12: Gizli Taraflar
Wooyoung kendisine karşı öfkeli ve suçlu hissederken koridorun diğer ucundan San'a bakmasına engel olamıyordu. Sadece çalışanı olması gereken kişiyle yakınlaşmış ve daha bir hafta olmamasına rağmen dikkati işinden uzaklaşmıştı. Aralarında hiçbir şey olmamıştı, olmuyordu da ama çoktan heyecan basmıştı bile. Ama ne için?
Choi San, bana neler yapıyorsun?
"... her üründen %50, ATEEZ'den ise %80 reklam geliri elde ediyoruz. Ancak sizin şirketinize göre benim şirketim %10 daha fazla gelir sağlıyor. Böylelikle siz istediğiniz pozisyonu elde ederken biz de ihtiyacımız olan parayı alacağız. Ne düşünüyorsunuz Bay Jung?"
Wooyoung sertçe yutkunurken hızla dosyaları gözden geçirdi, adamı çok dinlediği söylenemezdi ama gözleri yine de kağıtların üzerindeydi.
"Bence iyi bir anlaşma olacak. Bir çok dergi ve medyada çoğunlukla ön sayfayı alıyoruz. Başka değiştirmek istediğiniz bir şey var mı?" Sarışın adam saçlarını geriye ittirdi ve İtalyan CEO ile karşılıklı İngilizce iş görüşmesine devam etti.
Her şey yolunda gidiyordu –ara sıra uzun masanın karşısında oturan San'ın dolgun dudaklarına takılan gözleri sayılmazsa tabii. Ta ki Hongjoong yukarı doğru kıvrılmış dudakları ve kısılmış gözleriyle sinsice başını San'ın önüne doğru getirip manzarasını kapatasıya kadar.
İtalya iş grubunun patronu çalışanları için bilgi alışverişine kısa bir ara istediğinde Wooyoung kabul ederek aynısını yaptı. Ayağa kalktı ve geniş koridor için çalışanlarının onu takip etmesini istedi, diğerleri sigara için bahçeye çıkmıştı. O da onlara katılırdı ama kendi takımından kimse sigara içmiyordu, ayrıca onlarla konuşması da gerekiyordu.
"Pekala, nasıl gidiyor? Markamızın İtalyan ürünlerinde ne kadar gösterildiğinin ayrıntılarına değineceğim," dedi Wooyoung mermer duvara yaslanıp kollarını göğsünde bağlayarak.
Kısaca hepsine göz attı, San'a geldiğindeyse elindeki dosyaya odaklanmış bir halde çatık kaşlarıyla dolgun dudağını ısırdığını görünce gözleri birkaç saniye onda takılı kalmıştı.
"Para konusunu açığa kavuşturmaya çalışıyorum. Ne kadar kazanıyorlar, biz ne kadar kazanıyoruz, harcamalar neler, hepsi. Karşımızdaki tek sorun milyonlarca Euro'yu bir günde Won'a çeviremiyoruz ve para Kore'den İtalya'ya, İtalya'dan Kore'ye gidiyor ama üzerinde çalışıyoruz," diye konuştu ilk olarak Mingi, ilk kez yüzündeki alaycı ifade olmadan takım elbisesinin içinde ciddi görünüyordu.
Wooyoung başıyla onayladı, değerli şirketini büyümesinde yardımcı olması için doğru kişileri seçtiğini biliyordu.
Seonghwa'ya döndü.
"Hwa? Çalışanların saati ve maaşları üzerinde mi çalışıyorsun?" Seonghwa onayladığında devam etti. "Bilmem gereken bir sorun var mı?"
Seonghwa hafifçe iç çekti, açıklamasını olabildiğince kısa ve öz yapmaya çalıştı. Aynı şey diğer beşi için de devam etti: herkes kendi göreviyle ilgili özet geçti. Ayrıca Wooyoung ve San'ın bakışları diğerlerine göre daha fazla birbirine takılı kaldıysa da kimse bir şey dememişti.
Toplantı tekrar başladığında aralıksız üç saat daha devam etti.
San çok fazla İngilizce konuşmaktan yorulmuştu ama tüm istatistikleri toplayabilmek için her şeyi kafasında çevirmek zorundaydı. Her ne kadar anlaşılabilir olsa da aksanı gittikçe daha da kaymıştı, sanki bir çocuğun konuştuğu gibi konuştuğunu düşünüyordu.
Bir elini saçlarına daldırdı ve dirseğini masaya koyup destek alarak başını eline yasladı ve dudaklarını ısırmaya başladı tekrar. Odanın diğer ucundaki bakışlarını, konuşulanları daha iyi duymak için çevirmeden önce tereddüt etti.
"Tün detayları karara bağlamak için yarın tekrar görüşürüz o zaman?"
"Pekala. Tekrar görüşmek üzere Bay Ricci," diye cevap verdi Wooyoung resmi bir şekilde ve yedi saatlik toplantıyı sonlandırmak için el sıkıştılar.
San, Wooyoung'un yaşlı adama karşı saygılı olmasını çok sevimli buldu. Wooyoung'un neredeyse doksan derece eğildikten sonra İtalyan bir adama karşı Kore geleneğini gösterdiği için özür dilerken ne kadar şapşal göründüğünü düşünürken gülümsedi.
Kıkırdadı ve CEO ile birlikte adamlarını odadan dışarı doğru öncülük ederken stres gözlerinin içinde belli olsa da nazik gülümsemesini korumaya çalışıyordu.
Wooyoung kapıyı İtalyanların arkasından kapattı. Koreliler konuşmak için ve diğer şeyleri organize etmek için odada kalacaklarına daha önceden karar vermişlerdi.
"Burada ne kadar kalacağız?" diye Mingi'nin sorduğunu duydu San, sonunda Korece konuşabiliyorlardı. Cevabı duymak için arkasına döndü.
"Bir saat, belki daha fazla. Çok fazla gidermemiz gereken pürüz var," diye cevap verdi Seonghwa, konuşmaya bir an önce başlamak için ayaktakilere masanın ucuna oturmalarını işaret etti.
San kendi yerinden kalkarken yorgunca inledi. Kağıtları ve dosyalarını alarak birkaç sandalyeyi ittirdi. Bilgileri, tarihleri, numaraları ve diğer önemli şeyleri büyük panoya yerleştiren Yeosang'ın yanına oturdu. San yaptığı işi izlerken müşterilerin ilgisine göre ürünleri güncelleyip logolarını yenilemek için hangi tarihin daha iyi olacağını düşünüyordu.
"Pekala, bugün bütün sözleşmeleri imzaladık. Nasıl işleyeceğine dair bütün detayların üzerinden geçtiğimize göre önümüzdeki üç gün boyunca bu proje üzerinde çalışıyor olacağız. Yarın, ev sahibi şirketten ve bizim şirketten çalışanlar farklı yüzler ve logolar tasarlayacak ve taraf tutmadan hangisinin daha çok işe yarayacağına karar verilecek. ATEEZ'in nerelerde gözükmesini istediğimize ve tanıma dair olan her şeye karar verdik. Sonraki gün ilerleme kaydetmek için hiçbir hata ve sorun olmadığından emin olmak için tekrar her şeyi gözden geçireceğiz. Ve Cuma günü yeni ürünleri piyasaya sunacağız ve akşam büyük bir partiye, bir kırmızı halı etkinliğine katılacağız," diye anlattı Wooyoung ve büyük, kalın gözlüklerini düzeltti.
"Parti ne için?" diye sordu Yeosang saygıyla.
"Yüzümüzü göstermek ve tanıtım için. Tam olarak smokin etkinliği değil ama yine de oldukça önemli ve resmi bir etkinlik," diye ekledi Jongho.
Yeosang başıyla onayladı, neyse ki kimse Jongho'yu seksi bir smokin içinde göremeyeceğinin verdiği üzüntüyle omuzlarının çöktüğünü fark etmemişti.
☂︎☂︎☂︎
Cuma, sabah 6:57
San alt dudağını çiğnerken bavulundan kıyafetlerini çekip çıkardı.
Yorgundu, çok yoğun bir hafta olmuştu. Dinlediği tek gün havuzda yüzdükleri Pazartesi günüydü ve o günün kıymetini bilmedi için aşırı pişmandı.
Sadece eğlenceli ve stressiz bir gün değil, aynı zamanda Wooyoung'la geçirdiği bir gündü. O zamandan beri düzgünce baş başa kalamamışlardı. Ayrıca o gün çok da iyi bitmemişti ve San hala ne olduğundan emin değildi.
San o kadar bıkmıştı ki duvarı yumruklamak istiyordu. Resmi ve önemli bir kırmızı halı etkinliğinde ne giyecekti?
Nasıl davranacaktı?
Yemek olacak mıydı?
Çubuk peynir gibi saçma şeyler mi olacaktı yoksa parasının asla yetmeyeceği nadir maruldan yapılmış pahalı bir yemek mi olacaktı?
Fotoğrafının çekilmesi gerekecek miydi yoksa sadece Wooyoung gibi kişiler için mi gerekliydi?
Aman tanrım, Wooyoung.
San'ı görmezden mi geliyordu?
Neden?
Görmezden gelmeye devam edecek miydi?
Neden?!
Cebindeki telefonu çıkarmaya çalıştı.
"Hongjoong? Rahatsız ettiğim için özür dilerim hyung ama odama gelebilir misin acaba?" diye sordu nazikçe Hongjoong telefonu açtığında.
"San, iyi misin sen? Hemen geliyorum." Arka plandan hışırdama sesleri gelince San kırmızı kafanın ayak seslerini duyduğunu fark etti. Gülümserken göğsündeki sıkıntıya ve boğazındaki düğüme odaklanmaktansa Hongjoong'un ayak seslerine odaklandı.
Daha bir dakika bile geçmeden Hongjoong bir elinde telefon diğer elinde çoraplarıyla San'ın odasına daldı.
San ise yerde, dağınık bavulunun yanında ona el salladı.
"N'oldu Sanie?" diye sordu ve ardından kapıyı kapatıp San'ın yanına oturmak için ilerledi.
"Hiçbir şey... sadece ne giyeceğimi ve nelerle karşılaşacağımı bilemediğim için endişelendim."
Hongjoong başıyla onaylarken San'ın açık bavulunun kenarından sarkan iğrenç Havai tarzı iç çamaşırını fark etti.
"Ben de endişelendim, o yüzden gidip Seongie'ye... ya-yani Seonghwa'ya sordum. Beyaz gömlek ve pantolon askılı kumaş pantolon giyecek. Ben de renkli, kareli pantolon, şapka ve düz bir tişört giyeceğim," dedi Hongjoong.
Diğer hyunglarıyla olan yakınlığını neredeyse ortaya çıkarırken yanaklarının kızarıklığı neyse ki fark edilmemişti. San'ın bavulunu o da karıştırmaya başladı, turkuaz renginde ipek, bol bir bluz ve hemen yanındaki dar paça kot pantolonu aldı. San'a baktı.
"Bunlara ne dersin?"
Genç adamın gözleri parladı ve kıyafetleri hızla Hongjoong'un elinden çekip banyoya doğru ilerledi.
"Teşekkürler Joongie!"
Hongjoong kahkaha attı ve diğer iki arkadaşlarının da gelmesini sormak için kapının diğer tarafından bağırdı ve San da tabii ki kabul etti. Tamamen giyinip karşılarına çıktığında hepsinden iltifatları almak istiyordu.
Dar pantolonu giyerken biraz uğraştı ama siyah kot pantolonu giyip altına botlarını geçirdi. İpek bluzu başından geçirirken çok dikkat ediyordu, doğum gününde büyükannesi hediye almıştı. Üzerinde düzelttikten sonra göğsünü küçük bir kısmını ve köprücük kemiklerini büyük bir kısmını açığa çıkardığını fark etti ama umursamadan uçlarını pantolonunun içine sokuşturdu. San aynaya baktı ve gayet iyi göründüğüne dair kendisini telkin etti ardından bakışlarını aşağı indirirken takı takıp takmamak için düşündü. Çok mu fazla olurdu? Ne zaman gümüş bir bileklik, kolye, yüzük ya da küpe taksa kıyafetlerini tamamladığını düşünüyordu. Sonunda saçlarını taradı ve alnını açığa çıkarak şekilde şekil verdi ve biraz renk vermesi için hafifçe makyaj yaptı.
Son kez kendisine bakarken biraz sevimli göründüğünü düşünerek gülümsedi.
"San, on dakikan var, acele et!" diye bağırdı Yesaong.
"Geliyorum!"
San banyodan çıktı ve abur cuburlarını yiyen Mingi ve yatağının üzerine tembelce uzanmış Hongjoong ve Yeosang'la karşı karşıya geldi. Etrafında dönüp poz vermeden önce dikkatlerini üzerine çekebilmek için boğazını temizledi.
Kaslı vücuduna tezat oluşturan abur cuburlarla dolu ağzıyla Mingi ıslık öttürmeye çalıştı. "O kot pantolon götünü harika göstermiş. Wooyoung bayılacak."
San anında duraksayıp kızararak elleriyle poposunu kapattı. "Ha-hayır, bayılmayacak! Wooyoung için giymedim bunu!"
"Haklısın. Ne giyersen giy gözleri sürekli senin götünde," dedi Yeosang sırıtarak.
San arkadaşına ters ters bakarken derin bir nefes aldı, Wooyoung'un ona baktığı düşüncesiyle yanaklarına ateş basmıştı.
"Kapayın çenenizi. Ben gidiyorum," dedi San ve somurtarak odadan çıktı.
Hongjoong da kıkırdayarak diğer iki arkadaşını çekiştirdi, daha fazla abur cubur yemek isteyen Mingi'yi biraz sürüklemek zorunda kalmıştı. Kırmızı saçlı adam kapıyı tekmesiyle kapattı, yöneticiler hariç villada sadece sekizi kaldığı için kapıyı kilitlemesine gerek yoktu.
Limuzinin beklediği yerde buluşacakları için ön girişe doğru ilerlediler. Seonghwa, Yunho, Jongho ve Wooyoung siyah arabanını pürüzsüz kapısına yaslanmış bekleiyorlardı. Üçü normal bir şekilde muhabbet ederken sarışın olan ifadesiz bir yüzle gözlerini uzaklara dikmişti.
Wooyoung'u gördüğü an San'ın adımları yavaşladı. Gözleri geniş vücuduna kaydı, giydiği kıyafetlerin kaslı vücudunu ön plana çıkarması resmen nefesini kesmişti. Dar, aşırı dar, siyah deri pantolonu kalın uyluklarını ve uzun bacaklarını sarmalıyordu. Gümüş metal delikleri olan veyan tarafından sarkan uzun zincirli siyah kemer takmıştı. Hava sıcak olmasına rağmen Wooyoung ince, siyah tişörtünün üstüne şapkasında sahte hayvan tüyü olan kahverengi bir ceket giymişti ve kaslı kollarını ve zaten geniş olan omuzlarını daha da geniş göstermişti. Saçları alnına düşen birkaç tutam hariç geriye doğru taranmıştı ve daha kısa olan kulak hizası ise kusursuz görünüyordu. Bir kulağında küçük, gümüş bir yuvarlak piercing, boynunda ise iki tane ince gümüş kolye takılıydı. Bakışları sonunda dördünün geldiğinden bihaber yan tarafa bakan yüzüne geldiğinde San zorla yutkundu. Çene hattı oldukça belirgindi ve batan güneşin sıcak ışığıyla teni olduğundan daha bal rengi görünüyordu. Yumuşak pembe rengindeki dudakları ince birer çizgi gibiydi.
Yeosang hapşırınca gelen sese doğru başını döndürdüğünde San hızla bakışlarını üzerinden çekti ve kendi ayaklarına odaklandı. Hongjoong onu dürtünce ilerledi ve sarışın adamın her bir hareketini izlediğini bilerek arabaya bindi.
Arabanın içi dışarıdan daha soğuktu ve San fark etmeden tekrar su makinesinin yanına oturmuştu. Her araba seyahatlerinde Mingi'yle ikisi suyla oynuyordu ve dikkatini karnındaki gergin kelebeklerden ve Wooyoung'un gözlerinden dağıtmasında yardımcı oluyordu.
Etkinlik için tutulan mekan Roma'nın merkezinde bir yerindeydi. İnsanlar tarafından sokak gibi kullanılan dar, arnavut kaldırımı taşlı caddelerden mekana gitmeleri yirmi dakikalarını almıştı. Mingi ve San makyajlarını bozmamak ya da kıyafetleri kirletmemek için suyla oynarken çok dikkat ediyorlardı, kapının yüzeyine yazı yazmak için sadece parmak uçlarını ıslatmışlardı. Araba mekana girmek için sıraya girdiğinde Wooyoung hepsinin dikkatini üzerine çekti.
"Burada sadece iyi yanımızı göstermek zorundayız. Her yerde kameralar var ve adımıza yakışır şekilde saygılı olup yakışıklı görünmeliyiz."
Hepsi başıyla onaylarken San endişeyle camdan dışarı baktı. Dışarıda basından oluşan bir kalabalık vardı fakat hiç biri arabanın filtreli camlarından içeriyi göremiyorlardı. Kameralarından flaşlar patlarken bağırarak sordukları sorular kulağa boğuk geliyordu.
Partiye girme sırası onlara geldiğinde güçlükle yutkundu.
CEO olarak yüzündeki kendinden emin gülümsemeyle ilk olarak Wooyoung çıktı.
Jongho'nun ardından son çıkan ise San olurken hemen Jongho'nun yanına dikildi. Kocaman gözleriyle mekana bakarken binaya bakmak için başını geriye doğru kaldırmak zorunda kalmıştı.
Her iki tarafına konuşlanan ve fotoğraflarını çekmeye çalışan yüzlerce insana bakarken boğazı kurumuştu. Jongho diğerlerini takip etmesi için cesaret verircesine hafifçe sırtına vurarak ileri doğru ittirdi. San minnettar bir şekilde ona gülümseyerek etrafına bakındı, merak hızla gerginliğinin yerini almıştı.
Diğerleriyle birlikte halıda ilerlerken gülümseyip kameralara el salladı. Kısık müzik, uzaktan gelen arabaların sesi ve etraftaki insanların bağırışı tüm havayı dolduruyordu.
Kapı girişinden girerken üst tarafa doğru iki farklı yöne ayrılan koca mermer merdivene baktı. Mekan çok şık ve düzenliydi: merdivenin bir tarafının ucundan gelen farklı ışıklarla birlikte parti müziği sesini duyabiliyorken diğer merdiven binanın geri kalanına uyumlu tarzda görünüyordu.
Wooyoung çoktan merdivenleri yarılamıştı, elleri ceplerinde ve etrafa bakmıyordu bile. Daha önce böyle yerler görmüştü, burası da daha önce gittiği zengin İtalyan mekanlarıyla aynıydı.
San ve onun gibi etrafa bakınan üç arkadaşı diğerlerine yetişmek için hızla merdivenleri çıkarlarken gözleri merakla diğer merdivene bakıyordu. Yerde birkaç içki şişesi vardı, hatta bazıları halının üzerine dökülerek koyu lekeler bırakmıştı. Yüksek müzik ve sigara gibi kokan duman merdiveni sonundaki salondan dışarı çıkıyordu fakat onlar başka yöne doğru giden diğer merdivendelerdi.
"Orada neler oluyor?" diye San, Yeosang'ın sorduğunu duydu.
"Bu partinin iki farklı tarafı var: biri, bizim şu anda gittiğimiz iş konuşmaları ve medya için olan taraf. İkinci ise orada gördüğünüz, asıl eğlence partileri için olan taraf. Özellikle gizli tutulmuyor ama halka da açıkça gösterilmiyor. Çok önemli insanlar ve iş dünyası ikonları için ama sonuç olarak yine de parti," diye cevapladı Yunho gülümseyerek. San ve Yeosang sadece kendilerinin anlayacağı bir ifadeyle birbirlerine baktılar.
İkili gergin ve endişeli bir şekilde yan yana yürürlerken Mingi ve Hongjoong koridoru resmen uçarak geçmişlerdi. Seonghwa, Yunho ve Jongho kimlerle konuşmak istemedikleri ve kimin neyi, neden söylediğiyle ilgili kendi aralarında muhabbet ediyorlardı. Wooyoung ise asıl partiye geçmeden önce en az bir saat boyunca iyi davranmak zorunda kalacağı yere doğru uzun adımlarla en önde gidiyordu.
Sonunda geniş salona girdiklerinde San Yeosang'a daha da yaklaştı. Salon kocamandı; renkli pencerelerin arasına duvarın önüne yerleştirilmiş zeytin ağaçları vardı. Salonun ortasında, üzerinde San'ın alışkın olduğunun aksine saf altından yapılmış gibi görünen çubuk peynirlerden ağzındaki elmayla pişirilmiş domuza kadar her şey olan açık büfe masa vardı. Ortam, ya kendilerininkine benzeyen kıyafet ya da resmi davetlere uygun 'parti' kıyafetleri giyen insanlarla doluydu. Garsonlar davetlilerin arasında San'ın adını bir türlü hatırlayamadığı küçük yiyecek ve şampanya ikram ediyordu.
"Vay canına," diye mırıldandı Yeosang ağzı açık bir halde.
"Ağzınızı yerden toplayın ezikler. Ortama uymuyorsunuz," diye fısıldadı Mingi, çoktan yiyeceklerden yemeye başlamıştı.
"Mingi, San'ın odasındaki her şeyi yedin. Hala doymadın mı?!" diye azarladı Hongjoong ama kendisi de Mingi'yi takip edip kendisine yiyecek bir şeyler aldı.
San kahkaha attı, aynı zamanda bu tarz ortamlara alışkınmış gibi görünmeye çalışırken Wooyoung'un etrafta olmadığını fark etti.
"Hey, Woo nereye gitti?" diye sordu kendi kendine, bir yerlerde görme umuduyla hızla etrafında dönerek her yere bakındı.
"Konuşması gereken bir sürü insanla konuşmaya gitti. Muhtemelen biz de gitmeliyiz," dedi Jongho inleyerek. San başıyla onayladı ve diğerlerini takip etmesi için Yeosang'ı çekiştirdi.
Onu bulduklarında ellerindeki bardaklarla pahalı kıyafetler giydikleri belli olan dört kadın ve dört erkek sekiz kişiyle birden konuşuyordu. Hepsi yanlarına geldiklerinde hızla hepsini tanıttı. Sarışın adama baktığında, adamın onu çoktan izlediğini fark edince gözlerini üzerinden çekmedi.
Wooyoung'un boynunun ve kulaklarının kırmızıya dönüp hızla bakışlarını kaçırdığını görünce yüzündeki gülüşü mutlu bir sırıtışa döndü.
Wooyoung'dan gerçekten hoşlandığını çok fazla belli etmemek için dikkatini muhabete verdi.
Sıkıcı konuş iş konuşmasına dönesiye kadar çok da dinlemeden sadece gülümseyerek başıyla onaylamıştı. Ama iş konuşmaları önemliydi, o yüzden zihninde her şeyi dikkatle çevirmeye çalışırken can kulağıyla dinliyordu.
Son bir saat içinde binlerce kişiyle konuşmuş gibi hissederken Wooyoung sonunda salondan çıkıp asıl eğlencenin olduğu partiye gidebileceklerini söyledi. Partiler arasından gidip gelen bir sürü insan vardı, o yüzden üzerlerine çok fazla dikkat çekeceklerini düşünmüyorlardı.
Karanlık ortamı aydınlatan spot ışıklarıyla dolu salona girdiklerinde San'ın heyecanı tavan yapmıştı. Pencereler, kalın, siyah perdelerle örtülmüştü, muhtemelen biraz mahremiyet için basına kapalıydı. Giriş kapısına kadar uzanan iki duvarın da alkollerle dolu olduğu bir bar vardı. Tam ortada müziğin ritmiyle birlikte hareket edip umursamazca her şekilde dans eden terli bedenler vardı.
"Uyuşturucu kullanmak, insanların sizi görebileceği yerlerde herhangi bir cinsel aktivitede bulunmak ve aşırı sarhoş olmak yok," diye bağırdı Wooyoung müziğin içinden.
"Ama birazcık sarhoş olabiliriz, değil mi?" diye bağırdı Mingi.
"Ee-"
Cevabı duymayı beklemeden Mingi San'ın elini kavradı ve hızla bara doğru çekiştirdi. Vakit kaybetmeden ikisi içinde içki söylerken San kıkırdayarak etrafına bakındı. Yunho ve Seonghwa da içki içmek gelmişti. Diğerlerinin de dans etmeye gittiklerini düşündü.
Alt dudağını ısırırken kendisini endişeyle Wooyoung'u ararken buldu.
Başkalarıyla dans edecek miydi? Başka birisiyle 'takılacak ' mıydı?
San hızla kendisine gelerek düşüncelerinden uzaklaştı, kıskanç, sahiplenici sevgili gibi düşündüğü gerçeğini sevmemişti.
Somurtarak önüne döndü e önündeki içkiyi kafasına dikti. Boğazını yakan sıcaklık hissi iyi hissettirmişti.
Çok saçma bir şekilde sarhoş olduğu için kendisini bir bardakla sınırlandırmaya çalışırken Mingi çoktan üçüncü sek votkasını mideye indirmişti bile.
"Hadi Sanie! Dans edelim!" diye bağırdı. San gülüp arkadaşının peşinden giderken stresi ve Wooyoung'u düşünmemek için elindeki fırsatın tadını çıkaracaktı.
Mingi klostrofobisinden dolayı insanların içinde dans edemediği için dans pistinin kenarında delice dans ediyorlardı.
İki saat boyunca dans etmek yorucuydu. Twerk yapmışlar, gülmüşler, break dans etmişler, müziğin ritmiyle şehvetle dans etmişler, rastgele yabancılarla konuşup, içip neredeyse istedikleri her şeyi yapmışlardı. Müzik ve ortamı aydınlatan ışıklarla etraftaki insanlar hala enerjik ve canlı bir halde çılgınlar gibi dans ediyorlardı ama ikili artık nefes nefese kalmıştı ve San'ın gözleri ağırlaşmıştı.
Soluk soluğa ve terli bir halde destek için birbirlerine yaslanırlarken Mingi kulağına doğru eğilip yüksek sesle konuştu, "Tuvalete gitmem lazım."
San yüzündeki sırıtışla Mingi'nin boynuna sokulup cevap verdi, "Tamam. Ben de gidip biraz dinlemek için bir oda bulacağım, burası çok gürültülü ve havasız."
Mingi başıyla onaylayıp uzaklaşmadan önce arkadaşının omzuna vurdu. Salonda çıkışa daha kolay gidebilmek için dans pistinin kenarından giderken San tuvalete sağ salim gittiğinden emin olmak için onu izledi. Nemli ortam, astım ve aşırı dans etmekten dolayı derin nefesler alıp verirken San açık kapıya doğru ilerledi ve biraz olsun temiz havadan uzun bir nefes aldı. Islanmış saçlarını geri doğru ittirirken etrafına bakınıp ne tarafa doğru gideceğine karar vermeye çalıştı.
Sola dönmeye karar verdi ve sessiz koridorda ilerledi. Kaşlarını çatarak ilerlerken bu taraflarda olmasına izin var mı emin değildi. Müzikten ve sarhoş aylaklardan oldukça uzakta olmak istiyordu, o yüzden ilerlemeye devam etti.
Ta ki boğuk bir çığlık duyana kadar.
Kalp atışları hızlanırken korkuyla açılan gözleriyle olduğu yerde donakaldı. Doğru mu duymuştu yoksa düşündüğünden daha mı fazla sarhoştu? Birisinin heyecandan attığı çığlık da olabilirdi, değil mi?
Ama hemen ardından tekrar aynı sesi duydu. 'Yardım edin!' diye bağıran bir çığlıktı. Bir kadın sesiydi. Korkunç senaryolar zihninden geçerken San hızla arkasına döndü. Nefesleri derinleşip paniklerken kalbi dakikada bin kere atıyordu.
Geldi yolu çaresizce geri yürüdü, korku eşliğinde sesi tekrar duyabilmek için kulağını önünden geçtiği her kapıya dayıyordu. Koridorda ilerlerken gözleri dehşet içinde kocaman açılmıştı. Kulağını boş koridordaki en son odanın kapısına dayadığında içten içe gerçek olmamasını umduğu çığlığı tekrar duydu.
Kapının diğer tarafında yardım için çığlık atan bir kadın vardı.
___________________________________________________
Normalde iki gün önce yayınlayacaktım bu bölümü ama sonunda bitirdim dediğim bölümü yayınlamak için açtığımda %80'inin silindiğini gördüm :( evlat acısı gibiydi resmen
Yazım yanlışı varsa görmezden gelin bi sinirle çevirip hemen yayınlıyorum hsjdk
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro