-Azad.
Hoş geldiniz!
Azad'ın dünyasına girmeye hazır mıyız? -Ben çok da değilmişim... -
Keyifli okumalar dilerim ❤️
Oy vermeyi unutmayalım lütfen 😋
Bölümü tekrar okumaya fırsatım olmadı. Umarım yazım yanlışı yoktur.. Çokça amin 🥺
💫
Dağılmışlığın ve acının sembolü olabilmek adına merdivende bekleyen kalabalığı yarıp koşarak aşağı inen Azad'ın tek hissettiği hayal kırıklığıydı. Apartmanın önüne çıkıp gecenin ayazıyla yüzleştiğinde yumruklarını sıktı. Dönüp baktığı bina onu sadece üzüyordu.
Peşinden gelen Ercüment'in dudağından ince ince süzülen kırmızı sıvıyı gördüğünde sinirle gözlerini yumdu. Çocukluk arkadaşına, kardeşine, en değer verdiği insanlardan biri olan Ercüment'e bunu başkası yapsa intikamını alabilmek isterdi. İsteyemiyordu. Kendisi yapmıştı.
Başını hüzünle iki yana salladığında Ercüment onun ne demek istediğini anlamıştı. Pişmandı. Ercüment için bu sorun değildi. Azad'ın neler hissettiğini tam olarak kavrayamasa da içinde kopan fırtınaları dışarıya bir şekilde yansıtmasının ona iyi geleceğini düşünüyordu.
Karşılığında yumruk yemiş olsa bile...
Azad, Ercüment'in yüzüne bakmaya utandığından sırtını döndü ve ağır ağır yürümeye başladı.
Rüya'nın dudaklarına ilk kez yaklaştığı, mahallenin çıkışındaki yere doğru yürürken gözlerinden akmaya başlayan yaşlara içinden en kaliteli küfürlerini etti. Kaç yaşına geldin, bunun için mi ağlayacaksın? diyerek kendisini teselli etmeye çalıştıkça yaşlar daha da hızlı akıyordu.
Buluştukları yere geldiğinde oturdu. Tek elini betonun soğuğuna koydu. Diğer elini ıslak toprağın üzerinde gezdirdi. Ercüment, Azad'ı sinirlendirmek istemediği için geride durmuştu. Arkadaşının ne yapacağını merak ediyordu.
Azad topuklarını da betonun üzerine koydu ve yüzünü dizine yasladı. Okuduğu mesajın yalan olmasını o kadar çok istemişti ki Taner'i aramadan önce bu mesajı aklından silmeyi denemişti. Kalbine çöken ağırlık, su içmesine bile engel olduğunda yüreğindeki korkuyla Taner'i aramıştı. "Evet abi, fakültede böyle bir söylenti yayıldı. Rüya sana anlatacağını söylemişti."
Taner'in cümlesi evet kelimesinde bitmişti onun için. Doğruydu. Mesajı atan kişinin kim olduğu onun için hiç önemli değildi. Olay doğruydu. Rüya sevmiyordu.
Rüya, Azad'ı sevmiyordu.
Başının arkasına elleriyle baskı uyguluyordu. Yüzünü dizine ne kadar bastırabilirse her şeyi o kadar çabuk unutabileceğini düşünüyordu.
Unutursa, acı çekmezdi.
Dudaklarının arasından kaçan hıçkırıkla birlikte vücudunu kasmaktan vazgeçti. Dişlerini sıkmayı bıraktı. Ben onu çok seviyordum lan diye mırıldandı. Ben onu çok seviyordum.
Başını yavaşça dizine vurmaya başladı. Sevilmek istemişti. Sadece sevgisinin karşılığını almak istemişti. Başka hiçbir beklentisi olmamıştı. O kapıyı içinden dışarıya büyük bir coşkuyla taşan öfke ile çaldığında Rüya'nın kapıyı açıp "Ne saçmalıyorsun sen? Buna mı inandın? Defol git!" demesini tüm içtenliğiyle istemişti. Rüya kızardı. Yalan olduğunu söyler Azad'ın ağzının payını verirdi. Vermemişti.
Azad, sırtında bir el hissettiğinde kızarmış gözleriyle Ercüment'e baktı.
"Bak," dedi alayla gülerek. "Senin dudağınla benim gözlerim aynı renk."
Ercüment bakışlarını kaçırdı. Azad'ı teselli edebilecek cümleler arasa da bulamadı. Kalp ağrısının tesellisinin olmadığını, olmayacağını kendisi deneyimlemişti. Hiçbir cümle, geçirmiyordu. Cebinden çıkarttığı sigara paketini Azad'a uzattığında Azad titreyen parmaklarıyla bir dal sigara aldı.
"Sevmiyormuş." dedi Ercüment'e bakmadan. Sigarasını yaktı. Derin bir nefes aldı.
Ercüment de sigarasını yaktı. Sesini çıkartmadı. Azad'ın konuşup içini dökmesine engel olmak istemiyordu. İçinde kalanların ne kadar zor geldiğini biliyordu. Konuşabilecekken insanlar, buna hakları varken konuşmalılardı Ercüment'e göre.
Ercüment, konuşmayı kendisine hak görmüyordu.
"Beni sevdiğini zannetmiştim." dedi. Ayaklarını yere indirdi. Parmaklarının ucunda duran taşa vurdu. "Bence beni seviyor gibiydi be Ercü..."
Ercüment, Azad'ın son cümlesiyle birlikte yerinden kalktı. Ben yerimde duramıyorum, Azad nasıl dayanacak? diye düşündü. Azad nasıl dayanacak?
"Ercü!" dedi Azad. Ses tonuna yerleşmiş olan acı tüm mahalleye yayıldı. "Ben onu çok seviyorum lan!"
Sigaranın izmaritini yere attı, ayağıyla ezdi. "İnkar etmedi. Ruhumu içine çeken o kahve gözleriyle yüzüme baktı ama yalan diyemedi." Elini sertçe dizine vurdu. "Ercüment! Rüya beni sevmemiş."
Gözleri her geçen saniye daha da kızarırken Azad olayın gerçekliğini kavramaya çabalıyordu. Bir insanın nasıl kimseyi sevemediğini algılayamıyordu. Olayı şahsileştirmek istemedikçe söyleyebildiği tek şey Rüya'nın onu sevmeyişi oluyordu.
Oturduğu yerden kalktı. Haftalar önce Ercüment'in yaptığı gibi hiçbir şey söylemeden ağır ağır yürümeye başladı. Canının acısının dindirmenin bir yolu olmayacağını düşünüyordu sürekli. Kalbini yerinden söküp atmak istiyordu. Rüya, Azad'a göre kalbini hiç kullanmamıştı. Keşke diye düşündü Azad. Keşke benim de kalbimi kullanmamamın bir yolu olsaydı.
Mahallenin girişine geldiğinde başını yerden kaldırdı. Büyüdüğü, eğlendiği, çok acılar çektiği mahallesine baktı.
Böyle olmamalıydı diye mırıldandı. Başını sağa çevirdi. Rüya ile Aylin yüzünden sorun yaşadıktan sonra bakış açısında duran yere gelmiş, bakkalın önündeki sandalyeye oturmuştu. O gün ne düşündüğünü net olarak hatırlamıyordu. Zihninde taze tuttuğu tek anısı Aylin'in başkasına alışmasından duyduğu korkuyla titremesiydi.
Rüya, akşamın karanlığından çıkıp geldiğinde çaresizce ona seslenmişti. "Rüya." dedi o gün yaptığı gibi. Kısık sesini Rüya nasıl o gün duymadıysa bugün de duymayacaktı.
Alt dudağını ısırdı. Bakışlarını sola çevirdi. Giray'ı Rüya'nın yanında ilk kez gördüğü o akşamı hatırladı. Giray'ı iliklerine kadar kıskandığı o anı çok tazeydi. Rüya'yı köpek gibi kıskanıyordu.
Başını yavaşça gökyüzüne çevirip hüzünlü bir tebessüm yerleştirdi dudaklarına. Her yerde o vardı. Kapkaranlık gecede, yaşadığı şehir yıldızları görmesine izin vermiyordu. En azından ay gözüküyordu. Ay, teselli vermiyordu ki. Yıldızları görseydi, küçücük bir ihtimal de olsa içinin yangını durulabilirdi.
"Eve gidelim." Ercüment'in sesini duyduğunda başını ona çevirdi. Arkadaşına bakınca dahi Rüya'dan izler görüyordu. Kaşlarını istemsizce çattı. "Rüya bana yalan söyledi." dedi.
Acı yerini tekrar sinire bıraktığında Ercüment elini Azad'ın sırtına yerleştirdi. "Uyuman lazım." dedi.
Azad başını hızla iki yana salladı. "Uyursam onu görürüm."
Ercüment iç çekti ve kaşlarını yukarı kaldırdı. Azad'ın sırtına yerleştirdiği eline tüm gücünü vererek arkadaşını öne doğru itmeye başladı. "Azad," dedi sakince. "Uyuman lazım."
Azad, Ercüment'in isteğini yapmamak için iki üç dakika kadar daha direnseydi Rüya ile karşı karşıya geleceğini bilmiyordu. Bilseydi, eve gidip gitmemek konusunda büyük çelişkiler yaşardı. Savaşı hangi taraf kazanırdı belli olmazdı belki ama Rüya ile karşılaşsaydı, problemin ayrılıkları olmadığını sezseydi Rüya ile konuşurdu.
Kalbinin haykırışına kulak tıkadığı için de diğer gün pişman olurdu.
Azad ile Ercüment apartmana girdiklerinde apartmanın kapısını kapatmak ile uğraşmak istemediler. Kapıyı sertçe itmedikleri sürece herhangi birinin binaya rahatlıkla girebileceğini biliyorlardı. Ama ikisi de bunu düşünecek durumda değildi.
Onlar kapıyı itmekle uğraşmayıp apartmana çıktıkları esnada Rüya gözyaşları ve çantasıyla birlikte kendi apartmanının kapısından fırlamıştı.
Azad ile Ercüment, evin kapısını kapattıkları anda Rüya o apartmanın kapısından içeri bir hışımla girmişti.
Azad, henüz montunu yeni çıkartmışken kapının çalınmasını da Rüya'nın sesini duymayı da beklemiyordu.
O çok sevdiği insanın sesinden kendi adını duyduğunda sırtını yavaşça kapıya yasladı. Gözlerinden akmaya başlayan yaşlara teslim etti kendini. "Azad!" diye bağırıyordu Rüya'sı. "Azad!"
Kapı ardı arkası kesilmeden yumruklanırken Azad sanki Rüya'nın eline ulaşabilecekmiş gibi ellerini kapıya koydu. Sırtı ilk kez isteyerek Rüya'ya dönüktü. Kapıyı açmayı delicesine isterken gururu buna izin vermemek için direniyordu. Açamazdı. Rüya'nın gözlerine bir kez bakarsa ondan kopamazdı. "Azad!" haykırışını duymamak için kulaklarını tüm dış etkenlere kapamaya çabaladı.
"Rüya abla!" Azad, kardeşinin uyku sersemi bir şekilde kapıya doğru yaklaştığını gördüğünde gözlerinden akan yaşları görmesini istemediğini fark etti. Başını yere doğru eğdi. "Aylin yatağına!" dedi otoriter bir sesle.
Cümlesi tamamlanır tamamlanmaz annesi de başını odasından uzattı. Rüya kapıyı sertçe yumruklamaya devam ediyordu. Ağlama sesini duydukça Azad da kapının diğer tarafında yumruklarını sıktı. Ağlamasını istemiyordu. Rüya, Azad'ı ağlatmış olabilirdi ama Azad Rüya'yı ağlatmak istemiyordu.
Beni sevmiyor, niye ağlıyor ki? diye düşündü.
"Azad, belki ailesi bir şey demiştir. Bak açalım kapıyı." dedi Ercüment. Ses tonundaki çaresizlik Azad'a ve Rüya'ya aynı düzeyde üzülmesinden kaynaklanıyordu. Azad başını hafifçe iki yana salladı. "Aylin'i yatağına götür Ercü." dedi fısıldayarak.
Ercüment, Azad'ın kapıyı açmasını ümit ederek onu yalnız bırakmaya karar verdi. Aylin'e doğru yaklaştı, elini tuttu. "Yok bir şey abiciğim." dedi.
Aylin uykulu bir şekilde Ercüment abisinden duyduğu cümleye inanmıştı inanmasına ama ortamda bir şeyin olmadığına inandırmaları gereken bir kişi daha vardı. Ercüment, Azad'ın annesiyle göz göze geldiğinde dudaklarını aşağı kıvırdı. "Biraz yalnız kalsınlar Hatice annem." dedi.
Hatice Hanım ve Aylin, Aylin'in odasına girip kapıyı kapattılar. Ercüment kapının önüne döndüğünde Azad'ı bıraktığı yerde bulamadı. Salona yöneldi.
Azad, salonda üçlü koltuğun tam ortasına yığılmış boş gözlerle duvara bakıyordu.
Rüya, Azad'ın kendisini duyacağını düşünerek "Babam gitmiş, annem gitmiş. Ben kimim bilmiyorum." diye kapıda ağlarken kandırdığı sevgilisinin ne halde olduğunu bilmiyordu.
Rüya bu cümleleri kurup Azad ile dertleşmeye çalışırken Azad da salonda "Ben onu çok sevdim lan!" diyordu Ercüment'e.
"Çok!" diye ekliyordu.
Ercüment, Azad'ın yanına oturdu. Ona iyi gelecek şeyin ne olduğunu bildiğini düşünüyordu. Azad'a o iyi gelmezdi. Metin iyi gelirdi.
Saate baktı.
Metin'in askeriyeye teslim olmasına daha vakit vardı. Ulaşabilirdi.
Ulaşmaması gerektiğini bilmiyordu.
Metin'i arayıp telefonun sesini dışarıya verdi.
"Alo?" Metin'in sesi Azad'ın kulaklarına dolduğu an Azad oturduğu yerde dikleşti. "Kardeşim!" dedi büyük bir şevkle. "Aslan kardeşim. Vardın mı?"
Gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Ercüment'in gözlerine dolan yaşların sebebiyse Azad ile Metin ikilisinin arasında kendisini her zaman fazlalık hissetmesindendi. Bu gece, Azad istemeyerek de olsa Ercüment'e aynı şeyi bir kez daha yaşatmıştı.
"Otobüsteyim, ineceğim birazdan." dedi Metin. "Ercü arıyor sen konuşuyorsun. Ne oluyor lan?" dedi Azad cevap vermeyince. Bir terslik olduğunu anlamakta zorlanmamıştı.
"Buradayım ben de." dedi Ercüment. Sesinin titremesine engel olmaya çabaladı fakat pek de başarılı olamadı. Zaten sesinin titrediğini kimse de fark etmemişti.
"Metin," dedi Azad ve derin bir iç çekti. "Rüya beni sevmiyormuş."
"Ne?"
Metin'in dudaklarından dökülen tek kelime bu oldu. Şaşkınlığının her zerresi tek tek Azad'ın kanayan yaralarına tuz dökmeye başladı. Acıyla yüzü buruşan Azad çaresizce Ercüment'e baktı. Ne anlatacaktı? Metin, Özge tarafından deliler gibi sevilen Metin Azad'ı anlar mıydı?
"Sevmiyormuş." diyebildi sadece. "Hiç sevmemiş. Hem de hiç."
Metin, anlayamadığını belli edebilmek adına bir kez daha şaşırma nidasıyla karşılık verdi. Her şaşkınlık Azad'ı kendini sorgulamaya itiyordu. Şaşırmak mı gerekiyordu? Üzülmek, öncelikli olan değil miydi?
"Ne diyorsun sen?" diyebildi Metin tek kelimelik tüm soruları ilettikten sonra.
"Sadece beni değil." dedi Azad acıyla gülümseyerek. "Kimseyi sevmiyormuş."
Azad, Metin'e gelen mesajda yazanı okuduğunda Ercüment Azad'ın yanından belli etmemeye çalışarak uzaklaştı.
Metin'e anlatıyordu ama Ercüment'e anlatmamıştı.
Metin'e sığınıyordu ama Ercüment'e vurmuştu.
Saçmalama Ercüment diye düşündü. Azad o an çok gergindi.
💫
Azad, Ercüment evine gittikten sonra uyuyabilmek umuduyla odasına gitmişti. Yatağına kıvrıldığında burnuna dolan Rüya'nın kokusu, aklını yitirmiş gibi hissetmesine sebep olduğundan yerinden hızla kalkmıştı ve lavaboya giderek elini yüzünü yıkamıştı.
Odasına tekrar dönmüş yatağına kıvrılmış uyuyabilmek için dakikalarca çaba harcamıştı.
Kalbinin sızısı, uyumasına izin vermemişti.
Kalbinin sızısı, Rüya'ya kızmasına izin vermiyordu.
Bir kere kızmıştı. Artık kızamazdı.
Bir kere kırmıştı. Artık o kırıkları sarmak istiyordu.
Gurursuz oluşuna kızsa da onu bu kadar gurursuz duruma düşüren Rüya'ya artık kızamıyordu.
Çok özlüyordu. Bu kadar kısa sürede bu denli yoğun özlem duygusu hissetmesi olanaksız gelmişti ama gerçekti. Kalbinin acıyan yerleri de özleyen yerleri de gerçekti.
Rüya'yı öptüğü yerden sevmişti. Şimdiyse sevdiği yerden öpmek istiyordu.
İşe gitme vaktinin yaklaştığını gördüğünde hızlıca bir duş aldı. Havluyu beline sarıp aynaya baktığında gözlerindeki şişliği gördü. Babası dışında kimse onu bu kadar ağlatamamıştı.
Rüya'yı özledim dedi içinden. Rüya'yı çok özledim.
Vakit kaybetmeden odasına döndü. Siyah gömleğiyle siyah pantolonunu giydi. Üzerindekileri Rüya'nın gözünden görseydi yas tutmak için giydiği kıyafetleri can atarak giyerdi. Rüya, ona hiçbir zaman simsiyah kombiniyle ne kadar hoş gözüktüğünü söylememişti. Azad artık Rüya'nın kendisini fiziksel açıdan dahi beğendiğini düşünmüyordu.
Binanın kapısından çıktı. Kimseyle karşılaşmamayı umarak hızlı hızlı yürümeye başladı. Adımlarının hızına ters olarak önüne bakmıyordu. Aniden önüne çıkabilecek bir arabayı tehlike olarak görmüyordu. Ölse, acısı anlık olurdu. Asıl acıyı da dindirmiş olurdu.
Aniden omzuna çarpan cisimle geriye doğru sendeledi. Araba çarpmamıştı ama bir kayaya çarptığına emindi. Kaya gibi duran, güçlü bir vücuda çarpmıştı.
Başını çevirdiğinde kaya gibi duran vücudun kime ait olduğunu gördü. Gözlerini ovuşturdu. Hayal gördüğünü düşünmekten başka bir çaresi yoktu. Hayal olmak zorundaydı.
Baba dedi içinden. Babam gelmiş.
Göz göze durup konuşmadan geçirdikleri saniyeler, Azad'ın en büyük yarasının gözlerinden yaşlar akana kadar devam etti. Babası, karşısında ağlıyordu. Babası, dönmüştü.
Bir sabah ansızın terk edip giden babası bir sabah ansızın dönmüştü.
Azad, karşısında duran adamın gerçekliğine emin olamıyordu. Elini uzatsa havaya doğru süzüleceğini düşünüyordu. Babasının konuşmasını istiyordu, onu konuşturmak istiyordu. Ama konuşmayı başlatan kişi olmaya cesareti yoktu.
"Oğlum." dedi babası.
Azad, babasının sesini unutmuştu.
Oğlum kelimesini duyduğunda bir iki adım geri çekildi. Babasının ona oğlum diyerek seslenme hakkı yoktu. Seslenemezdi.
Bir kadın uğruna sessiz sedasız hayatlarından kaybolduktan sonra ansızın dönüp ona oğlum diyemezdi. Bu kadar basit değildi. Yıllarını Aylin'i ve annesini teselli etmeye çalışarak geçirmişti. Evin babası bir anda ortadan kaybolduğunda çocuk yanını yok edip büyümek zorunda kalmıştı. Yıllarca bu yaşananların hiçbirini hak etmediklerini babasının yüzüne haykırmanın hayalini kurmuştu. Her gece gözlerini tavana dikip babasının karşısına geçip bir konuşma yapacağına kendini inandırmış ve bu konuşmayı defalarca kez kendi kendine canlandırmıştı.
Söylemesi gerektiğini düşündüğü her şey ezberindeydi ama ağzını açıp konuşacak gücü yoktu. Yanlış bir zamandı. Gelemezdi. Hayatı, ikinci kez alt üst olmuş durumdayken karşısına çıkamazdı. Oğlunun varlığını umursamadan defolup gittikten sonra gelip oğlum diyemezdi.
Gelmişti. Oğlum demişti.
Azad, şok içinde babasının yüzüne bakmaya devam etti. Konuşamıyordu. Konuşursa sesinin titremesinden korkuyordu. Konuşursa üzüldüğünü anlar diye çekiniyordu. Babası, üzülmeye değecek bir adam değildi.
Bir iki adım daha geri çekildi. Koşarak kaçıp gitmek istedi. Eve dönüp Aylin'i ve annesini alıp bu şehirden kaçarcasına uzaklaşmak istedi.
"Oğlum?" dedi babası tekrar. Sesindeki soru işaretleri cevap almak için bir çırpınıştı. Oğlunun büyüdüğünü kabullenmekte zorlanmıştı o da. Onları bırakıp gittiğinde Azad'ın sakalı yeni yeni çıkıyordu. Şu anki haline göre çok daha zayıf ve çelimsizdi. Güçlü değildi. Reşit olmasına rağmen annesinin ve babasının dizinin dibinde sessiz sedasız yaşayan bir çocuktu. En büyük varlığı ailesiydi.
"Çok değişmişsin." dedi Azad'a.
Azad, hüzün dolu gülümseyişiyle babasına baktı. Azad değişmişti ama babası da değişmişti. Saçlarını tamamen kaplayan beyaz teller, sakalına da hafiften renk çalmıştı.
"Git buradan." dedi Azad. Dimdik durarak tüm gücünü toplayarak konuştu. Güçsüzlük belirtisi göstermek istemiyordu. Karşısında babası değil bir yabancı duruyordu ve Azad bunun farkındaydı.
Babası, yıllardır görmediği oğlunun gitmesini istediğini duyduğunda hayal kırıklığıyla ona baktı. Üzülmeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Affedilmeye, geri dönmeye hakkı olduğunu düşünüyordu.
Azad, dişlerini sıkarak cümlesini yineledi. "Git buradan!"
"Gitmem." dedi babası. "Seninle konuşmadan, Aylin'i görmeden, annenin gözüne bakmadan gitmem."
"Sen ne hakla annemin gözünün içine bakacaksın ya?" dedi Azad öfkeyle. "Sen kimsin?"
Sen kimsin? sorusunun cevabı yoktu fakat Azad en çok o soruya cevap almak istiyordu. Kim olduğunu hatırlasın ve hatırlatsın istiyordu. Sinirini dindirecek bir çıkış yolu bulmalıydı. İçinde yeşerttiği kin ile başa çıkmanın zorluğuna artık katlanamıyordu. Senelerce Aylin'in ve annesinin döktüğü gözyaşlarına bir çözüm gelmeliydi. O çözümün gelmeyeceğini bile bile sordu sorusunu. Sen kimsin?
Çok bir beklentisi yoktu. Tek isteği babasının makul bir açıklama yapmasıydı. Mektupta yazanlar doğru değil desin istiyordu. Gönderdiği mektupta yalan söylemek zorunda olduğunu, her şeyin sebebinin farklı olduğunu anlatsın istiyordu. İşte o zaman Azad babasını kolundan tutup annesinin yanına götürmeye hazırdı.
"Oğlum." dedi babası. O oğlum dedikçe Azad dişlerini sıkıyordu. Oğlu değildi onun. Oğlu olsaydı kolaylıkla vazgeçmezdi babası. Gerçekten oğlu olduğunu düşünseydi bir cehennemin içinde yalnız bırakmak yerine yanında olurdu.
Azad'ın canı bugüne kadar yanmadığı düzeyde yanıyordu. Rüya'dan ayrı kalmak zorunda olduğu saniyelere ayrı kalmaya alışkın olduğu babasının karşısında durduğu saniyeler eklenmişti.
Dizlerinin üzerine çöküp asfaltı yumruklayarak haykırmak istiyordu. Babasını çok özlemişti. Kabullenmek zor geldiğinden onu özlediğini içinden deli gibi reddediyordu.
"Konuşalım." dedi babası. Azad, daha fazla karşı koyamayacağını anladığında babasını kolundan tutup sinirle sürüklemeye başladı.
Babası kaybolmamıştı. Koluna dokunmuştu ama babası kaybolmamıştı. Babası yanındaydı.
Babam geldi! diyerek haykırdı kalbinin en derinine sakladığı on sekiz yaşındaki Azad. Bak anne, babam gelir demiştim sana!
Ama on sekiz yaşındaki Azad'ın babası hiç gelmemişti. On sekiz yaşındaki Azad, annesini babasının yokluğuna alıştırmak zorunda kalmıştı. On sekiz yaşındaki Azad, kardeşine babalık yapmak zorunda kalmıştı. Annesi ve kardeşi üzülmesin diye geceler boyu gizli gizli ağlamıştı. Döneceğini söylemekten kısa süre içinde vazgeçmek zorunda kalmıştı. O da öğrenmişti, fark etmişti babasının dönmeyeceğini.
Etrafındaki insanlar babaları hakkında bir şeyler anlatırken o sadece susup dinlemişti. Arkadaşlarının babaları vardı. Azad'ın yoktu. Azad'ın babası Azad'a sırtını dönmeyi seçmişti.
Benim babam beni sevse gitmezdi diyerek babasına daha da sinirlendi uzun zaman.
Ne zaman babasını unutacak gibi olsa Aylin ağlayarak eve gelir herkesin babası var derdi.
Herkesin babası vardı.
Azad ile Aylin'in babası gitmişti.
Babasını kolundan tutup sürüklemesi caddeye çıkana kadar devam etti. Denk geldikleri ilk taksiye apar topar bindirdi, taksiciye gitmek istediği yerin adresini verdi.
Adres, Rüya'yı konuşmak için götürdüğü yıkık dökük kliniğin adresiydi...
Taksinin arka koltuğunda yan yana oturan iki adam birbirinin canından kanından bir parçaydı. Ama Azad babasına o kadar öfkeli bakıyordu ki taksiyi süren kişinin bunu dışarıdan bakıp anlaması mümkün değildi.
Azad, başını cama yaslayıp yorgun gözleriyle dışarıyı seyretmeye başlamadan önce iş arkadaşına ailevi problemleri olduğunu ve bugün işe gidemeyeceğini söyleyen bir mesaj göndermişti. Zamanında defalarca kez idare ettiği çalışma arkadaşının yardım etme sırası gelmişti.
Gerçi şu an kovulsa bile Azad'ın dert edeceği en son şey işsiz kalması olurdu.
Taksinin radyosundan kısık sesle arabaya yayılan şarkı Azad'ın sinirle gülmesine sebep oldu.
Baba bir masal anlat bana, içinde denizle balıklar, yağmurla kar olsun güneşle ay.
Anlatırken tut elimi, uykuya dalıp gitsem bile bırakıp gitme sakın beni.
Şarkı, o kadar klasik ve sıradan bir şarkıydı ki... Azad'ın ezbere bildiği, babası varken melodisinin sakinliğinden dolayı keyifle dinlediği bu şarkıyı babası gittikten sonra dinlememek için elinden geleni yapmıştı. Ta ki Aylin, bu şarkıyı bir yerlerde duyup abisinin yanına bu şarkıyı mırıldanmaya başlayana kadar.
Azad Aylin'in söylediği şarkının sözlerine kulaklarını kapatamamıştı ama kalbini kapatmaya çalışmıştı. Güçlü durmak zorunda olduğu her dakikaya küfür edip Aylin'e şarkıyı unutturana kadar masal anlatmıştı.
Artık Aylin bana bir masal anlat baba yerine bana bir masal anlat abi diyordu. Onun hayallerinde masalı anlatan kişi hiçbir zaman abisi olmamıştı. Aylin, abisinin sesinden dinlediği her masalda gözlerini kapatıp babasının sesini hatırlamaya çalışıyordu. Masalı anlatan babası oluyordu.
Taksi, içindeki derin sessizlikle adrese geldiğinde Azad cüzdanını çıkartan babasına ters bir bakış attı ve parayı ödeyip arabadan indi.
Harabeye dönüşmüş kliniğin önünde durdu, bir süre izledi. Yakın zamanda yıkılacağını duyduğu eski bina yerli yerindeydi. Yıkılmasından korkuyordu. Yıkılırsa, öfkeyle hatırlaması gereken her hatırası da yıkılır zannediyordu.
Kliniğin yarı açık kapısından girdi, omzunun üzerinden arkasına baktı. Peşinden gelen adamı gördüğünde merdivenleri hızlı hızlı çıkmaya başladı. Kliniğin her köşesini ezbere biliyordu. O kadar uzun zaman vakit geçirmişti ki burada gözleri kapalı şekilde nereye girip çıkması gerektiğini bulurdu.
Rüya ile birlikte konuştuğu terasa ulaştığında eski koltuğun, taburenin aynı yerinde durduğunu gördü. Yakın zamanda buraya gelmemişti. Rüya hayatındayken herkesten kaçıp geldiği bu terasa gelmesine gerek kalmamıştı. Sevgilisinin gözlerinde bulduğu huzur, tüm acılarını silip derine gömmüştü.
Rüya'yı buraya getirdiğinde ona yalan söylemişti. Taner ve Metin ile daha önce geldikleri için mahalleye bir hayli uzak olan bu binayı bildiğini iddia etmişti. Taner ile Rüya'nın tanıştığını aynı gün öğrenmişti. Eğer öğrenmeseydi, kandırılmaya devam eden mutlu, aşık bir zavallı olurdu.
Keşke tanıştıklarını hiç öğrenmeseydim diye geçirdi aklından. Zavallı bir aşık olmak, her koşulda hissiz aşık sıfatından daha kabul edilebilir bir durum dedi kendi kendine.
Babası, elini Azad'ın omzuna bıraktığında Azad ani bir hareketle omzunu kurtardı ve ileri doğru bir adım attı.
"Bana bir daha sakın dokunma!" diye bağırdı avazı çıktığı kadar.
Babasının gerçekliğine alışması bir iki temasa daha bakardı. Gerçekliğine alışırsa gidişine tekrar alışamazdı.
Azad biliyordu. Babasının gidişinin haklı bir sebebi vardı.
"Konuş." dedi. Konuş ki artık içimin çığlıklarını susturabileyim, baba.
Babası sigarasını yakıp Azad'a baktığında Azad da yalancı bir gülümsemeyle bir sigara yaktı.
"Sigara içtiğini bilmiyordum."
"Sen benim hakkımda ne biliyorsun ki?"
Azad, sigarasından bir duman çekti ve eski koltuğa kendini bıraktı. "Konuş." dedi tekrar. "Konuş, sonra defol git bu şehirden."
"Oğlu-"
"Bana bir daha oğlum deme!" Azad, babasının cümlesini kesip bağırdığında saniyelik de olsa pişman oldu fakat hemen arkasından pişmanlık duygusu yok oldu.
Babası ise sakince başını sallamakla yetindi.
"Sizi çok özledim."
Azad duyduğu cümleyle bakışlarını ayaklarına çevirdi. Ben de özledim diye düşündü. Ama sen gittin baba.
"Her şey bir hataydı. Gitmemeliydim o kadınla. Af dilemeye geldim. Gerekirse hepinizin ayaklarına kapanırım."
Azad başını hızla kaldırdığında gözlerinden taşan alevle karşısında duran adama baktı. Dudağının sol tarafı acıyla yukarı kıvrıldı, tek kaşı havalandı.
"Ciddi misin sen ya?" dedi hayal kırıklığıyla.
Babasının gidişinin başka bir sebebi yoktu. Babası Azad'ı, Aylin'i, annesini hiç sevmemişti.
"Gerçekten mi?"
"Gerçekten." dedi babası ve iç çekti. "Nasıl bir hata yaptığımı sizi kaybettikten sonra anladım."
"Yapma!" dedi Azad. Sinirle yerinden kalktı. Sağ işaret parmağıyla önce bulundukları terasın içini gösterdi, sonra terasın kliniğe açılan kapısını işaret etti.
"Burası neresi sen biliyor musun?" diye bağırdı sinirle. "Sen neden buradasın şu an? Tahminin var mı?"
Adam başını iki yana salladı.
"Sen bizi göt gibi ortada bırakıp çekip gittiğinde," dedi ve tek elini yumruk yapıp göğüs hizasına getirdi. "Annem yıllarca bu klinikte tedavi gördü. Yıllarca annem ile beraber onca yolu kalktım geldim buraya. Her seansa ağlayarak girdi, her seanstan ağlayarak çıktı."
Babasının dudağı aşağıya doğru kıvrıldı.
"İşin en kötü yanı ne biliyor musun?" dedi Azad ve sinirle kahkaha attı. "Kimse benim psikolojimin nasıl sikildiğini önemseyip bana destek olmadı."
Babası hüzünle başını salladı. "Özür dilerim oğlum." dedi.
"Dileme!" Azad, özür dilenmesine karşı değildi. Katlanamayacağı tek özür babasından gelendi. Dileme diye çıkıştığı an aklına Rüya geldi.
Rüya'yı çok özlemişti.
"Kendimi nasıl affettirebilirim? Söyle."
Azad başını iki yana salladı. Elini hafifçe havaya kaldırdı. "Git." dedi. "Belki kendini hiç affettiremezsin ama giderek nefretimin dozunu azaltırsın. Yıllar önce gittiğin gibi git."
"Bana bir kez baba demeden şuradan şuraya gitmem." dedi adam acıyla.
"Git." dedi Azad gözleri dolu dolu. "Bu şehirden siktir git." Birkaç saniye durdu. "Baba git!" diye ekledi.
Hızla arkasını döndü, babasını terasta bırakarak koşarak merdivenlerden indi. Klinikten çıktı, nereye gideceğini düşünmeden hızlı adımlarla yoluna çıkan sokaklardan sapmaya başladı. Yolun sonu bir denize çıkardı. O denize ulaşıp, maviliğin karşısında bir bankta oturup öylece durmak istiyordu.
Rüya ile yan yana oturdukları bank buradan çok uzaktı. Denizin kıyısında öylece oturan biri dikkat çekmezdi. İstediği kadar ağlayabilir, haykırabilirdi. Belki kıyıya vuran dalgalar yüreğindeki acıları söküp alırdı.
Yaklaşık yarım saat kadar yürüdükten sonra bir denize ulaşabildi. İstanbul tam olarak böyle bir şehirdi. Sokaklarının ucu bir denize çıkardı. Kimi sokaklarda denizi görebilirken kimi sokaklarda saatlerce yürümek gerekirdi. Azad için problem değildi.
Mavi görmeyi beklediği deniz, hava koşullarından dolayı kapkaranlıktı. Sert esen dalgalar sahil şeridini dövdüğü için etrafta fazla insan yoktu. Esen rüzgar, ağaçların yapraklarını kırma noktasına ulaşmıştı.
Islak sahil şeridinin üzerine geldi. Dalgaların kendisini ıslatması için olduğu yerde durdu. Dikkatini dağıtması gerekiyordu. Üzerindeki montu çıkarttı, yere attı. İnce gömleğinden göğsüne, karnına sızan rüzgar Azad'ı titretmeye başladı. Tüm vücudu tir tir titriyordu.
Ayaklarına çarpan ilk dalgaya bakıp gülümsedi. İkinci dalga dizinin altının tamamen ıslanmasını sağladı.
Üşüyordu. Babasını düşünmemek için bahanesi vardı.
Buz gibi havada bacakları ıslanmıştı. Rüya'yı düşünmemek için bahanesi vardı.
"Ben Rüya'yı çok özleyeceğim." diye mırıldandı.
"Rüya beni hiç sevmemiş!" diyerek denize doğru haykırdığında sinirlenmeye başladı.
Onu öpmek istediğimde 'duygusuz tensel temasa' karşıydı. Beni sevmiyorsa, benimle neden sevişti? cümlelerini sesli dile getiremedi. Kendine karşı Rüya'ya sinirlendiği durumdaki kadar cesur değildi.
Azad korkuyordu. Hem Rüya hem babası farklı açıklamalar yapsın istemişti. İkisi de ona karşı gelmemişti. Reddetmemişlerdi.
Azad, kandırılmak istemiyordu.
"Ben onu çok sevmiştim." diye fısıldadı. "Ben onu çok sevmiştim."
Telefonu çalmaya başladığında pantolonunun neredeyse tamamının ıslanmış olduğunu fark etti. Üşümesi, ıslanması hiçbir şey Rüya'yı düşünmesine engel olamıyordu.
Dalgaların kıyıya vurduğu yerden uzaklaşıp telefonu açtığında Metin'in sesini duydu. "Azad?"
"Evet?"
Azad, Metin askere gitmemiş olsa şu dakika onunla da konuşmayı tercih etmezdi. Ercüment yanındaydı, ailesiyle idi. Ercüment ile konuşmasa da Ercüment yolunu bulurdu. Metin ise herkesten uzakta yapayalnızdı. Aynı Azad gibi...
"Özge ile konuştum." dedi Metin. "İddiaya girmemişler."
Azad Rüya'nın önüne attığı banknotları düşündü. Sabah evden çıkarken cüzdanını kapısının önünde bulmuştu. Ercüment bir mesaj atıp annesinin topladığını yazmıştı. Rahatsız etmemek için de kapıya bırakmıştı.
"Ama ben inanmadım kardeşim." dedi Metin.
"Neden?"
"Bilmiyorum."
"Özge sana yalan söylemez." dedi Azad. Rüya da yalan söylemez sanmıştı.
"Sevmeme olayından kızların da haberi yokmuş. En azından Özge'nin haberi yokmuş."
Azad derin bir nefes aldı.
"Özge Rüya ile görüşmeyecek." dedi.
"Ne?" diye karşılık verdi Azad.
"Görüşmeyecek dediysem görüşmeyecek kardeşim. Öyle bir insanla daha fazla konuşmaya gerek yok."
"Özge bunu kabul etti mi?" dedi Azad.
"Özge çok bozuldu duruma. Yani amına koyayım sen de beni sevmesen ben de tepki verirdim. Bunca yıl nasıl saklamış?"
Metin konuştuklarının nereye uzandığını anlayamayacak kapasitede bir insan değildi ama Özge ile empati yapmaya çabalarken Azad'ı unutmuştu.
Rüya, kimseyi sevmiyordu fakat buna rağmen Azad onun Utku ile görüşmesini istemediğini söylediğinde Azad'a ağzının payını vermişti. Arkadaşlarına değer veren ve kimseye söz söyletmeyen Rüya'nın çocukluk arkadaşı Özge onunla konuşmamayı seçmişti.
Telefon kapandıktan sonra Azad'ın tek hissettiği pişmanlıktı. Metin'e haber vererek Rüya'nın elinden bir arkadaşını almıştı.
💫
Azad iş çıkışı mahalleye dönerken yaşanan hiçbir olaydan henüz haberdar değildi. Rüya ile ailesi arasında büyük bir olay yaşanacağını, Rüya'nın üvey olduğunu aklının ucundan bile geçiremezdi.
İki günlük yorgunluğunu dindirebilmek için eve gidip deliksiz bir uyku çekmek istiyordu. Mahallenin girişinde babasını gördüğünde saatine baktı. Annesinin işten gelmesine daha zaman vardı. Yanından geçerken "Git artık." dedi cansız bir sesle.
Babası hiçbir şey söylemeden yüzünü asıp arkasını döndü. Mahalleden biraz uzaklaştı. Gerçekten gidiyor galiba diye düşündü Azad ve babasına güvenerek eve doğru yürümeye başladı.
Yanından geçtiği mahalle sakinlerinin acır gözlerle kendisine baktığının bilincinde değildi. Gözü kimseyi görmüyordu. Evin kapısını anahtarla açtığı anda Aylin'in "Abi!" diye çığlık attığını duydu.
Telaşla içeri girip salonda ağlayan kardeşini gördüğünde yanına ulaştı ve kardeşini kollarının arasına aldı.
"Ne oldu abim?" diye sordu.
"Bir adam geldi." dedi Aylin ağlayarak. "Kandırmak istedi beni."
"Kim?" Azad sakinliğini korumaya çalışıyordu. Aylin korkarsa konuşmazdı.
"Bir adam kapıyı çaldı." dedi Aylin ağlamaya devam ederek. "Açmadım kapıyı. Kızım diye seslenince de kızdım. Ben annemin kızıyım dedim."
Azad Aylin'e daha sıkı sarıldı. Babasına git demesine rağmen gitmemişti. Utanmadan Aylin'in de yaralarına dokunmuştu.
"Babammış o abi. Babanım dedi ama açmadım kapıyı. Benim babam öldü dedim ona."
"İyi yapmışsın abim." dedi Azad ve Aylin'in yanaklarından öptü. "Bak şimdi. Ben seni Remziye Teyze'ne bırakacağım. Çok kısa bir işim var. Sonra beraber yemek yapacağız. Tamam mı?"
"Abi o adam babam olabilir mi?"
Azad dudaklarını içe kıvırdı, başını yavaşça iki yana salladı. "Babam gelse ben sana söylemez miyim Aylin'im?"
Söylemezdi. Babası gelmişti, söylememişti.
Azad, Aylin'in elinden tutup üst kata çıktı. Kapıyı çaldı. Ebru açtı.
"Azad abi?" dedi Ebru telaşla. Saatler önce Rüya'nın mahalleden gittiğini öğrenmişti ve saatlerdir arkadaşına ulaşmaya çalışıyordu. Azad'ı kapıda gördüğü için şaşkındı.
"Aylin'i size bırakabilir miyim?"
Azad ilk kez birinden Aylin'e bakmasını rica ediyordu. Rüya Aylin ile vakit geçirdiğinde ne kadar sinirlendiğini hatırlayınca kendine kızdı. Rüya Azad'ı sevseydi, her şeyi anlatıp kardeşini sevdiği kadına emanet ederdi.
Rüya beni hiç sevmemiş.
"Duydun mu olanları?"
Ebru'nun sorusuyla Azad'ın kaşları çatıldı fakat kapının önünde durup konuşmaya vakti yoktu. Babasının yanına gitmesi gerekiyordu. Aylin'i eve doğru yönlendirdikten sonra koşar adımlarla mahallenin girişine ulaştı.
Babası orada bekliyordu.
"Sen ne hakla Aylin'in karşısına çıkma cesareti gösteriyorsun lan?" diye bağırıp babasının yakasına yapıştı.
"Ben sana git demedim mi kansız herif?" cümlesini tamamlar tamamlamaz elini babasının yakalarından çekti ve sağ yanağına sert bir yumruk indirdi.
Babası, kendini affettirmek için geldiği mahallede oğluyla yumruk yumruğa kavga etmeye başlamıştı. Bir yandan Azad'a karşılık veriyor bir yandan da "Oğlum, dinlemen lazım!" diye bağırıyordu.
O oğlum dedikçe Azad daha da şiddetlenip daha sert vuruyordu.
Babası yere düştüğünde Azad da üzerine eğilerek yumruklamaya devam etti.
Tam o sırada mahalleye doğru yürüyen, bir yandan da Rüya ile telefonda konuşan Ercüment Azad'ın kan kaplanmış elini gördü. "Azad!" diye bağırdı.
Azad, kendisine seslenen arkadaşını duysa da duymazdan geliyordu. Yumruklarının altında kanlar içinde kalan babasına öldürene kadar vurmak istiyordu. İçindeki babasızlık acısı ancak böyle diner diye düşünüyordu.
"Azad!" diye bağırdı Ercüment bir kez daha. Yanına ulaştığı arkadaşının omuzlarından tutmuş geriye çekmeye çabalıyordu.
Telefonun diğer ucunda merakla bekleyen Rüya ise cevap alamadan telefonun yüzüne kapanmasının şaşkınlığını ve korkusunu yaşıyordu.
Azad, Ercüment'in tüm engelleme çabasına rağmen dur durak bilmeden babasını yumruklamaya devam ediyordu.
"Sen bizim hayatımızı siktin!" diye bağırdığında son yumruğunu indirmişti.
Ercüment fırsat bulduğu anda Azad'ı geriye doğru savurdu. Burnundan, ağzından, kaşından kan akan adamı ilk bakışta tanıyamadı. "Sen bizim hayatımızı siktin baba!" diye bağırdı Azad.
Ercüment hayretle önce adama sonra Azad'a baktı.
Azad düştüğü yerden kalktı. Kan kaplı elini önemsemeden cebinden bir sigara çıkarttı ve yaktı.
"İşte şimdi keyifle sigaramı içebilirim."
💫
Umarım keyif aldığınız ve çok sevdiğiniz bir bölüm olmuştur. İlk bölümden bu yana en çok merak edilen bölüm sanırım bu bölümdü ❤️
Üzülerek söylüyorum ki çok yüksek ihtimalle haftaya yeni bölüm gelemeyecek. Bazı işlerim var ve muhtemelen şehir değiştirmem gerekecek.
Elimde stok bölüm olmadığı için yine başımı duvarlara vurduğum noktaya geldik...
Sizi çok seviyorum, siz de beni seviyorsunuz diye düşünerek 1 haftalık affınıza sığınıyorum :(
Kendinize iyi bakın!
GÖRÜŞMEK ÜZERE!
Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro