Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15: Macaristan, Kıskançlık, Battaniyeler

San dostuna daha sıkı sarılıp kokusunu içine çekerken, yüzünü sıcak göğsüne bastırıp yanında rahatça kıvrıldı. Uçağın uğultusu ninni gibi gelirken Mingi'nin uçağın arka tarafından gelen yumuşak horlaması da kulağını dolduruyordu.

Yeosang da yorgunca ona doğru sokuldu. Başını San'ın omzuna yatırmış halde yarı kapalı gözlerle telefonundan Netflix izliyordu.

Perdeler kapatılmıştı, sabah güneşi hiçbir şekilde içeri sızmıyordu. Uçağın içi oldukça sessizdi, herkes ya uyuyor ya da uyumak üzereydi.

San sweatshirtünün kollarıyla kapalı olan ellerini yüzüne doğru getirdi, kırmızı ve beyaz çizgili kazağı oldukça sıcak tutuyordu. Yorgun bir şekilde esnedi ve Yeosang'a doğru biraz daha sokuldu.

Wooyoung uzakta, çaprazlarındaki koltuğunda otururken içindeki kıskançlıkla ikisini izliyordu. İyi de neyin kıskançlığıydı? Yeosang uyuyan bir bebek gibi ona sokulup sarıldığı için miydi? San başkasının kollarında olduğu için miydi?

Hayır. Hayır, Yeosang gıcık, terli ve yorgun Jongho'nun yanınd oturmak zorunda olmadığı için onu kıskanmıştı.

choi jongho

w: kokuyorsun

jongho: teşekkürler

w: saçların ter içinde

jongho: teşekkürler
jongho: san başkasının kucağında olduğu için acısını benden çıkarıyorsun ve ben bunu hiç tasvip etmiyorum

w: siktir onun kimsenin kucağında olduğu falan yok. sadece arkadaşına sarılıyor ki bu çok normal çünkü kendisi zaten temas seven biri o yüzden başka bir anlama geldiğini düşünmüyorum

Jongho, Wooyoung'un mesajına kıkırdarken başını kaldırdı ve Wooyoung'a dil çıkardı. Telefonunu cebine geri koydu ve başını Wooyoung'un omzuna koydu.

Wooyoung bağırmamak için kendisini tutarken tek bir sebepten arkadaşını kendisinden uzaklaştırmadı: San çok yorgundu ve Irene ve o adamla oldukça travmatik bir gece geçirmişti. Onu uyandırmak istemediği için mesaj atmak zorunda kalmıştı.

İlk defa birisine karşı böyle hissediyordu ve hala şaşkınlığını üzerinden atamıyordu. Ayrıca tam olarak ne olduğunu çıkaramadığı bir şey vardı çünkü San morali bozuk gibi görünüyordu.

Elbette hala bir yerlerde insanlara tecavüz edip canlarını yakan birilerinin yaşadığını bilmek oldukça sarsıcıydı.

Ama San bu olayda gereğinden fazla suskun ve içine kapanık görünüyordu.

w: telefonunu çıkar
w: mesaj atmaya devam edeceğim
w: jongho tokadımı yemek istemezsin
w:cevap veresiye kadar seni dürteceğim
w: telefonunu kapıp seonghwa'ya sürtük yazıp mesaj atacağım
w: jongho
w: .
w: İYİ TAMAM KISKANIYORUM KISKANIYORUM K I S K A N I Y O R U M
w: artık cevap verecek misin gıcık sürtük
w: bekle uyuyor musun sen
w: ..
w: nasıl bu kadar çabuk uyudun
w: genelde beni saatlerce sinir edersin
w: lanet olsun

jeong yunho

w: yun uyanık mısın

jeong: hayır
jeong: siktir ya
jeong: ne istiyorsun
w: off boşver

jeong: hayır dur geri gel
jeong: yine bana sürtük diye mesaj atacaksın sanmıştım

w: o tek seferlik bir şeydi

jeong: hala beni üzüyor ama 😔
jeong: ayrıca rehberinde hala 'jeong yunho' olarak mı kayıtlıyım? kaç tane yunho tanıyorsun sanki

w: ee
w: hayır tabii ki

jeong: cidden mi? ne o zaman?

w: en yakın arkadaşım 🧚‍♀️🌸💕❤🥺

jeong: yine kandırıldım
jeong: ne istiyorsun söyle koca burunlu

w: benim burnum kocaman değil?????

jeong:

jeong: en uzun seninki işte

w: ah onu biliyoruz canım

jeong: jdbsnwidh BURNUNU DEDİM GERİZEKALI

w: sen burun dersin ama ben ne demek istediğini anladım

jeong: 🗿🗿🗿🗿🗿
jeong: son kez soruyorum ne istiyorsun? yoksa minecraft oynamaya geri döneceğim

w: beş yaşında mısın sen?

jeong: ruhen evet. elveda

w: hayır hayır hayır bekle
w: ben
w: bu biraz utanç verici

jeong: aman tanrım güney kore'nin esrarengiz adamı jung wooyoung'un utanç verici bir sırrı mı var??

w: 🤢🤢🤢🤢 bir daha sakın o kelimeleri kullanma
🤢🤢🤢🤢
w: neden böylesin

jeong: hehehehehe
jeong: cidden neyin var dostum
w: off
w: şey
w: san'la ilgili

jeong: orasını anladık dökül artık

w: yok ya çok aptalca
w: boşver

jeong: bak hisler aptalca değildir
jeong: bir şeylerin olduğunu biliyordum çünkü tepkilerini görebiliyorum ve oldukça üzgün görünüyorsun o yüzden hadi. gevzekliğim için özür dilerim. benimle konuşabilirsin
jeong: woo
jeong: woo? orda mısııııın
jeong: off bunu sonra okursun o zaman. daha önce hiç böyle hissetmediğin için korktuğunu biliyorum. sert olman gerektiğini ve genç olduğumuz için hayatta kalma savaşı vermen gerektiğini biliyorum ama artık zorunda değilsin. baban hapiste ve artık o eski yaşam tarzınla hiçbir alakan kalmadı. artık rahatlayıp san'a karşı hissettiğin hislerin tadını çıkarma şansını kullanma vakti. ayrıca san'ın da senden hoşlandığını biliyorum

w: ee babam hapisten kaçtı ve yıllardır kirli işlerimi yaptırmak için jimin'le iletişim içindeyim

jeong: dur
jeong: ne
jeong: klavyeye rastgele basıp gönderdiğini söyle bana

w: acaba üzerimdeki şoku daha çabuk atlatabilmek için gruptan mı konuşsak

jeong: .......

the boyz

w: merhaba

park: selam?
jeong: bombayı bekleyin
park: .........

w: şey yasadışı işlerle artık işimin olmadığını söylerek yalan söylediğim gerçeğini açıklamanın iyi olacağını düşündüm çünkü kardeşimle iletişime geçip benim için bir şeyler yapmasını istedim ve babam hapisten kaçtı ve şu anda macaristan'da ve muhtemelen beni öldürmeye çalışacak
w: her neyse hepsi bu kadardı, wooyoung kaçar 😀

Wooyoung telefonunu cebine geri koydu. Şoku atlatıp üzerine saldırmaları için yaklaşık bir saat bekledi. Jongho şu anda uyuyordu o yüzden onun saldırısına uğrayacağı için endişelenmesine gerek yoktu.

Bildirimlerini kapattı ve Seonghwa ve Yunho'nun beraber ruhsal çöküşlerini izlemek için arkasına döndü.

Hızla ikisiden saklanmak için koltuğuna çöktü ve AirPods'u çıkarıp biraz şarkı dinlemeye karar verdi.

Ve başını Jongho'nun başına yasladı.

Tekrar San'ın tarafa baktı, pastel renkli battaniyenin altından çıkan dağınık ama yumuşak saçlarıyla kıvrılmış halini görünce dudaklarında bir gülümseme belirdi. Sevimli görüntü karşısında göğsüne sıcaklık hissi yayılırken Wooyoung gözlerini kapattı ve uykuya doğru çekildi.

Yaklaşık kırk saniyelik bir uykuya.

Seonghwa ve Yunho önlerine gelip Jongho'yla ikisinin kafasına bir şaplak patlatınca ikisi de acıyla inledi. Kızgın ikili inlemeleri duymazdan gelip uyku mahmuru ikilinin kollarını tutup özel jetin'in arka tarafındaki banyoya doğru sürüklediler.

"Ne oluyor lan? Ne yapıyorsunuz?" diye karşı çıktı Jongho, yorgun bir halde ellerini yumruk yaptı.

"Telefonundaki mesajlara bak," diye emir verdi Yunho.

Jongho önce ona ardında Wooyoung'a baktı.

"Mesajlarını okumadım diye mi beni banyoya sürükledin?"

"Hayır, ben de buraya zorla getirildim," dedi Wooyoung hızla kendisini savunarak.

Jongho gözlerini devirdi ve telefonunu çıkardı. Grupta yazılan Wooyoung'un babasıyla ve yasadışı işlerle ilgili yazdıklarının ana konusunu öğrenesiye kadar yüzünde sıkıcı bir ifade vardı. Fakat ardından gözleri kocaman oldu ve iç çekerken telefonuna odaklı gözlerini sarışın arkadaşına çevirdi.

Wooyoung gergin bir şekilde gülümsedi. "Artık gidebilir miyiz? İnsanların grup yaptığımızı düşünmesini istemiyorum."

"Ne demek baban hapisten çıktı?! Müebbet cezası var!" dedi Jongho.

"Aslında kaçtı. Nasıl bilmiyorum, Jimin bir hafta önce söyledi bana. Kendisi ya da adamları bir şey öğrenirlerse bana haber edecek," diye açıkladı Wooyoung, o anda tek istediği uyumaktı.

"Jimin mi?! Onunla ne zamandır iletişimdesin?" diye sordu sessizce bağırarak.

"Sürekli denebilir..."

Wooyoung başının arkasını kaşıdı. Arkadaşlarının yüzlerindeki yargılayıcı ve ihanete uğramış ifadelerinden dolayı savunmaya geçti.

"O benim kardeşim. Ondan hoşlanmıyor olabilirim ve o da beni sırtımdan bıçaklamak için fırsat kolluyor olabilir ama sonuçta işime yarıyor ayrıca çocukluğumda bana cehennemi yaşatan kişinin ta kendisi."

Diğerleri Wooyoung'un sözleriyle donakaldılar.

Daha önce asla ama asla çocukluğundan bahsetmemişti.

Sadece bilmeleri gerektiği kadar olan şeyleri anlatmıştı, geri kalan her şey belirsiz, karanlık ve esrarengiz bir sır olarak kalmıştı.

"Olay bizim kardeşinle iletişim halinde olmanı onaylamıyor olmamız değil... sadece tüm suçlardan paçanı kurtardığını düşünmüştük," dedi Yunho dikkatli bir şekilde.

Wooyoung gözlerini devirdi. "Dostum, çok hassassınız. Ben iyiyim o yüzden kendinizi tehlikede hissetmenize gerek yok. O tarz işlerle nadiren bulaşıyorum ve çok mecbur kalırsam kardeşime yaptırıyorum. Başka sorunuz?"

"Sen... ee... seni öldürmeye çalışacağını mı düşünüyorsun?"

Seonghwa'nın babasıyla ilgili olan sorusuna Wooyoung omuz silkti.

"Muhtemelen."

Hepsi Wooyoung'a baktı.

Wooyoung iç çekti. "Sorun yok. Sekizimiz için de birkaç güvenlik tuttum, otelleri ya da arabaları ya da gideceğimiz her yeri önceden kontrol ettirdim, ayrıca Jimin'in izini sürüp onunla işi halletmeleri için birkaç adam daha tuttum," diye açıkladı yavaşça, arkadaşlarına emin bakışlarla bakıyordu.

Seonghwa stres içinde bir elini saçlarına daldırdı.

"Bunu bize neden şimdi söylüyorsun?! Macaristan'a başka zaman gelebili–"

"Ve planlamak ve hazırlanmak için aylarımı harcadığım iş gezimizi mahvetseydim değil mi? Hayır, ben gayet iyiyim. Ondan korkmuyorum," dedi sarışın adam gülerek ve başını salladı.

"Ama biz korkuyoruz," dedi Yunho.

"Hiçbir şey olmayacak. Söz veriyorum," dedi Wooyoung ve onlara güven verircesine gülümsedi.

Son sözleriyle birlikte Wooyoung yanlarından geçip banyonun kapısını açtı, solundaki iki hostese başıyla selam verdi. Hostesler ona bakarken diğer üçü de banyodan çıktılar ve tereddütle saygılı bir şekilde önlerinden geçtiler.

Geniş, modern görünümlü koridorda ilerledi, gülümseyip biraz daha iyi hissedebilmek için San'ın küçük bedenine bakmayı ihmal etmedi. Posizyonunu biraz değiştirmişti, yumrukları kazağının kollarından gözüküyordu ve Yeosang'ın kazağına sıkıca tutunmuşlardı.

Wooyoung'un gülümsemesi o kadar kocamandı ki yüz kaslarını ağrıtmıştı. Pencerenin yanındaki koltuğuna oturduktan sonra önündeki boş yere doğru uzun bacaklarını uzatarak gerindi. AirPodsları tekrar kulaklarına taktı ve başını geriye yasladı, bu sefer gerçekten uykuya dalarken onu tek rahatsız eden an Jongho'nun nazikçe üzerine battaniye örtmesi olmuştu.

☂︎☂︎☂︎

Yaklaşık bir buçuk saatlik uçak yolculuğu, başka bir limuzinle on dakikalık araba yolculuğu ve beş yıldız gökdelen otele olan yürüyüşlerinden sonra ellerindeki bavullarla arkalarından takip eden bellboylarla ilerlerken San hafifçe iç çekti. Jet lag, seyahatler, hissettiği mide bulantısı ve dün geceki (ya da sabaha karşı olan) korkutucu anlardan sonra aşırı yorgun hissediyordu ve içten içe bu hafta çalışması gereken her bir dakika ona ölüm gibi geliyordu. Bu işe kendi hür iradesiyle girdiğini biliyordu ama çok yorucuydu.

Burnunu çekip kollarını Yeosang'ın belinde daha sıkı sararken içinde bulundukları mekan için heyecanlanamayacak kadar yorgun hissediyordu.

Wooyoung'un resepsiyona gidip anahtarları ve odaları halledişini izledi.

"İyi misin?"

San, Yunho'nun sorusuna başıyla onaylayarak cevap verirken gözlerini Wooyoung'un yüzünden ayırmamıştı.

"Emin misin? Çok yorgun görünüyorsun," dedi Yunho sesindeki endişe tınısıyla.

Bu sefer San başını Yunho'ya çevirdi, Yeosang'ın arkasından yüzündeki gamzesini belli eden gülümsemeyle baktı.

"Biraz yorgunum ama sorun değil, iyiyim."

Wooyoung grubun yanına geri geldi, çalışanlara tek kelime etmeden başını sallayarak bavullarını odaya çıkarmaları için emir verdi. Yüzünü gruba dönünce Yeosang'ın omzundan gözüken San'ı görmesiyle içindeki filler tepişti.

Yeni doğan bir kedi yavrusu gibi gözlerini kırpıyordu.

"Odalarımızın anahtarlarının hepsi burada," dedi ve teker teker anahtarları uzattı. "Bavullarınızı boşaltıp odaya yerleşin ya da ne istiyorsanız onu yapın sonra misafir odasında buluşalım," dedi arkasındaki kapısı kapalı odayı işaret ederek. "Bir saatlik kısa bir değerlendirme toplantısı yapacağız. Benimle olduğunuzu gösterebilmek için anahtarlarınızı yanınızda tutun," diyerek açıklamasını bitirdi ve hepsi hızla başını sallayarak onayladılar.

Odasına gelince kısa süreli özgürlüğünün tadını çıkarmak için kendisini yatağa attı. Gecenin bir yarısında geleceğini kurtarmak için otel odasının örtülerinin altına girmemek için kendisini zor tutuyordu.

Banyoya girip temizlenmek için rahatlatıcı bir duş aldı. İpek bornozun içinde odanın içinde giysi dolabına doğru ilerledi. Eşyalarını yerleştirip penceresinden gözüken Budapeşte'nin kusursuz manzarasına bakarken saat hızla geçiyordu. Yeosang'la beraber gitmek için kendi odasının karşısındaki odanın kapısını çaldı.

İkili asansöre doğru ilerlerken kol kola girdiler ve en alt kata indikten sonra toplantı odasına girmek için güvenliğe anahtarlarını gösterdiler.

Son gelenlerin onlar olduğunu fark edince San utanmıştı.

Wooyoung'un bakışlarıyla karşılaşınca gergince gülümsedi.

O da gülümsemesine karşılık verince San karşısındaki güzel görüntüye hayranlıkla bakarak sandalyesine doğru ilerledi. Her zaman masanın baş köşesine oturan ve oldukça yakışıklı görünen Wooyoung'un sağına oturdu.

San elbette dinlemeye özen gösteriyordu ama Wooyougn'un kusursuz yüzüne hayranlıkla bakarken odaklanması zordu.

"Pekala, İtalya oldukça kolaydı. Kore dalgasına gittikçe daha fazla kapılıyorlar, özellikle de cilt bakım ya da güzellik ürünlerine. Fakat Macaristan çok farklı bir millet..."

San başıyla onaylarken notlarını alıyordu ama Wooyougn'un ninni gibi gelen sesiyle başını masaya koyup uyumak istiyordu. Çok sıkıcı bir konudan konuşuyor olsa bile her bir kelimesini dinlemekten kendisini alamıyordu.

"... o yüzden bugün dinlenmenizi istiyorum, İtalya'da zor ama iyi bir iş çıkardınız o yüzden bir molayı hak ettiniz. Yarın kendi işlerinizi halledin ardından Pazartesiden Cumaya kadar birçok Macar şirketlerle ilk toplantılarımızı yapmak için bir başka kırmızı halı etkinliğine katılacağız. Sorusu olan?" diye sordu Wooyoung konuşmasını bitirmek için ve boynunun etrafındaki siyah kravatını düzeltti.

San yutkunup gözlerini kaçırdı, sarışın adamın yaptığı küçük bir hareket onu terletmeye yetmişti. Kimsenin bir sorusu olmayınca Wooyoung hepsine izin verdi.

San notlarını ve dosyalarını toplayıp odanın çıkışına doğru arkadaşlarını takip ederken arkada kalan Seonghwa'yı fark edince kaşlarını çattı.

Kapı kapanmak üzereydi, arkadaşları kapının yüzüne çarpmasına izin verecek kadar kibar oldukları için elleri dolu olduğundan hızla kalçasını kapıya doğru ittirerek kapanmasını engelledi. Kapı yan tarafına sertçe çarparken arka tarafında onun üzerindeki gözlerin farkında değildi.

Wooyoung derin bir nefes verdi, kravatını daha fazla gevşetti ve San'ın az önce çıktığı kapıya baktı. Sandalyesine geri oturunca yorgun bir halde başını geriye yatırdı ve gözlerini kapattı.

"Sen neden gitmedin?" diye sordu Seonghwa'ya gözlerini açmadan.

"Aklıma bir şey geldi. Herkes Kore'yi özlemiş gibi görünüyor, neden bu akşam biraz geleneksel ev yemekleri yemiyoruz? Çoktan Kore tarzı dekore edilmiş bir restorandan yer ayırttım, o yüzen hayır diyemezsin."

"Gerçekten mi? Olur, harika bir fikir, sabırsızlanıyorum."

Seonghwa teşekkür ettikten sonra ikisi de kalktı ve Wooyoung oldukça gerilmiş sırt kaslarını rahatlatmak için gerindi.

☂︎☂︎☂︎

Seonghwa minderleri Wooyoung'a uzatırken baş parmağını kaldırarak işareti yaptı. Garsonlar yemek dolu tabakları ve ızgarayı yerleştirirken herkesin ağzı sulanmıştı.

San yanına oturmuştu ve bu da sarışın adamı oldukça mutlu etmişti. Kıyafetlerini değiştirmemişti, hala sevimli bir kazak ve eşofman giyiyordu. Wooyoung ise takım elbisesini gri kazak ve beyaz eşofman ile değiştirmişti.

Uzanıp minderi Seonghwa'nın elinden aldı ve sertçe arkasına koyup bağdaş kurarak oturdu. San yanında gülümseyip teşekkür ederken nazikçe arkasına koydu ve o da bağdaş kurarak oturdu.

Herkes yerlerine oturduğunda yemeklerine gömüldü. Hepsinin yüzünde özledikleri ev yemeklerine olan kavuşma sevinci vardı.

Yarım daire şeklinde oturmuşlardı ve yemeklerin hepsi tam ortadaydı. Arkalarında bahar çiçekleriyle dolu ağaçları gösteren bir ekran vardı, oda olabildiğince ev havasında ve geleneksel şekilde dizayn edilmişti.

"Böyle bir akşam ayarladığın için çok teşekkürler Seonghwa hyung," dedi San belki de bininci kez. O ve Hongjoong evlerini en çok özleyen kişilerdi o yüzden yemek için en minnettar olan da onlardı.

"Önemli değil, bana teşekkür etmeyi kes!"

San sırıtırken yanakları yemekle doluydu. Wooyoung gördüğü görüntüye gülerken San kısık, suçlayıcı gözleriyle ona dönüp bakınca hızla bakışlarını kaçırdı.

"Neye gülüyorsun?"

Wooyoung dudaklarını yalayıp sırıtırken baş parmağıyla dolgun dudağını sildi. Ardından San'a bakmak için döndü ama o anda soru sormak için bütün cesaretini kaybetti.

Wooyoung dolu, tombul yanaklarını görünce tekrar güldü, yuvarlar gözleri meydan okuyan bir ifadeyle ona bakıyordu ama vücudu küçücük görünüyordu.

Kışkırtıcı bir şekilde ona doğru eğildi.

"Hiçbir şeye," diye fısıldadı baştan çıkartıcı ses tonuyla. Önce üzerinde kırıntıların olduğu ıslak dudaklarına ardından kocaman olmuş gözlerine baktı. Sırıtışı daha da genişleyip iyice eğilirken San ağzındaki lokmasını yuttu ve yakınlaşmaktan başka ne yapacağını bilemez bir halde öylece bakakaldı.

"Yüzünde biraz kırıntı kalmış. Tam burada," dedi kendi dudağına işaret ederek.

San'ın gözleri korkuyla büyürken hızla Mingi'ye baktı ve çabucak dudaklarını yaladı. Wooyoung kıkırdarken sonunda kendi yerine döndü.

Hepsini yemeleri belki de iki saat sürmüştü, hem çok fazla yemek vardı hem de çok fazla konuşmuşlardı. Bitirdiklerinde San doymuş karnını okşadı ve aynı şekilde çok fazla yemekten neredeyse kusacak olan Mingi'ye yaslanırken garsonlar hızla tabakları toplayıp masayı temizlemişlerdi.

Gideceklerini düşünüp San tam ayağa kalkmak üzereydi ki Seonghwa önlerine gelip sanki sınıfını azarlayan bir öğretmen gibi ellerini beline koyup dikildi.

"Fotoğraf çekinelim mi? Kendi şirketimize hiçbirimizin ölmediğini ve her şeyin yolunda gittiğini göstermek için sadece."

"Harika bir fikir!" dedi Yunho heyecanla ve masum bir gülümsemeyle Mingi'ye yaklaştı.

Mingi'nin gözleri büyürken vücudu sabit kalsa da kafası geriye doğru gitti. Gözlerindeki panik ifadesiyle yavaşça San'a bakarken San sadece sırıtıp Mingi'yi etrafında döndürüp iyice Yunho'ya doğru ittirdi. Mingi tökezleyince Yunho hızla onu yakalarken gülümseyip sakar olduğunu söyledi. Mingi zayıfça gülümserken yanaklarına ateş basmıştı ve gözleri gergince etrafa bakınıyordu.

San sırıttı, Mingi ona orta parmak gösterirken kendisi hayali uzun saçlarını omzundan arkaya savurdu.

Seonghwa odanın dışındaki güvenliklerden birine iPhone 11 telefonunu uzatarak fotoğraf çekmesini rica etti.

Herkes beraber poz verirken Wooyoung onları izledi. Seonghwa'nın kucağına Yeosang uzanmıştı. Yunho ve Mingi kollarını birbirlerinin omuzlarına sarmışlardı. Jongho ve Hongjoong kalp şekli yapıyorlardı.

Dudağını ısırırken birlikte poz verme umuduyla yavaşça San'ın omzuna dokundu.

San, Wooyoung'un utangaç ifadesine bakıp kıkırdarken neyi ima ettiğini anında anlamıştı.

San yavaşça başını Wooyoung'un omzuna yatırdı.

Wooyoung gülümserken omzunu biraz daha açarak San'ın başını daha rahat koymasını sağladı.

Herkes bildiği için ve diğer üç arkadaşının onunla ne kadar yakın olduğunu gördüğü için dedikodu yayacaklarına dair çok fazla endişelenmiyordu çünkü zaten aralarında hiçbir şey yoktu. San da sadece arkadaşlarından biriydi.

"3."

Wooyoung'un her zaman ona karşı nazik olması San'ın çok hoşuna gidiyordu, hayır deme olasılığıyla gözlerindeki korkunun ardından daha da yakınlaştıktan sonra gözlerinin parlaması çok güzeldi. Çok sevimliydi.

"2."

Wooyoung, San'ın çiçeksi şampuan kokusunu içine çekti ve hafifçe gülümseyerek barış işareti yaptı.

"1. Gülümseyin!"

______________________________________________

Artık birbirinize karşı bir adım mı atsanız diyorum iyice uzadı bu iş sanki 😮‍💨

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro