40. Bölüm - FİNAL
Bir Cumartesi vedası yakışırdı.
Lütfen son kez oy ve yorumlarınızla yanımda olduğunuzu hissettirin olur mu?
Sonda biraz duygusallaştım biraz fazla konuştum. Orada görüşürüz.
Keyifli okumalar!
Bu güzel edit için Yağmur'a çokça sevgiler.
Tüm hayatımı gözden geçirmeme sebep olacak bir hafta sonu geçirmek zorunda kalmıştım. İlk hatırladığım anımın silüetinden, aynada karşımda duran kadının son anısına kadar yaşanılan her olay aynı gibiydi.
Rüya Yavuz ya da soyadım her ne ise, o kadın mutluluğunun cezasını hep çekiyordu. Mutlu olduğu her saniyeye muhakkak bir kan damlamak zorunda kalıyordu.
Damlamıştı.
Kan, yine benim bembeyaz hayallerimin ortasına damlamıştı ve hemen sonrasında beyazlığı siyaha çevirecek kadar ıslatmıştı.
Metin, ölmüştü.
Keşke öldürülmüş olsaydı. O zaman hak ettiğini bulmuş olduğunu düşünerek gözümü dahi kırpmadan yoluma devam ederdim.
Gerçi, ben yine yoluma devam ediyordum.
Metin söylediğini yapmıştı ve evlilik teklifi aldığım, bembeyaz gelinliklere ilk kez ilgi duyduğum günden bir gün sonrasında ölüm haberini bize ulaştırabilmişti. Haberi aldığım saniyelerde, ne yazık ki kendimi kandıramayacağım, içten bir rahatlama hissi kaplamıştı tüm bedenimi. Biliyordum, Metin benim hayatıma çok büyük zararlar vermemişti. Hatta oturup düşününce hayatımdan çıkmış olmalarını iki hafta kadar sonra atlatabildiğimi fark etmiştim. O dönem, en son yas tutacağım kişiler Metin ve Özge idi. Gitmişlerdi, gitsinlerdi.
Benden beni büyüten ailem gitmişti. Ne olacaktı ki?
Metin, bana öyle çok büyük zararlar vermemişti. Kızımı benden almaya çalışmıştı fakat zarar vermemişti işte. Yaptıklarının hiçbiri beni bağlamıyordu. Kişisel olarak beni yaralayamamıştı.
Deniz hariç...
İntihar eden insanların son anlarında neler düşündüğünü bugüne kadar hiç düşünme gereği duymamıştım. İlgi alanıma da hiç girmemişlerdi.
Ama şimdi... Metin, giderken beni de suçlamış mıydı?
Muhakkak.
Ne yapacağımı bilemez bir halde yine odama sığınmıştım. Acı, benim acım değildi. Yas tutup ağıt yakması gereken kişi hiçbir zaman ben olmamıştım, olmayacaktım da.
Sadece, içimde bir yer vardı. İnceden sızlayan o yer beni başka diyarlara sürüklüyordu. İçimde kalan küçük kız çocuğunu artık öldürmem gerekiyordu. Metin gibi bir insana üzülmem gerektiğini fısıldayan o yanımı yok etmeliydim.
Ölen ölürdü. Bu kadar basitti hayatın akışı. Mesela fiziksel olarak annem ölmüştü. Manevi olarak tüm ailem ölmüştü.
Sahi, Sinem almış mıydı haberi? Günün birinde sürekli kaçmaya çabaladığı ablasının da ölebileceğini aklına getirebiliyor muydu?
İntihar etmediğim için çok şanslıydı. Vicdan azabından kahrolup en kısa sürede kesin yanıma gelmiş olurdu.
Odanın kapısı açıldığında elimin altında sıktığım siyah şala baktım. Elimde evirdim çevirdim. Gitmem önemli miydi?
"Hazır mısın?" Azad'ın titrek sesini duyduğumda gözlerimi yavaşça kapattım. Günler önce, 'Gebersin!' diye bağıran adamın yerini gözleri kızarana kadar gizli gizli ağlayan bir adam almıştı. Kızamazdım. Metin, iki üç hafta önceye kadar Azad'ın en güvenli limanıydı.
"Gelmek istemiyorsan..." dediğinde kararlı bir ses tonuyla sözünü kestim. "Geliyorum." dedim.
Müstakbel kocamı, bu kadar zor bir döneminde yalnız bırakamazdım.
Odadan çıkıp salona indiğimde, asıl yas tutanın Azad olmadığını fark ettim. Kendi küçük dünyama kapandığım zamanlarda etrafımdaki herkesin ne yaşadığını unutuyordum.
Bencildim.
Zamanında yalnız kaldığım için insanların yalnız kalmasında bir sakınca görmüyordum.
Böyle olmamalısın Rüya, dedim kendi kendime. Böyle olmamalısın...
Özge ve İlker Deniz, mahalleye dönmüştü. Evde kimse kalmamıştı aslında. Günler sonra bu ev ilk kez bu kadar boştu. Birsel ve Oğuz da herhangi bir şeye ihtiyacımız olduğunda geleceklerini söyleyerek Deniz'i bu kaostan kaçırmışlardı.
Utku, bahçe kapısının solundaki duvara sırtını yaslamış, kollarını göğsünde kavuşturmuş öylece duruyordu. Boş bakışlarının sebebinin ne olduğunun farkındaydım. Onun kırmızı gözleri elbette ağlamaktan değildi.
Yanına usulca yaklaşıp sarıldığımda kollarını çözdü, belime sardı. "Ne kadar zamandır uyumuyorsun?" diye sordum, utanarak.
Utku'nun dertsiz, tasasız hayatını nasıl da karartmıştım ama...
"Saymıyorum artık." dedi.
Sarılmayı bırakıp çekinerek yüzüne baktım. Yalan olduğuna adım kadar emin olduğum bir tebessüm yerleşti dudaklarına. "Belirli bir yerden sonra uyku bir daha uğramıyor." dedi. Kaşları, Ercüment'in oturduğu koltuğu işaret etti. "Hiç iyi değil." dedi.
"Özür dilerim." dedim, fısıldayarak.
Bakışları Ercüment'in yüzünden bana çevrilmedi ama yüz ifadesinden az sonra neden özür dileyeceğimi soracağını anlamıştım. "Ercüment'e destek olmak senin görevin değil. Yine, yine, yine ve yine sana bir sorumluluk yıktım."
Bakışları birkaç saniye daha Ercüment'in üzerinde durduktan sonra bana çevrildi. "Gel," dedi, sağ eliyle bahçeyi gösterdi.
Salondan çıkmadan önce son kez Ercüment'e ve yanına tüm bıkkınlığıyla çökmüş Azad'a baktım.
Metin'i çok özleyeceklerdi.
Bahçeye çıktığımda Utku kapıyı kapattı ve iki elini omuzlarıma yerleştirdi. "Rüya," dedi. Gözlerinde biriken damlaları gördüğümde ne yapacağımı bilemedim. Tüm vücudumu esir alan panik duygusu düşünmemi, hareket etmemi engelliyordu.
"Rüya," diye tekrarladı. Bir tebessüm yayıldı yüzüne, acı dolu bir tebessüm...
"Ercüment'in başında durmak benim görevim." dedi. "Hatta en çok benim görevim, inan."
Gözlerinden akmaya başlayan damlalara hayretle baktım. İçim soğusaydı da ben de ağlayabilseydim keşke. Metin'e, biraz olsun ağlayabilseydim.
Ama o benim kızımı kaçırmıştı...
Sen kızını saatler sonra buldun Rüya.
Ama kaçırmıştı!
"Ercüment'in yanında senin arkadaşın olduğu için durduğumu sanıyorsan, yanılıyorsun."
Öyleydi. Yanılmıyordum.
"Ben Ercüment'in yüzüne baktığımda..." Dudaklarını içe kıvırdı. Başını hafifçe iki yana salladı. "Ben şu an onun o haline baktığımda ne görüyorum biliyor musun?"
"Ne görüyorsun?" diye sordum. Öylesine içten akıyordu ki gözyaşları, gerçekten ben de ağlayacaktım. Ramak kalmıştı. Utku, fark etmeden de olsa yine bir isteğimi gerçekleştiriyordu.
"Bir gün kanlı bıçaklı da olsak seni kaybetsem neler yaşarım onu görüyorum."
Cümlesini bitirir bitirmez tepki vermeme müsaade etmeden hızlıca beni kendine çekip sarıldı. "Sen benim en yakın arkadaşımsın, en iyi dostumsun." dedi. "Ya bir gün seni kaybedersem?" diye sorduğunda gözlerimden yaşlar akmaya başladı.
Ya bir gün Utku'yu kaybedersem? Ne yapardım ben?
Başımı göğsünden çekip hüzünlü bir tebessümle yüzüne baktım. "Bir yere gittiğim yok." dedim, dalgaya vurmaya çalışarak. "En fazla evlenirim, ne olacak?"
Utku da gülmeye başladığında tekrar sarıldı. "Evleniyorsun ciddi ciddi." dedi. "Evet," dedim kollarının arasından sıyrıldığımda. "Baş nedimem de sensin!"
"Salak mısın sen?" dedi, gülerek. "Nikah şahidin benim."
Hızlıca başımı aşağı yukarı salladım. "Başka ihtimal mi var sanki?"
Aynı anda, gülmeyi keserek birbirimize bakmaya başladık. Nikah şahidim olabilmesi için önce Azad'ın kendini toparlaması gerekiyordu. Önce, üzerimizdeki ölü toprağını atmamız gerekiyordu.
Her anlamda.
"Atlatacaklar mı?" diye sordum, çekinerek. Atlatamama ihtimallerini duymak istemiyordum. Atlatırlar, demesi lazımdı Utku'nun. Her şeyin normale dönmesine, hemen dönmesine çok ihtiyacım vardı.
Yine bencillik yapıyordum. Bana ait olmayan, üzerime tam anlamıyla giyemediğim bir acıyı herkesin yüreğinden silmesini istiyordum.
Yaşamadığım acıyı dahi kaldıramıyordum. Azad, Ercüment ne yapacaktı? İlker Deniz'e babasının neden intihar ettiğini ileride anlatmak zorunda kalacak olan Özge aşabilecek miydi?
Onların ne yaşadıklarını anlayamaman ve bu doğrultuda yorumlayamaman çok normal Rüya. Kendine bu kadar yüklenme.
Derin bir nefes alarak salona yöneldim. Gitme vakti gelmişti. Metin'in ardından okunacak mevlütte, sakince oturmam gerekiyordu. Herkesin acısını anlayabilmem gerekiyordu. Üstelik, okutulacak olan dua Metin'in ailesi tarafından okutulmuyordu. Ercüment'in annesi tarafından okutuluyordu.
Bu da benim için çok ilginçti. Cenazenin hemen ardından, bir anda ortadan kaybolup köye gitmişlerdi.
Bu kadar aceleye gerek var mıydı?
Yargılama Rüya. Ne düşündüklerini bilemezsin.
Tamam, yargılamayacaktım. Beni ilgilendirmiyordu.
Salona girdim, Azad ve Ercüment'in ortasındaki boşluğa derin bir nefes alarak oturdum. Kollarımı, yetişebildiği kadar, ikisinin omzuna uzatarak bana doğru yaslanabilmelerini sağladım.
Onlara destek olmak istiyordum.
"Ben hep yanınızdayım." dedim. Azad, yanağıma bir öpücük bıraktı. "Ercü," dedim, girdiği trans halinden onu kurtarmak için çabalıyordum. "Ben hep yanındayım."
"Biliyorum." dedi. "Sadece..." sustu.
Devamını getirmesine istekli olduğumu söyleyemezdim.
Başını bana çevirdi. Göz altları mosmordu.
"Keşke böyle olmasaydı." dedi. "Benim suçum var mıdır herhangi bir yerinde diye düşünmekten kafayı yiyeceğim."
Başımı hızla iki yana salladım.
Ercüment'in hayatında ikinci bir benim yüzümden vakası oluşmasını istemiyordum. "Senin hiçbir suçun yok." dedim.
"Yapmaz sanmıştım." dedi. "Blöf yapıyor sanmıştım."
Dudaklarımı ağzımın içine doğru kıvırdım.
"Rüya," dedi. "Beynini patlatmış! Beynini!"
Gözlerimi gözlerinden kaçırdım. Böyle bir sahnenin detayını dinlemek istemiyordum. Metin, benim de hatıralarımda yer kaplayan biriydi. Yüzünü son kez bu şekilde canlandırmak istemiyordum.
"Ercüment..." dedim, sessizce. "Bunu kendine yapma."
"Tamam, sorun yok." dedi ve yerinden kalktı. "Gidelim artık."
💫
"Hoş gel di niz!" diye bağırarak kapıyı açtığımda karşımda fotoğraflardan tanıdığım, genç kadın duruyordu. Hemen yanında duran Utku'yu görüş alanıma almam uzun sürmüştü. Siyah mini eteği, ateş kırmızısı bluzu ve bluzu ile aynı renk ruju ile Simge'ye hayranlık duyan Utku'yu anlamamak imkansızdı.
Tam şu an karşıma bir ayna alıp günlük kıyafetli halime tükürmek istiyordum. Evet, tam şu an!
"Hayatım!" Azad'ın seslenmesiyle başımı arkaya doğru çevirdim. Bize doğru koşan Deniz'in peşinden koşuyordu, gülüyordu.
Mutluydu, mutluyduk. Metin'in intiharının üzerinden üç hafta geçmişti. Sandığımdan çok daha hızlı toparlamıştı.
"Kapıda mı bekleyelim Rüya?" Utku'nun dalga geçerek sorduğu soruya güldüm. Simge yanında olmasaydı da kapıyı keşke suratına kapatabilseydim.
Bahçeden geri gelir Rüya...
Kapının önünden çekildiğimde Simge'nin ince ve uzun topuğunun sesi evin duvarlarına çarpıp geri bize döndü. Ayağımdaki spor ayakkabılara bakmamak için başımı Utku'nun yüzüne sabitlemiştim.
"Hoş geldiniz." dedi Deniz. Simge ile pek göz teması kurmamıştı. Rakibinin tehlikeli olduğunu fark ederek Utku'nun bacaklarına yapışmıştı.
"Deniz, bu Simge ablan." dedi Utku, Deniz'in eline uzandığında. "Kız arkadaşım."
Deniz omuzlarını hızla yukarı kaldırdı, indirdi. "Hıh." dedi, kıskançlıkla. "Bu benim Utku babam!"
Bakışlarım Simge'nin yüzüne çevrildi. Utku, bizden bahsedeceğini söylemişti söylemesine ama ne kadarından bahsetmişti? Simge, Utku'ya 'baba' diye seslenen bir çocuktan haberdar mıydı?
Yüzünde beliren tebessüm ile tuttuğum nefesimi yavaşça dışarı verdim. "Biliyorum," dedi Simge ve sağ elinin işaret parmağını Deniz'in burnuna değdirdi. "Senin Utku baban, benim Utku sevgilim olabilir mi Deniz hanım?"
Deniz, yüzünü buruşturdu. "Olsun mu Utku baba?" diye sorduğunda hepimiz gülmeye başladık. "Olsun," dedi Azad, lafa karışarak. "Hem belki biraz babana ilgi gösterirsin kızım. Ne dersin?"
Deniz, Utku'nun elini daha sıkı tuttu. "Kıskanıyor seni." dedi Utku'ya, fısıldadığını düşünerek. "Kıskansın." dedikten sonra gülmeye başladı.
"Prensese bak!" diye söylendi Azad. "Hadi, Utku babasının prensesi itiraz etsene." diye ekledi.
Deniz, Utku'nun yanından ayrılıp benim yanıma geldiğinde gülüyordu. "Kıskanıyor seni." dedim, kızımı destekleyerek. Kıkırdaması arttığında başını aşağı yukarı salladı. "Çok kıskandı."
***
Yemeklerimizi yemeye başladığımız esnada Simge ve Utku'nun nasıl tanıştığını, Utku'nun ağzından üçüncü kez dinlemeye başlamıştım. Utku, Simge'ye o kadar aşık bakıyordu ki belki bana bu hikayeyi daha önce anlattığını bile unutmuştu.
Tanışma hikayelerini anlatırken lafı aralarında döndürüyorlardı, sonuca birlikte bağlıyorlardı. Masanın üzerinde duran elimin üzerine Azad elini bıraktığında onların hikayesinden kopup kızımın babasına baktım.
Kızımın babası...
Ne kadar da imkansız ve ilginç bir çift gibi geliyordu bana oysa seneler evvel. Şimdi, parmağımda bir tektaş vardı. Ondan bir kızım vardı.
Hayat, çok garipti.
Karma dedikleri şeyin ne olduğuna bugüne kadar hiç akıl erdirememiştim. Mesela bizim durumumuz karma olayının içine tam olarak girebiliyor muydu?
"Siz nasıl tanıştınız?" diye sordu Simge. Hafif bir tebessümle Deniz'e baktım. Ellerini çenesinin altına yerleştirmiş ne cevap vereceğimi merakla bekliyordu.
Ona hiç anlatmamıştım.
İyi de biz nasıl tanışmıştık ki?
Kafamın karıştığı mimiklerime yansımış olmalıydı. Simge'nin de kafasının karıştığını anlayabiliyordum çünkü. Elimi Azad'ın elinden kurtarıp kadehime uzandım. "Bilmiyorum." dedim, sıcacık bir tebessümle.
"Sen hatırlıyor musun sevgilim?"
"Nasıl yani?" diye sordu Simge. Kafası karışmıştı, şaşırmıştı. Her ilişkinin derin bir hikayesi olur diye kendini inandırmıştı muhtemelen.
Her ilişkinin büyük anlamlar taşıması, harika bir hikayesi olması gerekmiyordu benim nezdimde. İlişki dediğimiz şey iki insan ile yaşanıyordu. İnsan, her şeyi mahvetmekle meşhurdu. Harika ilişkiler varsa da bana uğramamıştı.
Bana ilişki de pek uğramamıştı zaten.
Simge ile Utku'nun bir araya gelmesi Oğuz sayesindeydi. Bizimki ise yaşadığımız mahalle sayesindeydi. Bu kadar basitti işte. Ellerimizde kitaplar, yağmurlu bir yolda hızlıca birbirimize çarpmamıştık. Ya da çok romantik bir bakışma yaşamamıştık. Aksine, ilk doğru düzgün konuşmamızda birbirimize girmiştik.
En büyük aşklar kavga ile başlar tezini doğrulamak istemiş olmalıydık ama dev bir aşkımız da olmamıştı.
Benim en büyük aşkım, kızımdı. Azad da ikinciliği için üzülmemeliydi.
"Küçükken tanıştık biz." dedi Azad. "Aynı mahalledeydik yani, çok büyük bir olayımız yok."
"Yaaaa." dedi Deniz. "Ben de biriyle tanıştım."
Azad'ın suratı şekilden şekle giriyordu. "Kiminle tanıştın?" diye sordum, keyifle. "Bana yüzük almadı o." diye cevapladı Deniz.
Kızım, yüzükten önce sen doğdun. Sence tek problem yüzük mü burada?
"Çocukken mi aşık oldunuz birbirinize?" diye sordu Deniz. Cümleyi tam olarak böyle kurmamıştı fakat anlamı buraya çıkıyordu. Kaşlarımı yukarı doğru kaldırdım. "Hayır anneciğim." dedim.
"Ben annene aşık olduğumda..." dedi Azad, elimi tekrar tuttu. "Annen beni sevmiyordu."
Deniz kahkaha attı. "Şimdi seviyor mu?"
Tam bu noktada Simge'nin hayretle etrafa bakmasını bekliyordum fakat beklentimi karşılamamıştı. Sımsıcak gülümsemesiyle bize bakıyordu. Demek ki Utku gerçekten bizden bahsetmişti. Bizden, bizim onun hayatındaki yerinden...
"Seviyorum tabii." dedim. Sevmesem neden evleneyim kızım, diye devam edecektim ki bambaşka bir soruya nasıl cevap vereceğimi bilemediğimden dudaklarımın ucuna gelen cümleleri yuttum.
"Nasıl ve nerede tam olarak kapıldım Rüya'ya anımsamıyorum," dedi Azad, derin bir iç çekti. "Ama iyi ki girdi hayatıma."
İyi ki diyebiliyor muydu sahiden? Yoksa şu an mutluyuz diye miydi gereksiz şovu?
Hala aynısın Rüya. Tam her şeyi aştık diyorum, başa dönüyorsun.
İyi ki idi işte. Benim için de onun için de. İyi ki...
"İmkansız gözüken bir aşk bizimki." diye devam etti Azad. Geçmişe dönük konuların bahsi geçtiğinde konuşma hakkı görmüyordum kendimde.
"İnan ben de imkansız olarak görüyordum." dedi Utku. Yüzünde beliren acı dolu tebessüme gülümseyerek karşılık verdim. Bu hikayede yanan iki kişi yoktu, dört kişi vardı. Onu anlatıyordu üstü kapalı şekilde.
"Aman," dedi Simge. "Her şey şu an yolundaysa neler yaşandığının bir önemi yok."
"Ne yaşandı anne?" diye sordu Deniz. Uyku vakti gelmemiş miydi bunun?
"Hadi yatağa." dedim, otoriter ses tonumla. Suratı düştü, masadan yavaşça kalktı. "Uyumayacağım." dedi. "Gidip bebek evimle oynayacağım."
"Bebek evi de benimle oynasa keşke." diye mızmızlandığında Simge'nin aklını karıştırmayı başarabilmişti.
"Utku baban oynasın." diye cevapladı Azad, Deniz'i.
Deniz ise hepimize küstüğünü belli edecek mimiklerle evin içine girdi.
"Şarap bitti." dedim. "Ben diğer şişeyi getireyim."
Yerimden kalkıp mutfağa girişimden saniyeler sonra Simge de mutfağa girdi. "Ellerine sağlık." dedi. "Yemekler harikaydı."
Tirbuşon ile savaş verirken bir yandan da afiyet olsun anlamına gelmesini ümit ettiğim mırıldanmalar döküldü dudaklarımdan. "Yardım etmemi ister misin?"
"Çok iyi olur." diyerek şişeyi Simge'nin önüne uzattım, tezgaha kalçamı yaslayarak ona bakmaya başladım.
"Utku," dedi, şişenin mantarını çıkarttıktan sonra. "Bana sizden ilk bahsettiğinde çok kıskandım. Yani, detaylıca bahsettiğinde."
Başımı anlayışla salladım. Bence, çok haklıydı. Utku ile bir hayat kurmak isteyen insanın çok ağır bir yük altına girmesi gerekiyordu. Bir gece, acil bir durum olmasa dahi Utku'yu arayıp yardım istesem her şeyi bırakıp yanıma koşardı. Koşmuştu, koşacaktı. Bu yüzden seneler önce çok sevdiği kadını kaybetmişti.
"Benden nefret etsen şaşırmam inan ki." dedim, tüm ciddiyetimle. Alaya alınacak bir konu değildi. Benimle ilgili aklında bir soru işareti kaldıysa halletmeliydik.
"Nefret etmiyorum." dedi. "Hiç aklımdan böyle bir şey de geçmedi."
Duvara yaslı olan sandalyeye oturdu, bacak bacak üstüne attı. "Ne yalan söyleyeyim, bir an için Utku'nun sana aşık olduğunu düşündüm."
İstemsiz bir kahkaha savruldu dudaklarımdan Simge'nin yüzüne doğru. "Utku," dedim. "Çok iyi bir insan. Değer verdiği kişiler için kendi hayatını görmezden gelecek kadar iyi bir insan."
Simge, anlayışla başını salladı. "Çok şanslıyız, desene o zaman." dedi.
"Çok şanslıyız." dedim, en içten tebessümümle.
Yerinden kalktı, karşımda durdu. "Sınırları aşmak istemem ama..." Kollarını iki yana açtı, gözleri sorgulu bakışlarla kaplandı. "Aşmıyorsun." dedim.
Belki de aşıyordu. Birden oluşan samimiyetler bana bir hayli samimiyetsiz gelirdi ama bu farklıydı. Utku'nun kız arkadaşı, benim için de kıymetli olmak zorundaydı.
Kısa süren sarılmamızda aramızda bir bağ oluştu diyemezdim. Sadece, bir adım daha yakınlaşmışız gibi hissediyordum. Utku'nun kalbine bir adım daha yakındım. Onu daha iyi anlayabiliyordum. Sevdiği kadının bana ve kızıma bakış açısını anlayabiliyordum.
"Senin hakkında ilk ne düşündüm biliyor musun?" diye sordu, Utku'nun gece yarıları ansızın ortadan kaybolmasını sağlayan güzel kadın.
"Ne düşündün?" dedim.
Umarım saçma sapan bir şey söylemez Rüya. Beslediğim tüm sempatiyi yitiririm, Utku bile engel olamaz.
"Çok güçlü bir kadın olduğunu düşündüm." dedi. "Ayaklarının üzerinde sağlam duruşunun hikayesini duyduğumda seni hiç tanımadan sana hayran kaldım."
Dudağım sol tarafa doğru kıvrıldı. Hayatım film şeridi gibi gözümün önünden geçmedi de beynimde çığlıklar atarak ağladığım görüntülerimin olduğu bir klip dönmeye başladı.
Ne maddi ne manevi olarak ayakta duran ben değildim. Utku, ayaktaydı. Ben ona sırtımı yaslamıştım.
"Simge," dedim, gözlerine bakmadan. "Utku ile birlikte olduğun için çok şanslısın bence." dedim. "Yani, seni çok tanımıyorum. Eminim Utku da şanslıdır." dedim, telaşla.
"Rüya," dedi, elini omuzuma nazikçe yerleştirdi. "Utku'ya sahip olduğum için şanslı olduğum kadar sizinle tanıştığım için de şanslıyım."
Acaba böyle konuşsun diye Utku Simge'nin üzerinde baskı kurmuş olabilir miydi?
Here we go again Rüya! Eh be Rüya! Yeter Rüya!
Kendime verdiğim cevaba gülerek şarap şişesini elime aldım. "Bu şişeyi de bitirirsek sarhoş olacağız." dedim, mutfaktan çıkarken. "Herkesin tek kadeh içme hakkı var. Fazlasını yasaklıyorum."
"Tamam." dedi, annesinden azar işiten çocuk gibi. Konuyu kapatmak içindi tüm çabası. Emindim, bu şişe de bitecekti.
💫
Ofisin kapısı açıldığında bilgisayar ekranından yorgun gözlerimi çekerek içeri giren ikiliye baktım.
Azad ve Utku, asık suratlarıyla içeri girdiler.
Azad'ın burada olması için mümkün olan tek yol, benim mesaimin çoktan bitmiş olmasıydı. Kolumdaki saate baktım. Henüz öğle arası biteli iki saat olmuştu.
"Kovuldun mu?" diye sordum, gülerek.
İkisinin yüzünde de mimik oynamadı. Karşımdaki iki sandalyeye oturduklarında kaşlarımı çattım. Ters giden bir şeyler olmalıydı ve bu sorun her ne ise gümbür gümbür bağırarak gelmiş, odamın ortasına konmuştu.
"Bir şey içer misiniz?" diye sordum fakat aldığım tek cevap ikisinin de reddedercesine başını iki yana sallamasıydı.
Masamın üzerinde duran şişeden bardağıma su doldurdum ve bir yudum aldım. "Hoş geldiniz." dedim, sonu soru işareti dolu kapanışla.
"Hoş bulduk." dedi Azad. Utku, ellerini göğsünde kavuşturmuş konuşmadan bekliyordu.
Aynı anda, ikisini de ilgilendirecek sıkıntılı bir durum olması için konu ya benimle ya da Deniz ile ilgili olmalıydı. "Deniz'e bir şey mi oldu?" diye sordum.
"Hayır, Deniz ile alakalı bir durum yok." dedi, Utku.
"Niye suratınız sirke satıyor o zaman?" diye sordum.
Bilgisayarımın ekranını aşağı indirip ellerimi de üzerinde birleştirdim.
"Bugün," dedi Azad, derin bir nefes aldı. Benden kaçırdığı bakışlarını Utku'ya çevirdi. Utku ise omuzlarını silkip bana bakmaya başladı.
"Evet canım, bugün?" dedim.
"Bizim şirket iki ay kadar önce Ankara'da ofis açtı." dedi. "Bahsettim mi hatırlamıyorum."
"Hayırlı olsun, bahsetmemiştin." dedim, iyi de bundan bize ne, dercesine.
"Ankara'ya gitmem gerekiyor." dediğinde alt dudağımı hafifçe dışa doğru uzattım.
"Kaç günlüğüne?" diye sordum. "Biliyorsun, Deniz seninle vakit geçirmediği her akşam gittiğini düşünüyor."
Başını bildiğini onaylayacak şekilde yavaş yavaş salladı. "1 ay sonra gitmemi istiyorlar." dedi.
"İyi bari." dedim, gülümseyerek. "Daha vakit varmış. Deniz o sırada sana güvenmeyi öğrenir bence."
Utku, alt dudağını yavaşça ısırdığında stresten bacağının da titrediğini fark ettim.
"Başka bir şey mi var?" diye sordum. "Çok gerginsiniz ve bu durum benim canımı çok çok fazla sıkıyor."
"Güzelim," dedi Azad, gözlerime bakmadan. "Galiba anlatamadım."
"Neyi?" diye sordum ve bardaktaki suyumdan bir yudum daha içtim.
"Yeni ofise gitmemi istiyorlar." dedi. "1 ay sonra." diye devam etti.
Bunu zaten söylemişti.
"Artık o ofiste çalışmamı ve departmanın müdürü olmamı istiyorlar."
"Anlamadım?" diye bağırdım, birden. "Ne istiyorlar?"
Hala yüzüme bakmıyordu. Utku, yüzü düşmüş şekilde beni izliyordu.
"Sen, sevgilinden önce Utku'ya mı anlattın bunu?" diye sordum, hayal kırıklığıyla.
"Değil mi ya?" diye lafa girdi Utku. "Seninle aynı anda öğrenseydim ya da senden sonra öğrenseydim keşke bunu."
"Ne zamandır haberin vardı?" diye sordum. "İki gündür." dediğinde topuğumu sertçe yere vurdum.
"İki gündür benden gizliyor muydun Utku?"
"Onun suçu yok." diye araya girdi Azad. "Sen sus!" diye sinirle cevap verdikten sonra Utku'ya döndüm.
"İki gündür biliyor muydun?"
"Söyleme, dedi. Ne yapsaydım Rüya?"
"Söyleseydin!" dedim. "Sen Azad'ın arkadaşı mısın? Benim arkadaşımsın!"
"Söyleme diye yalv..." Sinirle Azad'a döndüm. "Ne demek 1 ay sonra Ankara'ya gitmem lazım Azad?" dedim. "Ne demek ya? Yok muymuş burada müdürlük pozisyonu?"
"Bebeğim bir dinlesen."
"Neyi dinleyeyim? Kabul mü ettin bir de?"
"Ben çıkayım isterseniz." Utku'ya elimle oturmasını işaret ettim.
"Rüya," dedi. "Güzelim, bak benim için ne kadar önemli anlamıyorsun. Önce beni dinlesen."
Yüzük parmağımı havaya kaldırdım. Parlayan yüzüğü görüp bir şeyleri hatırlardı belki.
"Bebeğim..."
"Bak," dedim, elimi öne doğru uzatarak. "Bunun ne demek olduğundan senin haberin var mı?" Derin bir nefes aldım. "Gidecek misin?" dedim, tüm kırgınlığımla. "Git, Azad. Git, git, git. Yine git."
Bir hışımla yerimden kalktım. Odadan çıkmak için masanın yanından geçtiğimde Azad da çevik bir hareketle yerinden kalkmış karşımda durmuştu.
"Sizin de benimle gelmenizi istiyorum." dedi.
Hafifçe gülümsedim. Açıkçası, bir an için hiç böyle bir teklif yapmayacağını düşünmüştüm.
Ama...
Onun işi vardı da benim yok muydu? Onun çok istediği pozisyonun yanı sıra benim çok sevdiğim bir iş vardı. Üstelik, patronum Utku idi!
"Benim kabul edeceğimden emin bile değilken kabul ettin." dedim. Kabul etmediğine dair hiçbir şey söylememişti.
"Ayrıca," dedim, Utku'ya bakarak. "Deniz'i Utku'dan nasıl ayıracağım? Tamam desem bile ben orada nerede çalışacağım?"
"Evet," dedi, gülümseyerek. "Kabul ettim ama nasıl kabul ettim?"
Kaşlarımı kaldırdım.
"Nişanlım Ankara'ya taşınmayı kabul etmezse gitmem, diyerek kabul ettim."
Gözlerimi kaçırıp başımı hafifçe eğdim. "Nişanlım mı dedin?"
Çenemden tutup başımı yukarı kaldırdı. "Evet." dedi. "Nişanlım değil misin?"
Biraz daha bakarsam şuracıkta öpüverecektim Azad'ı. Onun yerine kalktığı sandalyeye oturdum ve bacak bacak üzerine attım. "Sen ne düşünüyorsun?" diye sordum, Utku'ya.
"Gerçekten Azad'a aşık olduğunu." dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. Azad ise arkadan kıkır kıkır gülüyordu.
"Ben bu ofisi Azad'ın başına yıkarsın diye düşünmüştüm açıkçası. Tepkin çok daha yumuşak oldu."
"Bizi hiç düşünmedi sandım bir an." dediğimde Azad'ın kolları sırtımdan boynuma sarıldı.
"Açıkçası," dedi Utku. "Keşke ofisi Ankara'da açsaymışız. Babam bir dönem İstanbul yerine Ankara diye diretiyordu, ileri görüşlü adam."
Hafif bir tebessümle Utku'yu dinliyordum.
"Bence iş bulmayı dert etme." diye devam etti. "Şu an nereye başvursan seni havada kaparlar, inan bana. Dert edeceksen geriye kalan şeyleri dert et."
"Seni mesela." dedim, içimi kaplayan hüzünle.
"Biz iki gündür Azad ile bunu defalarca konuştuk Rüya ama sana da söyleyeyim." dedi, oturuşunu dikleştirdi. "Azad'ın kariyerini, sırf ben İstanbul sınırları içinde durmaya devam ediyorum diye hiçe sayamazsın."
Sayamazdım.
"Zaten evlendiğinizde eski düzenimiz olmayacaktı. Belki Ankara'da senin de karşına bambaşka şanslar çıkacak. Bana sorarsan eğer git ve kendine yeni tertemiz bir sayfa aç. Hem zaten sen İstanbul'u sevmiyorsun ki."
Sevmiyordum.
"Yani son karar elbette senin fakat aklını karıştıracak tek kişi ben olabilirdim bu durumda. Azad da o yüzden önce benimle konuştu. Best kankalar olup seni dışladığımız yok."
Zaten böyle düşünmemiştim.
"Deniz'e gelince..." dedi. "Deniz, Azad'a hala baba demiyor olabilir bunun hepimiz farkındayız. Sadece hepimizin farkında olduğu bir şey daha var ki o da Deniz artık Utku babasından çok öz babasıyla vakit geçirmekten keyif alıyor."
Bunu hiç fark etmemiştim.
"Yani sen ya evet dersin, ben sürekli yanınıza gelirim ya da hayır dersin, Azad kariyerinde aynı yerde saymaya devam eder."
Kariyerden vurmasa her şey daha kolay olabilirdi. Aynı pozisyonda gönderselerdi keşke. Savaş açmak çok daha basit olurdu.
Gerçi, savaş açmaya gerek yoktu. Utku bu şehirde olmasa bir saniye bile düşünmezdim kalmayı.
Yerimden kalkıp birkaç adım attım ve kollarımı açarak Utku'nun ayağa kalkmasını bekledim.
"Seni çok seviyorum." dedim, sımsıkı sarılırken. "Ama nasıl alışacağım senden ayrı yaşamaya?"
"Eğer böyle duygusal davranacaksan hüngür hüngür ağlarım." dedi Utku. Ardından saçıma bir öpücük kondurdu ve, "Utku komple senin." dedi, fısıldayarak. "Bunu asla unutma."
Ben, bunu ölsem unutmazdım. Ne Utku'yu ne söylediklerini... Yaptıklarını, hissettirdiklerini, kimsem yokken çabalayışını, emeklerini... Hiçbir şeyi unutamazdım. Bir gün, hafızamı kaybetsem yine Utku'yu hatırlardım.
Kendimi unuturdum, onu unutmazdım.
"Bunu Deniz'e nasıl açıklayacağız?" diye sordum, çaresizce. Deniz'e bunu açıklamaya benim cesaretim yoktu. Her zamanki gibi sorumluluğu başkalarına atma eğilimindeydim ve hiç de pişman değildim. Doğurma sorumluluğunu üstlenmiştim işte. Gerisini bence babası halledebilirdi.
"Açıklarız." dedi Azad. "Deniz, anlayışsız bir çocuk değil."
Ben anlayışsızdım galiba. Bana söylemek için böylesine gerilmiş olduklarına göre benim anlayışsız olmam gerekiyordu.
Değil misin Rüya?
Tamam, birazcık anlayışsız ve fevri bir insandım. Ne olmuştu sanki? Çok mu büyük problemdi bu?
Sanki, biraz...
Bazı huylarımı törpülemeyi başarmıştım. Bunları da halledebilirdim. Abartmaya gerek yoktu. Hem zaten Azad beni böyle seviyordu.
Ben de Azad'ı bir ton falsosuyla sevmiyor muydum? Böyle böyle dengeyi kuruyorduk. Kafaya takmaya gerek yoktu bunları.
Utku'ya sarılmayı bırakıp kendimi Azad'ın güvenli olduğunu düşündüğüm kollarına bıraktım. Sevgiliye sarılmak ile arkadaşa sarılmak arasında büyük fark vardı. Azad'ın kollarında kendimi dünyanın en kıymetli, en özel insanı hissediyordum. Utku'nun kollarında ise kendimi o kadar güvende hissediyordum ki Azad bana sadece güvendeymişim gibi düşündürtebiliyordu. Utku ile en büyük farkı buydu. Birinde gerçekten güvendeydim diğerinde ise öyleymiş gibi düşünmek istiyordum.
"1 ay çok kısa bir süre değil mi?" diye sordum. Sonuçta iki hafta sonraya almıştık nikah gününü. Evlenir evlenmez Ankara'ya gitmek planlarım arasında yoktu açıkçası. Benim için ani olmuştu.
"Değil bence." dedi, Azad. "Her şeyi aynı hızda ilerletirsek hiç sıkışmaz bile."
Sıkışırdı her şey. Elim ayağım birbirine de dolaşırdı. Utku ile ayrılabilmek için 1 ay az bir süreydi.
"Gençler," dedi Utku, ellerini hızlıca birbirine vurdu. "Hadi ayrılın."
Azad'a sarılmayı bıraktım.
"Saat kaç?" diye sordu. Kolumdaki saate baktım. "15.57 patron!" dedim, sağ elimi alnımın üzerine getirerek hazır ol pozisyonu aldım.
Utku gülmeye başladığında Azad da güldü.
Komik değildi. İroni yapmıştım.
"Çiçeğin çikolatan hazır mı bakayım senin?" dedi Utku. "Git bi' damat tıraşı falan ol. Hadi, hadi!"
"Neyi var saçımın sakalımın?" diye sordu Azad. "Her şey hazır. Akşam 20.00'de sendeyiz işte."
"Sen?" diye sordu Utku, bana dönüp. "Her şeyin hazırdır umarım."
Şen bir kahkaha attım. Azad'ın ailesi, Utku'nun ailesinden akşam beni isteyecekti. Utku ise bizden daha telaşlıydı belli ki.
"Hazır her şey. Sadece giyinip saçımı yaptıracağım." dedim.
"Çok merak ettim Rüya hanım zaten giyinmek ve saçınızı yaptırmak dışında bugün ne işiniz vardı?" Azad'ın dalga geçer gibi sorduğu soruya karşılık yüzümü buruşturdum.
"Salak!" dedim. "Sanki senin ekstra bir işin var. Her şeyi Ercüment ve Ebru hazırladı zaten."
"Hadi!" diye bağırdı Utku, aniden. "Sen git aileni al," dedi Azad'a. "Sen de çık bugün erkenden. Deniz ile kendini hazırla. Ben de iki saate dönerim eve."
"Emredersiniz komutanım!" diye bağırdığımda Utku iki elinin işaret ve orta parmağını şakaklarına yerleştirdi ve ovalamaya başladı. "Yemin ederim ki çocuk olan Deniz değil, sensin!"
💫
Deniz'in başındaki çiçeklerden yapılma tacı düzelttikten sonra yanağından bir makas aldım. Bembeyaz elbisesinin belindeki nar çiçeği şerit kemer detayı benim elbisemle takım olmuştu.
"Çok güzel olduk." dedi, aynadaki yansımamıza uzun uzun bakarken.
İnce askılı, derin V yaka elbisemin bel kısmını elbisemle aynı renkte nar çiçeği ince bir kemer tutuyordu. Uzun elbisenin dekoltesi sadece göğsünde değildi. Olabildiğince yüksekten başlayan yırtmaç, çok cesur bir görüntü sergilememe sebep oluyordu. Ayağımdaki ten rengi stilettolar ise elbisenin tamamen yerde sürünmesini engellemişti.
Hafif dalgalandırılmış saçlarım, abartıya kaçmadan yapılmış makyajım ile hazırdım.
"Çok güzel olduk." dedim, Deniz'i tekrarlayarak.
Kızım ile katılacağım ilk büyük organizasyonun kendi isteme günüm olacağını tahmin edemezdim...
"Anne," dedi, son harfi uzatarak. "Senin annen yok mu?"
Gözlerim aynaya takılı kaldı. Bu soruyu sormak için doğru zaman mıydı sence kızım?
"Nereden çıktı şimdi bu?" diye sordum, kendimi toparlamaya çalışarak. Burnumun direği sızlıyordu. Özlemden, burnumun direği sızım sızım sızlıyordu! Ben, annem sandığım teyzemi, özellikle son zamanlarda, çok özlüyordum.
"Teyzemi bana anlattın ama onu da hiç görmedim, anneni de hiç anlatmadın." dedi.
Sinem, evleneceğimden olmasa da bugünün benim için önemli olduğundan haberdardı. Onu buraya, yeni hayatıma davet etmiştim. Gelmemişti.
Belki de kızıma, hayalete benzeyen teyzesini de anlatmamalıydım.
"Hanımlar!" Odanın içine aniden giren Ebru, beni cevap vermek istemediğim sorulardan kurtarmayı başarmıştı.
"Giray geldi." dedi, bakışlarım onu bulduğunda. "Takım elbisesini çekmiş gelmiş, kız tarafıyım ben diyor."
Buruk bir tebessümle yanıt verdim söylediklerine. Giray, benim seneler evvel hayatımın merkezindeydi. Sonrası yoktu işte. Herkeste birer birer olduğu gibi Giray'da da sonrası olmamıştı. Deniz'in doğum gününden sonra Giray'ı görmeyi geçmiştim de doğru düzgün iki kelime bile edememiştim.
Şimdi, beni mutlu etmek için mi buradaydı yoksa vicdanını rahatlatmak için mi?
"Utku'ya geçsin." dedim, boğazımı temizledikten hemen sonra. "Birsel, sen, ben, Deniz." gülümsedim. "En son biz geçeriz oraya."
"Erkek tarafı gelmeden yani." dedi Ebru ve göz kırptı. Gülümsemesinin uzun süre dudaklarında yer kaplamasını beklemiştim açıkçası fakat o hemen mimiksiz haline dönerek odadan çıktı.
Bugün, sorunsuz geçebilecek miydi acaba?
"Hadi." dedim Deniz'e ve önümden yürümesi için elimle işaret ettim. "Salona inelim."
Deniz koşarak odadan çıktığında ben de ağır adımlarla onu takip etmeye başladım. Merdivenin basamaklarında aşağı inebilmek için her yeni adımım kalbimin heyecanla sıkışmasına sebep oluyordu.
Okulum bitmişti, midemde kelebekler vardı. Saçlarımda Azad'ın dudaklarının izi, kalbimde sevgisi vardı. Hemen önümde yürüyen bir kız çocuğu, ondandı.
Mutlu olmak zor yollardan geçmeyi gerektiriyordu. O yolları tamamlamıştım ve en sonunda o mutluluğa kavuşmuştum.
Azad, mutluluk kaynağımdı.
Birbirimize, herkes gibisin, göndermeleri yaptığımız günlerden, her şeyimsin boyutuna atlamıştık. İnanılır gibi değildi.
Rüya ve Azad...
Bu iki isim yan yana.
Üstelik, bir evlilik cüzdanında.
Seneler önce biri bana bunu söylemiş olsaydı muhtemelen gülüp geçerdim.
Biz, çok saçma bir çifttik. Saçmalığın birleştiriciliğinin güzelliğini ise ilk kez bu merdiven basamaklarında ağır ağır yürürken fark ediyordum.
Okulum bitmişti, kızım vardı.
Kızımın babasıyla evleniyordum.
Merdiven basamakları bitmişti, salonda bir kişi fazlaydı.
Ebru, Birsel ve Deniz'in karşısında bana sırtı dönük duran genç kadının saçlarını inceledim bir süre.
Tanıyordum.
O saçların sahibini tanıyordum.
O saçlar benim evimdi. Yuvamdı. Çocukluğum, tüm hasretimdi.
Geceler boyu minik ellerimle örmeye çalıştığım, örerken zaman zaman bilerek yolduğum neşemdi. Gelmişti.
Gelmişti.
Seneler sonra, ilk kez bir isteğime yanıt vermeyi başarmıştı ve ablası sandığı kuzeninin yanına gelmişti.
"Sinem," dedim, fısıltıyla. Çığlık atarak boynuna atlamam gereken noktanın biraz gerisinde korkuyla fısıldamıştım. Korkuyordum çünkü hayal kırıklığına uğrayabilirdim. Gözüm kapalı tanıyacağım saçların sahibinin beni kırmasından çekiniyordum.
Tanıdık saç telleri sanki ağır çekimde sallandı ve o tellerin sahibi yüzünü bana çevirdi. "Sinem," dedim, bu sefer kendimden daha emin bir sesle.
Koşarak üzerime atladığında dengemi kaybetmemek için zorlanmadım desem yalan olurdu. "Kocaman olmuşsun!" dedim, hüzünle.
Kocaman olmuşsun ablacığım, ben görmeden öyle büyümüşsün ki kocaman olmuşsun.
"Abla," dedi, sıkı sıkı sarılırken. "Bana neden söylemedin?"
Neyi sorduğu çok netti. Yine de salağa yatmak hoşuma gidiyordu. "Neyi?" diye sordum.
"Şu an odanın ortasında duran çocuğu." dedi, geriye çekildiğinde.
Gözlerine uzun uzun baktım. Amacım hangi hisleri barındırdığını anlamaktı fakat başarılı olamamıştım. Saç tellerini tanıyordum, Sinem'i değil.
"Pek şaşırmışa benzemiyorsun." dedim, utangaç bir tavırla.
"Biliyordum çünkü." dediğinde kaşlarımı çattım. "Giray abim söyledi." dedi. Şaşırmamalıydım aslında. Zaten sağır sultan bile duymuştu.
Ellerimi iki yana doğru kaldırdım ve başımı hafifçe sola eğdim. "Yapacak bir şey yok. Büyüttüm bile."
"Beni tanıyor mu?" diye sorduğunda Sinem'e cevap vermeden Deniz'e seslendim. "Bak kızım," dedim, gülerek. "Teyzen geldi."
"Fotoğraflarda daha çirkindi." diye karşılık verdi Deniz. Sinem, Deniz'i henüz tanımadığı için hayretle bir ona bir bana baksa da geriye kalan herkes kahkahalarla gülüyordu.
...
"Allah'ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Rüya'yı, oğlumuz Azad'a istiyoruz."
Hatice teyzenin gururla kurduğu cümleye karşılık benim gözüm Azad'ın üstündeydi. Gerginlikten elini ayağını nereye koyacağını şaşırmış halde sürekli Ercüment'e sığınmaya çalışıyordu. Sanki bir anda buraya gökten düşmüştü. Sanki hiç haberi yoktu. Öyle bir telaş hakimdi üzerinde.
"Kızım," dedi, Utku'nun babası. "Senin rızan var mı? Sen bu çocuğu istiyor musun?"
Gelenek ve göreneklerimize göre burada Sen neyi uygun görüyorsan babacığım, demem gerekiyordu sanırım. Onun yerine hafifçe başımı salladım.
"Eh," dedi Utku'nun babası, gülerek. "Gençler aralarında her şeyi ayarlamış. Bundan sonra bize hayırlı olsun demek düşer."
Sonrası ışık hızında geçti. Yüzükler takıldı, makaslar kesmedi. Azad, Deniz'e harçlık verdi. Giray ve Sinem bir yabancı gibi daha uzaktan bizi izledi. Utku'nun ailesinin ailem oluşuna içten içe kırıldılar.
Bu kadardı. Başka bir şey olmadan, hatta Azad tuzlu kahve bile içmeden, akşamı kapatmayı başarabilmiştik.
Azad, beni ve Deniz'i deniz kenarında bir restorana götürmek istediğinde evden çıkmadan hemen önce Ebru'nun tadının neden kaçık olduğunu öğrenme fırsatım bile olmuştu.
Her şey gerçekten de çok hızlı gelişmişti.
"Ercüment'e açıldım." demişti Ebru. "Siz hazır olmadan önce. Tutamadım işte içimde, ne yapayım?"
Birsel ile beraber konunun tatsız bittiğini anlamakta zorlanmamıştık. "Ebru," demiş Ercüment. "Ben seni yıllarca kardeş bildim, öyle davrandım. Sana nasıl o gözle bakarım ben? Özür dilerim." diye bitirmiş konuşmayı. Devamı gelmemiş bile. Öyle kalmış ortada Ebru.
"Haklı," demişti bizim konuşmayı bitirmeden önce. "Onca sene abi, abi, abi dersem olacağı buydu."
Neyse ki Azad ve Deniz ile dışarı çıktığımız, yeni nişanlandığım akşamda aklımın Ebru'da kalması gerekmemişti. Birsel, Oğuz ve Utku hemen Ebru ile bir plan yapıp Ercüment'i düşünmemesi için harekete geçmişlerdi.
Lüks restoranın teras katına çıktığımızda inceden inceye tenime değen sıcak rüzgar ile ürperdim. Durgun deniz, kelimenin tam anlamıyla ayağımızın altında süzülüyordu. Deniz'e baktım, Azad'a baktım. İkisi de sessizce gerçek denizi izliyordu.
Üçümüz aynı anda, kim bilir bir daha ne zaman kızıma ismini veren denizi görebilecektik...
Memleketim olduğunu sandığım Ankara'da, su birikintisi olmadan bir ömür... Geçer miydi sahiden?
Anlaşmış gibi konuşmuyorduk. Yemek siparişlerimizi vermiş, yanına bir kadeh kırmızı şarap sipariş etmiştik. Restoranın içinde yayılan tiz kadın sesi yan yana geçen geceler unutulup gider mi, diyordu.
Şarkı öylesine yüreğime işlemişti ki bir su birikintisi için ağlayıp ayrılmak istemediğimi bahane edebilirdim.
Ama buna Azad inanmazdı.
Deniz için ağlamayacağımı bilirdi, söylediklerime inanmış gibi yapardı.
Dostluklar birden biter mi, diyordu yine aynı tiz kadın sesi. Utku ile sahiden kopar mıydık? Sırf kilometrelerce öteye gittim diye, biter miydi bu dostluk?
Bitmezdi.
Utku, ben gidiyor olsam da benden gitmezdi. Nitekim, ben kelimenin gerçek anlamıyla gidiyordum.
"Ne düşünüyorsun?" diye sordu, Azad. Dakikalarca suyu izlememe dayanamamış olmalıydı.
Yanağımı dişlediğimde boş ve yorgun gözlerimle gözlerinin içine baktım. "Gitmek çok zor olacak." dedim. Cümlemi devam ettirecekken Deniz'in meraklı sorusunu duydum. "Nereye?"
"Ankara'ya." dedim. "Babanın iş için Ankara'ya yerleşmesi gerekiyormuş prensesim. Biz de onunla gideceğiz."
"Tamam." cevabını duyduğumda gözlerimi kısarak Deniz'e baktım. "Ama Utku bizimle gelmeyecek." dediğimde güldü. "Özlerim ama olsun bebek evini de özlerim gitmezsek."
Kızım sonunda gerçek babasının kim olduğunu anlamıştı ve süreci benden daha olgun karşılıyordu. Diyecek tek bir kelimem kalmamıştı. Hayatımdaki herkes, el kadar çocuk dahi benden olgundu.
"Anne?"
"Efendim Deniz?"
"Atatürk dedem Ankara'da değil mi?"
Yüzüme yayılan gururlu tebessümle Azad'a baktım. "Evet," dedi, bana cevap verme hakkı tanımadan. "Atatürk Ankara'da kızım."
Deniz, her sevinişinde yaptığı gibi ellerini çırptı, kahkaha attı. "Yanına götürecek misiniz beni?"
"Babanın en büyük hayali." dedim, o günleri hatırlıyorum Azad, dercesine. Hatta biraz da, sen de hatırlıyor musun Azad, diyerek meydan okurcasına.
Azad ise o günler ile beraber başka günleri de hatırladığını kanıtlamak için "Sen hangi takımı tutuyorsun kızım?" diye sordu. İşte, sormaması gereken en önemli soru buydu. Deniz'i hala tanıyamamıştı.
Ne yazık ki bizim kızımız sadece lafta prenses değildi. Çıtkırıldım halleri taraftar gruplarının vahşi hallerine yaklaşamayacak kadar benliğine işlemişti.
"Iyyy." dedi Deniz. Yüzünü buruşturmayı da ihmal etmemişti.
Babasının suratının düştüğünü fark ettiğindeyse elini ona doğru uzattı ve "Tamam tamam." dedi. "Sen neliysen ben de onum."
Kahkaha atmaya başladığımda Azad kızına Galatasaray'ın renklerini öğretme çabasına girişmişti bile...
💫
Azad'ın kollarının arasında uykuya dalmak üzereydim. Bundan sonra tüm hayatımı bu şekilde geçireceğim fikri tüm hayatım boyunca mutlu olacağım fikrini de yanında getiriyordu haliyle.
Hayatımın en mutlu sabahına uyanacaktım. Artık, koşulsuz şartsız mutlu olacaktım.
Rüya'nın hikayesi, mutluluğa doğru adım adım ilerliyordu ve en çok bu beklenmedik sondan dolayı içim kıpır kıpırdı.
Çok uzun zaman, izbe bir barakada tek başıma sürüne sürüne ölürüm diye hayal etmiştim.
Öyle olmayacaktı.
Benim bir ailem vardı.
"Güzelim?" dedi Azad. Yatakta hafifçe soluma dönerek ona baktım. "Uyku mu tutmadı?"
Gözlerini zor açıyordu. Ağzının içinden mırıldandığı kelimelere karşı gülümsedim. "Çok heyecanlıyım." dedim.
Başını hafifçe sallamaya çalıştı. "Ben de." dedi, gözleri ağır ağır kapanırken.
"İyi geceler Azad." dedim, derin bir nefes verdikten hemen sonra. "İyi geceler mutluluğum."
...
Gerçekten, nikah günü bu kadar karmaşık mı geçmek zorundaydı? Her kafadan çıkan sesler, herkesin bir yere yetişiyormuş gibi çabaya girmesi fakat çıkacakları tek yerin bahçem olması...
Evet, herhangi bir düğün salonu tutmamıştık ya da ekstra bir organizasyon düzenlemek aklımızın ucundan dahi geçmemişti.
İşin sonunda, bir avuç insandık. Neden büyük bir yaygara koparacaktık ki?
Azad ile beraber bahçenin süslenmesi konusunun dışında kalmıştık. Aslında, pek de süslenmemişti. Nikah kıyılsın diye ek olarak bir masa getirilmişti. Gereksiz olduğunu düşündüğüm, çiçekli böcekli bir köşe yapılmıştı. Düğün fotoğrafçımız Oğuz ve Birsel olmuştu. Son model telefonlarının her köşede abartılan kameralarıyla bu işin üstesinden gelebileceklerine emindim.
Deniz'in saçına incili beyaz tacı takmaya çalışırken o sadece aynadan bana bakıyordu. Kabarık, beyaz gelinliği ile aynadaki yansımasının hemen arkasında gördüğü annesi balık model straplez, bembeyaz gelinliğiyle oracıkta kızına bakıyordu.
Hep olduğu gibi.
Her ihtiyacında bir nefes ötesinde olduğu gibi...
Ayakkabımın altına Ebru, Simge ve Birsel isimleri ben gözümü açar açmaz zorla yazdırılmıştı. Hatta uyandığım andan bu yana ayakkabılarımın çıkartılmasına kati suretle izin verilmemişti.
O isimler silinecekti!
Her şey hazırdı. Büyük bir olaya gerek yoktu. Nikah memuru dakikalar sonra burada olacaktı, biz evlenecektik ve bitecekti.
Bu kadardı.
Sonra hayatımıza devam edecektik. Mutlu, huzurlu, çekirdek ailemiz bu dünyada var olmaya devam edecekti.
Deniz bir anda ortadan kaybolduğunda kızların da seslerini duymadığımı fark ettim. Kapıya yöneldiğimde tüm endamıyla karşımda duran Azad'ı gördüm. Takım elbisesiyle odanın ortasına inmiş bir mucize gibiydi...
"Rüya..." dedi, titreyen sesiyle.
Birkaç adım atarak aramızdaki mesafeyi azalttığımda gözlerinde biriken damlaları gördüm.
"Rüya..." dedi, bir kez daha. Gözlerinden akmaya başlayan yaşlar karşısında tüm vücudumun titremeye başladığını fark ettim.
Yanaklarım ıslandı.
"Makyajın..." dedi, gülümseyerek. Uzanarak elimi tuttu, avucumun içini dudaklarına bastırdı.
Yaşlı gözleriyle bana baktıkça ağlama şiddetim artıyordu.
"Nasıl oldu bu?" dedi, elimi bir kez daha öptü. "Nasıl sevdin beni?"
Dudaklarımın arasından acı dolu bir kahkaha fırladı. "Geç ve güç oldu." dedim.
Başını sakince sağa sola salladı. "Keşke sana içimi gösterebilsem." dedi. "İçimde hareketlenen her duyguyu sana anlatabilsem." diye devam etti.
İki elimi de avucuna aldı.
"Ne yaşandıysa geride kaldı. Bak," dedi, gözleriyle gelinliğimi işaret etti. "Her şey bitti."
"Bitti." dedim, makyajımın ne hale geldiğini umursamayı bıraktığım o ince çizgide. "Mutluyuz ve mutlu olacağız." dediğimde sımsıkı sarıldı kolları bedenime.
...
"Sayın Rüya Yavuz, hiçbir baskı altında kalmadan kendi hür iradenizle Azad Gümüşay'ı eş olarak kabul ediyor musunuz?"
Derin bir nefes aldım. Gözlerim masanın ardında merakla bize bakan kızıma çevrildi. Gözlerinin içi parlıyordu.
"Evet!" dedim, coşkuyla. Bir alkış kopmuştu ama en heyecanlısı Hatice teyzeydi. Oğlunu benimle evlendirdiği için bu kadar mutlu olabileceğini düşünmezdim.
"Sayın Azad Gümüşay," ve aynı cümleler. Onun ismi yerine benim ismim gelmişti. "Sonsuza kadar evet!" diyerek cevapladı Azad, nikah memurunu.
Benim şahidim Utku, Azad'ın şahidi Ercüment idi. Onlar da şahitler olarak bu evliliği onayladıktan sonra nikah memuru aldığı yetkiyle bizi karı koca ilan ettiğini açıklamıştı.
Azad, gelini öpebilirsiniz kısmını duyma gereği duymadan dudaklarıma bir öpücük bıraktığında gülmeye başladım.
Nikah cüzdanını hafifçe havaya kaldırıp salladım.
Bitmişti. Evlenmiştik.
Şu an 'Evet.' dedik ve evlendik gibi gözüktüğü için olsa gerek gözüme çok basit gelmişti.
Evlilik öncesi de herhangi bir hazırlık yapmamıza gerek olmamıştı. Bizim için hiç yorucu bir süreç değildi. Tek yorucu kısmı, Ankara'ya gitmek olacaktı.
Gelin çiçeğimi, arkamı dönmeye gerek duymadan Ebru'nun kucağına fırlattıktan hemen sonra göz ucuyla Ercüment'e baktım. İmalı olduğunu düşündüğüm bir gülüşü ona yolladığımda karşılık olarak sadece yukarı kalkan kaşları gördüm.
Utku, yanıma gelip beni Azad'ın yanından yavaşça çekti. "Seni çok seviyorum." dedi. "Mutluluğun adına çok mutluyum."
"Utku," dediğimde "Dur." dedi.
"Gideceksiniz biliyorum. Bu benim için de çok zor ama hep mutlu olacaksın eminim."
Emin miydik bu konuda sahiden?
"Yavru," dedi, gülümseyerek. "Hep yanındayım. Ne olursa olsun hep buradayım. Bunu asla unutma."
Hemen ardından, beni yavaşça sardı ve iki yanağıma öpücük kondurdu.
"Şimdi sahne sizin." dediği anda Fikrimin İnce Gülü şarkısı, bahçede yankılanmaya başladı. İlk dansımızı ettiğimiz şarkıyla, ikinci dansımızı edecektik.
Azad yanıma gelmek için hızla hareket ettiğinde bir anlık ayağı takıldı, sendeledi. Düşmek üzereyken iyi toparlamıştı.
"Dikkat et baba!"
Duyduğu cümleyle olduğu yerde kaldı, gözlerini gözlerime sabitledi.
Konuşan, kızıydı.
Kızı, ona ilk kez baba diyordu.
Hayretle aralanan dudaklarıyla beraber başını yavaşça Deniz'e çevirdi.
"Duyamadım kızım?" dedi, binbir umutla.
"Dikkat et baba!" dedi Deniz, tekrar.
Azad kollarını açıp hızla Deniz'e koştu. Ayakları yerden kesilen Deniz bir kez daha "Baba, yavaş!" diye haykırdı.
Baba...
Azad, kızımın babasıydı.
Azad, Rüya'nın eşiydi.
Azad Gümüşay, bu aileye katılan en taze ve en mutlu üyeydi.
"Kızım!" sesi yankılanıyordu beynimin içinde ve Deniz arkasından "Baba!" demeyi ihmal etmiyordu.
💫
Finali beğendiniz mi? Lütfen beğenmiş olun çünkü...
Bittik sahiden...
"Finale gelmeden en az üç bölümümüz vardı bence." diyenleri duyar gibiyim. Biraz haklısınız fakat o üç bölümü ne kadar bekleyecektiniz? Sabrınız kalmış mıydı? Kalmamıştı bence... Sizi çok aksattığımın farkındaydım, merak etmeyin. Sadece hayatımın yoğunluğuna adapte olamadım.
Hissiz Aşık hayatıma girdiği günden bu yana gerçekten onlarla yatıp kalkıyorum. Onları o kadar çok seviyorum ki! Hepsini tek tek yüreğime sokup sarıp sarmalayasım var.
Ben Wattpad'e ilk geldiğimde, şu an burada var olmayan fakat yazdığım ilk hikaye 1.5k okunma gibi bir şeydi. Ardından Zülfizar final yaptığında 5k sanırım yeni olmuştu.
Bugün, Hissiz Aşık ile 55k okunma ile vedalaşıyorum. Gerisi sizde, ben üzerime düşeni yaptım (:
Bu ortam için küçük, benim için kocaman bir okunma sayısı bu. Yanımda olduğunuz için, destek verip kulaktan kulağa öneriler yaptığınız için teşekkür ederim.
Bana inandığınız için, sabırla bölüm beklediğiniz için çok teşekkür ederim.
Hissiz Aşık sonrası yeni bir kurgu gelir mi? Gelir. -Aşkolog Dilara hissediyor.-
Gelir ama ne zaman gelir? Önemli bir detay asjhdhjasd.
Yakın zamanda gelmez. Sanırım 1.5 senedir buralardayım ve yoruldum. Bölüm biriktirmeden iki kez böyle bir maceraya girişmek bana büyük bir farkındalık kattı. Bu yüzden ciddi bir bölüm sayısına ulaşmadan, kendimi garantiye almadan yeni bir kurguyu burada paylaşamam.
Ama tekrar geleceğiz, buna emin olabilirsiniz. Burada, bu hesapta tekrar buluşacağız. Umarım o gün hepiniz yine yanımda olursunuz.
40 bölüm boyunca yapıcı eleştiri yapan ve kendimi biraz da olsa geliştirmeme yardım eden herkese sonsuz kez teşekkür ederim.
Ay, ne çok teşekkür ettim..
Eleştiri adı altında (!) karakterime gelenleri ise ne yazık ki azıcık kafama taktım. Bir dönem feministlikten atıldım, yer yer korkunç bir insan oldum???
Gözlerimin önünde Hissiz Aşık hakkında absürt şeyler de konuşuldu. Hatta bir ara ben düşündüklerimi değil de bambaşka şeyleri mi yazıyorum diye sorgulayarak bölümleri tekrar tekrar okudum.
Sayı azdı ama gördüm. N'apalım hayat jdfhsdjf Olsun, onları da seviyorum. Sevmeyip ne yapayım :p
Bu yolda öyle güzel insanlar kazandım ki size anlatmam mümkün değil. Kaybettiklerim de oldu, kırıldıklarım da. Kırdıklarım da olmuştur. En nihayetinde, hayatıma çok şey kattı burası. O yüzden yaşanan her şeye kocaman bir 'iyi ki' gönderiyorum.
Zülfizar zamanı beni yakalayıp, Hissiz Aşık'ın ilk gününden beri desteğini eksik etmeyenlere öpücüklü ve torpilli teşekkür ediyorum. Onlar kendilerini bildiğinden, muhtemelen bu satırda olurlar.. Umarım hala okuyup yorum falan yapıyorsunuzdur yani.
İyi ki geldiniz, iyi ki zihnimdeki karakterlerle tanıştınız.
Aranızda kırdığım, üzdüğüm varsa umarım beni affedebilirsiniz. Kimsenin aklında kötü bir insan olarak kalmak istemem.
Neyse, yeter bu kadar veda.
Seviyorum işte. Duygusalım, çocuklarıma veda ediyorum...
Hepinize tekrar teşekkür ediyorum ve detay vererek bir teşekkür eklemek istiyorum.
Bu yola çıkmaya ilk karar verdiğimde arkamda olan, seneler önce lisenin ilk haftasında beni bir yerlerde kolumdan tutup yanımda duran ve o günden beri kendimden çok güvendiğim en yakın arkadaşım, ailemizin bir anda türeyen sevimli ve en tatlı üyesi, canım kız kardeşim C.'ye çok teşekkür ederim. İlk kelimeden finalin son noktasına kadar yanımda durduğun için desteğin ve bana olan güvenin için, yanımda yıllardır var olduğun için... Teşekkür ederim benim en güzel arkadaşım!
Neyse, gelelim bana en acı veren ciddi cümlelere.
Bir gün, gerçekten döneceğim. O güne kadar benden neler eksilir bilinmez ya, yine de döneceğim.
Şimdilik kendinize çok iyi bakın. Buralardayım. Okumaya, kendi içimde yazmaya kaldığım yerden devam. Tekrar satır aralarında buluşmak dileğiyle.
Sizi çok seven,
sonsuzlukicinde...
...
Son kez,
twitter: sonszlukicinde
instagram: sonsuzlukicindea
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro