Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

7. Bölüm

MERHABA! Nasılsınız?

Sonunda kavuştuk... Gecikme için çok özür dilerim. Sınavlar beni çok yordu ama kurtuldum. Sadece yarın sabah için 1 tanecik kaldı ona da dualarınızı bekliyorum ❤️

Keyifli okumalar dilerim.

Lütfen oy vermeyi unutmayınız.

Yorumlarınızı bekliyorum ❤️

💫

Hilal'in komutunu bekliyormuş gibi telefonu açıp kulağıma dayadığımda son zamanlarda sıklıkla duyduğum, önceden olsa yabancı diyebileceğim o tanıdık ses kulağıma doldu.

"Çocuk musun sen?"

Beklemediğim sorusu, istemeden de olsa gülümsememi sağladı. Hilal'in beni baştan aşağı süzüp tekrar başa dönmesi ve bu eylemini defalarca kez tekrarlaması da iyice sinir katsayımı yükselttiğinden onu ardımda bırakarak salona doğru ilerledim.

Cevap vermeyişim, Azad'ın tarafında olumlu karşılanmamıştı sanırım. İç çekmesinin sebebi bu olmalıydı ve onun bu hareketiyle yanıtlamam gereken soruyu da düşünme fırsatım oldu. Teorikte çocuk değildim, pratik açıdan ise hiç alakam yoktu.

"Ne alaka?" diye cevapladım. Vermeyi düşündüğüm cevap bu değildi ama dudaklarımdan sitem dolu sözcüklerin dökülmesine engel olamadım. Sitemimin onunla hiçbir alakası olmasa da bunu açıklayabileceğim bir konumda değildik.

"Yine başlıyor muyuz? Gardımı alayım ben." dedi Azad. Güldüğünü anlamamam için salak olmam gerekiyordu. Birden parlamamış olması sabrının seviyesini bugün yüksekte tutuşundan olmalıydı.

"Bir şeye başladığımız yok." dedim ben de ses tonumu sitemden çıkartıp düzgün bir seviyeye getirerek.

"Güzel." dedi. "Ön görüşmeyi geçebildiysek, niye aradığıma gelebiliriz."

"Numaramı nereden buldun sen?" diye sordum aniden. Konuşmasına fırsat verirsem merak ettiğim asıl konuyu erteleyebilirdik. Sıra bana geçene kadar da merak duygumun ellerinde can çekişip, ona odaklanamazdım.

"Sence?" diye sordu.

"Benim düşüncemi sormadım." dedim alay dolu sesimle. "Cevabı soruyorum."

"Ya sabır!" Azad, sinirle kurdu cümlesini. Şu an dişlerini sıkıyor olduğundan adımın Rüya olduğu kadar emin de olsam sessiz kaldım. "Ebru'dan aldım." dedi.

"Neden?" diye sordum. Ebru'nun bana böyle bir bilgi geçmemesi, benden habersiz numaramı başkasına vermesinin sinirini yansıtmam gereken kişi Azad değildi. Bu konu sonranın konusuydu ve muhatabı da Ebru olacaktı.

"Aramak için." Azad, yine gülerek konuştu. Benimle alay mı ediyordu yoksa orijinali mi buydu idrak edemiyordum.

"Çocuk musun sen peki?" diye devam ettirdi konuşmasını. Derin bir nefes aldım. "Değilim." dedim. Değildim.

"Mesajları neden sildiğini de sorsam haddimi aşmış mı olurum?"

Güldüm. Tebessümle başlayan gülüşüm, kahkahamla sonlandığında Azad'ın da gülmeye başladığını fark ettim. "Görüşelim mi?" dedim hiç düşünmeden. "Konuşacaklarımız vardı zaten. Yüz yüze konuşalım."

Birkaç saniye süren sessizlik, nabzımın hızının artmasına sebep oldu. Neden böylesine gerildiğim hakkında hiçbir fikrim olmasa da derin nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Azad ile ilk kez konuşacak değildim. Belki ilk kez düzgün bir konuşma yapmayı planladığım için gerilmiştim. Sürekli kendime çemkirmek yok diye telkin etmeye şimdiden başlamıştım.

"Neredesin?" dedi ciddi bir ses tonuyla. "Evde misin?" diye de ekledi.

"Hayır, arkadaşımdayım." dedim. Konunun bağlanacağı yeri bekliyordum. Hayır demeden neredesin dediğine göre bu onayladığı anlamına geliyordu.

"Gece gittiğin mekâna yakın mı arkadaşının evi?" diye sordu. Ağzımı aralayıp cevap vereceğim esnada tekrar konuştu. "Ben yakınım çünkü."

"Niye sen neredesin ki?" dedim. Düşünmeden konuştuğum her an için kendime kızıyordum. Beni ilgilendirmeyen soruları sormamam gerekiyordu mesela. Bana neydi sanki Azad'ın nerede olduğundan.

"Arkadaşımdayım." diye cevap verdi. "Eğer yakınsan, bir kahve içelim." dedi. Kabul etmişti. Kabul edeceğini yaklaşık iki üç dakika kadar önce anlamış olmam gerekiyordu ama kesin cevap beni daha çok tatmin etti.

"Yakınım." dedim.

"Kulübün yanında bir kafe var. Orada buluşalım mı?" diye sordu. Bahsettiği yeri biliyordum. Hilal ile çok kez gittiğimiz bir yerdi. Tanıdığım, bildiğim bir yerde oturacak olmamız içten içe beni keyiflendirdi.

"Olur." dedim. "Yarım saate uygun musun?" diye de ekledim.

Azad, onay verdikten sonra bitirdiğimiz telefon görüşmesiyle ben de rahatladım. Numarayı kaydetmek için uğraştığım esnada salon kapısına dayanmış şekilde bana bakan Hilal dikkatimi dağıttı.

"Kimdi?" diye sordu. Sormuştu ama aynı zamanda da hiç ilgilenmiyormuş gibi bir tavrı vardı. "Azad." diye cevapladım onun isteksizliğinin aynısıyla. "Buluşacağız." diye de ekledim.

Üzerimi değiştirmek için koltuğun kenarına koyduğum çantaya uzanıyordum ki Hilal'in öksürüğü iki büklüm olduğum hali böldü.

"Bende kalan kıyafetlerin vardı. Onları giy istersen."

Hilal'e geldiğimde yanımda kıyafet taşımama gerek olmuyordu. Birkaç kez onda bıraktığım eski kıyafetlerim, bir dahaki gelişimde yıkanmış şekilde beni bekliyor oluyordu. Bu rutinden ikimiz de keyif alıyorduk. Hilal, kendimi evimde hissetmem için mi bunu yapıyordu bilmiyordum ama ben böyle durumlarda burayı da evim gibi hissediyordum.

Uzanmaya çalıştığım kıyafetlerden vazgeçip Hilal'in odasına ilerledim. Hilal, benden önce odaya ulaşmıştı ve dolaptan siyah kot pantolonumla gri ince kazağımı çıkartmıştı.

Uzanıp aldığım esnada Hilal'in gözlerinde hissettiğim gariplik yutkunmama sebep oldu. Dün gece olduğu gibi, saf nefretle bakıyordu. Aniden değişen ruh haline güvenerek sesimi çıkartmadan salona geçip üzerimi değiştirdim.

💫

Yol ayağımın altından usul usul kayarken benliğimden kaçmaya çalışıyordum. Eğer onunla yüzleşirsem, ne yaptığımı sorgulamaya başlardım. İnsanlara ters davranabiliyor oluşum kendime acımasız olmadığım anlamına gelmiyordu.

Bir insan kendini, kendi içinde çapraz sorguya almamalıydı. Var olan benliğine yenilerini ekleyerek birini iyi ötekini de kötü polis yapmamalıydı. Yapmamalıydım.

İçimdeki Rüya ile tanıştığım zamandan bu zamana kadar içine düştüğüm her çıkmazda bunu yapmaktan kaçınmıyordum. Bir çıkmazın içinde bulunmadığım için bunu yapmama gerek olmadığını kendime defalarca kez hatırlattım. Çıkmaz diye bir şey yok, biliyorum.

Attığım her adım, yüreğimin haykırışıydı belki de. Sorgulanacak bir durum yoktu. Tanıdığım biriyle oturup kahve içecektim. Hepsi bundan ibaretti.

Kahkahalarla bana güldüğünü hissediyordum tüm evrenin. Gülünecek bir şey düşünmemiştim. Azad ile tartışmadan, birbirimizi sinirlendirmeden oturup konuşabilirdik. Bu kadarını başarabilirdim.

Aylin, bir şekilde ikimizi karşı karşıya getirene kadar benim için bir yabancıdan ibaretti. Garip bulduğum kısım da bu kadar uzak olup, bulduğum her fırsatta tartıştığım insan ile buluşma ayarlamış olmamdı. Bu da zıt kutupların birbirini çektiğinin kanıtıydı.

Fizik dersi, gerçek hayatta da arada bir işime yarıyordu işte.

Ne konuşacağımı hiç düşünmemiştim. Sinem meselesini konuşmamız gerekiyordu. Sinem'in insanlara hakkımda neler anlattığını merak ediyordum ama patavatsız bir şekilde konuşmaya başlayan Azad yüzünden sakinliğimi koruyamıyordum.

Koruyacaktım.

Bu sefer, Sinem'in derdini bir yabancıdan öğrenecektim.

Aslında konuşacak çok konu vardı. Neden telefon numarama ulaşmak gibi bir isteği olmuştu mesela bu masaya yatırılması gereken bir konuydu.

Aylin'in benim evimde geçirdiği iki saat neden biricik abisinin bu kadar delirmesine sebep olmuştu? Bu da cevaplanması gereken başka bir soruydu.

Ve en önemlisi, Azad ile dün geceki karşılaşmamız tesadüf müydü? Belki de beni takip etmişti.

Takip fikri zihnimden geçtiği an kendime kızdım. Azad beni neden takip edecekti ki? Kaldı ki takip etse de bunu yüzüme bakıp gülümseyerek, gönül rahatlığıyla söyleyebilecek miydi?

Umarım söylemez, dedim kendi kendime. İşte o zaman sakin kalacağıma dair verdiğim sözü çiğnemek zorunda kalırdım. Haddi olmayan olayların içinde bulunmaması gerekirdi.

Mesajlarıma cevap vermeyişi bu gündem maddeleri arasında en alta düşmüştü. Bunu anladığımda irademin dışında gelişen bir şekilde alt dudağımı aşağıya doğru sarkıttım.

Ne konuşacağımı düşünmediğim kısmı silme tuşum olsaydı silerdim. Ben, ne konuşacağımı değil de nasıl konuşacağımı düşünmemiştim.

Bu konuların hepsini direkt olarak art arda sıralayarak konuşabilirdim. Bu sefer de patavatsız diye adlandırdığım Azad'tan hiçbir farkım kalmazdı.

Ben sinirleniyorsam o da çok rahatlıkla sinirlenebilirdi. İkimizde de sabır denilen illetin olmadığını ilk konuştuğumuz gün rahatlıkla fark etmiştim.

Umarım bugün cebine biraz fazla sabır alarak yanıma geliyordur. Yoksa kahveler ilk andan iptal edilecek gibi duruyor.

Zihnimi ele geçirmiş düşünceleri rafa kaldırıp buluşmak için sözleştiğimiz kafenin içerisine girdim. Karşımda duran garson kaç kişi olacağımızı, nereye oturmak istediğimi ardı ardına sıralarken gülümseyerek cam kenarında olan ikinci masaya oturmuş Azad'ı işaret ettim. Garson, başını sallayarak sağ elini Azad'ın olduğu kısma doğru uzattığında kibarca geçmemi söylemişti.

Adımlarım, Azad'ın yanına ulaştığında yerinden kalkarak elini uzattı. Avucuma sıcaklık veren eli, yüzümdeki tebessüme engel olmama fırsat vermedi. Aynı sıcak gülümsemeyle karşılaştığımdaysa hiçbir şey demeden karşısındaki sandalyeye oturdum.

"Türk kahvesi?" diye sordu. Sesindeki ısıtıcı ton, biraz önce düşündüklerimi hatırlattı. Sabır yüklemesini yeterli düzeyde tutmuş olduğu her halinden belliydi. Azad'ın bu kadar sakin olmasının ya bir sebebi olmalıydı ya da gerçekten konuşacağımıza dair inancı yüksekti.

"Olur." dedim gülümseyerek. İkimizin de dudaklarından yayılan tebessüm sanki havada birbirlerine çarpıp yere düşüyordu.

Yanımıza ulaşan garson menü bırakacakken engel oldum. "Sade Türk kahvesi alabilir miyim?" dedim ve bakışlarımı Azad'a çevirdim. "Orta olsun benimki." dedi.

Garson, Azad'ın önüne bıraktığı menüyü aldı ve "Tabii." diyerek yanımızdan uzaklaştı. Birkaç dakika kadar sadece birbirimizi izlediğimizi fark ettiğimde yavaşça başımı cama doğru çevirdim. Herhangi bir manzara yoktu ama biraz daha birbirimizi kesersek mecazi başlayan olay gerçek anlamına dönebilirdi.

"Nasılsın?" dedi. Dışarıya yönelttiğim bakışlarım hedefi olan onu bulduğunda öksürerek boğazımı temizledim.

"İyiyim, sen nasılsın?"

"İyi." dedi ve sustu. Susmasının sebebinin, yanımıza ulaşan garson olduğunu anlamam çok uzun sürmedi.

Kahveler masaya bırakıldıktan sonra Azad garsona teşekkür etti.

İkimiz de kahvemizden birer yudum aldığımızda "Numaramı neden bulma gereği duydun?" diye sordum. Vakit kaybetmek istemiyormuş gibi art arda sorularımı sormayı düşünüyordum.

"Başlayalım sorguya." dedi ve cebinden çıkarttığı sigara paketinden bir dalı dudaklarının arasına sıkıştırdı. Ağır hareketlerle kafasını birkaç santim sağa yatırarak sigarasını alevlendirdi.

Sessizliğin hüküm sürdüğü dakikalarda araya girip artık konuşmasını beklediğimi dillendirmek istesem de ona ayak uydurarak sadece sustum. Sigarasından çektiği duman, aramızda süzülürken derin bir nefes aldı.

"Kapıda tartıştığımız gün, Sinem'in duyup duyamadığından emin olamadım." dedi çekingen bir tavırla.

"Konuşmak için, özür dilemek için arayacaktım ama sonrasında zaten karşılaştık." diye ekledi.

Ebru'nun evinde, günde bulunduğum zaman diliminde aradığı aklıma geldiğinde gülümsedim. Ağzımı açıp tam konuşacakken, sanki zihnimi okumuş gibi konuşmaya başladı.

"Merdivende karşılaştıktan hemen sonra aramamın sebebiyse gerçekten konuşmak istememden kaynaklıydı. Sen açmayınca, Ebru sana söyledi ve o yüzden açmadın diye düşündüm."

"Söylemedi." dedim. Yüzümde mimik oynamamıştı cümleyi kurarken. Ebru'nun bu bilgiyi bana geçmemiş olması biraz canımı sıkmıştı. Azad'ın değil benim en yakın arkadaşımdı. Hemen bana haber verebilirdi.

"Fark ettim onu." dedi gülümseyerek.

"Rahatsız olduysan özür dilerim." diye ekledi.

"Sürekli özür mü dileyeceksin?" Sitemimi son derece belli eden ses tonum karşısında gülümsemesi yüzünden anında silindi. "Özür dilenmesinden hiç hoşlanmam." dedim oturduğum sandalyede dikleşerek. "Özür dilenecek şeyler yapılmamasını tercih ediyorum."

"Anlıyorum." dedi. Başını yavaş hareketlerle aşağı yukarı sallamaya başlamıştı.

"Anlıyorum da," dedi ve duraksadı. Başını cama çevirdi ve sigarasından bir duman daha doldurdu ciğerlerine.

"Da?" diye sordum.

"Anlıyorum da oluşan hataların da bir geri dönüşü olmalı. Değil mi?"

Azad, sigarasını yaktığı andaki gibi, belki hiç farkında olmadan, başını birkaç santim kadar sağa yatırarak bana bakmaya başladı.

Cevap vermek yerine kahvemi içtiğimde başını tekrar dikleştirdi.

"Dün akşam yanındaki çocuk sevgilin miydi?"

Kahve, anlık şaşkınlığımla genzime kaçtığında öksürmeye başladım. Boğazımda hissettiğim sızı gözlerimde yaş birikmesine sebep olurken önüme uzattığı suyu alarak birkaç yudum aldım.

"Değil." dedim kesik kesik öksürürken. Azad'ın patavatsızlığına alışmış olmam gerekiyordu ama o kahvemi içerken yine yapacağını yapmıştı.

"Sevgili gibi mi duruyoruz dışarıdan?" dedim gülerek. Utku duysa, muhtemelen o da gülerdi.

"Öyle düşündüm." dedi. Ciddiyetini hiç bozmadan kahve fincanını dudağıyla buluşturduğunda ben de masanın kenarında duran peçetelikten aldığım peçeteyle göz pınarlarıma baskı uyguluyordum.

"Mesajları neden sildin?" diye sordu. Fincan, hala elinde duruyordu. Masaya bırakmamıştı ve sorusunu sorduktan sonra tekrar bir yudum daha aldı kahvesinden.

"Sildim işte." dedim. Başka da verecek bir cevabım yoktu. Cevap vermemene sinirlendim ben de koştum mesajları sildim desem çocuk musun sen sorusuyla tekrar karşı karşıya kalabilirdim.

"Sen neden cevap vermedin?" diye sordum. Benim silmem bir şey değiştirmiyordu. Görmediği mesajları silmiş olsam bu kadar merak etmesini anlardım ama mesajları okumuştu.

"Yanındaki çocuğu sevgilin sandım çünkü." dedi. Verdiği cevap karşısında kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Sevgilimin olması ya da olmamasına mı bağlıydı benimle iletişim kurması?

"Ne alaka?" dedim düşüncelerimi içimde tutamayacağımı anladığım esnada. "Sevgilim olsa benimle konuşmayacak mısın?"

"Konuşuruz neden konuşmayalım?" diye sordu gülerek. "Sevgilisi olan birinin gecenin bir saati alkollü attığı mesajı cevaplamak bana yakışmaz." diye ekledi.

"Aramak yakışır ama." dedim sinirle. Hareketleri fazlasıyla tutarsızdı ve bunu fark etmesi için karşısına bir ayna mı koymam gerekiyordu anlamıyordum.

"Kısmen." diye cevapladı. O da benim gibi ciddileşmişti.

"Ben gecenin bir saati sevgilim elin herifleriyle mesajlaşsın istemem." dedi ve kahvesinden bir yudum daha aldı.

"Yobazsın demek ki." dedim.

Gülmeye başladı. Suratımdaki ciddi ifadenin değişmemesi bile onun için bir anlam ifade etmiyordu. Ben konuşurken ona hakaret etmiştim ama o bundan fazlasıyla keyif almıştı. Garip biri olduğunu anlamak çok zor değildi.

"Değilim." dedi Azad. "Ama açıklamak için dil dökmeyi düşünmüyorum. Sevgilim olunca ona açıklarım bu durumu." diye ekledi.

"Yazık." dedim. "Gerçi beni ne ilgilendiriyorsa?"

Önümde duran kahveye odaklandığımda Azad'ın bir sigara daha yaktığını gördüm. Sesimiz çıkmadan zaman öldürmeye başlamıştık.

Kaçamak cevaplar vermekten hoşlandığını ilk kez anlamıştım. Mesaja cevap vermemesiyle araması arasında bir çelişki vardı ama açıklamayacağını da çok net ortaya koymuştu.

"Dün akşamki karşılaşmamız tesadüf müydü?" dedim başımı kahve fincanından kaldırma gereği duymadan.

"Değildi." diye cevapladı. O kadar net ve kendinden emin konuşmuştu ki başımı hızla ona doğru kaldırdım. "Beni takip mi ettin?"

"Niye seni takip edeyim Rüya?" dedi ciddiyetle. Haklıydı, beni takip etmesi için bir sebep yoktu. Hem takip etmemişti hem tesadüf değildi. O zaman nasıl denk gelmiştik?

"Instagram'a attığın hikayede konum ekliydi ya hani." dedi. Ekli miydi? Hiç dikkat etmemiştim. Fotoğrafı önceden gördüğüm için direkt kendi hikayeme ekleyip geçmiştim.

"Kötü ayrıldık, sen de kötüydün diye merak ettim ve geldim. Olay bu sadece."

Sol dirseğimi masanın üzerine koyarak yanağımı avucumun içine bıraktım ve bakışlarımı kafenin içerisine çevirdim. Utanıyordum, verecek cevap bulamamıştım, bu yüzden sanki hiçbir şey olmamış gibi etrafı seyretmeye başladım.

"Hadi sor." dedi gülerek. "Madem merak ettiğinden geldin neden yanıma gelip konuşmadın diye sormak istiyorsun."

Yanılıyordu. Merak etmiyordum çünkü vereceği cevaptan emindim. Utku'yu sevgilim sandığı için gelmemişti. Mesajıma cevap vermeme sebebiyle aynıydı.

"Merak etmiyorum." dedim. Kısmen doğru sayılabilirdi. "Biliyorum neden gelmediğini. Utku'yu sevgilim sandığın için gelmedin." diye ekledim.

"Bunların hepsi tamam da," birkaç saniye duraksadım. Gözlerimle buluşan koyu kahve gözleri devamını merak ettiğini haykırıyordu.

"Fotoğrafta da Utku vardı. En baştan gelmeyebilirdin." dedim. Ardından masanın üzerinde duran sigara paketine uzandığımda kaşlarının çatıldığını gördüm.

"Sigara içmiyorsun ama sen." dedi sert bir ses tonuyla. Neye bu kadar sinirlenmişti şimdi?

"Arada içiyorum." dedim ve onay vermesini beklemeden paketten bir sigara alıp dudaklarımın arasına yerleştirdim. Çakmağı parmak ucuyla bana doğru ittiğinde bir yandan da göz devirmişti.

"Geldim işte." dedi omuz silkerek. "Merak ettim, geldim. İyi olduğunu gördüm gittim. Bu kadar işte."

"Sinirleniyor muyuz?" diye cevapladım gülerek. Dudaklarımın arasından süzülen dumana ters ters baktıktan sonra derin bir nefes aldı.

"Sakinim." dedi. "Niye sinirleneyim?" inanmamıştım. Sinirini saklayamayacak kadar kötü bir oyuncu ve kötü bir yalancıydı.

"Çay?" diye sordum. Biten kahvelerimizi almak için masaya gelen garson sorum üzerine duraksadı. Azad'a çevrilen iki çift göz cevap beklerken Azad kaşlarını yukarı doğru havalandırdı.

"Kalkalım mı?" dedi kısık bir sesle. Dibimizde duran garsonun bizi duymasını istemiyor gibi konuşmuştu ama böyle bir şeyin imkanının olmadığının farkında olması gerekirdi.

"Olur, hesabı alabilir miyiz?" dedim garsona, gülümseyerek.

"Neden kalkıyoruz?" diye sordum. Asıl önemli olan Sinem meselesini hala konuşmamışken bu kadar aceleci davranmamalıydı. Aldığı derin nefesle omuzları havalanıp yavaşça tekrar aşağı indiğinde "Seni bir yere götüreceğim." dedi.

Yanımıza yaklaşan garsonu gördüğümde elimi çantama atarak cüzdana uzandım. Garson yanımıza yeni ulaşmışken Azad cebinden çıkarttığı parayı hesap kutusunun arasına sıkıştırarak ayaklandı.

"Hadi." dedi. "Gidiyoruz."

"Niye tüm hesabı ödedin?" diye sordum yerimden kalkmadan. Sinirlendiğimi anlaması için de ses tonumu sert tutmaya çabalıyordum. "Ödedim işte." dedi.

"Aradım işte Rüya, ödedim işte Rüya, cevap vermedim işte Rüya, bağırdım işte Rüya, sinirlendim işte, güldüm işte..." onu taklit ediyordum. Söylenerek masadan kalktığım sırada sanki beni hiç duymamış gibi önden yürümeye başlamıştı.

"İşte, işte, işte... Nereye kadar her cümlenin sonuna işte diyerek kaçacaksın acaba?"

Kafenin önünde, sırtı bana dönük bir şekilde aniden durdu. Onun durmasıyla birlikte ben de istemsizce adımlarımı durdurdum ve olduğum yerde kaldım. Önce omzunun üzerinden başını bana doğru çevirdi, arkasından da tüm vücudu karşımdaydı.

"Sırf merakımdan soruyorum," dedi ve ellerini iki yana açtı. "Sen hiç eğlenmeyi deniyor musun?"

Kaşları yukarı kalkmış, çok ilginç bir olayı izliyor gibi hayretle bana bakıyordu.

"Sürekli gerginsin ve tetiktesin. Gerek yok, bırak kendini." dedi. İki yana havalanmış kollarını indirip sağ elini bana doğru uzattı. "Biraz hayatın tadını çıkart."

Eli, bileğimi kavradığında nazik hareketlerle beni sokağın sonuna doğru sürüklüyordu.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum panikle.

"Gidiyoruz bir yere işte." diye cevapladı. İşte kelimesini bastırarak söylemişti. İnadıma yaptığını biliyordum. Beni sinirlendirmek için uğraşan birine karşı sinirlenip onun eline koz vermeyecektim.

Kolumdaki elini gevşetip kolumu özgürlüğüne kavuşturdu. Birkaç saniye bekleyip yan yana gelmemizi sağladı. "Konuşacağız merak etme." dedi. "Her şeyi tek tek konuşacağız."

Başımı ağır hareketlerle sallayarak onu onayladım. Konuşma bahanesinin arkasına sığınarak giriştiği bu hareketin sonucu nereye bağlanacak merakla bekliyordum. Suskun bir şekilde yürümek canımın sıkılmasına neden oluyordu.

"Hesabı neden paylaşmadık?" diye sordum sakin bir ses tonuyla. Gözleri gözlerimle buluştuğunda gülümsedim. Gülebileceğime olan inancını arttırmak istiyordum. Böyle bir olaya neden gerek duymadığımı bilmesem de...

"Öğrencisin." dedi. "Mezun olunca bir kahve ısmarlarsın ödeşiriz."

"Param mı yok?" dedim. Öğrenciysem öğrenciyim. Sanki o yokken hiçbir şey yiyip içmiyordum.

"Yok mu dedim?" dedi ciddiyetle. Kaşları havalanmış, şaşkınlık içinde bana bakıyordu. Bu tavrı o kadar anlamsızdı ki. Evet tam olarak bundan bahsetmiştin Azad. Neden şaşırdın ki?

"Kendi hesabımı kendim ödeyebilirim ben. Bir daha oturursak eğer ben ödeyeceğim hesabı." dedim son cümlemin üzerine bastırarak. Çalışıyorsa gidip kahveyi kardeşine annesine ısmarlayabilirdi. Benim hesabıma karışmak gibi bir hakkı yoktu.

"Bir daha buluşmayacağız o zaman." dedi. Gülmüyordu. Sinirli de değildi. Ne hissettiğini çözemiyordum ama son derece ciddi olduğunun farkındaydım.

"Niye buluşalım zaten Azad?" diye sordum aynı surat ifadesini takınıp. Yüzümde oluşan onu taklit ettiğim mimikleri görse muhtemelen gülerdi. Onun yerine yola odaklanmış bir şekilde sessizce yürüyordu.

Cevap vermesi için sormamıştım soruyu zaten ama tenezzül edip konuşabilirdi. Konuşmadı. Yıllardır sürekli denk geldiğim soğuk ifadesini takınıp yol boyunca sadece beni yönlendirdi.

"Nereye gidiyoruz?" diye sordum. Sessizliğin bölünmesi için yapmıştım sadece. Söyleyecek olsa en başta söyleyeceğini tahmin edebiliyordum ama dakikalar boyu süren sessizlik sinirlerimin tepeme fırlamasına yol açmak üzereydi.

"Temiz hava almaya gidiyoruz." dedi. Az önceki soğuk halini bırakmıştı, daha insancıl olmaya çalışıyor gibi bir hali vardı.

"Sahile mi gidiyoruz?" diye sorduğumda olduğu yerde durdu.

Karşımızda duran iki ya da üç katlı terk edilmiş bir binaya bakıyordu. Derin bir nefes aldıktan sonra bakışlarını bana çevirdi. Başını olumsuz anlamda salladı. Bunu yapmasına gerek yoktu. Sahile gitmediğimizi anlayacak kadar akıllıydım.

"Neresi burası?" dedim kısık bir sesle. Neden sessiz konuştuğumu bilmiyordum. Sanki bizi birinin duyabilmesine imkan vardı da...

"Gel." dedi ve boş binaya doğru yürümeye başladı. Birkaç saniye sonra gelip gelmediğimi kontrol etmek amacıyla omzunun üzerinden bana baktı. Derin bir nefes alıp onu takip etmeye başladığımda gülümseyerek önüne döndü.

Kapısı aralık binaya girdiğimizde aslında tek bir dairenin üç katlı olduğunu fark ettim. Binanın tek bir girişi vardı. Dış kapının hemen sağ tarafında duran ahşap merdiven hiç sağlam durmuyordu.

Kapıdan girdiğim an bulunduğumuz katı incelemeye başladım. Kapının tam karşısında büyük bir oda vardı. Salon olduğunu düşünebilirdim ama hemen salonun yanında bulunan kapısı kapalı odanın kenarında bir tabela vardı. Psikiyatrist kısaltmasını gördüğümde kaşlarımı çatarak Azad'a baktım.

"Gel." dedi tekrar. Gel dedikten hemen sonra da ahşap merdivenin ilk basamağına adımını attı. Üzerine bastığı anda belli belirsiz çıkan çatırdama sesi başımı iki yana sallamama sebep oldu. "Kırılır o." dedim. "Sağlam değil." diye de ekledim.

"Hiçbir şey olmaz." dedi Azad kararlı bir şekilde. Sol elini tutmam için uzattığında "Gerek yok." dedim. Elinden tutsam da tutmasam da kırılınca düşecektim zaten. En azından korktuğumu bu kadar belli edip daha fazla rezil olmama gerek yoktu.

Ağır adımlarla Azad'ı takip etmeye başladığımda döner merdivenin basamaklarını bir kaza çıkmadan tamamlayıp ikinci kata ulaşmıştık.

İkinci katta iki oda, bir salon vardı. Odalara göre daha küçük kapısı olan yerin tuvalet olduğunu tahmin ediyordum. Her saniye daha da gerilmeme neden olurken Azad asla ağzını açıp iki kelime etmiyordu. Odalardan tekinin kapısını açıp içeriye bakmak için yöneldiğimde Azad'ın öksürdüğünü duydum.

Kaşlarıyla merdiveni işaret ediyordu. Amacı bana klinik turu yaptırmak mıydı? Neyin peşinde olduğunu bir türlü çözemesem de yöneldiğim odaya sırtımı dönerek elimle merdiveni gösterdim. Konuşup enerjimi tüketmeyecektim. İsteği gerçekleşene kadar o da konuşmaya gerek duymayacaktı. Anlamıştım.

Ahşap merdivenden çıkan çatırtı seslerini duymazdan gelerek basamakları bitirdiğimde yaklaşık 10 adımlık bir zemin vardı önümüzde ve zeminin bittiği yerde siyaha boyanmış, yangın merdiveni kapılarına benzeyen bir kapı duruyordu. Kapının iki yanı da duvarla örülüydü.

Azad, siyah kapıyı açtığında içeriye dolan ışıkla gözlerimi kıstım. Kapıyı ardına kadar açtığında ben de yanına ulaştım. Koskocaman bir teras duruyordu karşımda. Bir tane çift kişilik eski bir koltuk, eski bir sehpa ve beş tane de sandalye vardı.

"Vay be." dedim. Karşıma çıkmasını beklediğim manzara bu değildi. Azad, şaşkınlığımın üzerine gülümsemekle yetindi. Sandalyelerden tekini koltuğun karşısına çekerek oturdu ve "Otursana." dedi.

Cevap vermeden, karşımda duran deniz manzarasından gözümü ayırmadan koltuğa geçip oturdum. Deniz manzarasının tam ortasında artık Azad'ın yüzü vardı.

"Burası neresi?" diye sordum. Yaşadığımız yere uzak, okula yakın bir yerdeydik. Azad'ın buraları bilmesine akıl sır erdiremiyordum.

"Eski bir klinik." dedi. Ceketinin cebinden çıkarttığı sigarasını dudaklarının arasına yerleştirdi. "Sen nereden biliyorsun ki buraları?" diye sordum.

Sigarasını yakıp derin bir nefes çektikten sonra konuşmak için hazırdı. "Evinde kaldığım arkadaşımla birkaç kez gelmiştik daha önce. Kafa dinlemeye yani." dedi.

Meraklı gözükmemek için soru sormayı bırakmaya karar verdim ve gözlerimi Azad'ın üzerinden çekerek denize bakmaya başladım.

"Taner." dedi Azad. "Metin'in kuzeni. Kulüpten çıktıktan sonra oraya gittik."

Başımı anladığımı belirtecek şekilde sallamaya başladım. "Hatta Taner de sizin üniversiteden." dedi. "Senin bölüm neydi?" diye sormayı da ihmal etmedi.

"İşletme." dedim gülümseyerek. Koskoca okulda nereden tanıyacaktım Metin'in kuzenini sanki.

"Taner de işletme okuyor." dedi Azad. Bakışlarımı deniz manzarasından ona çevirdiğimde kaşlarımı istemsizce çatmıştım. "Kaçıncı sınıf?" diye sordum merakla.

"Üç." dedi.

"Hadi canım!" dedim gülerek. Gülmeme şaşırmıştı. Belki de verdiğim saçma tepkiye şaşırmıştı. Bilmiyordum. "Fotoğrafı var mı sende Taner'in?" diye sordum.

Telefonunu ceketinin iç cebinden çıkartıp birkaç saniye sonra telefonu bana çevirdi. Karşımda duran fotoğraf, Hilal'in aşık olduğunu iddia ettiği Taner'di. İstemeden dudaklarımın arasından kaçırdığım kahkaha Azad'ın hayretle beni süzmesine sebep oldu.

"Tanışıyor musunuz?" diye sordu. Ses tonu yine soğuklaşmıştı. Dudaklarının arasından çıkıp yüzüme çarpan buz gibi hava kütlesi haliyle gülüşümü de yok etti.

"Sayılmaz." dedim. Hilal'in aşk hayatından da bahsedemeyeceğim için konuyu geçiştirmem gerektiğini düşündüm. "Neden eski bir kliniğe gelip kafa dağıtıyorsunuz ki?"

"Tanışıyor musunuz?" diye tekrarladı sorusunu. Benim sorumu duymazdan gelerek, üstüne bastırarak sormuştu sorusunu. Başımı geriye doğru yatırıp gözlerimi kapattım. İçimden sürekli sabır diliyordum.

"Sayılmaz dedim ya." dedim başım hala gerideyken. "Neden güldün o kadar o zaman?" diye sordu. Merak etmesi normaldi. Ben de merak ederdim elbette. Sadece böyle saçma bir tepki vermezdim. Ya da verir miydim?

"Metin'in kuzeninin sınıf arkadaşım çıkması komiğime gitti." dedim. Bilerek konuşurken göz teması kurmamıştım. Yalan söylemeyi çok iyi başaramadığım için gözlerinin içine bakıp konuşamazdım.

"Anladım." dedi ve tekrar sigarasından bir duman çekti.

"Sinem." dedim ve sustum. Bu konuyu konuşmaya hazır olup olmadığımı bilmiyordum. Gözlerini gözlerime dikip konuşmaya devam etmemi bekledi. Gözünü o kadar az kırpıyordu ki onun yerine benim gözlerim yaşarmıştı acıdan.

Benim konuşmaya devam etmeyeceğimi anladığında derin bir nefes alarak sigarasını yere attı ve ayakkabısıyla ezdi. Bakışlarını tekrar bana çevirmedi. "Evet, Sinem?" dedi.

Omuz silktim. Görmeyeceğini biliyordum ama konuşmaya nasıl devam edeceğim hakkında bir fikrim de yoktu. İki dirseğimi de bacaklarımın üzerine koyup yüzümü avuçlarımın içine bıraktım. Sinem'i düşünmek bile beni mutsuz etmeye yetiyordu.

Azad, yere sabitlediği bakışlarını bana çevirdi. Avuçlarımın arasındaki asık yüzümü gördüğünde gözlerini hızlıca kırpıp açtı. "İstersen konuşmayabiliriz." dedi.

Bir gün önce Sinem'in beni sevmediğini düşünüp pat diye yüzüme söyleyen çocuk gitmişti, yerine birden anlayış timsali biri gelmişti.

"Konuşmamız lazım ama değil mi?" dedim yüzümü avuçlarımın arasından kaldırıp. Azad, cevap vermedi. Belki de karışmasının doğru olmadığını fark ettiğinden değişmişti bu kadar.

"Farklı bir açıdan başlayalım o zaman." dedim gülerek. "Mahalle abisi olmak nasıl bir duygu? Malum biz mahalle ablası olamıyoruz merak ediyorum."

"Mahalle abisi değilim ben." dedi Azad. Yüzündeki yarım tebessüm, sorum sayesinde eğlendiğini belli ediyordu.

"Metin mahalle abisi bence." dedi ve sol gözünü kırptı. İkimiz de gülmeye başladığımızda birkaç dakika kahkahalarımız birbirine eşlik etti. Ortada aşırı komik bir olay olmasa da gülmek iyi gelmişti.

"Şaka bir yana," dedi Azad gülmeyi durdurmaya çalışırken. "Güzel bir his. Sevilip sayıldığını hissediyorsun gerçekten."

"Abi demeyenler seni sevip saymıyor yani." dedim tek kaşımı kaldırmaya çalışırken. Mahallede kaç kişi ona abi demiyordu bir fikrim yoktu ama kendimi çok net biliyordum.

"Bilmem." dedi. "Sadece sen varsın benden küçük olup yalnızca ismimi kullanan." diye ekledi. "Sevip sayıyor musun beni?"

"Azad abi." dediğimde kaşları çatıldı. Suratındaki komik ifadeye gülmeye başladım. "Derdim eğer sevip sayıyor olsam herhalde."

"Gençlik bitmiş." dedi tüm ciddiyetiyle. Kafasını da iki yana sallıyordu. "Haspam!" dedim onun gibi ciddileşerek. 'Nerede o eski bayramlar?' diye söylenen amcalara dönüşmüştü birden.

"Sinem niye senin için daha farklı diğer abi diyenlerden?" diye sordum. Bakkalın önünde kurduğu cümle günlerdir aklımdaydı ve sonunda doğru düzgün konuşmaya başlayabilmiştik.

"Eğer birine abilik yapmıyorsan, derdine çözüm bulmaya çabalamıyorsan sana abi denmesinin bir anlamı yok. Ben Sinem'e gerçekten abi olmaya çalışıyorum."

"Neden?" dedim direkt. Sinem'in bir abiye ihtiyacı vardı da haberim mi yoktu? Ablası olarak ona yetemediğimin farkındaydım ama dışarıdan birine bu kadar ihtiyaç duyduğunu bilmiyordum. Konuşmamızın ana noktasına da sonunda gelmiş bulunuyorduk.

"Bir gün." dedi Azad ve duraksadı. Suratımda oluşan her bir mimiği dikkatle seyrediyordu. Yanlış bir şey dediği an çevirebilmek için yaptığının farkındaydım. Araya girmeden, tüm ilgimi ona yönelterek dinlemeye başladım.

"İki ya da iki buçuk yıl önce yani." dedi. Dudaklarını ıslattıktan sonra derin bir nefes aldı. "Okuldan dönüyordum. Sizin apartmanların arkasındaki geniş arazi var ya hani." dedi. Başımı evet anlamına gelecek şekilde sallamakla yetindim.

"Oradan geçerken ağlama sesi duyduğum için mahalleye girmeden oraya yöneldim. Sinem, ağlıyordu."

Oturuşumu dikleştirdim. Sinem'in ağladığına, ağlatan ben değilsem hiç denk gelmemiştim. Genelde aile içi kavgalarımızda ağlardı. Onun dışında, sınav senesine kadar hep neşe saçan bir kızdı.

"Yanına gittim. Beni görünce korktu hemen kalkıp gitmeye çalıştı. Hatta 'Beni gördüğünü kimseye anlatma Azad abi.' diyerek daha çok ağlamaya başladı."

"Neden?" diye sordum dayanamayarak. Bu kadar yavaş anlatmak zorunda değildi. Beni daha da meraklandırmamalıydı. Söz konusu benim kardeşimdi.

"Ben de aynen öyle dedim. 'Neden?' diye sordum. Cevap vermedi. Kaçar gibi gitmek istese de ayağı birbirine takılıp yere düştü. Yerden kaldırmak için elimi uzattım ama elime tutunup kalkmak yerine bana kızdı."

Sinem, Azad'a mı kızmıştı?

"Ablasının kardeşi işte." dedi ve derin bir nefes aldı. Ciddiyetimi bozmadan pürdikkat dinliyordum. "Kızdıktan hemen sonra da özür diledi. Saygısızlık etmek istememiştim falan dedikten sonra da yerinden kalktı."

"Ee Azad?" dedim. Sabrımın sınırını zorluyordu.

"Konuşmak için ikna etmem uzun sürdü ama sonunda başardım. Okulda kötü bir şeyler yaşanmış o yüzden mutsuzmuş." dedi.

"Ne yaşanmış?" diye sordum. Azad, sandalyede geriye yaslanıp kollarını göğsünde birleştirdi ve başını iki yana salladı. "Söyleyemem. Bilmeni istese Sinem sana anlatırdı." dedi.

"Sen benimle kafa mı buluyorsun Azad?" dedim sinirle. Kardeşim hakkında neyi bilip neyi bilemeyeceğime karar verecek son kişi bile değildi.

"Bana güvendiği için anlattı. Söyleyemem." dedi. "Sen kimsin de bana güvenmeyip sana güvendi?" diye sordum. Her ağzını açtığında daha da deliriyordum. Sinirden titremeye başlayan elime değdirdi bakışlarını ve sonra tekrar gözlerimin içine baktı.

"Ne anlattığını değil ama sana neden güvenmediğini söyleyebilirim. Bu konu için söz vermedim." dedi Azad. "Bir de saygı sınırını aşmayalım Rüya. Sakin kalmaya çalıştığımın farkına varman için dipnot geçiyorum bu kısmı." diye ekledi.

Cevap vermedim. Sakin kalmaya çalışması da haklı ya da haksız oluşu da zerre umurumda değildi. Mevzu bahis benim kardeşimdi. Haklısın sus söyleme dememi beklemesi saçmalıktı.

"Sinem o zamanlar çocuktu. Bildiğin çocuk." dedi Azad. "Yıllar içerisinde de genç bir kıza dönüştü ama onun yaraları hala çocukluğundan kalma."

"Kardeşimi bana mı anlatıyorsun?" dedim. Konu dönüp dolaşıp ablalığıma gelecekti ve ben gardımı almış hazır bekliyordum. Buna gerek yoktu aslında. Sinem ile bu kadar içli dışlı olduysa yıllardır ne kadar kötü bir abla olduğumu da biliyordur sonuçta.

"Seninle paylaşmak istemediği çok şey varmış. Bana da çok bir şey anlattığı söylenemez tabii. Bilmeni istememe sebebi, sürekli ona kızıyor oluşundan kaynaklı sanırım. Yaptığı hatalara, başına gelen olaylara sinirlenmenden hoşnut değil." dedi bir çırpıda.

"Aylin yanlış bir şey yapsa kızmaz mısın Azad?" Azad, sorum karşısında düşünmeye bile gerek duymadan "Kızarım." dedi.

"Ben de kızıyorum." dedim. "Ablasıyım ben onun, kötülüğünü istemiyorum."

Gözlerime hücum eden yaşlara engel olamamıştım. Görüş alanım parıldamaya başladığında Azad'ın yerinden kalktığını gördüm ve ilk damla gözlerimden firar etti. Azad, koltukta yanıma oturduğunda yüzümü onun zıttı olan sol tarafa çevirerek yaşlara izin verdim ve hemen arkasından da sol elimin tersiyle yanaklarımı kurulamaya çalıştım.

"Ağladığını gizlemene gerek yok." dedi net bir ses tonuyla. Başımı tekrar Azad'a doğru çevirdiğimde akan yaşları durdurmamın imkanının olmadığı noktadaydık.

"Birinin ona kızması, engel olması gerekiyor. Bu çok normal değil mi? Birinin ona duracağı yeri göstermesi gerekiyor!" dedim gözyaşlarım ağzıma dolarken.

"Haklısın." dedi Azad ve elini sağ kolumun üzerine bıraktı. "Ailenin nasıl insanlar olduğunu da biliyorum. Sinem, o ortamda büyüdüğü için senin davranışların ona absürt geliyor." diye ekledi.

"Onu sevmediğimi düşünüyor." diye bağırdım. Hissettiğim tek duygu acıydı. İçimde kopan fırtınayı bağırarak dindirebileceğimi düşünüyordum.

"Seviyorsun ama." dedi Azad. Bakışlarımı ayakkabıma çevirdim. Seviyorum diyemedim. Sinem'e seviyorum diyemediğim gibi Azad'a dönüp kardeşimi sevdiğimi söyleyemedim.

Azad, parmaklarını çeneme ulaştırdı ve başımı yukarı kaldırdı. "İçine atma Rüya." dedi. "İçine atarsan çok büyük patlarsın. Özgür bırak düşüncelerini."

"İnsan kardeşini sevmez mi?" diye sordum. Sorum, Azad'ın tarafından sevdiğimi belirttiğim şeklinde anlaşılabilirdi ama benim bahsettiğim o değildi. Kardeşini sevmemek gibi bir durum söz konusu olamazdı sonuçta. Sinem'i sevdiğimi kendime kabullendirmeye çalışıyordum.

"Azad." dedim yanaklarımdan süzülen yaşları temizlerken. "Aylin'i sevdiğini nasıl hissediyorsun?"

"Anlamadım." dedi. Kaşları çatılmıştı. Beklediği türden bir soru değildi.

"Aylin'i seviyorsun, bunu dillendiriyorsun da peki gerçekten sevdiğini nereden biliyorsun?"

Kaşları çatık şekilde bana bakmaya devam etti. Ne demeye çalıştığımı anlamamıştı. Kendimi açıklayacak enerjim de yoktu.

"Seviyorum işte." dedi. Ellerini iki yana açmıştı. Şaşkınlıktan ne diyeceğine karar veremeyip muhtemelen sadece seviyorum diyerek geçmişti konuyu.

"Sinem'in anlattıklarından bildiğim kadarıyla ve yıllardır anneni de babanı da tanıdığım kadarıyla," dedi Azad ve derin bir nefes aldı. "Sen onlardan daha farklısın Rüya. Onların hayat tarzıyla seninki bir değil."

"Evet." dedim sonunda ağlamayı keserek. "Onların sevgi anlayışıyla benim sevgi anlayışım da bir değil."

Konuyu sevgiden uzaklaştırabilsem her şey benim için daha kolay olacaktı ama ne yazık ki bu kısırdöngüden çıkamıyorduk.

"Çok normal." dedi Azad. "Annem, duygularını göstermeyi seven bir kadın değil mesela." diye ekledi. "Ben de anneme karşı duygularımı belli etmem."

"Aylin'e?" diye sordum merakla. "Sence?" dedi ve güldü. "Aylin'e benim sevgim yetmezse dünyadaki her insanın kalbindeki sevgiyi toplayıp veririm."

Gülümsedim. Aylin'e bakarken gözlerinin içinin güldüğüne defalarca şahit olmuşken bu soruyu sormam saçma olmuştu.

"Ya baban?" diye sordum ve kelimeler dudaklarımın arasından çıkıp özgürlüğüne kavuştuğu an tüm vücudumu bir pişmanlık kapladı.

Azad, bakışlarını kaçırdı.

Yutkundu.

Yutkundukça yerinden oynayan adem elması kaç kez art arda yutkunduğunu saymama olanak tanıyordu.

Tam dört kez yutkundu ve ceketinin iç cebinden sigara paketini çıkarttı.

Sağ elinin işaret ve orta parmağının arasına sıkıştırdığı sigaraya birkaç saniye baktıktan sonra koyu kahve gözlerini bana çevirdi.

"Aşka inanır mısın Rüya?" diye sordu ve sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırdıktan sonra hızlı bir şekilde alevlendirdi.

💫

Bölüm hakkında düşüncelerinizi belirtirseniz çok çok sevinirim.

Kendinize iyi bakın. Gelecek bölümde görüşmek üzere ❤️

Sizi seviyorum. ❤️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro