ANKARA
Herkese selam! Ay sizi çok özlemişim...
Nasılsınızzzz? Herkesin keyfi yerindedir umarım <3
Tam 85 gün olmuş finali yapalı.. O tarihten bugüne aramıza yeni katılan çok kişi oldu, onlara da hoş geldiniz demek istiyorum...
Hoş geldiniz 🥳🥳
Neyse, umarım özel bölümü beğenirsiniz... Hiç hesapta yokken aniden yazıldı.
Sizi çok seviyorum!
Bizim iller sessiz,
Bizim iller sensiz, diyen Rüya'yı hepimiz duyuyoruz değil mi? Bana özel olmamalı...
💫
Bir süredir, kendimi tüm evrene karşı yabancı hissediyordum. Buraya geleli uzun zaman olmuştu. Seneler önce İstanbul'u terk ettiğimde kızım yanımdaydı, evet. Fakat o zaman her şey çok daha kolaydı. Çünkü geride bıraktığım insanlar, o dönem beni zaten hayatlarında istemeyen insanlardı. Oysa şimdi, beni ben yapan herkesi İstanbul'da bırakıp buraya gelmiştim.
Mutluydum.
Zaten problemim de bu değildi. Mutluluk, tek başına hayattan zevk almamı sağlayabilecek bir duygu değildi.
Utku'yu ne kadar özlesem de Deniz'in yanında bunu dile getiremiyordum ve bu çok daha fazla canımı sıkıyordu. Azad'a rahat rahat ne zaman içimi dökmek istesem Deniz bir köşeden fırlıyor ve tüm hislerimi yutmama sebep oluyordu.
Ben, hayatımın hiçbir döneminde bu kadar İstanbul'a dönmek istememiştim.
"Hayatım?" sesiyle gözümün boşluğa dalması da kesildi. Başımı hafifçe sağıma çevirdiğimde Azad'ın "İyi misin sen?" dediğini duydum. Hafif bir tebessümle başımı salladım. "Kireç gibi olmuş suratın." dedi.
Vücudumun bir özlemi bu kadar abartması da hoş değildi gerçekten.
"Yok bir şeyim." dedim ve oturduğum sandalyeden ağır hareketlerle kalktım. "Biraz dalmışım."
"Utku'yu mu özledin?" diye sorduğunda yüzünde biraz da olsa hayal kırıklığı görmeyi bekliyordum açıkçası. Ben olsam, ben de hayal kırıklığına uğrardım çünkü. Yanında seni çok seven ailen var ama sen yine başkalarını özlüyorsun, diye içten içe ağlardım.
Ama mesele sadece Utku değildi. Azad bunu anlayacak kadar tanımıştı beni.
"Sadece Utku olsa yine iyi." dedim, sesimi neşeli tutmaya çalışarak.
"Ben de herkesi çok özledim." dedi.
Ve ekledi, "Utku'yu da."
Kahkahama engel olamama sebebim içten içe taşıdığı Utku kıskançlığını hala çok komik buluyor oluşumdu. Aşmıştık biz o günleri de bu cümledeki biz kısmına Azad'ı asla dahil edememiştim.
"İyi bari," dedim, buzdolabını açarken. "Senin bile Utku'yu özlemen bizim İstanbul biletimizin önünü açar." Hemen ardından maden suyunu dolaptan çıkartarak havaya kaldırdım. "İster misin?"
"Olur." dediğinde yüzüne hüzün çöken taraf değişmişti. "Ne oldu Azad?" dedim şok içerisinde.
Bir anda böylesine duygu geçişi yaşamayalı aylar olmuş olmalıydı. Sonuçta herkes bir Rüya Gümüşay değildi. Soyadımın Gümüşay olmasını dillendirmek hala tuhaf geliyor olsa da bana ait olmayan bir soyadı taşımaktan çok daha iyiydi.
Hem Rüya Gümüşay ismi Rüya Yavuz isminden çok daha havalı duruyordu.
Ne anlatıyorsun yine Rüya ya?
"Ben de İstanbul'a gitmeyi çok istiyorum ama işler o kadar yoğun ki..." dediğinde maden suyunu tatlı bir sitemle masaya vurup önüne doğru ittim.
Azad'ın işleri, hep yoğundu. Hiçbir zaman geri plana atamadığı işi yüzünden tüm düzenimizi alt üst edip buraya gelmemiş miydik zaten? Şahsi olarak benim İstanbul'da ciddi anlamda bir düzenim vardı.
Ama bunu tartışmayacaktım.
Gerek yoktu.
Derin bir nefes aldım ve nefesimi dışarı sakince vermeye çabaladım. Sadece çabaladım. Sinirle üflediğim nefes ile dudaklarını büzen Azad, maden suyundan büyük bir yudum aldı.
"Kızacaksın." dediğinde omuz silktim. Kızarsam bencillik yapmış olurdum. İşim benim için önemliydi, Azad için de kendi işinin önemli olmasını kabul etmek zorundaydım.
Onun işi çok önemliydi ama!
Her şeyden önemliydi. Benden ve Deniz'den önemli olmasını geçtim kendisinden bile önemliydi.
Başladın yine abartmaya Rüya!
"Hafta sonu iki günlüğüne kaçabilirdik İstanbul'a." dedim. "Bunu kızmak olarak algılama," diye devam ettim ve tezgaha uzanarak bir tane damla çikolatalı kurabiye aldım. "Sadece önümüze fırsatlar geliyor, biz onları asla değerlendiremiyoruz."
"Değerlendiririz karıcığım," dedi. "Cuma gecesi bu konuyu konuşmaya başlamasaydık belki giderdik bu hafta sonu."
"Yalancıyı si..." dediğimde kahkahası araya girdi. "Hiç yakışmıyor ağzına!"
"Haftaya İstanbul'a gitmezsek bir daha ağzımdan bir kelime duyabilir misin acaba?"
"Rüyaaaaa!" dedi, gülerek. "Haftaya gelemeyeceğimi biliyorsun. Deniz ile birlikte gidersiniz o zaman."
Yüzündeki kızgın ve dargın ifadenin, bensiz giderseniz ben size küserim, demek olduğunu anlamak pek zor değildi. Küserse de barışırdı sonuçta. Hayat hep istediğimiz gibi ilerleyemezdi ki...
Esnemekten ağzım yırtılmak üzereyken maden suyunun yarısını şişede bırakarak yerimden kalktım. "Ben uyumaya gidiyorum." dedim, "Çok uykum var."
Yerinden kalkıp ani bir hamleyle beni havaya kaldırdığında çığlık atmamak için kendimi zor tuttum. "Azad!" dedim fısıltıyla. Deniz'i uyandıracak bir çığlığa hazır değildik ikimiz de.
"Efendim bebeğim?" dediğinde yürümeye başladı. Mutfaktan çıkarken son anda ışığı kapatabilmiştim. "Bir de karanlık ortam seviyorsun?" dedi. "Gerçi, sanki ne sevdiğini bilmiyorum."
"Deniz uyanacak!" dedim, gülerek. "Uyanmaz." diyerek cevapladı ve Deniz'in uyanmasına dair duyduğum endişeyi biraz dindirdi.
Yatak odasından içeri girdiğimizde beni kucağından indirerek duvara yasladı. "Çocuklu hayat zormuş." dedi, boynumda nemli dudaklarını gezdirirken. "O kadar özledim ki seni."
Tam şu an, Ankara'ya gelmeseydik, isimli şiirimi okuyabilirdim belki ama yeri değildi. Kırk yılda bir yakaladığımız keyifli anları bozacak kadar da aptal değildim. Yani, aptaldım biraz fakat bu da beni ben yapan özelliğim değil miydi?
Arada bir aynı fikirde oluyoruz Rüya, tebrikler!
Boynumdaki dudakları, dudaklarımın karşısına geldiğinde gözlerinin içine gözlerim gülümseyerek baktım.
Bir yandan da heyecanlanmadan duramıyordum. Her an içeriden minik bir kız çocuğu "Anne!" diye ağlayarak gördüğü kabustan uyanabilirdi.
Heyecanım, fiziksel olarak da dışa yansıyordu.
"Sakin ol." dedi, hafifçe gülerek. "Benim için bu kadar heyecanlanmana gerek yok."
Çenesini artık kapatması gerekiyordu. Dudaklarımı sertçe dudaklarına bastırdığımda sol eli başımı duvardan hafifçe ayırarak başımın arkasındaki saçlarla bütünleşti.
Tutkulu başlayan öpüşmemizin şiddeti her saniye artarken duvar ile Azad arasında sıkıştıkça sıkışmaya devam ediyordum. Dudaklarını sertçe geriye çekti, boynuma yöneldi.
Boynumun her noktasından değil, belli başlı noktalarından uyarıldığımı bildiği gibi o noktaların yerini de adı gibi biliyordu. Dudakları ve dili nöbetleşe boynumda gezinirken aniden vücudumu çevirdi ve yatağa yavaşça uzanmama yardım etti.
Üzerindeki tişörtü bir çırpıda çıkartıp yere fırlattıktan sonra boynumla yarım kaldığı işe devam edebilmek için üzerime uzandı. Sağ elim, saçlarında geziniyordu. Bir süre sonra elimle başını biraz daha aşağı yönlendirmekten kendimi alamadım.
Başını boynumdan kaldırıp afacan bir sırıtışla yüzüme baktığında onu yönlendirmeye ihtiyacım kalmadığını fark etmiştim. Bundan sonrası, kendi iç güdüleriyle hareket etmesindeydi.
İkimiz de üstümüzdeki tüm yüklerden kurtulup vücudumuzun en yalın haliyle kaldığımızda dakikalarca dudakları ve dili tüm vücudumu ele geçirdi. Ara sıra çığlık atmamak için elimi ağzıma kapatsam da elimi sertçe ağzımdan çekip daha işe yarar hamlelerle devam ettiriyordu kendi zevkini.
Dakikalar, saatler sürsün istesem de ikimizin de bir dur noktası olduğu gerçeğiyle yüzleşişim Azad'ın kucağında son günlerimin en keyifli anlarını yaşarken olmuştu. Nefes nefeseyken yüzüne karışan saçlarımı düzeltti, dudaklarını göğsüme yöneltti.
Dakikalar sonra yeniden, geceyi ilk kez başlatıyormuşuz gibi zirvenin doruklarına çıktığımızda "Yavaşla!" dedim, sesimin desibeli bir gram umurumda olmadan. "Yavaşla!" dedim tekrar.
Önce ritmini yavaşlattı sonra kulağıma fısıldadı. "Neden yavaşlamamı istiyorsun?"
Cevap vermek yerine alt dudağını ısırdım. Neden yavaşlamasını istediğimi gayet iyi biliyordu. Hemen bitsin istemiyordum. Tadını çıkartalım, sonsuza kadar sürsün istiyordum. "Yavaşla!"
Hareketi normalinin de üstünde hız kazandığında dudaklarımdan dökülen çığlık, Azad'ın elinin müdahalesiyle kesildi.
Kısa bir süre sonra, ikinci kez, ikimiz de nefes nefese kalmışken bu gecelik eğlencemiz de bitmişti.
Azad, düzene sokamadığı nefesini yüzüme üflerken benim gözlerim kapanmak üzereydi.
"Gel," dediğinde tek isteğim uyumaktı.
Ama biz, uyumak yerine duşa gidiyorduk.
"Umarım beni sen yıkayacaksındır." dedim, aynı Deniz gibi nazlanarak. Eh, Deniz de anasının kızıydı.
💫
Gözlerimi açtığımda elim yanımda yatan Azad'a uzandı fakat elime hiçbir şey değmemişti. Başımı yavaşça onun tarafına doğru çevirdim.
Yerinde olmadığına görerek de emin olduğumda tek gözüm kapalı yataktan çıktım ve banyoya ulaşarak yüzümü yıkadım. Soğuk su, normal şartlarda uykumu açardı açmasına ama bu sabah hiç de öyle bir etki yaratmıyordu. Dişlerimi fırçalayıp saçımı taradıktan sonra yeni güne hazır olmak üzereydim.
Tam olarak hazır olmak için iki kupa kahve içmem gerekiyordu o kadar... O, işin kolay kısmıydı.
Yatağın yanında duran telefonumu alıp odadan çıktım ve Deniz'in odasının kapısını yavaşça açtım. Hala uyuduğuna göre sabahın köründe uyanmış olmam gerekiyordu. Telefonumun ekranını açtım ve saate baktım.
08.45
Azad bu saatte nereye gitmişti ki?
Tüm evi gezdim fakat yoktu.
Telefonumun kilidini açmadan, acil aramalarda en üstte duran Azad'ın ismine bastım ve telefonu hoparlöre alıp mutfağa girdim. Kahve makinasına filtreyi ve kahveyi koyduğum esnada telefonu açtı.
"Günaydın güzelim!" diye bağırdı neşeyle.
Ne bu neşe? Beni deli eden...
"Günaydın." dedim, makinanın içine bir kupa su doldururken.
Karşı tarafın derin sessizliği esnememe vesile olurken gözlerimi iki saniyeliğine kapattım. "Neredesin?" diye sordum, daha fazla bekleyemeyerek. Cumartesi günü işe gittiyse dün gece söylediği, bugün İstanbul'a gidebilecek oluşumuzla alakalı her şeyin yalan olduğunu kanıtlamış olurdu.
"İşim var." dediğinde içmek üzere olduğum suyu kendimden uzaklaştırdım. Keşke karşımda olsaydı da kendine gelebilmesi için suratına fırlatsaydım suyu. "Ne işin var sevgilim?" diye sordum, sakin kalmaya çalışarak.
Bizi kahvaltıya götürebilirdi mesela bu harika cumartesi günü. Böyle bir iş de hoş olmaz mıydı?
Olurdu bence.
Hatta sadece bence değil, Deniz'ce de çok güzel olurdu.
"Gelince anlatırım." dedi. "Şimdi kapatmam lazım, iki saate görüşürüz."
Telefon çat diye yüzüme kapatıldığında iki saat sonra başına gelecekleri Azad'ın tahmin edip etmediğini düşünmeye başladım.
Muhtemelen etmiyordu. Etse, cevap vermemi bekleyip kapatırdı.
Kahve hazır olduğunda kupaya doldurdum ve fişini çekip salona geçtim. Koltuğa bağdaş kurarak oturduktan sonra WhatsApp'a girdim, Utku ile sohbetimize tıkladım.
"Seni çok çok çok özledim." yazdım ve sonuna üzgün bir emoji ekleyerek mesajı gönderdim.
Kahvemden ilk yudumu aldıktan sonra telefonuma gelen bildirim sesi, kalbimin hızla atmasına sebep oldu.
"Ben de seni çok çok çok özledim yavru!"
"Neden bu saatte uyanıksın?" mesajı gönderdikten sonra aptal gibi sırıtmaya başladım. Muhakkak iki günde bir telefonda konuşuyorduk ama bir süredir mesajlaşmıyorduk.
"Seni özlediğim için gözüme uyku girmedi." yazan mesajın sonunda dil çıkartan surat vardı.
"Bir yerde sabahlamış olmayasın?"
Gülmeye başladım. Utku, ya keyifli bir gece geçirmişti ya da çok mutlu uyanmıştı. Bugün ben hariç herkes çok neşeliydi sanırım.
Herkes ne Rüya? Bi' Azad, bi' Utku ile konuştun.
"Yok yavru, güzel bir gün bugün. Erken uyanmak iyi geliyor artık."
"Hadi len oradan!" mesajı gönderdikten sonra aynı tepkiyi sesli de dile getirip gülmeye başladım. Gerçekten, hadi oradan Utku...
"Arayayım mı?" diye bir mesaj daha gönderdiğimde hiç bekletmeden mesaj yazmaya başladı.
"Hiç müsait değilim Rüya. Ben seni öğleden sonra arasam olur mu? Hem doya doya hasret gideririz."
Mesajı sinirlerimi bozmuştu. Öğleden sonra arasa da Deniz müsaade eder miydi ikimizin konuşmasına? Utku babası ile saatlerce konuşur benim varlığımı da unuturdu.
"Peki." demekle yetindim ve telefonumun tuş kilidini kapatarak kahveme odaklandım.
Sonuçta her an müsait olmak zorunda değildi. Normal şartlar altında bu kadar bozulmazdım ama o kadar çok özlemiştim ki hasretimi sesini duymak da dindirmiyordu, sadece biraz iyi gelmesini istemiştim.
Geçecek Rüya, az kaldı. Kavuşacaksınız.
Kötü olan tam olarak ne zaman kavuşacağımızı bilmemekti zaten. Sayılı gün çabuk geçer, felsefesine sığınıp takvimden gün elemek istiyordum ben de. Öyle bir şansım ve planımız olmadığından daha da agresifleşiyor daha da özlüyordum.
Gerçi, ben Utku'yu yan evimde kalırken bile özlüyordum ki.
O benim, bu hayatta bulduğum en iyi dosttu.
Diğerlerini de çok özlüyordum da işte... Onların özlemine çok uzun zamanlar katlanabilmiştim, yine katlanabiliyordum.
Utku, farklıydı.
Utku, bambaşkaydı.
Kahvemi bitirdim ve mutfağa geçip kahvaltıya ne hazırlayabileceğime bakmaya başladım. Azad bizi kahvaltıya götürse gerçekten çok güzel olurdu diye düşünürken bu düşüncem bir anda zihnimde farklı bir fikrin oluşmasına yol açtı.
Madem babamızın işi vardı, biz de anne – kız kahvaltısına giderdik!
Tabii Azad gelene kadar Deniz'in uyanması gerekiyordu ve benim serpme kahvaltı isteğime burun kıvırmaması gerekiyordu.
Canım kızım, simitli börekli mideyi ağrıtan yağlı kahvaltılara daha düşkündü maalesef.
Odasına gidip yatağının başında durdum. Uyurken Deniz'i izlemek, içimde bir yerlerin karanlığını söküp alıyordu. Küçücük, bu dünya için fazla saf ve masum meleğimi tek sabit durduğu anda yakalayıp izlemek... Hislerimi anlatacak bir kelime bulmam mümkün değildi.
Yatağın üzerine oturup yanağına hafifçe bir öpücük kondurdum. Seneler önce 'Ben Azad'ın bir parçasını sevecektim.' derken olayın son noktasının bu olacağını hiç tahmin etmemiştim. Hem Azad'ı hem de ondan bir parçayı çokça sevebilmiştim.
Bu, uzun zamandır bana bir mucize yaşıyormuşum gibi hissettiren bir şeydi.
Öpücüğümün etkisiyle yavaşça yerinde kıpırdandı ve gözlerini araladı. "Anne?" dedi. Evet kızım, annen. Niye bu kadar şaşırdın ki?
Gülümseyerek "Hm." dedim. "Uykun bitti mi?"
Gözlerini hızlıca birkaç kez kırptı.
"Hadi kalkalım." dedim ve üzerindeki yorganı hızla çekerek açtım.
Küçükken sana da hep böyle yaparlardı, hatırladın mı Rüya?
Hatırlamak istemiyordum. O anılar, benim için artık yoktu.
"Hadi!" dedim, Deniz'in hareketsiz bana baktığını görünce. "Seni kahvaltıya götüreceğim!"
"Babam nerede?" diye sordu, asık suratıyla yatağın üzerinde doğrulurken. "O gelmeyecek mi?"
"Babanın işi varmış. Birkaç saat kadar dışarıda olacak."
"Bana ne! Babam yoksa gitmem." dedikten hemen sonra hızla kendini yatağına bıraktı.
Bu kız ne ara ve nasıl bu denli babacı olmuştu? Ulan seni ben doğurdum, ben büyüttüm be çocuk! Ne bu tavırlar?
"Aman!" dedim, sahte bir kızgınlıkla. "Ben mutfağa gidiyorum."
Odadan çıkarken "Babam olmazsa gelmemmişmişmiş..." diye söylenmeyi de ihmal etmedim.
Şimdi, sırada Azad'ı tekrar arayıp rahatsız etmek vardı. Neredeyse gelseydi de kahvaltı etseydik.
"Deniz sensiz kahvaltı etmek istemiyor." dedim, telefonu açar açmaz. "O yüzden ne zaman evde olacağını ya hemen şimdi söylersin ya da sonsuza dek susarsın Azad Bey!"
"15 dakikaya evdeyim." dedi, "Hiç tekrar dışarı çıkasım yok. Gelirken kahvaltılık hazır bir şeyler getirsem olmaz mı? Deniz'in en sevdiklerinden..."
Bugün dışarı çıkasım vardı ve ne nikahı bastığım adam ne de doğurduğum çocuk bunu anlamıyordu.
"Tamam." demekle yetindim ve bir saat kadar önce bana yaptığının intikamını almak için telefonu suratına kapattım.
Gerçi, Azad buna takılmazdı...
"Deniiiiz!" diye seslendim. "Baban geliyormuş birazdan. Hadi kalk da elini yüzünü yıka."
İçeriden isyanla karışık ses geldiğinde Deniz'in kalktığına emin oldum. Elim, demliğe gittiğinde hafif bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Utku burada olsaydı kesinlikle saatler önce çayı demlemiş olurdu.
Yoktu ama. Çok da takılmamam ve alışmam gereken bir konuydu bu artık.
Demliğin altına kaynaması için su koyduktan sonra masaya üç tane tabak koydum. Buraya ilk geldiğimizde, ya sonra alırız şimdilik geçici bulunsun 5-6 tane, diyerek aldığım tabakları koymuştum masaya. Sonradan aldığımız tabaklar nedense hızlıca seçilmişlerin yerini hiç tutmamıştı.
Buzdolabından kahvaltılıkları çıkartıp çatal ve bıçakları da yerleştirdiğimde sofrada eksik olan tek şey asıl karnımızı doyuracak yiyeceklerdi.
Onları da Azad getireceğine göre sorunumuz yoktu.
Kaynayan çay suyunu üst demlikteki çayın üstüne dökmeye başlamamla eş zamanlı çalan kapı zili, ne kadar acıktığımı fark ettirdi. "Deniiiiz!" diye seslendim, bir kez daha. "Kızım, baban geldi. Kapıyı açar mısın?"
Minik ayaklarının koşarak kapıya yöneldiğini duyduğumda gülümsedim. "Babaa!" çığlığıyla da Azad'ın geldiğine kesin olarak emin oldum.
Demliğin altına yeni su doldurup ocağa yerleştirdikten sonra mutfaktan çıktım. Kapının önüne hevesli hevesli yürüyordum ki Azad'ın içeri girmediğini fark ettim. "Ne oldu?" diye sordum merakla. O esnada kapının eşiğine gelmiştim bile.
"Bir şey olmadı güzelim." dedi, yine de içeri girmedi.
"Niye girmiyorsun o zaman?" dedim.
"Bilmem, neden girmiyorum sence yavru?" dediğinde kaşlarımı çattım. Azad, bana asla yavru demezdi. O kelimenin tek bir sahibi vardı ve bunu gayet iyi biliyordu. Üstelik, yavru demesi Utku özlemimi istemsizce yine tetiklemişti.
O özlem hiç gitmiş miydi ki Rüya?
Gitmemişti de... Ben de biraz bahane arıyordum işte.
"Bilmiyorum hayatım. Ben de sana soruyorum işte neden içeri girmediğini?" diye sordum tekrar. Karşılıklı sorular sorarak cevaplara ulaşamayacağımızın farkına varması için kaç dakika kapıda dikilecekti merakla bekliyordum.
Keşke telefonumu yanıma alsaydım da geçen dakikaları kontrol etme şansım olsaydı...
"Baba, ben çok açım!" dedi Deniz. Gerçekten, kızım şu an konumuz bu mu?
Azad, elinde tuttuğu beş poşeti Deniz'in eline tutuşturduğunda gülmeye başladım. Deniz ise kendisine verilen görevi hakkıyla yerine getirebilmek için yavaş adımlarla mutfağa ilerlemeye başlamıştı bile.
"Azad," dedim gülerek. "O kadar şeyi kim yiyecek? Delirdin mi sen?"
"Yani..." dedi Azad ve kahkaha attı. "Açıkçası ben şimdiye kadar olayı çözecek kadar zeki bir insansındır diye düşünmüştüm ama değilmişsin... Özür dilerim."
Hiçbir şey söylemeden suratına bakmaya başladım. Gerizekalı olmuştuk bir de iyi mi?
"Ben çok üşüdüm kapıda." dediğinde göz devirdim. "Girsene içeri o zaman. Sıkıldım gidiyorum ben içeri!"
"Dur yavru."
Yavru kelimesini az önce kullanan kişi, Azad idi.
Şimdi duyduğum ses kesinlikle ama kesinlikle Azad'a ait değildi. Emindim. Kafayı yememiştim, kafamın içinde başka sesler konuşmuyordu.
Şaşkınlıkla kapıya döndüğümde kapıda duranın Azad olmasıyla iyice kafam karışmıştı. "Se..." dedim. "Nasıl yaptın onu?"
"Neyi?" diye sordu Azad. Yüzündeki ifadeden kahkaha atmamak için zor durduğunu anlayabiliyordum. "Utku'nun sesini!"
"O yapmadı."
Yine aynı sesi duymuştum ve Azad'ın dudakları kıpırdamamıştı bile.
"N'oluyor ya?"
"Gerçekten kafası gitmiş bunun." sesinden sonra Azad'ın arkasında gözüken Utku'nun varlığına birkaç saniye inanamadım. Gözlerimi ovalarken karşımdakilerden gelen kahkaha sesi o kadar da umurumda olmamıştı.
"Utku?" diye sordum şaşkınlıkla.
"Hoş buldum yavru!" dedi. Bir anda yanıma nasıl ulaştığını dahi anlayamadan kendimi Utku'nun kolları arasında buldum.
"Utku!" diyerek attığım sevinç çığlığının ardından Deniz'in "Utku baba!" diye bağırdığını duydum. Sevinçten akan gözyaşlarımı durdurmak gibi bir niyetim yoktu. Her saniye daha da sıkı sarılıyordum. Sanki, sarılmak da yetmiyordu. "Utku!" dedim, tekrar.
Kollarını bedenimden ayırıp kaşıyla Deniz'i işaret etti. "İzin verir misin annesi? Bizim sıramız geldi."
Bir iki adım geriledim, yanaklarıma süzülen yaşları elimin tersiyle sildim. Utku gelmişti.
"Eh, yeter ama." sesini duyduğumda başımı tekrar kapıya çevirdim. "Ercü!" dedim. Hemen ardında gülerek beliren Ebru'yu da gördüğümde bir süreliğine beni terk eden gözyaşlarım tekrar yanaklarımdaki yerini bulmuştu.
"Siz şaka yapıyorsunuz!" dedim, bir yandan ağlayıp bir yandan gülerek.
Önce Ebru ile sonra Ercüment ile sarıldım. Utku'ya sımsıkı sarıldığım gibi onları da kollarımın içinde ezmeyi başarmıştım. Umarım rüya görmüyorumdur, diye düşünüyordum sadece. Sarılabildiğime göre gerçekten buradalardı. Emindim.
Sarılma faslını bitirdikten sonra mahcup bir ifadeyle Azad'a baktım. Sabahtan beri kendisini öldürme planı yaparken onun bunları ayarlıyor olması bir miktar utanmamı sağladı.
Bir miktar tabii ki, ötesi olamazdı. Bunu zaten Azad da biliyordu.
Yanıma gelip elini omzuma attı. "Misafirlerimizi içeri davet etmeyecek misin karıcığım?" diye sordu.
Arkadaşlarımız, ilk kez evimize geliyordu.
Ben de onları simit ve poğaça ile ağırlayacaktım maalesef. Bunu kendileri seçmişti. Haber vermeden gelen misafir umduğunu değil bulduğunu yerdi.
Yok Rüya, haber verse de bulduğunu yemesi gerekiyor.
"Çayı demlemiştim zaten." dedim, Utku'nun gözünün içine bakarak. Evet, çay demleyebildiğim için takdir bekliyordum. Bu da benim Utku'ya çocuklaşma şeklimdi...
Hızlıca mutfağa geçtim. Ellerim titriyordu. Tek yapmam gereken tabak, çatal ve bıçak sayısını arttırıp salona taşımaktı. Ellerimin titremesi durursa, yapacaktım.
"Sen otur Ebru." dedi Azad, sesi mutfağa yaklaşıyordu. "Biz hallederiz hemen."
Tahmin ettiğim gibi mutfağa girdiğinde kendimi tutamayarak boynuna atladım. "Beni ne kadar mutlu ettiğini biliyor musun sen?"
Azad önce güldü sonra burnumun ucuna bir öpücük bıraktı. "Ne kadar mutlu olduğunu belli etmediğini mi düşünüyorsun?"
Dudağının kenarına bir öpücük bırakıp geri çekildim. Hepsinden tek tek hesap soracaktım sofrada. Şimdilik birilerinin kahvaltı sofrasını kurması gerekiyordu. O birileri de ev sahibi olarak bizdik ne yazık ki.
Kısa süre içinde hep beraber salondaki yemek masasının etrafında toplandığımızda bir süre sağ avuç içimi yanağıma yaslayarak masanın etrafında oturan kişileri izledim.
Azad ve Deniz, üzülerek söylüyorum ki geri planda kalmıştı.
Bu beni umarım kötü bir anne yapmazdı. Ne yapayım? Onlar bir yere gitmiyordu sonuçta.
"Nereden esti?" diye sordum, sırıtarak. "Yani, bana haber vermeden gizli saklı gelip kalbime indirmek nereden esti?" diye devam ettirdim sorumu. "Yoksa tabii ki gelin. Hep gelin. Hatta buraya taşınsanıza siz?"
Ercüment kahkaha attığında suratına gözlerimi diktim ve hemen ardından gülüşünden hoşlanmadığımı anlasın diye gözlerimi devirdim.
"Bu kızdı yine." dedi. Kızardım tabii ki. Komik miydi? Özlemiştim işte. Tabii onlar özlemiyorsa ona bir şey demeye hakkım yoktu. Herkes hislerinde özgürdü.
Yine tribe girdin Rüya.
Girmemiştim. Yalnız hissediyordum Ankara'da. Hatta yalnız hissediyorduk. Bu konuda çok şükür ki tek başıma değildim. Azad da ailesinden ve arkadaşlarından uzaktaydı, o da çok özlüyordu. Belki o krizi benden iyi yönetiyordu, o kadar.
"Azad çağırdı." dedi Utku. Çatalına batırdığı kıymalı böreği ağzına atmadan hemen önce. "Dayanamamış bensizliğe." diye cümlesini devam ettirdiğinde Azad'ın yüzünden geçen anlık, kes sesini ya, ifadesini yakalayabilmiştim. Evet, birbirlerini seviyor ve saygı duyuyorlardı ama gereksiz samimiyetten ikisi de hoşlanmıyordu. Azad da bunu bir kez daha kanıtlamıştı. Tabii surat ifadesini saniyesinde toparlayıp gülmeyi de eksik etmemişti.
"Utku baba," dedi Deniz. Tüm bakışlar onu bulduğunda ise eski kalabalık günlerimizdeki heyecanını yüzünde gördüm. "Neden hiç gelmedin?"
"Geldim ya prensesim." dedi. "Hem kuşlar bana ne söyledi biliyor musun?"
"Kuşlar konuşabiliyor mu?" diye sordu Deniz hayretle. Dudakları şaşkınlıktan açık kalmıştı.
"Benimle konuşabiliyorlar." dedi Utku. "Bana dediler ki, Deniz artık Azad'ın da prensesiymiş."
Deniz, sağ avuç içini ağzına kapattı ve kıkırdamaya başladı. "Kuşlar konuşamaz ki." dedi, kıkırdamaya devam ederken. "Kıskandın mı sen?" diye de ekledi.
Yürü be kızım, kim tutar seni!
"Pabucun dama atılmış Utku Bey." dedi Ebru, gözlerini Deniz'den çekmeden. "Deniz yapmaz öyle şey." Utku, son umuduyla Deniz'e bakıyordu. Deniz ise aşk dolu gözlerle Azad'a gülümsemekle meşguldü.
"Yapmış!" dedi, yalan bir sinirle. "Deniz artık benim prensesim değilmiş."
Suratını asıp önündeki yemeğe döndüğünde Azad zafer kazanmış bir gülümsemeyle hafifçe başını aşağı yukarı salladı. Galiba İstanbul'dan ayrılmamızın Azad için en iyi tarafı, sonunda Utku'yu biraz geriye atabilmiş olmasıydı. Aralarındaki savaş asla bitmeyecekti, bir kez daha emin olmuştum.
Deniz, yaşı büyüdükçe de erkekleri birbirine düşürmeyi başaracak mıydı acaba? Umarım böyle şeyler yaşanmazdı...
"Of," dedi Deniz, ağzında çiğnediği simiti yuttuktan sonra. "Ben ikinizin de prensesiyim."
Cilveli cilveli konuşuyordu bir de! Annesinde de böyle bir özellik yoktu. Kimden kapmıştı bu kız bunu?
"Küstürdün Utku'yu." dedi Ercüment. "Hani sen sadece Utku babanın prensesiydin?"
"O eskidendi." diye söze karıştı Azad. Yüzündeki ciddi ifade, eski diye bahsettiği günleri hatırlamaktan ne kadar nefret ettiğini anlamamı sağladı. Acaba, Ercüment de anlayabilmiş miydi?
Masada esen soğuk rüzgar da o günleri hatırlamamızdan kaynaklanıyordu. Özge'nin oğlu İlker Deniz'i, Azad'ın çocuğu sandığım o kara günleri ben de hatırlamayı pek istemiyordum açıkçası.
En büyük derdin bu olsun Rüya... Sen bir de ondan birkaç sene öncesini hatırla istersen.
Onu hatırlamayı hiç istemiyordum.
"Çay?" diye sordum, hızla sandalyeden kalkarken. Kafamın içindeki düşünceleri değiştirmem gerekiyordu.
Masaya hızlıca göz attığımda sadece Utku'nun ve benim çayımın bitmiş olduğunu gördüm. Bardakları alıp mutfağa yöneldiğim anda arkamda duyduğum ayak sesi Azad'a ait değildi. Hatta, bu kadar zamanda unutmadıysam Utku'ya aitti.
İnsanların yürüyüşünden onları tanımak garip ve kabul edilemez bir durum olsa da bunun mümkün olduğuna yemin edebilirdim. Yıllar önce ailem sandığım insanlarla yaşarken de gece evin içindeki sese göre kimin ayakta olduğunu anlayabiliyordum.
Sanırım, insanlarla aynı evde biraz fazla zaman geçirmek yeterli oluyordu anlayabilmek için.
Doğru tahmin etmiştim. Mutfağa girer girmez arkamı döndüm ve Utku ile göz göze geldim. "Öğleden sonra arayacaktım ama bir işim çıktı, kusura bakma." dedi ve sol gözünü kırptı. Elimdeki bardakları alıp tezgaha bıraktı. "Nasıl gidiyor yavru?" dedi.
"Sensiz." dedim, sesimdeki hüznü saklama gereği duymadan. "Senin?"
"Sizsiz." dedi, benzer bir hüzünle.
Yüzümde beliren hafif tebessüme karşılık o tüm dişlerini göstererek gülümsemeyi tercih etmişti. "İyi ki geldin." dedim. Şaşkınlığın bıraktığı tutukluğu üzerimden hala atamamıştım.
"Gel kaçırayım sizi." dedi, gülerken.
"Bunu Azad duymasın." Mutfağın kapısında beliren Ercüment'e baktım. "Duydum bile." diyerek konuşmayı devam ettirdi Azad.
"Hayırdır be kardeşim? Özel bir şey de mi konuşamayacağız?"
"Konuşmayın mı dedik?" dedi Azad gülümseyerek. Yanıma ulaşıp yanağıma bir öpücük bıraktıktan sonra ise "Eşimi benden kaçırma yeter." diye devam etti.
"Korkma," dedim, fısıldayarak. "Eşin sensiz hiçbir yere gitmez."
💫
Ebru, Ercüment ve Utku yol yorgunu oldukları için kahvaltıdan sonra birkaç saat uyumak istemişlerdi. Tabii o birkaç saatin birkaç saatle kalmayacağını tahmin etmem gerekiyordu. Deniz ise Utku uyurken saatlerce başında durup bir yere gitmesin diye onu izlemişti.
Azad, akşam yemeği için bir şeyler almaya markete gitmişti. Ben ise salondaki koltukta boş boş oturuyordum. Ne yemek yapılacağını Azad'a bıraktığım için ne pişirsek derdim de yoktu açıkçası. Hatta Azad birazdan dönecek ve kalkıp yemek yapacağız diye şimdiden yorulmuştum bile.
Kapının açıldığını duyduğumda yerimden kalkıp sessizce kapıya ilerledim. Azad, elinde tuttuğu poşetleri bana uzattı, elinden aldım. Mutfağa doğru ilerlerken "Yoruldum," dedi. Anında arkamı dönüp "Şşşt!" dedim.
"Hala mı uyuyorlar?" diye sordu fısıldayarak. Kapının kenarına bıraktığı diğer poşetleri alıp eve girdi.
Cevap vermek yerine mutfağa getirdiğim poşetleri yerleştirmeye başladım. Onun elindeki poşetin içinde rakı şişesini gördüğümde gülümsedim. "Rakı gecesi mi yapıyoruz?" diye sordum.
"O kadar gelmişler, bir rakı içmeden mi gönderelim?" dedi, sırıtarak.
Bakalım bu gece aramızdan ilk kim elenecekti...
💫
"Ben de içeceğim ondan!" dedi Deniz, önündeki meyve suyunu iterek. Ellerimle sıkmıştım ben sana o meyve suyunu, diye sinirlenemeyeceğim için derin bir nefes aldım ve babasına baktım. "Kızım, bu çocuklar için değil." dedi.
"Bana ne! Ben de ondan istiyorum!"
"Anneciğim, saçmalama!" dedim.
"Tamam, sakin olun." dedi Ebru ve elinde tuttuğu kadehi Deniz'e yaklaştırdı. "Koklamak ister misin?"
Deniz, onay almak için bana baktığında gözlerimi yumdum. Onayı aldıktan sonra kadehe biraz eğildi ve ardından ışık hızıyla geri çekildi. "İğrenç!" diye bağırdı, yüzünü buruştururken. "Çok iğrenç."
"Hala içmek istiyor musun?" Ercüment, Deniz'e soruyordu. Deniz hızla başını iki yana salladı. "Hayır!" dedi, sanki biz ona içirecekmişiz gibi bize bakarken.
İttiği meyve suyunu geri önüne çekti, çatalını köftesine batırdı.
Elime kadehimi aldım ve biraz yukarı kaldırdım. "Gelişinize." dedim, gülümseyerek. Kadehler havada birbirine çarpıştıktan sonra ilk yudumlarımızı aldık. Deniz de meyve suyuyla aramıza katılmıştı. Kadeh tokuşturma işine bu kadar erken yaşta başlaması pek hoş olmasa da bu gece onu bırakacak bir yerim yoktu. Kaldı ki bırakacak bir yer olsa dahi asla gitmezdi.
"Anlatın bakalım." dedim, "Neler oluyor? Neler bitiyor?"
Ebru, kaçamak bakışlarla Ercüment'e baktığında kaşlarımı çattım. Bakışlarım ikisi arasında gidip geliyordu. Bana anlatılmayan ne olmuştu bu ikili arasında?
Hadi Ebru bana anlatmamıştı da Ercüment de mi Azad'a anlatmamıştı?
Aklıma yerleşen düşünceyle gözlerimi kısarak Azad'a baktım. Yoksa, o mu bana anlatmamıştı?
Azad, yüzümdeki ifadenin ne anlama geldiğini anlamış olacak ki girdiği suçlu psikolojisiyle başını sağa sola salladı. "Bakma öyle." demeyi de ihmal etmedi. Omuz silkip rakımdan bir yudum daha aldım. Eğer bir şey varsa zaten bu gece er ya da geç öğrenecektim. Onlar da bunun farkında olsa iyi olurdu. Saklayarak hayat geçmezdi sonuçta.
Benden örnek alabilirlerdi... Neyi, nereye kadar saklamayı başarmıştım ki?
Aynen Rüya, hemen söyleyelim alsınlar seni örnek. Yapmasınlar sonra. Tamam.
Gerçi, nasıl ki zamanında Özge ve Metin ilişkisini Ebru'dan sonra öğrendiysem şimdi de Özge benden önce öğrenmiş olmalıydı. Uzaklaşmıştık, kopmuştuk. Kabul ediyordum.
"Birsel ve Oğuz nasıl?" diye sordum Utku'ya. Onları da özlemiştim ama Birsel ile her an mesajlaştığımız için büyük bir yokluk hissetmiyordum.
"Gerginler." dedi Utku, sıkıntıyla. Sebebini sormama fırsat vermeden devam etti. "Birsel düğün istiyor, Oğuz istemiyor. Birsel'in ailesi düğüne karşı, Oğuz'un ailesi halay diye yanıp tutuşuyor. Orta yolu bulana kadar yaşlanacaklar."
Azad gülmeye başladığında ben de kendimi tutamamıştım. Tamam, komik değildi yaşayan için fakat dışarıdan duruma bakanlar için ne yazık ki çok komikti. Birsel bana hiç böyle bir durumdan bahsetmemişti. Benimle konuşurken kendi sıkıntılarından sıyrılmak istiyor olabilirdi. Ona hak veriyordum. Ben de özlem duygum dışında kendi tarafımda yaşanan günlük sıkıntıları ona aktarmıyordum.
Mesajlaştığımız her an, ikimizin de dünyadan kaçış noktası oluyordu.
"Zor bir durum olsa gerek." dedim, içten içe üzülerek. İki inatçı karakterin nasıl bir orta yol bulacağını da deli gibi merak ediyordum.
"Simge ile nasıl gidiyor?" Azad'ın ağzından Simge'nin ilk harfi çıktığı an öksürüp kaşlarımı kaldırmaya başlamıştım. O, anlamamıştı... Oysa yakın bir tarihte Utku ile yaptığımız saatler süren telefon konuşmasından sonra aralarının açıldığını, muhtemelen ilişkilerinin biteceklerini Azad'a aktardığımı sanıyordum.
Yoksa direkt uyumuş muydum?
"Gayet iyi." dedi. Bu sefer gerçekten öksürmeye başlamıştım. Utku'nun bakışları bana döndü. "Haber veremedim sana ben." dedi. "Çok ani gelişti her şey dün akşam. Sabah da erken saatte uçuşumuz olduğundan konuşacak bir vaktimiz yoktu."
"Azad sormasa yine öğrenemeyecektim." dedim. Bozulmakta haklıydım. Şimdi ben Azad ile ayrılsam, çok ani oldu ya, diyerek Utku'ya haber vermeyecek miydim?
Rüya ne kadar salak saçma örnekler sunduğunun farkında mısın? Sadece merak ettim...
"Yavru," dedi, yerinden kalkıp yanıma oturdu. Kadehini önüne bırakan Ercüment'e teşekkür etti ve kadehini kadehime vurdu. "Mutluluğumuza?"
Evet, Utku'ya kızışım en fazla bu kadar sürüyordu. "Mutluluğumuza!" diyerek kaldırdım kadehi, büyük bir yudum aldım. Boş kadehi yavaşça masaya vurduğumda Ebru rakı şişesini eline aldı. O, kadehimi doldururken ben de Utku'nun omzuna başımı yaslamıştım. "Nasıl barıştınız?" diye sordum, Azad'ın yüzünü incelerken.
"Neden ayrılmıştınız ki?" Azad, haklı bir soru sormuştu. Muhtemelen masada sadece ben neden ayrıldıklarını biliyordum. Gerçi, ayrılmış sayılmazlardı. Araları bozuktu.
Simge, Utku'nun kendisini aldattığını sandığı için ufak bir sinir krizi geçirmişti... Tabii, ben Utku'nun böyle bir şey yapmadığına kefil olabilirdim olmasına da hayatımıza yeni katılan biri böyle düşünmüyordu işte. Üstelik, Utku'nun kendisini Birsel ile aldattığını sanmıştı. Utku, masadakilere olayı anlatırken bana kurduğu cümleyi bir kez daha kurdu. "Gerçekten başka biriyle alakalı suçlasaydı canım yanmazdı da, Oğuz'a bunu yapabileceğime kendini inandırmış olması çok zoruma gitti!"
Haklıydı. Üstelik, Oğuz bile şoka girmişti.
Sonradan anlamıştı Utku da olayı. Simge şüphelenmişti ve şüphelenmekle kalmayıp Utku'yu böyle bir durumla itham etmişti çünkü bir gece önce saatlerce Birsel ile telefon konuşması yapmıştı, yetmemişti konuşma görüntülüye dönmüş ve mesajdan konuşmaların sonunda konum paylaşılmıştı.
Simge de Utku ve Birsel'in ateşli bir gece yaşadıklarına son derece emin olmuştu.
Utku bana bunu anlattığında böyle bir şeyin imkansız olduğunu haykırmıştım. Masadakiler de haykırmasa da genel olarak benzer tepkiler vermişti. "Öyle saçma şey mi olur?" demişti Azad da. "Yani, arkadaşın değil mi sonuçta?"
Vay be, Azad gelişmiş Rüya. Sevgilisi olan birine gecenin bir saati mesaj atmak kitabında mı yazmıyordu bunun?
Utku, neden böyle bir suçlama ile karşı karşıya olduğunu öğrendikten sonra Simge'yi hayatından tamamen çıkartma kararı almıştı. Çünkü, bahsettiği gece Oğuz ile beraber bir arkadaşlarının evindelerdi ve uyuyordu. Oğuz, şarjı bittiği için gece Birsel ile Utku'nun telefonunda konuşmuştu ve gecenin kalanı ikisi arasında şekillenmişti.
"Tabii Oğuz olayı öğrenince gidip Simge'ye parlamış biraz. Durumun gerçeğini öğrenen Simge de dün akşam yanıma geldi, konuşmaya."
Başımı Utku'nun omzundan kaldırdım. "Özür diledi mi?" diye sordum. Kendini affettirebilmiş olması gerekirdi. Mesela telefonunu karıştırması da büyük bir problemdi bence. Bu konu için de ayrı olarak kendini affettirmesi gerekirdi.
"Diledi." dedi Utku, gözlerindeki o hınzır ifadenin ne anlama geldiğini biliyordum. Konuyu burada kapatmak en iyisi olacaktı. Devamını dinlemeye pek hevesli değildik...
💫
"Yani açıkçası," dedi Ebru, kahkaha atarak. Deniz, uyumaya gideli yarım saat kadar olmuştu. Aramızdan ilk elenen de Ebru olmuştu. Ağzını bile bulamayacak seviyedeydi. "Seviyorum." dedi, Ercüment'e bakarak.
"N'apayım?" sorusu da Ercüment'e idi. Azad, kenardan sırıtarak ikisini izliyordu. Ben ise Utku'nun koluna girmiş olayın nerelere gideceğini tahmin etmeye çalışıyordum.
"Bence Ercüment de seviyor." diye araya girdi Utku. Kafası uzaya çıkacak ikinci kişi de kendisiydi belli ki. "Gerçekten mi?" diye sordu Ebru hevesle. Ben ise dirseğimi hafifçe Utku'ya vurmuştum. Kızı heyecanlandırması hiç hoş değildi.
Ben, Ebru'nun ne yazık ki umutsuz vaka olduğu düşüncesindeydim.
Ercüment, Deniz'in gitmesini fırsat bilerek ikinci sigarasını da yaktı. Bakışları Azad'ın üzerindeydi. Kendi aralarında gözleriyle şu an konuşuyorlardı, birbirlerini anlıyorlardı. Keşke ben de üçüncü kişi olarak aralarına dahil olup ne dediklerini anlayabilseydim. Onun yerine gözleri kaymaya başlayan Utku'ya döndüm. Neden kıza umut veriyorsun, demeye çalışmıştım. Alkolün etkisiyle maalesef artık gözlerimi okuyamayacak kadar uzaklardaydı.
Azad'a tekrar baktığımda gülümseyerek gözlerini kapattığını gördüm. Konuşmaları bitmişti ve bir konuda anlaşmışlardı.
Ercüment, Ebru'ya döndüğünde Ebru kadehindeki son yudumu da içmiş, sertçe bardağı masaya bırakmıştı. "Bence," dedi Utku'ya bakarak. "Günlerdir bana kur yapıyor zaten."
Ercüment güldü. Uzun uzun güldü. Ebru ile dalga geçmesi ya da dalga geçer gibi davranması hiç hoşuma gitmemişti. Ben de sarhoş olan üçüncü kişi olsaydım kesin müdahale ederdim ama Ebru bu gülüşü yarın sabah belki hatırlamayacaktı bile... Ortamı germeye hiç gerek yoktu.
"Hoşuna gitti söylediğin şey." dedi Utku. Gözlerini Ercüment'e çevirmişti. Ya yüzündeki ifadeyi çözmeye çalışıyordu ya da bomboş bakıyordu. Tam olarak emin değildim.
"Gitti mi?" Azad da Ercüment'e bakıyordu, sırıtarak.
"Gitti." dedi Ercüment. "Bir süredir kur yaptığım doğru. Sadece Ebru bunu anlıyor mu emin değildim."
Demek ki Azad ile kendi aralarında gözleriyle bunu konuşmuşlardı.
Yuh, bu kadar uzun bir konuşma yapabilmişler miydi sahiden?
Utku ile sadece bakışarak tüm gece konuştuğunuz günleri hatırla Rüya. O kadar da imkansız değil sanki, ne dersin?
Doğru, çok da imkansız değildi bu durum. Sadece Azad ve Ercü ikilisinden böyle üstün bir performans sergileyebilmelerini beklemiyordum.
Ebru, "Ne dedi o?" diye çığırdığında yüzümü buruşturdum. Bağırmasına gerek yoktu ki... Hepimiz duyuyorduk işte.
"Sana kur yapıyordum." dedi Ercüment, sigarasını söndürürken. "Çünkü bir şekilde kararımı değiştirmeyi de beni etkilemeyi de başardın."
"Umarım sabah bunları hatırlarsın Ebru." diye mırıldandım. Hatırlamazsa anlattığımda pek inanacak gibi durmuyordu.
"Beni kendine çekmeyi başardın." diye devam etti Ercüment.
"Çok ilginç ama laflarımı yutturdun. Demek ki bir kıvılcım için farklı gözle bakabilmek gerekiyormuş."
Gülümseyerek Utku'nun omzuna yasladım başımı, tekrar.
Bu mutlu tablonun hiç bozulmaması, yani bu gecenin hiç bitmemesi gerekiyordu. Tam şu an zamanı durdurup bulunduğumuz noktaya bizi hapsetmek istiyordum. Yarın akşam, bir uçağa binip buradan gideceklerini aklıma getirmemem mümkün değildi.
Şimdilik, tadını çıkartmam yeterliydi.
"Ay, şaka yapmıyor bu!" Ebru, bağırarak yerinden kalkıp Ercüment'e sarılmak için kalkmıştı. Gülümsedim, gözlerimi yavaşça kapattım. Bir süre onların mutlu seslerini dinlemem gerekiyordu.
Utku, başıma bir öpücük bıraktığında gözlerimi tekrar açtım. "Seni çok seviyorum yavru!"
"Ben de seni çok seviyorum Utku!"
Azad, herkesin birbirine sevgi gösterdiği noktada yalnız kalışına bozulmuş gibiydi. "Kıskandı yine." dedim, gülerek. Utku ise başımı omzumdan kaldırarak yerinden kalktı ve Azad'ın yanına gitti. Eğildi, arkadan Azad'a sarıldı. "Tamam Azad!" dedi, coşkuyla. "Seni de çok seviyorum."
Azad başını Utku'ya çevirdiğinde bulundukları hal beni o kadar güldürmüştü ki hemen masanın üzerinde duran telefonumun kamerasını açıp birbirlerine aşkla (!) baktıkları görüntüyü ölümsüzleştirdim.
"Hepinizi çok seviyorum!" dedi Utku. "En çok da Azad'ı."
Bir yandan Azad'ın sandalyesini sarsıyordu. Kahkahalarım, evin içinde yüksek desibelle yankılanırken Deniz'in uyanmasını pek önemsemiyordum.
Her şey, çok güzeldi...
💫
Bir daha Hissiz Aşık'ta görüşür müyüz bilemiyorum ama illa ki bir yerlerden iletişimde kalmaya devam ederiz... GÖRÜŞMEK ÜZERE!
twitter: sonszlukicinde
instagram: sonsuzlukicindea
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro