmek için aldığı tüm notları tekrar okumaya karar verdi.

Tam kalemini kağıda değdirmişti ki Wooyoung ayağa kalktı ve herkesin saygılı bir şekilde ona bakıp dinlemesini sağladı.

"Pekala, bugünlük burada bitiriyoruz. Sıkı çalışmanız için herkese teşekkürler, haftanın geri kalanı boyunca aynı özveriyi görmeyi umut ediyorum." Konuşmasını bitirdiğini işaret edercesine yüzündeki ciddiyetle gülümsedi.

San rahatça derin bir nefes verdi ve yorgunlukla sandalyesinde aşağıya doğru kaydı. İş kıyafetleri olan dar siyah pantolonunun içine sokulmuş beyaz gömlekten kurtulup saat dört buçukta otele dönecek olsalar bile pijamalarını giymek için sabırsızlanıyordu. Kimse onu pijamalarını giymekten alı koyamazdı.

"San! Hadi."

"Geliyorum hyung," diye şakıdı Seonghwa'ya, ayağa kalktı ve kağıtlarıyla birlikte tüm eşyalarını topladı.

Kapıyı onun için tuttuğu için Seonghwa'ya gülümseyip teşekkür etti.

Hepsi binadan çıktıklarında arkalarındaki batan güneşin parıltılı ışığıyla boyanmış Wooyoung'un görüntüsüyle karşı karşıya geldiğinde San bir anlığına nefes almayı unutmuştu.

"Pekala. Dispatch gönderdikleri birkaç soruyu cevaplandırmamızı istiyor. Basın için muhtemelen Wooyoung'la birlikte bir kişinin daha cevabını kullanacaklar o yüzden sadece ses kayıtlarına ihtiyacım var. Güvenlik nedeniyle onların çalışanlarının yapmasını istemedim o yüzden kendimiz yapacağız. Herkes onaylıyor mu?"

San kararsızca başıyla onayladı. Gruptaki herkes onaylarcasına mırıldandıktan sonra Seonghwa da başıyla onayladı ve ilk kimin başlamak istediğini sordu. Wooyoung hariç herkes geri adım atıp sessizce binanın duvarına yaslandıklarında gözlerini devirdi.

"Wooyoung. Sanırım ilk başlayan sensin."

Seonghwa soruyu ve ses kaydını hazırlarken grup da kendi işlerine odaklandı; muhabbet edip şehirde gördükleri her yeri inceliyorlardı. Diğer yandan San utangaç bir şekilde Wooyoung'u izliyordu. Seonghwa'nın beceriksizce hazırlanışını umursamaz bir şekilde izlerken kaslı kollarını göğsünde bağlamış ve dar kumaş pantolonunun sardığı kalın baldırları omuz hizasında açık bir şekilde dikiliyordu.

Wooyoung ona baktığı an San irkilerek hızla başını çevirince boynundaki bir kasın kasıldığını hissetti. San inleyip eliyle ensesine masaj yaparken üzerindeki eğlenen bakışlardan bihaberdi.

Wooyoung gülümseyerek başını yana yatırırken San'ın elini ensesinden indirişini ve bakışlarıyla yakalandığını tamamen unutup masum gözlerle etrafına bakışını izliyordu. Kusursuz gökyüzüyle birlikte büyüleyici gözüküyordu; yumuşak, şeftalimsi dudaklarını masumca birbirine bastırırken gamzeleri belirmiş ve ceylan gözleri şaşkınlık içinde etrafına bakınıyordu.

Rüzgar yumuşak saçlarını savururken incecik iş kıyafetleri içinde ürperdiği belli oluyordu. O kadar sevimli görünüyordu ki Wooyoung yanaklarını sıktırıp alnından öpmek istiyordu.

O an ceketini ona vermeyi düşündü; San'ın üşütüp hasta olmasını istemiyordu.

San'ın omuzlarına sarmak için ceketini çıkarmak üzereydi ki bir ses tüm anı mahvetti.

"San'a olan azgınlığını bıraksan da odaklansan mı diyorum."

Bu sefer sorgulayıcı gözlerle Seonghwa'ya bakmak için hızla kafasını çevirip neredeyse kaslarını inciten Wooyoung olmuştu. Boynuyla kulaklarının yandığını hissetti ama homurdanıp arkadaşının devam etmesini söyledi.

"Bunu otelde falan yapamaz mıydık?" diye sordu Wooyoung sinirle.

"Olmaz, şimdi halletmek istiyorum sonra da birkaç fotoğraf çekip şehri gezmek istiyorum."

"Pardon da burada patron kim acaba?"

Seongwa cevap vermeden kayıt tuşuna bastı. "Kendinizin ya da şirketinizin karşılaşabileceği olası sorunlar nedir sizce?"

Wooyoung soruyu anlamsız bulurken huysuz bir şekilde aptal soruya cevap verdi. Çalışırken ya da spor salonundayken ya da sevgili yaşlı babasını takip ederken ya da ... San'la konuşurken geçirebileceği zamanı boşuna harcıyordu.

Bu arada San arkadaşlarının muhabbetini dinliyormuş gibi yaparken aslında sarışın, uzun, kaslı Bay Jung tarafından hala büyülenmiş bir haldeydi. Genç adamın tavırlarına, bir elini kalın, sarı saçlarına daldırmasını, Seonghwa ne zaman ağzını açsa o yargılayıcı ve sıkılgan yüz ifadesini, sıradaki soruyu beklerken dilini yavaşça dudaklarının üzerinde gezdirmesini izlerken kendi kendisine gülümsüyordu.

Neden bu kadar yakışıklı olmak zorunda?! San kendi düşünceleriyle zorla yutkunurken kendi ayaklarına odaklandı.

Hongjoong bir kolundan tutup soruları ve cevapları daha iyi duyabilmek için Wooyoung'un arkasında dikilmek için çektiğinde karşı bile çıkamamıştı.

San başını kaldırıp Wooyoung'un sırtını tam önünde görünce düşüncelerinden irkilerek kendisine geldi. Yutkundu ve Seonghwa'ya gülümseyerek sessizce sövdü.

Gülüşünü engellemek için bir eliyle ağzını kapatırken grubun en büyüğüne bakmak için başını Wooyoung'un geniş omzunun arkasından uzattı. Sarışın adamın her hareketini taklit ederken aynı zamanda ciddi bir yüz ifadesi de takınmıştı.

Seonghwa sırıtırken Wooyoung arkasında olan biten taklitten bihaberdi. Wooyoungla aynı anda San da bir elini saçlarına daldırırken tıpkı Wooyoung'un gözleri gibi kendi gözlerini abartılı bir şekilde kısarak ikisinin karşısındaki siyah saçlı adama baktı. El hareketlerini de taklit etmek için yana doğru küçük bir adım attı fakat Wooyoung, Seonghwa'ya orta parmağını gösterince San sadece işaret parmağını göstermişti. Yaptığı sadece bir taklit olsa da büyüğüne karşı saygısızlık yapamazdı.

Genç adamın ağzından çıkan kelimeleri de taklit etmek üzereydi ki Wooyoung ışık hızıyla başını San'a çevirince San şaşkınlıkla bağırıp geriye sıçradı. Wooyoung sırıtarak dudağını sırırken yüzünü elleriyle kapatan San'a bakmak için başını yana yatırdı.

"Sanırım senin sıran San," diye fısıldadı ve sırıtarak dolgun dudaklarını yaladı.

San yutkunup yavaşça ellerini indirirken utançtan gözlerini yerden kaldıramıyordu.

"Peki. Tamam. Teşekkürler. Hadi yapalım şunu. Siz gidebilirsiniz."

Wooyoung kahkaha attı ve genç adamın öne gelip Seonghwa'nın sorularını yanıtlayabilmesi için kenara çekildi.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro