Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

6: Haplar ve Dondurma


"Wooyoung! Kapıyı aç!"

"Wooyoung, göt herif aç şu kapıyı."

"Siktiğimin diline dikkat et. Yakından izleniyoruz bok kafa."

"Sessiz ol yaşlı adam."

"Ne dedin bana mal kafa?"

"Belki de FBI olduğumuzu söylersek dediğimizi yapar?"

"Yunho iğrenç esprilerinin sırası değil."

"Espri yapmıyorum! Derin sesimizi kullanacağız ve- ah! Seonghwa, neden yaptın şimdi bunu?"

"Ben yapmadım!"

"İspiyonlamak gibi olmasın ama Seonghwa'ydı."

"Benimle neden sürekli uğraşıyorsunuz? Sizi ben büyüttüm."

"Şu kapıyı açabilir miyiz acaba? Wooyoung şimdiye kadar ölmüş olabilir."

"Ölmüş falan değil."

"Girmek için o kadar boş zaman harcadık ki gayet de ölmüş olabilir."

"Tamam be, abartma. Duyuyor musun Woo? Şimdi-"

Wooyoung kapıyı bomboş yüz ifadesiyle açtı, sürekli konuşmaktan kapının açıldığından bihaber olan üç arkadaşına bakıyordu. Birkaç saniye boyunca onları izledikten sonra kendi kendilerine içeri girebileceklerini fark etmeleri için onları kendi haline bırakmaya karar verdi. Bavuluna gidip fermuarını açtı ve haplarını çıkardı.

"Aha! Kapı açıkmış! Durun... kapı ne zamandır açık?"

Hepsi içeri doluşurken Wooyoung onları görmezden gelerek sadece hap şişelerini toplamaya odaklandı. Yunho'nun sessizce 'NE YAPACAĞIZ' deyişini ya da Jongho'nun ellerini 'Bilmiyorum' dercesine havaya kaldırışını ve sonra da dizlerinin üzerine çöküşünü fark etmedi.

Seonghwa gözlerini devirip endişeli bir şekilde Wooyoung'a döndü. "Woo, belki de haplarını içmeli–" Elindeki hapları görünce Seonghwa'nın cümlesi yarıda kesildi.

Sessiz ve ifadesiz bir şekilde tezgaha ilerleyip kendisine bir bardak su doldurdu. Bardak tamamen dolduğunda Wooyoung çeşitli hap şişelerinin her birinden birer tane çıkarıp masanın üzerine koydu. Ardından hepsini birden, aynı anda, koca bir yudum su ile yuttu.

Hepsini yuttuktan sonra masanın kenarını sertçe kavradı, sinir ve öfkeyle masayı ters çevirmesine çok az kalmıştı.

"...Başka bir şeye ihtiyacın var mı?"

Wooyoung sertçe derin bir nefes aldı, 'ataklarından' birini geçirirken yalnız kalmak zorunda olduğunu biliyorlardı.

İnsanların onu agresif bir durumda görmesini ve canlarını yakmayı istemiyordu.

Son birkaç saattir kafayı yememek onun için çok zordu ama şimdi... ondan sakin olmasını istemeleri çok daha zordu.

"Pekala. Seni kendi başına bırakıyoruz. Avluya kum torbasını koyduk ama yine de sonrasında... kafayı yiyecek olursan tenis sahası-"

"Tenis mi? Cidden mi Yunho? Öfkesini tenis oynarak mı atmasını istiyorsun?"

"İyi, o zaman yüzmeye git."

"Yüzme mi?"

"Çocuklar, sırası değil. Gidelim hadi."

Wooyoung gözlerini sımsıkı kapatmıştı. Sorun eğer patlar mı değildi, ne zaman patlayacağıydı. Sabırsızca arkadaşlarının gitmesini bekledi, beklerken de fırtına öncesi sessizliği andırıyordu. Ölümcül, devasa bir fırtınadan önceki güzel, sıcak hava gibi.

Kıyafetini değiştirecek ne zamanı ne de irade gücü vardı, sadece kravatını çekiştirip ceketiyle birlikte çıkarıp attı ve gömleğinin birkaç düğmesini çözdü. Odasından çıkıp öfkesini atması için Yunho'nun bahsettiği avluya gidesiye kadarki olan süre tamamen bulanıktı.

Şu anda tek bildiği, yumruklarını başının önünde doğal savunma pozisyonuna getirip doğrudan kum torbasının içine daldırarak asılı olduğu yerde kuvvetli bir şekilde sallandırmaktı. Villanın tavanını saran betona bağlıydı o yüzden bir şey zarar vereceği için endişelenmesine gerek yoktu. Gerçi şu an onun için endişelenecek durumda da değildi.

Sarışın adam torbayı, damarlarından akan şiddet ve saldırı içgüdüsüyle yumrukluyordu. Her ne kadar daha öncekiler gibi duvar ya da insanların yüzünü yumrukluyor olmasa da eklemlerindeki soluk, eski yaralar hücum eden kan yüzünden tekrar açılmıştı.

Tüm gücüyle çığlık atmak istiyordu. Ama halka gösterdiği bir imajı vardı. Anlamazlardı. Kimse anlayamazdı. Bazıları tahammül edebilirdi ama hepsi onun bir canavar, bir tehlike olduğunu, normal ve güvenli olmadığı düşünürlerdi.

Gerçekten çığlık atmak istiyordu. Ama bu dünyadaki tüm masum küçük şeyleri korkuturdu. Olmayı dilediği her şeyi ve koruyabilmeyi dilediği her şeyi korkuturdu.

Gerçekten çığlık atmak istiyordu. Ama yapamazdı, yapamazdı, yapamazdı; kötü bir şeydi, yanlış bir şeydi, tehlikeliydi, zararlıydı...

Şiddettin bedenini, zihnini, ruhunu ele geçirmesine izin verdi. Şiddetin kendisini mahvedip kontrol etmesine ve tüm varlığını yıkıma ve nefrete düşürmesine izin verdi. Şiddetin her zamanki gibi zihnini zehirlemesine, kulağına heyecan arayan bir şeytan gibi fısıldamasına izin verdi.

Zihnindeki ve yumruklarının içindeki gıcıklanmayla geri savaşacak kadar güçlü değildi.

Fakat herhangi bir kişiyi, sağlam bir duvarı ya da cansız bir kum torbasını yumruklarıyla benzetecek ve koca odanın içinde oradaki en güçlü adam olarak domine edecek kadar güçlüydü.

Onu hiçbir şey incitemez ve hiçbir şey etkileyemezdi.

Ellerinden geleni yapsınlar, sonucunda neler olacağını görürlerdi.

"Wooyoung?"

Haplar sonunda etkisini gösteriyordu; artık dünya kırmızı ve sesler boğuk değildi. Adrenalini ve öfkesi açık bir yaradan yavaşça akarcasına sızıyordu. Ama yine de devam etti, bir dakika boyunca vücudundaki her bir kötü hücreyi atasıya kadar yumruklamaya kararlıydı.

"S-sen iyi misin...?"

Sevimli, hafifçe ince sesi duymazdan geldi.

"Sana dondurma aldım... Yunho bana gelemeyeceğini söyleyince kendini dışlanmış gibi hissetmemen için sana da biraz getirmenin iyi bir fikir olduğunu düşündüm."

Endişeli ama güzel sesi duymazdan geldi.

"E-ee... buraya bırakıyorum. Kutunun içinde. Ayrıca gölgede olduğu için de erimez."

Sessiz, üzgün sesi duymazdan geldi.

"P-pekala, gideyim ben.. güle güle."

San'ın sesini duymazdan geldi.

☂︎☂︎☂︎

Tak, tak.

"Kim o?

"Ben... ben Wooyoung."

"Ah! Kapı açık."

Seonghwa'nın kapısını açmadan önce Wooyoung duraksadı.

"Selam Woo. N'aber?"

Arkadaşlarının uzun süredir kendisine sorunları ile ilgili soru sormadığını fark etti, ki bunun için oldukça minnettardı.

Onu 'iyileştirmeye' çalışmıyorlardı, sadece yanında olup yardım ediyorlardı.

"Bilmiyorum. Sen de hiç... ee, Honey Butter cipslerinden var mı?"

"Ne? Hayır."

"Öyle mi? Ee, ben... ben eğer seni rahatsız ediyorsam gidebilirim," dedi sarışın adam biraz utanarak, mahcup bir halde ensesini ovaladı.

Aslında gidip tek başına kalmak istemiyordu çünkü biliyordu ki aptalca bir şey yapacaktı ve ayrıca sorunlarıyla başa çıkmak için her defasında arkadaşlarından yardım istemesinin onlar için sinir bozucu olduğunu biliyordu.

Onlara yük oluyordu. Saatli bir bomba gibiydi. Kapıda çekingen bir şekilde dikilirken başını kaşıyarak Seonghwa hariç her yere bakıyordu.

"Beni hiç de rahatsız etmiyorsun! Saçmalama. Otur."

Wooyoung duyduklarıyla hafifçe gülümserken geniş yatağın ucuna doğru hareket ederken duraksadı.

"Hayır hayır. Buraya gel." Sarışın bakışlarını kaldırıp Seonghwa'nın yanındaki yastığa vurduğunu gördü, sırtı yatağın başlığına dayalıydı.

Sessizce sızlandı ama itaat etti, Seonghwa'nın yanına emekleyerek gidip oturunca omuzları birbirine çarpıştı.

"Yunho ve Jongho'yu çağırmalı mıyım?"

"Eğer beni sık boğaz etmeyeceklerse."

"Öyle bir şey yapmayacağımızı biliyorsun."

İki adam bir süre duraksayarak birbirlerine baktı; Wooyoung kırılganlığını gizlemekte başarısız olunca Seonghwa açıkça bakışlarına karşılık veriyordu.

"Senin yapmayacağını biliyorum," dedi sonunda sessizce ve bakışlarını kaçırarak önüne döndü.

Seonghwa gülümsedi ve hızla telefonunu çıkarıp arkadaşlarının numaralarını tuşladı.

"Selam Yunho? Odama gelebilir misin lütfen? Teşekkürler."

"Kokonat kafa? Kıçını kaldır da buraya gel hemen."

Wooyoung gözünün kenarıyla Seonghwa'nın telefonunu koyduğunu gördü ve onunla birlikte karşılarındaki duvara çevirdi bakışlarını.

Hafif adım seslerini duyasıya kadar sessizlik içinde otururlarken hemen ardından Yunho'nun çığlığını duydular. İki adam yatakta otururken kaşlarını çattı ama neler olduğuna bakmak için hiçbir harekette ulunmadılar.

On saniyelik bekleyişten sonra kocaman gülümsemesiyle ilk giren Jongho oldu. "Yunho merdivenlerden düştü. Aşırı komikti."

"Düşüşümden bu kadar mutlu olamazsın sürtük," diye mırıldandı Yunho Jongho'nun arkasından içeri girerken ve ardından kapıyı çarparak kapattı.

Wooyoung hafifçe sırıttı.

İkili Wooyoung'un ne kadar gergin olduğunu görünce duraksadılar. Yunho yatağın ucuna uzanırken Jongho Seonghwa'nın tarafına bir sandalye çekti.

"Tenis oynayabildin mi–"

"Tanrı aşkına eğer bu kadar kafaya taktıysan git sen tenis oyna," dedi Jongho sızlanarak ve Yunho'nun kafasına bir fiske attı.

"Kafaya takmadım! Sadece arkadaşımı önemsiyorum."

"O zaman–"

"San bir şeyler olduğunu biliyor. Sanırım onu üzdüm," diye mırıldandı Wooyoung, hala duvarda tek bir noktaya bakıyordu.

"Ee... belki de düşündüğün kadar... korkutucu değildin," dedi Yunho.

Her ne kadar Wooyoung'un öfke nöbetlerinin sonuçlarına sayısız kez tanık olmuş olsa da, hiçbir zaman ne diyeceğini bilemiyordu. Hepsinin tek bildiği nöbet sırasında onu yalnız bırakmaları ve ardından onu sessizce desteklemekti.

"Uçaktayken hissettim. Elimden geleni yapmaya çalıştım... biliyorsunuz. San ne zaman bana iyi olduğumu ya da bir sorun olup olmadığını sorsa konuşamadım, o yüzden sadece... olayı anlamasını umarak ona ters ters baktım. İkinci kez sorduğunda biraz korkmuş görünüyordu. Ve kısa bir süre önce bana dondurma vermek için geldi..." Wooyoung'un kalbi, her ne kadar yaptığı şey çok çocuksa olsa da San'ın onu unutmadığını hatırlayınca hafifçe hızlandı, "... ve bense onu görmezden gelerek yumruklarıma devam ettim. Bunun için kendimden nefret ediyorum ama... ben..."

Uzun bir süre cümlesini kurabilmek için uğraştı ama ağzından bir türlü çıkmadı.

En iyi arkadaşlarına, zihninin içindeki, yakınındaki tek kişiyi yenmesi için ona bağıran küçük bir ses olduğunu nasıl söyleyebilirdi ki? O kişinin masum olduğunu ve Wooyoung'un incitmek istemediği kişi olduğunu nasıl söyleyebilirdi?

Boğazını temizledi ve konuşmasını bitirdiğini belli etmek istercesine kucağına baktı. Arkadaşlarının yüzlerinde görmekten korktuğu şeyden kaçınmak için kafasını kaldırmaya cesaret edemiyordu. Belki hayal kırıklığı görecekti? Belki de korku? Ya da iğrenme?

"Siktir, belki de düşündüğün kadar korkutucuydun."

Bulunduğu duruma rağmen Wooyoung buruk bir şekilde düldü. Jongho, Yunho'nun kafasının arkasına bir tane yapıştırırken yüzündeki öfke ifadesi sarışına bakınca şefkate döndü.

Ortam tamamen sessizliğe büründüğünde hepsi birlikte biraz olsun rahatlamış hissediyordu ama Seonghwa'nın karnı aniden gürültüyle guruldayınca adamın yanakları utançtan açık pembeye döndü. Jongho ve Yunho kahkaha atarken Wooyoung bu sefer daha geniş gülümsedi.

"Eğer karnın açsa akşam yemeği yirmi dakikaya hazır olur."

"Evet, hadi gidelim."

Wooyoung iki arkadaşının kapıdan çıkarken itişmesini ve Seonghwa'nın arkadan onları sessizce yargılarcasına izleyişini seyretti. Arkasını dönünce sarışın adamın hala yatakta oturduğunu gördü.

"Geliyor musun, yoksa...?"

"Bir dakikaya ihtiyacım var. Birazdan gelirim," diye cevap verdi sessizce.

Seonghwa anlayışla başını salladı ve kapıyı ardından yavaşça kapattı.

Wooyoung derin bir nefes verdi ve acınası bir halde duvardaki aynı noktaya bakmaya devam etti.

Darmadağın hissediyordu.

___________________________________________________

Arkadaşlar hayalet okuyucu olmayın ve oy butonuna basın lütfen, çok zor değil 🙃

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro