11: Erimiş Çikolatalar
gigi🦶
gigi: bekle
gigi: yani bir önceki gün o yumruklama şeysini yumrukladığını gördün ve o seni görmezden mi geldi?
sanie: aynen öyle ama önemli bir şey değildi
sanie: boks popüler bir spor mu sence? ayrıca çok fazla egzersiz yapıyormuş gibi görünüyor
sanie: ayrıca sana anlatmamın tek nedeni insanların sürekli yürüdüğü bir yerde akşam saat 6'da yaptığına göre insanların bilmesini umursamıyordur. değil mi??
gigi: biliyormuşum gibi bana soruyorsun bir de
gigi: onunla sadece üç kez falan konuştum. biri havaalanındaki kafede tereyağı sormak içindi, diğeri tereyağı için teşekkür etmek içindi ve diğeri de tereyağını geri istediği zamandı
sanie: off
sanie: neden seninle konuşuyorum ki
gigi: çünkü başka seçeneğin yok ve beni seviyorsun
sanie: seviyor muyum?
gigi:
gigi: evet seviyorsun
sanie: ne zaman çektin o fotoğrafı..?
gigi: şimdi
sanie: ben de öyle düşünmüştüm
sanie: hangi deliktesin sen
sanie: bize biraz daha içki getirmen gerekiyordu
gigi: şey
gigi: hongjoong'a söyleme ama
gigi: limuzinde tıkılı kaldım 🙃
sanie: nE
sanie: NASIL
sanie: neden daha önce söylemedin?? ne zamandır oradasın?
gigi: bana ilk mesaj attığından beri ama senin durumunun daha önemli olduğunu düşündüğüm için bir şey demedim
sanie: yaa ne kadar iyi bir arkadaşsın
gigi: biliyorum biliyorum 😘
gigi: bu arada yunho beni sordu mu
sanie: ee
sanie: hayır
sanie: üzgünüm dostum
gigi: ..niye özür diliyorsun ben gayet İYİYİM
sanie: ee
sanie: peki o zaman
gigi: her ne kadar benden uzun olsa da (sonunda ya.. sırf onlardan uzun olduğum için kaç kişinin benimle olmayı reddettiğini duysan şaşırırsın 🙃 toksik erkekler) ve komik ve sevimli ve aşırı komik ve ateşli ve tatlı ve muhteşem ve yakışıklı ve seksi ve akıllı ve ilgili ve düşünceli ve
gigi: bekle
gigi: biz neyden bahsediyorduk
sanie: ...
sanie: bilmiyorum ama nereye varmaya çalıştığını anladım
sanie: fakat woo ile benim hakkımda konuşabilir miyiz ltfn
gigi: peki o zaman gözden geçirelim tekrar
gigi: wooyoung'un bazen garip davranıp bir an normal olup ardından öfkeli olduğunu düşünüyorsun ve seonghwa yunho ve jongho da sen iyi olup olmadığını sorduğunda garip davranıp endişelendikleri için fazla tepki veriyorsun ve ayrıca ani duygu değişimlerinde kendisi gibi olmadığı için seni endişelendiriyor
sanie:... FaZLA tePKi verİYoRSun
sanie: tıpkı yunho her yanına geldiğinde ölü, azgın ve mutlu göründüğün gibi
gigi: nokta atışı
sanie: jsjsjwjshwna bana yardım etmezsen seni hongjoong'a ispiyonlarım
gigi: ....iyi
gigi: ama tekrar yunho ve benim konuma döneceğiz! tamam mı? etrafındayken resmen umutsuz vakayım ve tek istediğim onun çükü
sanie: 🤢🤢🤢🤢🤢 bir tek onu istediğine eminim
gigi: ne demek o? elbette bir tek onu istiyorum
gigi: song mingi özgür bir erkektir ve başkasının aşkı tarafından dizginlenemez
sanie: sanki erkek arkadaş yapmışsın da aniden hakların elinden alınmış gibi konuşuyorsun
gigi: bazı ülkelerde gerçek bu
sanie: doğru
sanie: hahah aynı cinsiyete ilgi duyduğumuz için eleştirilip baskılandığımızı unuttum bir an. ne boktan dünya ama
sanie: her ne geyse
sanie: sence şu anda ne yapıyor?
gigi: nereden bileyim arabanın içinde kilitli kaldım aman tanrım sanırım cama bir şey çarptı
sanie: gayet iyisin, şimdi bana dön
gigi: hayır ciddiyim dışarda bir şey var
sanie: sorun yok dedim kapa çeneni
sanie: her neyse. wooyoung.
sanie: aceleyle gitti resmen :(
sanie: onu gerçekten ama gerçekten görmek istiyorum, endişeleniyorum ama o sanki yanında kimseyi istemiyormuş gibi çekip gitti
sanie: yoksa GERÇEKTEN gitmek istediği için mi gitti 😲
sanie: düşününce
sanie: belki de yanında kim olduğunu, kimin ona önem verdiğini görmek istemiştir
sanie: ben önemsiyorum, o yüzden gitmem lazım
sanie: sence de öyle değil mi?
sanie: mingi?
sanie: mingiiiii
sanie: mingi
sanie: mingi
sanie: mingi
sanie: MİNGİ
sanie: öldün mü yoksa
sanie: OOFF iyi gelip seni arabadan çıkaracağım
San telefonunu çantasına koydu, havluyu etrafına sıkıca sararken ürperdi. Wooyoung gittiğinden beri bir saat geçmişti ve Hongjoong onu meşgul tutmak için dışarda tutmaya ikna etmişti.
Ama bu onu meşgul tutmuyordu. Hem de hiç. Aklında Wooyoung varken Uno oynamak istemiyordu o yüzden arkadaşlarına yanaşmıştı. Çoğunlukla sessiz duruyor ya da boş boş bakarken Mingi'ye, Yeosang'a ya da Hongjoong'a sarılıyordu. Mingi hepsine içi getirmek için gittiğinde ona mesaj atmak için telefonunu çıkarmıştı.
Aptal arkadaşının arabanın içinde sıkıştığını hatırlayınca offladı.
"Limuzinin yedek anahtarını alabilir miyim, lütfen?"
"Limuzinin anahtarlarını mı? Neden?" diye sordu Hongjoong ve eğilerek çantasına uzandı.
Az daha Migni'nin arabada kilitli kaldığını söyleyecekti ki söylememesi gerektiğini hatırladı.
"Off Joong, bana güvenmiyor musun? Hep böyle yapıyorsun! Ben yetişkinim! Bana bakıcılık yapıyormuş gibi her bir şey sorduğumda beni sorgulama, kendim halledebilirim!" diye bağırdı ve anahtarı şaşkınlıkla bakan arkadaşının elinden çekip aldıktan sonra ayaklarını yere vurarak uzaklaştı.
Eğer SüngerBob'lu mayo giymeseydi ve attığı her adımda ayağındaki parmak arası terlikler ses çıkarmasaydı çok havalı bir şekilde oradan çıkabilirdi.
San, villanın girişine park edilmiş limuzini kolayca buldu. Cama sürten kısa boylu ağacı görünce gözlerini devirdi, Mingi'nin duyduğunu söylediği şey muhtemelen ağaçtı.
Araca yavaş yavaş ilerledi, hala iyi hissetmiyordu ama arkadaşı için endişelenmişti.
"Mingi? Benim San. Kapıyı açıyorum sakın bana saldırma."
"Bagajdayım!" San arkadaşının boğuk sesini duyunca duraksadı. Başını yavaşça aracın bagajına doğru çevirdi. Kilidi açtı ve arkaya doğru yürüyüp bagajın kapısını kaldırdı.
Mingi hızla çıkıp arkadaşına sarılınca neredeyse ikisi de yere yapışacaklardı. Başını San'ın göğsüne bastırıp kollarını eline sardı; tabii bunları yaparken neredeyse iki büklüm olmak zorunda kaldı. San şaşkınlıkla baktı ama hızla en iyi arkadaşının sarılışına karşılık verip bir eliyle sırtını sıvazladı.
"İyi misin Minnie?" diye sordu yavaşça ama aklı da karışmıştı.
"E-evet," diye fısıldadı Mingi burnunu çekerek.
San böyle bir şeyi unuttuğu için kendisini dünyanın en kötü insanı gibi hissetti; Mingi'nin klostrofobisi vardı. Ve fobisinden ziyade San'ın kendi problemlerine odaklandıkları için kim bilir ne zamandan beri o kapalı bagajın içindeydi.
"Çok çok özür dilerim Mingi, daha çabuk gelmeliydim.
"Hayır, sorun değil. İçki-içkiler bagajdaydı ama i-ileriye doğru eğilince ani-aniden kapandı. İ-istersen hala alabilirim ama hiç içebilecekmişim gibi hi-hissetmiyorum. Sorun olmazsa tabii," diye fısıldayarak konuştu Mingi.
"Ben alırım ve tabii ki sorun değil. Seninle kalmamı ister misin?" San kollarını Mingi'nin başına sardı, arkadaşını mümkün olan her şekilde rahatlatmaya çalışıyordu.
"Zorunda değilsin..."
"Olmadığımı biliyorum. Ama kalacağım. Benim odamda mı senin odanda mı?"
"Se-seninki olur mu? Pencerenin manzarası çok güzel," dedi esmer adam, sonunda yorgun ama içten bir gülüşle arkadaşına baktı.
"Tamam, sen şimdi git. Anahtarlarımı da al. Alkoliklere içkileri götürürüp hemen geleceğim. Tamam mı?"
"Tamam. Hey, belki de tamam bizim sonsuza dek'imiz olur."
"Aynı Yıldızın Altında'dan replik okumayı kes, salak."
☂︎☂︎☂︎
İçkileri götürüp kendisi ve Mingi için izin istedikten sonra San gereğinden daha fazla arkadaşını yalnız bırakmak istemediği için hızlı adımlarla villaya geri döndü.
Kendi katına çıkarken bir adımda iki basamak çıktı ve koridoru koşarak ilerledi; uzaktaki dağların ve bahçe manzaralı odası koridorun en sonundaydı. Girmeden önce kapıyı çaldı ve Mingi'yi yatağında çikolata yerken buldu.
"Lan! Çarşafımı çikolata yapma sakın!"
"Yapmam. İster misin?"
"Evet, ne o?" diye sordu San heyecanla. Terliklerini ve güneş gözlüklerini çıkardı ve havlusunu kuruması için kalorifere serdi.
"İnek sütü," diye cevapladı Mingi, yatak örtüsünü San için açtı ve geniş tişörtüyle takım olan gri pantolonuyla üzerini değiştirdiğini gösterdi.
"Hemen gidip üzerimi değiştireceğim. Beş dakikaya gelirim!" dedi San ve birkaç parça rahat kıyafet almak için bavuluna koştu.
"İki dakikan var. Acele et."
Patronluk taslayan arkadaşına güldü ve nemli mayosunu puantiyeli eşofmanıyla değiştirmek için banyoya koştu. Dağınık saçlarını taradı ve biraz olsun kendine gelebilmek için yüzünü yıkadı. Ardından kapıyı açıp çikolata, sıcaklık ve arkadaşına sarılmak için yatağa koştu.
"Bana da, bana da!" Mingi'nin kolunun altında sakladığı çikolatalar için San açgözlü bir şekilde ellerini uzattı.
Galaxy çikolata paketini kapar kapmaz hemen açtı ve şekerli tada kavuşmak için kocaman ısırdı. Örtüyü çekerek çikolataları ve Mingi'yle kendi üzerini örttü ve bir kolunu başının altına alarak birbirlerine burunları değecek kadar yakın bir şekilde yattılar.
"İlk önce kimle ilgili konuşmaya başlayacağız?" diye sordu San, bir bacağını en yakın arkadaşına daha yakın ve rahat olabilmek için Mingi'nin belinin üzerine attı.
Unuttukları çikolatalar karınlarının ve kalçalarının arasında kalırken ikisinin de aklındaki tek şey kendi hoşlandıkları adamlardı.
"Pekala, öncelikle, şimdi ve daha sonra ne yiyelim?" diye sordu Mingi resmi bir ses tonuyla sanki başındaki bandana yüzünden saçları her yerinden fırlamamış gibi.
"Soruma cevap ver," dedi San arkadaşının göğsüne nazikçe vurarak, konuya odaklanmasını istiyordu.
"İyi. Senden konuşalım."
San arkadaşının diğer seçeneği seçmesini umarak inledi ve sırt üstü yuvarlandı. Wooyoung hakkında gerçekten konuşmak istemiyordu.
"Hayır. Senden konuşacağız. Benimkinden konuşmak istemiyorum."
"O zaman neden buradasın ve neden soruyorsun?!"
San iç çekti ve tekrar döndü.
"Her neyse," dedi somurtarak, şu anda ne kadar mutsuz olduğunu belli etmek için kollarını göğsünde bağladı.
Mingi sırt üstü yatarak gülümsedi ve ellerini şaplattı.
Bu sefer o örtüyü ikisinin de başının üzerine çekti, tek ışık kaynakları ince örtüden içeri sızan lambanın ışığıydı. San kaşlarını çattı ve yan tarafına döndü, kendisini dirseğiyle desteklerken başını açık avucunun içine yasladı. Mingi de onu taklit etti.
"Pekala, onun için ne kadar endişelendiğini mi anlatıyordun?"
"Evet... yani, bir saniye gayet iyiyken birden bambaşka bir insana dönüşüyor. Yani gerçekten ama gerçekten öfkeli birine."
Mingi düşünceli bir şekilde başını salladı. "İstemeden onu kızdıracak bir şey mi yaptın ki? Uzun bir süre baş başaydınız."
San onu da düşünmüştü, ona öfkesini tetikleyecek bir şey mi söylemişti? Çok fazla tensel temasta bulunup yanlış bir mesaj mı vermişti? Ne mesajı verecekti ki hem? San'dan hoşlanıyor mu yoksa sadece nazik olmaya mı çalışıyordu?
"Spesifik bir şey gelmiyor aklıma. Ama bazen nasıl olduğumu biliyorsun... bi-biraz yapışkan olabiliyorum," diye mırıldandı San tereddüt ederek.
Mingi sırıttı.
"Bunu çok dert ediyormuş gibi görünmüyordu."
San bir parmağıyla alnına vurdu ve inledi.
"Çok yardımcı oluyorsun, sağ ol Mingi."
"Tamam tamam, özür dilerim. O zaman sorun ne sence?"
San dudağıyla oynayarak düşüncelere dalarken karnının üzerine döndü ve yüzünü Mingi'nin boynuna gömdü. Mingi kıkırdadı ve uzun kollarını San'ın bedenine sardı.
"Bilmiyorum. Sinir problemi mi? Bipolar mı? Kişilik bozukluğu mu? Belki de hiçbir sorunu yok. Belki de ben abartıyorum. Onu uzun süredir tanımıyorum, sadece stres yapmış da olabilir. Şirketinin tanıtımını yapmak için iş seyahatindeyiz ve eğer başarısız olursak tonlarca para kaybedebilir, belki de bu yüzden stres yapıyordur."
Mingi başıyla onayladı, San'ın söylediklerini duymak için can kulağıyla dinliyordu ama başını boynuna gömdüğü için ve üzerindeki kapalı örtüden dolayı sesi boğuk çıktığı için biraz zorlanıyordu.
"Ne yapmalıyım Min?" diye sordu San sessizce, tamamen kaybolmuş hissediyordu.
Mingi bir süre düşünürken arkadaşını güven verircesine kollarının arasında sıktırdı.
"Bir şey yapman gerektiğini düşünmüyorum. İstediği zaman seninle konuşup açıklamasını yapacaktır. Önemli bir şey olmayabilir ama çok büyük bir şey de olabilir. Senin de bir fikrin olmadığı için şu an olduğu gibi davranmalısın."
San mantıklı sözleri başıyla onayladı. Bakışlarını kaldırıp gülümseyince gözleri hilal şeklini almıştı.
"Teşekkür ederim."
Mingi dilini çıkardı. "Lafı bile olmaz."
San'ın yüzü bir anda büyük bir sırıtışla aydınlandı. "Şimdi sıra Yunho ve sende."
☂︎☂︎☂︎
Wooyoung kanlı elleriyle gözlerinin üzerine düşen saçlarını geriye doğru ittirdi.
Derin nefesler alıp verirken tişörtünün eteğiyle yüzündeki teri sildi. Eğilip su şişesini aldı ve yere oturdu; kollarını dizlerinin üzerinde uzatırken başını öne eğmişti. Nefes nefese bir halde suyundan bir yudum aldı ve ardından sigarasını çıkarıp yaktıktan sonra hızla derin bir nefes çekti.
Haplar öfkesini sersemleştirirken sigara da zihnini sersemleştiriyordu. Şiddet isteğini besledikten bir saat sonra abisine cevap vermek için telefonunu çıkardı. Abisinin ve babasının düşüncesiyle çenesi kasılırken numarayı tuşladı ve telefonu kulağına götürdü.
Üç kere çaldıktan sonra Jimin telefonu açtı. "Biraz erken aradın Prenses," diye başladı sözlerine, sesindeki bıkkınlık duyulabiliyordu.
Kullandığı isimle Wooyoung'un gözü seğirdi. Derin bir nefes aldı, öfkeden patlamamasının tek sebebi aldığı ilaçlar kan akını rahatlatmış olmasıydı. Öfkesini dizginleyerek cevap verdi:
"Ne var Jimin?"
"Konu babam."
"Ne olmuş ona?" diye sordu yorgunca, kanser çubuğundan uzunca bir nefes aldı ve tişörtüyle alnını sildi.
"Hapishaneden çıkmış," dedi bir süre duraksadıktan sonra.
Wooyoung hareket etmedi.
Yavaşça sigarasını dudaklarının arasından çıkardı, durum düşündüğünden çok daha ciddiydi.
"Nasıl?" diye sordu yavaşça, ani haber kaldıramayacağı duygu dalgalarına sebep olmuştu, öyle ki gözlerinin yaşardığına bile inanamıyordu.
"Kaçmış. Nasıl olduğunu bilmiyorum. Hala araştırıyorlar."
"Kim?"
"Rüşvet verdiğim polisler, basına falan hiçbir yere duyurmayacaklar. Kimse onunla akraba olduğunu bilmiyor, o yüzden duyulsa bile o değerli ününe zarar gelmeyecek."
Wooyoung abisinin sert ses tonuyla kaşlarını çattı ama başını sallayarak geçiştirdi ve abisine odaklandı. "Sessiz kalacaklar mı? Emin misin?"
"Kalacaklar. Her birine 50,000,000 Won ödedim."
Abisi göremese bile Wooyoung başıyla onayladı. "Güzel. Nereye gittiğine dair bir bilgi var mı?"
"Çin'e uçmuş. Sonra da Macaristan. Sonrasında iz bulunamadı ama muhtemelen orada kalıyor; ne parası ne de arkadaşı var ve görünüşe göre bizden başka da ailesi yok. O yüzden ne amaçla gittiğine dair bir bilgi de yok."
Wooyoung kaşlarını çattı. Onlar -onlardan kasıt kendisi ve şu anki iş grubu- bir sonraki ülke olarak Macaristan'a gideceklerdi. Jimin bunu bilmiyordu o yüzden hemen onu da bilgilendirdi.
"Sence intikam için mi kaçtı o zaman?" diye sordu, aniden babasının Wooyoung'u avlama olasılığıyla ilgilenmeye başlamış gibiydi.
"Muhtemelen, bu kadarı tesadüf olamaz. Hala orada mı öğren. Muhtemelen ona yardım eden insanlar var, kim olduklarını bul ve sorgula. Eğer kolayca cevap vermezlerse... verdir. Nasıl, neden ve ne zaman kaçtığını bilmek istiyorum. Ardında da çürümesi için onu geri tıkmak istiyorum," diye listeledi Wooyoung isteklerini sakince.
"Ben senin köl–" Tartışma daha fazla uzamadan Wooyoung telefonu kapattı.
Yavaşça nefesini verirken babasının yüzü gözlerinin önüne gelmişti..
Villa'nın boyası dökülen duvarına yaslandı ve Jongho'ya, Yunho'ya ve Soenghwa'ya nasıl anlatacağını düşündü. Şu andan itibaren gözlerini dört açmak zorundalardı ama bu kendi işleriyle ilgilenirlerken sürekli omuzlarının üzerinden arkalarına bakmak zorunda kalacaklar demekti.
Kendi güvenliği için olduğu kadar arkadaşları da kendi güvenlikleri için her şeyi bilmek isteyeceklerdi. Ama Wooyoung bu konuda onlara sadece yük olduğunu düşünüyordu, o yüzden onların hayal kırıklığına uğramış yüzlerini görmeden söylemenin başka bir yolunu bulamıyordu. Wooyoung'un geçmişinden gerekli olan birçok şey biliyorlardı –gereklilerden kastı onlardan saklayamayıp görmek zorunda kaldıkları şeylerdi.–
San'a söylediği anı hayal bile edemiyordu. Söyleyemezdi.
Birbirilerini o kadar uzun zamandır tanımıyorlardı ve Wooyoung kendi sorunlarıyla onu korkutup kaçırmak istemiyordu.
Adamdan hoşlanıyordu, hayatında çoktan önemli bir kişilik haline gelmişti. Onun için korkunç sorunlarından kaçıp istediği kadar gülüp kahkaha atabildiği, bir nevi güvenli yer haline gelmişti. San'ın düşüncesiyle birlikte zihninde beliren tehlikelerle kalbi sıkışıyordu.
San'ın güvenliği için onu uzak tutmak zorundaydı.
"Mingi! Mingi! Mingi! Yanlış yön! Buradan!"
San'ın gittikçe yaklaşan sesini duyunca Wooyoung'un gözleri kocaman açıldı ve başını hızla sesin geldiği tarafa doğru çevirdi.
Nedenini bilmiyordu ama telaşla kendisini gölgelerin içine sakladı, havlusuyla sigara paketini de çabucak ortalıktan çekti, artık yakınına gelinmediği sürece görünmelerinin imkanı yoktu. Yutkundu ve o gün bininci kez kendinden utandı; önce San'a bağırmıştı şimdi de bir korkak gibi ondan saklanıyordu.
"Normal bir insan gibi söyleyebilirdin. Mutfağın nerede olduğunu bilmiyorum!" Wooyoung gelen sesin Mingi'ye ait olduğuna oldukça emindi. Şimdi duyabildiği tek ses ayak sesleriydi.
"Bütün çikolataları eritmeseydin şu anda bu konuşmayı yapıyor olmayacaktık."
Wooyoung kendine inanamıyordu; San'ın somurtkan çıkan sesini bile ruh halini az da olsa neşelendirmişti.
"Ben mi?!" diye bağırdı Mingi, ikisi de Wooyoung'un cam kapıdan kolaylıkla görebildiği merdivenlerin başına gelmişti. "Çikolatalar aramızdayken gelip benim koynuma giren sendin."
Duyduğu cümleyle Wooyoung'un nefesi kesildi.
San'ın Mingi'ye sarılmasıyla Wooyoung kaşlarını çattı. Bacakları Mingi'nin beline, kollarıysa boynuna sarılmış bir halde sırtına çıkmıştı.
"Peki o zaman, ruhsal çöküş yaşayan arkadaşımı rahatlatmak istediğim için özür dilerim," dedi San somurtkan bir şekilde.
Uzun avluda ilerlerken Wooyoung sessizce onları izledi. San üzerine oturan sportif bir kazak ve ince uzun bacaklarını saran siyah eşofman giyiyordu. Saçları hafifçe diplerden nemliydi ve yanakları kendi omzuyla Mingi'nin yüzü arasında kalmış bir haldeydi. Şirin görüntüsü karşısında Wooyoung göğsünde bir sıcaklık hissettiğini fark etti.
"Yalan söyleme göt herif. Kendi çıkarın için sarıldın bana!"
"Külliyen yalan!"
"Doğru."
"Değil!"
Cevap vermek yerine Mingi bir eliyle masumca San'ın bacağını kavradı ve ardından sertçe götüne vurunca San'ın çığlık atmasına sebep oldu. Öfkeyle birlikte Wooyoung'un gözleri kısılıp kasları gerilirken gidip San'ı Mingi'nin kollarının arasından çekip almak istiyordu.
"Mingi! Götüme dokunmak yok."
"Neden her götüne vurunca garipleşiyorsun?" diye sordu Mingi gülerek, mutfağın eşiğinden geçtikten sonra konuşmaları Wooyoung'un kulağına ulaşmıyordu artık.
Gergin vücudu gevşerken derin bir soluk verdi. Fakat son bir saatte olan olaylar tekrardan zihninde belirince sadece birkaç saniye rahatlayan bedeni tekrar gerilip elleri yumruğa dönüşürken çenesi de kasıldı.
Hızla bir sigara yakıp gözlerini parlatan yakıcı yaşları görmezden geldi.
____________________________________________________
Ah woo'm üzümlü kekim 🥺
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro