Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

8. Bölüm

Hoş geldiniz ❤️

Bölüm günü belirlemeye çalıştıkça bölüm atasım geliyor evet. Özellikle modum ne zaman düşse sizinle buluşmak istiyorum.

Siz de yorumlarda benimle buluşun olur mu?

Oy vermeyi unutmayalım lütfen ❤️

Keyifli okumalar.

💫

"Ya baban?" diye sordum ve kelimeler dudaklarımın arasından çıkıp özgürlüğüne kavuştuğu an tüm vücudumu bir pişmanlık kapladı.

Azad, bakışlarını kaçırdı.

Yutkundu.

Yutkundukça yerinden oynayan adem elması kaç kez art arda yutkunduğunu saymama olanak tanıyordu.

Tam dört kez yutkundu ve ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkarttı.

Sağ elinin işaret ve orta parmağının arasına sıkıştırdığı sigaraya birkaç saniye baktıktan sonra koyu kahve gözlerini bana çevirdi.

"Aşka inanır mısın Rüya?" diye sordu ve sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırdıktan sonra hızlı bir şekilde alevlendirdi.

💫

"Bilmiyorum." dedim bakışlarımı Azad'ın üzerinden çekip ayakkabılarıma yöneltirken.

"Aşk," dedi ve sigarasından bir nefes daha çekti. Gözlerim, yüzünü bulduğunda surat ifadesi acı çeker gibiydi. "Güzel şeydir." dedi. Onun da gözleri benim gözlerime yönelmişti. "Aşık olana değil ama o aşkı iliklerine kadar hissedene güzeldir aşk." diye bitirdi cümlesini.

Tekrar konuşmaya başlamasını beklerken o yerinden kalkıp terasın daracık zeminini turlamaya başlamıştı. Konunun babasından aşka gelişiyle ilgili tonlarca teori üretebilirdim fakat bunun yerine düşünmeyi bırakmaya çalıştım. Zihnimde kuracaklarım, gereksiz ihtimal olarak yoluna devam edecekti muhtemelen. Düşünmek yerine Azad'ı izlemeye başladım.

Siyah ceketinin altına bej renk dar bir kazak giymişti. Kazak, vücuduna o kadar uyumluydu ki sanki onun vücut ölçüleri için özenle dikilmişti. Ceketinin kolunu biraz yukarıya doğru çekmişti. Kolundaki belli belirsiz birkaç damar, eline doğru uzanıyordu. Kahve içerken fark etmediğim elinin üzerindeki damarların sinirlenince belirginleştiğini düşünür olmuştum. Karşımda oturan birinin elindeki damarı normal şartlar altında fark ederdim çünkü.

Siyah ceketiyle bütünleşmiş gibi duran siyah pantolonunun paçası boldu. Boru paça olarak nitelendiremezdim, kesinlikle dar paça da değildi. Pantolonunun altına giydiği siyah spor ayakkabısını da süzdükten sonra bakışlarımı tekrar yüzüne doğru kaldırdım. Onu ne zaman görsem baştan aşağı siyah giymiş oluyordu ve ben her seferinde sanki üzerinde çok ilginç kıyafetler varmış gibi onu inceliyordum.

"Cevap vermedin." dedi onu incelemeyi bıraktığımı fark ederek. Başımı hafifçe sağa sola sallamaya başladım. Bu konu benim uzmanlık alanım değildi ama konuşmamı bekliyordu. Ne diyeceğimi bilemez şekilde yutkundum.

"Bilmem ki." sözcükleri dökülebildi dudaklarımın arasından. İlgisiz bir biçimde bana baktığını fark ettiğimdeyse sadece omuz silktim. Hem konuşup konuşmayacağımı sorguluyordu hem de umurunda değilmiş gibi davranıyordu. Çok mühim olmayan görüşlerimi duymasa bir şey kaybetmezdi.

"Hiç mi yorumun yok aşka karşı?" dedi. Cebinden çıkarttığı sigara paketini elinde döndürmeye başladığı esnada yerimden kalkarak yanına gittim. Elindeki sigara paketine doğru uzandığımda paketi tuttuğu elini yukarı kaldırdı. Boyumun elinin uzandığı son yere kadar uzanmayacağını biliyordu. Ben de bir sigara için çırpınmayacaktım.

"Çocuk musun sen ya?" dedim misilleme yapmak isteyerek. Yüzündeki solgun ifade yerini tebessüme bıraktığında ben de gülümsedim. Birkaç adım geriye attığım esnada paketi indirdi. "İstiyorsan al." dedi ama paketi uzatmadı. "İçmeyen birine sigara ikram etmek benim kitabımda yazmıyor."

"O da mı yakışmaz sana?" dedim kafede otururken kurduğu cümleye karşılık. Belli ki Azad'ın kuralları için bir liste oluşturmak gerekiyordu. Şimdiden iki tanesini öğrenmiştim bile.

"Yakışmaz tabii." dedi. Göz devirip koltuğa oturduğumda kendi de paketten sigara almadan tekrar cebine koydu. "Kimseyi sigaraya başlatan o kötü arkadaş olamam." dedi karşımda duran sandalyeye yerleşirken.

"Büyülü senin paketin hemen tiryaki olacaktım zaten!" sitemle kurduğum cümleye karşılık yüzünde mimik dahi oynamadı.

"Aşk." dedim gözlerimi yüzünden çekmeden. Suratındaki üzgün ifadenin nedenini öğrenmek istiyordum.

Bakışları beni bulduğunda derin bir nefes aldım. Zihnimde aşkla ilgili hiçbir şey yoktu ve ben bir cümle kurmaya çalışıyordum. Onu tatmin edecek bir cevap arıyordum yüreğimin en ücra köşelerinde. Biliyordum, ben aşkı tanımlayabilecek kadar o güzelliğe sahip insan tanımıştım. Aşka o kadar uzak değildim.

"Aşk çok garip bir duygu bence." diyebildim sadece. En azından dıştan gördüğüm kadarıyla fazlasıyla alengirli bir işti.

"Nasıl garip?" diye sordu.

"Aşk kalıcı bir duygu değil." dedim kendimden emin bir halde. Bu kanıya nereden vardığım hakkında ufacık bir fikrim olmasa da kendimce yorum yapıyordum.

"Öyle." dedi. Yüzündeki ifadesiz tavrı korumaya çalışır gibi bir hali vardı. Gözlerimi Azad'ın hemen arkasında duran denizle buluşturdum.

Uçsuz bucaksız mavilik, sonsuzluğu kanıtlamak ister gibiydi. Sonsuzluk denen olgu, içi hem boş hem de onun taban tabana zıttı şekilde dolu bir kavramdı. Sonsuzluğun içine girip salına salına gezmem gerektiğini hissettiriyordu böyle konuşmalar. Bu dünyadaki her şey sonluydu.

Sonu olmayan, düşüncelerdi. Belki bir de bazı acıların sonu yoktu. Her mutluluğun sonu vardı. Her güzel olayın bir bitişi vardı. Bu dünyanın sonu vardı ama baktığım denizin sonu yok gibiydi.

Son yoksa, belirsizlik vardı. Sonsuzlukla birlikte ortaya çıkan belirsizlik insana kafayı yedirtebilirdi.

"Ne düşünüyorsun?" Azad'ın sesi, zihnimin her köşesine çarpıp beynimi sürüklendiği diyardan çıkartırken birkaç saniye boş gözlerle ona baktım.

"Her şeyin bir sonu olduğunu." dedim lafı ağzımda evirip çevirme gereği duymayarak.

"Aşk biter, sevgi biter, nefret biter, kırgınlık geçer." dedi Azad ve gülümsedi. "Saygı bitmemeli." diye ekledi.

Başımı aşağı yukarı salladım. Onu onayladığımı belli etmek için her seferinde bu hareketi yapacaktım. Cümle kurmaya üşeniyorsun diye dalga geçtiğim Azad'ın karşısında cümle kuracak halim kalmamıştı. Aklım sürekli Sinem'e kayıyordu ve ne konuştuğumuzu anlık olarak unutuyordum.

"Aşk gerçekten bitiyor Rüya." dedi Azad iç çekerek. "Sevgi de bitiyor."

"Aşk diye bir şey var mı ki?" dedim. Cümleyi kuran ben değildim. Bu soruyu bana sordurtan içimde sürekli boğuştuğum sesti.

"İnanmıyor musun aşka?" diye sordu Azad. Güldüm. Gülüşüm son derece alaycıydı. Amacım onunla ya da aşk denilen o çarpıcı duyguyla dalga geçmek değildi. Benim alaycı gülüşüm kendimeydi.

"İnanmıyorsun." diye cevapladı kendi sorusunu.

İnanmamak değildi bendeki. Yaşamadığım, hissetmediğim bir olayın gerçek olduğunu kendime kanıtlayamıyordum. Bu kadar basitti.

"Ben inanıyordum." dedi. Kendi kendine konuşuyordu ve bundan hiç rahatsız değildi. Cevap vermedim. Zaten cevap beklemiyordu. Bu yüzden sessizlikle bir bütün oldum ve onu izlemeye başladım.

"Babamı sordun ya hani," dedi ve gülümsedi. "Bu muhabbetin sonu oraya gidiyor."

"Bahsetmek istemezsen sorun yok." diyebildim. Özel hayatını, üstelik ailesiyle ilgili mühim olan olayları üç gündür muhabbet ettiği birine anlatmak gibi bir yükümlülüğü yoktu.

"Bilmiyor musun gerçekten?" dedi şaşkınlıkla.

Başımı iki yana salladığımda dudakları aşağı doğru kıvrıldı.

"Duymayan varmış." dedi ve az önce sigara almadan cebine koyduğu pakete uzanarak içinden bir dal aldı.

Yakmadı, parmaklarının arasında tuttu. Alıp verdiği nefesler göğsünün kalkıp inmesine sebep olurken yüzündeki ifadeden anladığım, mutsuz olduğuydu.

Konuşmak için enerji topluyormuş gibi etrafına bakıyordu. Elini, saçına atıp onu düzelttiğinde öncekilere oranla çok daha büyük bir nefes doldurdu ciğerlerine ve saniyeler boyu öylece hareketsiz durup nefesini tuttu. Gözünü bile kırpmamıştı. Nefesi ağır ağır bırakırken konuşmaya başlayacağını düşünsem de beni yanılttı.

Aceleci bir tavırla sigarasını yaktı. Sandalyede oturuşunu dikleştirdikten sonra gözlerini gözlerime dikti ve "Babam," dedi. "Anneme çok aşıktı." diye ekledi.

"Yirmi dört yaşındayım ben, yirmi dört yıl boyunca hiç böyle bir aşk görmedim."

"Baban hayatta mı?" diye araya girdim dayanamayarak. Eğer yaşamıyorsa, susmalıydı. Acısını tekrar hatırlayıp bir kez daha yıkılmamalıydı.

"Gerçekten bilmiyorsun sen." dedi gülerek. "Gerçi doğru. O zamanlar sen küçüktün. Hatırlamıyorsundur o rezillikleri."

"Ne zamanlar?" dedim.

"Aylin altı yaşındaydı. Sen hesapla kendi yaşını." dedi Azad ve bakışlarını kaçırdı.

Aylin, şu an on iki yaşındaydı. Altı sene önce gitmişti. On dört yaşındayken yaşanmış bir olayı hatırlamamam mümkün değildi ama mahalleden her zaman daha uzak olduğum için yaşananları duymamış veya görmemiş olmam olası bir durumdu.

"On sekiz yaşındaydın sen." dedim. İstemsizce suratım asılmıştı.

"Evet, on sekiz bile değildim. Olmak üzereydim." diye cevapladı.

Sessizliği tekrar üzerime çektim ve konuşmaya devam etmesini beklemeye başladım. Gözlerinden yansıyan öfke, üzgünlüğünün üstünü bir yorgan misali örtmüştü.

"Annemle babam, kaçarak evlenmiş." dedi Azad gülümseyerek. Yüzündeki ve sesindeki sıcacık ton, onlardan bahsederken ne kadar huzurlu olduğunu belli ediyordu.

"Çok sevmişler birbirlerini. Dedem, yani annemin babası istemiyormuş babamla evlenmesini."

"Neden?" diye sordum merakla.

"Uzaktan akraba bizimkiler." dedi Azad. "Akrabalık girince işin içine dedem olay çıkartmış."

"Onlar da kaçmışlar." dedim cümlesini tamamlamak istercesine. Başını olumlu anlamda salladı ve iç çekti.

"Aşk işte, kör ediyor insanın gözünü. Ben çok akıllıyım diyeni bile tepetaklak eder bu duygu." dedi.

Konuşmadım. Alt dudağımı öne doğru sarkıtıp dinlemeye devam ettim.

"Dedim ya hani annem duygularını belli etmez diye."

"Evet." dedim. Biri konuşurken onaylamak için bile olsa araya girmekten hoşlanmıyordum ama Azad benden tepki bekliyordu ve bunu her haliyle bana yansıtıyordu.

"Göstermezdi ama hissettirirdi. Babama olan aşkını ben hissederdim, öyle ilginç bir durum vardı." dedi.

Birkaç saniye gözlerini kapatıp öylece durdu. Kaçtığı geçmişine koşarak gidiyordu ve arada yolculuğunu yarıda kesmek belli ki onun yenilenmesini sağlıyordu.

"Babam bir gün eli boş gelmezdi eve. Çikolata, çiçek, kolye... Yerde çıkmış otu annemin seveceğini düşünse onu getirirdi. Taş bulsun, inansın tüm yüreğiyle biricik karısının hoşlanacağına sırtlar getirirdi."

"Azad." dedim. Görüntüsünde hiçbir değişiklik yoktu ama titreyen sesi tüm hislerini ele veriyordu. "Sormadım say." dedim. Merak ediyordum etmesine ama ben merakımı giderecek tonla yol bulabilirdim. Titreyen sesi, dakikalar sonra telafi edemeyeceğim bir yola sokar bizi diye çekiniyordum.

"Bir kez babam bana vurdu." dedi Azad gülerek. "Neden biliyor musun?" diye sordu.

Bakışlarımdan yeterli cevabı aldığında devam etti.

"İlk ve son kez Aylin'e zarar vermiştim çünkü."

Kaşlarım benim iznim olmadan havalandı. Azad, Aylin için düşünmeden hayatını silebilecekken ona zarar vermiş olmasına inanamıyordum.

"İsteyerek olmadı, bana öyle bakma." dedi ve bakışlarını kaçırdı. Gözlerini ellerine sabitledi.

"Lisedeydim, sürekli oyun oynamak için yanıma geliyordu. Küçüktü üç yaşında falandı."

Cümlesini tamamladıktan sonra cesaretini tekrar toplamış olacak ki bakışlarını benim üzerime çevirdi.

"Ders çalışıyordum. Laftan anlamıyordu asla. Bir an için gaflete düştüm ve onu ittim. Kafasını masaya çarptı."

Surat ifadesindeki, yıllar önce yaşanan olay için duyduğu pişmanlık rahatlıkla okunabiliyordu.

"Babam bana ilk ve son kez o zaman vurdu." dedi ve gülümsedi. "O gece ben sabaha kadar Aylin'i incittiğim için Aylin uyurken onun başında oturdum. Babam da sabaha kadar bana vurduğu için üzüntüsünden salonda oturdu."

"Çok üzgünüm." diyebildim.

"Harika bir babaydı." dedi gülümseyerek.

"Özlüyor musun?" diye sordum. Konuşmanın akışına müdahale etmemeliydim ama kendime de engel olamadım.

"Hayır. Nefret ediyorum."

Şaşkınlıktan aralanan dudaklarım, onun gülümsemesine sebep oldu. Tebessümünde mutluluktan eser yoktu. Yüreğindeki sızıyı dudaklarındaki tebessüme yüklemiş gibiydi daha çok.

"Üniversiteyi yeni kazanmıştım. Reşit olduğum gün, bana araba alacağını söylüyordu sürekli."

Almamıştı. Henüz Azad on sekiz olmadan yaşanmıştı ne yaşandıysa.

"Bir sabah uyandık. Babam yok. Çalışmıyordu o gün, işe gidemezdi. Markete falan gitmiştir diye düşündük." dedi ve elinde tuttuğu, kendi kendine biterek sönen sigarasını yere attı.

"Annemle kahvaltı hazırladık birlikte. O sofra öylece orada kaldı. Gelmedi babam." dedi.

Bu kadar mutlu gözüken bir aile nasıl dağılabilirdi? Ölmemişti. Başına bir iş gelmiş olsa nefret ediyorum demezdi.

"Ulaşamadık hiçbir şekilde. Günler geçti haftalar geçti. Polise gidildi. Yer yarıldı sanki yerin içine girdi. Babamı bulamadılar."

"Azad," dedim sakin bir ses tonuyla. Anlatırken nefesi kesiliyordu. Ağlamıyordu ama ağlamak istediğine fazlasıyla emindim. Bu konuşma burada bitmeliydi.

"Dinle." dedi gülerek.

"Annem perişan, Aylin bana her gün babamı soruyor. Oyalıyorum onu. O zamanlar sanıyor ki o uyuduktan sonra geliyor babam, o uyanmadan gidiyor."

Yutkunmak istedim ama başaramadım. Boğazım düğümlendi. Konuşsam, ne diyecektim?

"Annem duvar izliyor. Tüm yaptığı bu kadar. Duvarda babamla fotoğrafları asılı, sürekli ona bakıyor."

Cebinden çıkarttığı paketten bir dal sigara daha aldı. Elinin titrediğini ilk o zaman fark ettim. Titreyen sesine o kadar odaklanmıştım ki fiziksel tepkilerini algılamakta geç kalmıştım. Azad'ın tüm vücudu tir tir titriyordu.

Sigarasını yakmadan tekrar gözlerime baktı. "Sen olsan ne yapardın?" diye sordu ve sigarayı dudakları arasında sıkıştırdı.

"Bilmiyorum." dedim.

"Ben aklımı kaybetmek istedim." dedi kahkahalarının arasından. Acısını saklayabilmek için gülüşünün arkasına sığınıyordu.

"Kaybedemezdim ama." dedi. "Annem aklını kaybetmişti zaten. Aylin vardı."

Göğüs kafesimin tam orta yerine giren sancı nefes almama engel olmak ister gibi bastırıyordu. Ben derin bir nefes almaya çalıştıkça nefesim kesiliyordu. Acısını yaşamaya hakkı bile olmadan, Aylin için yaşamıştı, onun için sağlam kalmıştı.

"Bir gün," dedi ve duraksadı. Ona bakamıyordum bile. Sorduğum soru yüzünden acısını tekrar yaşıyordu ve benim ona bakmaya hakkım yok gibi hissediyordum.

"Kapı çaldı. Mektup gelmiş bana. Aylin ve annem mahallede oturuyorlar." dedi. "İşte tam o gün tüm mahalle rezilliğimize şahit oldu. Bilmemene o yüzden şaşırdım."

"Bilmiyordum." dedim. Utanıyordum. "Bilsem, sormazdım." diye de ekledim. Yanaklarımda hissettiğim sıcaklık yavaş yavaş tüm vücudumu esir almaya başlamıştı.

"O mektubu o kadar çok okudum ki Rüya, satır satır ezberledim." dedi.

"Sormamam gerekir." dedim. Bu, merak ediyorum ama artık anlatma anlamına geliyordu. Düşüncelerimi okuyamadığı için de ne yazık ki anlayamamıştı.

"'Oğlum, canım Azad'ım,'" yazmıştı giriş cümlesine." gülümsedi. Tüm konuşma boyunca ilk kez samimi bir gülüş yakalamıştım yüzünde.

"Devamını okumadım bile, anneme koştum. O kadar salağım ki!" sesindeki titreme yerini buz gibi tonuna bırakmıştı. Yabancı olmadığım soğukluk, biraz olsun oturduğum yerde dikleşmeme izin verdi.

"Neyse." dedi aynı tonla. "Mektubu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Bir kadınla kaçmış gitmiş kansız." dedi Azad. Ses tonundaki değişimin sebebini anladığım anda yüzümde mimik oynatmamak için kendimi kastım. Şu an vereceğim herhangi bir tepki, haddim olmayan yerlere gidebilirdi.

"O gün sana kızdım." dedi. "Mahalledeki herkes biliyor olayı, hepsi Aylin'in kendilerine alışmaması için tembihli." dedi.

"Neden?" diye sordum. Aylin, desteğe ihtiyacı olan bir çocuktu.

"Öz babasına güvendi, sonu babası hayattayken yetim kalmak oldu. Başka kimseye alışmasını istemiyorum." dedi öfkeyle. Sesinin yükselmeye başlaması, bana sinirinden değildi.

"Kendi kendine yetebilmek zorunda. Bunu öğrenecek, zor olacak ama öğrenecek. Sıkılsa da üzülse de benden başka kimseye sığınmayacak da alışmayacak da." diye ekledi.

"Annen de var Azad." dedim hatırlatmak istercesine. Sanki annesi de onları bırakıp gitmiş gibi konuşuyordu. "Doğru." dedi imalı bir halde ve devamını getirmeden sustu.

"Üzgünüm." dedim. "Başka ne denir inan bilmiyorum."

"Keşke ölseydi." Azad, iğrenir gibi bakıyordu. "Ölseydi eğer, ardından üzülmeye değmiş olurdu."

"Deme öyle." dedim. Neden böyle bir tepki verdiğimi bilmiyordum. Birden ağzımdan kaçmıştı.

"Hayatında hiç gerçekten nefret ettiğin biri oldu mu? Karşıma çıksa canını çıplak ellerimle alırım, hiç acımam dediğin biri?" dişlerini sıkarak kurduğu cümle tüylerimi ürpertirken sadece olumsuz anlamda başımı salladım. Nabzımın arttığını hissedebiliyordum.

"Nefret o kadar güçlü bir duygu ki," dedi ve başını iki yana salladı. "Kalbini tamamen karartabilecek bir his. Şu an karşıma geçse, ellerimle babamı öldürürüm."

Sanki zaman tam o saniye durmuştu. Karşımdaki kişinin nefret hissi ete kemiğe bürünmüştü ve karşıma oturmuştu. Elimi uzatsam, siyahlık bana da geçecek gibiydi. O kadar içtendi ki söyledikleri, ondan korkmamak mümkün değildi. Ne yapacağımı bilemez halde, sol elimi sağ elimin üstüne koymuş sadece onu seyrediyordum. Bir gün benden de nefret edip beni öldürmek ister miydi?

"Aylin'i üzdüğü için." dedi Azad. "Aylin'i geceler boyu ağlattığı için ondan alınacak bir intikamım var."

En azından beni öldürmek istemesi için bir sebebi olamazdı. Aylin'i üzecek hiçbir şey yapmazdım. Küçücük çocukla ne gibi bir derdim olabilirdi?

"Karabasan gibi çökmek istiyorum hayatına. Her gece ağlasın istiyorum." dedi. Kendini kaybetmiş gibiydi. Sanki bir transa girmişti ve onun yerine başkası konuşuyordu.

Göz teması kuramıyordum. Dalmıştı. Elimi gözünün önünde sallasam da değişen bir şey olmadı. Sol elimi, istemeden de olsa korkarak, elinin üzerine bıraktığımda irkildi ve gözlerini hızlıca kapatıp açtı.

"İyi misin?" dedim. Kendine geldiğini düşünüyordum.

"İyiyim." dedi. "Kalkalım mı?" diye de ekledi.

💫

Yolculuk boyunca Azad ile konuşabilmemize fırsat yaratacak bir durum gerçekleşmemişti. Ben, metrobüsün camına başımı yaslamış şekilde kulaklıklarım kulağımda yolculuk yaparken Azad ise çapraz koltukta ellerini göğsünde kavuşturup yolculuk boyunca öylece durmuştu. Gözlerim kapalı şarkıların dünyasına giriş yaptığımdan olsa gerek onun yüzünü çok inceleme fırsatı bulamıyordum ama her şarkı bitişinde daldığım evrenden uzaklaşıp gözlerimi aralayıp bakabiliyordum.

Yüzündeki sert ifade, dışarıya hiçbir anlam sızdırmamaya yemin etmiş gibi kendini koruyordu. Az çok onu tanıyabildiğim kadarıyla acısını saklayabilmek için sığındığı yöntem ifadesizlikti. Bazen de öfke...

Onu analiz edebilecek kadar yakın değildim, Azad'a yakın olmak isteyip istemediğimi de bilmiyordum. Bir yanım, onun gerçekten iyi bir arkadaş olabileceğine dair beni yönlendirmeye çalışırken ondan uzak durmamı söyleyen taraf nedense daha ağır basıyordu.

Tanıdığım kadarıyla diyerek ifade edişim de fazlasıyla saçmaydı. Biraz olsun tanımıyordum ve Azad'ın hayatına dahil olmak demek, ne getireceği belli olmayan bir kuyuya kendimi atmamla eşdeğerdi. Aylin'i seven insanlardan rahatsız olduğunu düşünmüştüm günlerdir. Aylin'i seven insanlarla derdi yokmuş, onu kendine alıştıran insanlarmış sorun. Onun penceresinden olaylara bakmaya çabaladığım her an hak veriyor olsam da dışarıdan bir gözle bu yaptığı doğru değildi. Aylin, illa ki birilerine alışacaktı. Üzülse de mutlu da olsa bir şeyler yaşayacaktı ve Azad buna nereye kadar engel olmaya çabalayabilirdi bilmiyordum.

Zihnimin içindeki karmaşa Aylin'den Sinem'e yöneldiğinde Sinem'in bana yaşadığı kötü olayları neden anlatmadığını algılayabiliyordum. Annem ve babamda gördüğü gereksiz anlayışa sahip bir insan değildim. Hatalarını düzeltmesi için ona yardım edebilecek, yol gösterebilecek tek kişi bu ailede benken nasıl görmezden gelebilirdim? Hayatının raydan çıkmasına engel olmak için bir çaba sarf etmiyorsa bunu belki kızarak belki de bağırıp çağırarak ben yapmalıydım. Doğru veya yanlış olanı kendim bulmuş olabilirdim fakat Sinem bunları tek başına yaşamak zorunda değildi. Sevmek, bir nevi bu olarak da kabul edilebilirdi bence. Sevmiyor olsam, umursamazdım. Varsayımlarla sürdürdüğüm sevgi yolculuğunun sonuna gelmemi sağlayan metrobüsteki robotik kadın sesinin durağın ismini söylemesiyle gerçekleşti. Kürkçü dükkanına dönmüştük sonunda.

Metrobüsten inip mahalleye kadar yürüdüğümüz on dakikalık süreçte kulaklığımı çantama sıkıştırmıştım. Yol boyu süren sessizliğimiz mahalleye adım atmak üzereyken Azad'ın telefonunu çıkartıp birini aramasıyla kesilmişti.

"Neredesin?" diye sordu. Karşıdan gelen cevabın ne olduğunu bilmesem de istediği bilgiyi aldığı telefonu onaylayarak kapatmasından belliydi.

"Metin'in yanına gidiyorum. Özge ve Ebru da yanındaymış, gel istersen." dedi.

"Ne alaka?" dedim. Gülüşüme de engel olamamıştım. Özge'nin Metin ile bir arada bulunması içten içe hoşuma gitmişti. Belki de isteğine kavuşmasına çok az kalmıştı diye düşündüm.

Mahalleye adım attığımız anda karşımıza çıkan Reyhan abla ikimizi de baştan aşağı süzdü. Gözleriyle bizi taciz ediyor oluşunu hiç saklama gereği duymuyordu. Bakışlarındaki şaşkınlık, kaşlarının havalanışından fazlasıyla kendini ele veriyordu. Dudakları 'vay be' dercesine bir şekil aldığında bizi süzüşündeki ikinci turunu bitirip yüzümüze odaklanabildi. Yanımda Azad, yüzümde garip bir tebessüm ve karşımda Reyhan abla.

"Hayırdır Azad oğlum?" dedi Reyhan abla ve sol elinin dışını sağ avuç içine vurdu.

"Hayırdır Reyhan abla?" diye karşılık verdi Azad da. Dalga geçtiği bir hayli belliydi, bunu anlamamak için saf olmak gerekirdi.

"Mahallemizin kızlarına göz mü dikiyorsunuz oğlum siz artık? Yakışır mı size?" Reyhan abla, sitemli cümlesiyle Azad'ı hedef alırken bakışlarıyla da beni yerden yere vuruyordu. Üst düzey bir olay olmadığı sürece kurduğu her cümlede dalga geçtiği bir şeyler olurdu ve bunları da esprili bir dille söylediği için anlaşılırdı. Şu an yaptığı konuşma dalgadan bir hayli uzaktı.

"Ne diyorsun Reyhan abla ya?" diye konuya atladım. "Az önce mahallenin girişinde karşılaştık. Ne göz dikmesi?" dedim ve Reyhan ablanın yüzünden akıp giden mimikleri izlemeye koyuldum. İnanmadığı apaçık ortadaydı ama burada durup da dakikalarca onu ikna etmeye çalışmayacaktım. Kaldı ki ben böyle bir şeye girişsem saatler içinde tüm mahallede Azad ile adımız çıkardı. Böylesi durumlarda üstelemek iyi bir fikir değildi.

"Evet abla, yolda karşılaştık. İki çift laf edemeyecek miyim ben mahallemdeki insanlarla?" dedi Azad. Reyhan ablanın suyuna gitmek yerine ters bir ses tonuyla konuşmayı neden tercih ettiği hakkında bir fikrim yoktu. Sadece bunun işe yaraması için dua ediyordum.

"Öyle olsun." dedi Reyhan abla. "Kaç yaşında adamsın örf adet nedir, gelenek görenek nedir bu yaştan sonra ben öğretecek değilim." diye ekledi.

Azad, gözlerini devirip derin bir nefes aldı. Saygısızlık etmek istemediğini fark edebiliyordum. Tam ağzını açmış konuşacakken Reyhan abla lafını söylemesine izin vermeden araya girdi ve "Geçen kavga etmişsiniz zaten. Var belli sizin bir derdiniz." dedi.

Tam olarak bu cümlenin üzerine Azad'ın çileden çıktığını alnında belirginleşen damardan anlamıştım. Konuşursa, mahallelinin diline ikimiz düşmeyecektik. Çok daha farklı şekilde tek başına düşecekti ve bunu fark ederek olay daha da arapsaçına dönmesin diye öksürerek Azad'ın dikkatini dağıttım.

"Aylin bizdeydi, Azad da izin vermemişti. Bu yüzden tartıştık. Biliyorsun, istemiyor birinin evine gitmesini." dedim. Yaklaşık bir ya da bir buçuk saat önce öğrendiğim bilgiyi kullanabileceğim bir alan oluşmuş olması içten içe maçı çevirdiğimi hissettirse de Reyhan abladan beklenmedik bir atak geldi. "Azad mı?"

"Ya Reyhan abla!" dedim sitemle. "Yıllardır benim bu mahallede şunların hangisine abi dediğimi gördün, duydun sen?" Azad, şunlar diye bahsederken önce kendisini göstermeme sonra da mahallenin ilerisinde oturan iki üç çocuğa parmağımı yönlendirmeme bozulmuş gibi kaşlarını çatsa da omuz silktim.

"Abim değil hiçbiri." dedim ve Azad'a döndüm. "Ben gidiyorum, görüşürüz."

Adımlarımı bilinçsizce apartmana doğru yönlendirirken aklıma Ebru ve Özge'nin yanına gideceğimiz geldiği için telefonu çıkartıp Ebru'yu aradım. "Neredesiniz?" dedim gereksiz muhabbetleri atlayarak. Mahallenin bitişinde, Özge'nin oturduğu apartman vardı. O binanın yanında da mahallenin delikanlıları takılırdı genelde. Orayı boş bulduklarından ve kimseye gözükmek istemediklerinden olsa gerek bulundukları yer orasıydı. Gözükmemek için seçtikleri yer, gençler arasında mahallenin en işlek yeri olarak kullanılıyordu. Harika bir tercihti gerçekten.

Omzumun üzerinden Azad'ın gelip gelmediğini kontrol etmek için baktığımda yaklaşık on adım kadar arkamda oyalanarak yürüdüğünü gördüm. Yürüyüşümü hızlandırıp apartmanın sağındaki boşluğa ulaştığımda Ebru birden yerinden sıçradı.

"Geleceğimi biliyorsun niye korkuyorsun?" dedim gülerek. "Bu kadar çabuk geleceğini nereden bileyim ben?" dedi ve baş parmağıyla damağını yukarı çekti.

"Azad nerede?" diye sordu Metin. Metin'in sorusuna cevap vermeme fırsat kalmadan Ebru ve Özge'den aynı anda bir 'Ne?' çığlığı koptu. "Birlikte miydiniz?" diye sordu Ebru.

Arkamdan gelen ses, Ebru'yu onaylarken ben de herkes gibi bakışlarımı ona çevirdim. Ebru ve Özge kaşlarını çatmış bana bakıyordu. Şu an sana hesap soramıyoruz ama bekle sen anlamına geliyordu bu bakışlar.

"Bana öyle bakma." dedim Ebru'ya. "Numaramı Azad'a verdiğini neden söylemedin?"

Özge, tekrar şaşkınlıkla 'Ne?' diye çığırdığında yavaşça koluna vurdum. "Baya iyi saklanmışsınız ama çığlıklarınla yerini belli ediyorsun." dedim. Azad ve Metin gülmeye başladığında ben hala Ebru'ya bakıyordum.

"Söyledin mi Azad abi?" dedi Ebru. Azad'a abi dedikçe bana sağdan soldan geliyorlardı. Azad, başını salladığında Ebru omuz silkti. "Bir daha benden bir şey isteme." diye sitem etmeyi de ihmal etmedi.

"Kızım sen deli misin?" dedim. "Sen benim yakın arkadaşımsın, bana söyledi diye Azad'a trip atıyorsun."

"Mal bu valla mal." dedi Özge. Özge'nin hakaret içerikli cümlesi Metin'in yalandan öksürmesine sebep olduğunda daha ne kadar şaşırabileceğimi düşünerek onlara baktım. Mal demesine laf edecek kadar yakınlar mıydı? Bu ne ara olmuştu? Özge'yi bir gün önce bıraktığımda hala Metin ile aralarında değil bir elektriklenme selam alışverişi bile yoktu.

"Hayırdır?" dedi Azad Metin'e bakarak. Kaşları önce Özge'yi sonra Ebru'yu gösterdi. Evet, ben de öğrenmek istiyordum bu görüşmenin hayrını şerrini.

"Konuşuruz Azad." dedi Metin. Özge ve Ebru'nun kendisine bakmamasını fırsat bilerek de tek kaşını kaldırmıştı. Azad, bu hareketten bir anlam çıkartmıştı muhtemelen. Ortada hiçbir şeyden haberi olmayan bir ben kalmıştım.

"Birazdan gideriz biz." dedi Özge Metin'e bakarak. Boynunu içe doğru çekmişti. Özge, gözümüzün önünde Metin'e kur yapmaya çalışıyordu. Farkında değildi, beceremiyordu.

"Niye?" dedi Metin ve çaresizce bakışları Azad'ı buldu. Gülüşüme engel olmamıştım. Azad tam olarak ne yapabilecekti ki? Kolundan tutup oturtacak mıydı kızı?

"Bence de çok durmayalım." dedim. "Az önce Reyhan radarından kaçtık. Üstüne bir de bu görüntüyle basılırsak kimseye anlatamayız derdimizi."

"Annemler çay içmeye inecek birazdan zaten, onların yanına geçeriz." dedi Ebru.

"Aman Reyhan abla gelmesin de." dedim yakamı silkerek. Sevmediğimden değildi. Gözümün içine baka baka benim hakkımda konuşabilecek potansiyeldeydi ve ben sakin olabileceğimi düşünmüyordum. Yaşına saygımdan da koskoca kadınla tartışamazdım.

"Ya bir şey sormak istiyorum." dedi Özge. Hepimiz bakışlarımızı ona çevirdiğimizde güldü. Ciddiyetten hoşlanmazdı. "Abla mı teyze mi?" dedi. Ebru ve ben kıkırdamaya başladığımızda Azad ve Metin anlamsızca bize bakıyorlardı.

"Teyze dediğimde kızıyor, abla desem o kadar küçük değil." dedim. "Teyze denilecek kadar büyük de değil. Dilime ne gelirse onu yapıştırıyorum işte." dedim gülmeye devam ederken.

Azad, iki elini de pantolonunun cebine sokmuş öylece beni izliyordu. Yüzümün önüne düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırıp ona baktım. Yüzünde herhangi bir mimik olsa aynı şekilde karşılık verebilirdim ama dümdüz bakmakla yetiniyordu. Tek gözümü kırpıp gülümsedim. 'Ne oldu?' demeye çalışıyordum kendi çapımda. Omuz silkerek karşılık verdi ve bakışlarını ayakkabısına çevirdi.

Ebru'nun telefonundan yükselen melodi ve ardından 'Annem.' demesiyle hepimiz dağılma vaktinin geldiğinin farkına vardık. Özge, Metin'i yandan yandan süzmeye çalışırken dışarıdan ne kadar komik gözüktüğünü fark etse sanırım bir daha asla böyle bir işe kalkışmazdı. Ebru gülmemek için tek eliyle dudaklarını gizlerken ben de Azad'ın önünde durup kapattığı tek geçiş yolumuza baktım.

"Görüşürüz." dedim. Tebessümümü sunmayı ne kadar istemiş de olsam yüzündeki ifadesizlik yüzünden buna engel oldum ve aynı onun gibi bakarak geçmem için müsaade ettiği yola doğru adımladım. Arkamdan gelen Ebru ve Özge, Metin ve Azad ile vedalaşırken Metin'e veda etmeyi unuttuğumu fark ederek onlara doğru döndüm ve sol elimi havaya kaldırdım. Metin, elini göğsünün üzerine koyduğunda selamımı aldığından emin oldum ve mahallede herkesin görebileceği alana adımımı atmış bulundum.

"Ölmek üzereyim." dedi Özge kısık bir sesle. "Dur tahmin edeyim." dedi Ebru ve bana baktı. Cümlesini tamamlamamı istiyordu. "Heyecandan!" dedim kahkaha atarak. Özge, tavrımıza bozulmuş olsa da birkaç saniye içinde o da gülüşlerimize eşlik etti.

💫

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Gelecek bölümde görüşmek üzere ❤️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro