37. Bölüm
Geçen bölüme neredeyse hiç yorum yapmamışsınız... Yoksa siz artık bizi sevmiyor musunuz? 🥺
Keyifli okumalar dilerim, öptüm! ❤️
💫
Bilinmezliğin içerisinde kendimi kaybettiğim, kaostan kaçmak için yıprandığım, hüzünlü anlar yaşadığım yıllar bana kendimle baş başa kalmayı öğretmişti. Sorunlarının karşısında dimdik duran Rüya'nın arka planında sessiz bir ortamda öylece duran bir Rüya vardı.
Ben o Rüya'yı aşamıyordum.
Yaşananlardan sonra ilk rotamız hastane olmuştu. Özge'nin aldığı darp raporu ile emniyete giderek şikayetçi olmuştuk. Sonrasına sonra bakacaktık. Boşanma davası açması gerekiyordu.
Maddi her türlü destekte yanında olurdum fakat ötesine içimdeki kırgın Rüya izin vermiyordu.
Onun yanında Ebru vardı. Ercüment, Azad, Remziye teyze... Hepsi yanındaydı.
Onca zaman benim yanımda maddi ya da manevi kim vardı?
Onlardan alakasız, herkesten uzak olan Utku vardı.
Odanın kapısının açılma sesini duyduğumda başımı yavaşça o tarafa çevirdim. "Gelebilir miyim?" diye sordu Azad.
Başımı aşağı yukarı sallamakla yetindim.
Kapıyı sessizce kapatıp yanıma ulaştığında bu sefer, "Oturabilir miyim?" diye sordu. Elimi yatağın üzerine iki kez vurdum, oturmasını işaret ettim.
Elini omzuma attı, beni kendine doğru çekti. "İyi misin?" dedi.
İyi miydim? Ya da desteğe ihtiyacı olan ben miydim? Azad'ın şu an yakın arkadaşının geride bıraktığı harabeyi toparlamak için çırpınması gerekmez miydi?
"İyiyim." dedim. Sesimin boğuk çıktığını fark ettiğimde boğazımı temizlemek için iki kez öksürdüm.
"Sana su getirmemi ister misin?"
Cevaplamak yerine gözlerimi kapatıp başımı omzuna yasladım. Başımın bulunduğu yer bana dertsiz tasasız bir hayat yaşıyormuşum gibi hissettiriyordu. Alt katta olan olaylar tek tek hafızamdan siliniyordu.
Mutlu ve huzurlu olmam bu kadar basitken neden senelerce bu noktadan uzak kalmıştım ki?
Aşmam gerekiyordu belki de bunu. Azad artık yanımdaydı sonuçta. Geriye bakıp yalpalamak yerine geleceğe doğru son hızla ilerlemem gerekiyordu.
İçimdeki kırgın yerler huzurlu anlarıma batıyordu.
Aşmak, devam etmek bu kadar zor muydu? Devam etmek yeterliydi aslında, devam edemiyordum.
"Özge nasıl?" diye sordum, duygularımı kenara bırakarak. Ortada benden daha büyük problemler vardı.
"İyi olacak." dedi, başımı omuzundan kaldırarak yüzünü bana doğru çevirdi. "Atlatacak,"
Başımı anladığımı belli edercesine salladım. "Çünkü yanında senin gibi güçlü bir kadın var."
Ben güçlü bir kadın değildim. Yaralarımı sarmayı dahi beceremiyordum. Etrafında tanıdığı herkesin desteğini hissetmesi gereken bir kadını kendi evimin salonunda yalnız bırakmış ve odama kaçmıştım.
Özge yalnız değil Rüya. Herkes onun yanında.
"Ne yalan söyleyeyim, şaşırdım." dedi Azad. Kaşlarımı çattım. "Neye şaşırdın?" diye sordum.
Alt dudağını öne doğru çıkarttı ve tek omuzunu kaldırıp indirdi. "Ne bileyim işte..."
Elini elimin üzerine bıraktı, baş parmağını hafifçe elimde gezdirmeye başladı. "Özge sana sırt çevirdiği için sen de ona sırt çevirirsin sanmıştım."
Ağzımı araladığım esnada "Şşt." dedi, gülümseyerek. "O anlamda değil. Yani, evet yine yanında olurdun ama tam anlamıyla değil."
Aniden gülmeye başladım. "Yanında mıyım sence şu an?" diye sordum, gülmeye devam ederek.
"Bence değilim çünkü." diye ekledim.
"Hayır, yanındasın."
Başımı sağa sola salladım. Bir insanın yanında olmak Azad için ne demek bilmiyordum fakat benim için bu değildi. Metin'in karşısında durmak ayrıydı, Özge'nin yanında durmak ayrıydı.
"Yanında olsam odamda tek başıma oturmazdım Azad." dedim.
Yatağın üzerinden kalkıp odada gezinmeye başladım ve en sonunda attığım voltaları bırakıp pencerenin önüne ulaştım.
Sırtımı pencerenin yanındaki duvara yasladım, kollarımı göğsümde birleştirdim. Bu hareketim beden dili uzmanlarına göre savunma pozisyonu anlamına geliyordu mesela. Konuşmak istemediğimi, rahatsız hissettiğimi de anlatıyordu. Bana uymuyor diyemezdim fakat anlam tam olarak buna çıkmıyordu.
Bu konuyu konuşmaya gücüm yok Azad, demek istiyordum. Bu cümleyi beden dilimle anlatmam sanırım mümkün değildi.
Azad'ın sessiz kalışının bir yerde sonlanacağının farkındaydım. Çaresiz gözlerle beni izliyordu. Aramızdaki gergin havanın henüz dağılmadığını düşünüp sağlam adımlarla bana yaklaşmaya çalışıyor olabilirdi.
Gergin hava hala yanıbaşımızda bir yerlerdeydi de sanki o kadar da gergin gibi değildi.
"Bak..." dedi, yerinden kalktı. Bana doğru yaklaşmak yerine olduğu yerde durdu. "Belki farkında değilsin ama sen Özge'nin yanındasın ve yanında da durdun."
Gülümsedi.
"Bu odada olman bir şey değiştirmiyor."
Derin bir nefes aldım. Henüz akıl sağlığımı yitirmediğimden saatler önce Özge'nin yanında durmuş olduğumun farkındaydım. Sadece şu an gerçek anlamda yanında olmadığımı Azad anlayamıyordu.
Hoş, anlamasını da bekliyor değildim.
"Ben Özge'nin yanında hiçbir zaman olmayacağım." dedim. Gülümsedi.
Başımı iki yana sallayıp iç çektim. "Beni anlamıyorsun, anlayamazsın."
Bana doğru yaklaşmaya başladığında kaşlarımı hafifçe kaldırdım. Durması gerektiğini anladığında olduğu yerde kaldı.
"Ben Özge'ye, Özge olduğu için yardım etmedim. Yardıma ihtiyacı olan bir insan olduğu için yardım ettim. Aynı durumda olan Ebru olsaydı her şey çok farklı olurdu."
Bu sefer gülümseyen taraf ben oldum.
"Aradaki farkı anladığını tahmin ediyorum." diye ekledim.
"Ben de senin geçmişe duyduğun öfkeyi içinden atamadığını ve bu yüzden böyle düşündüğünü tahmin ediyorum." dedi. Bir adım daha atarak aramızdaki mesafeyi biraz daha kısalttı. "Rüya sen çok merhametli bir insansın." dedi.
"Değilim." dedim, zorlukla.
"Öylesin." dedi. "Ben senin bu merhametli hallerini çok seviyorum. Sen Özge'nin yanındasın, sadece farkında değilsin."
Gözlerim doldu. Özge'nin yanında olma fikri içimde tarif edemediğim hisleri harekete geçiriyordu. Bu durumdan memnun değildim ki. Bu beni kötü bir insan yapar mıydı emin değildim.
Ama o beni yalnız bırakmıştı.
"Sen aşağı in." dedim. "Özge'nin yanında olduğunu hissettir."
"Nasıl sen bu odadasın diye Özge'ye sırt çevirmiş olmuyorsan ben de buradayım diye ona sırt çevirmiş olmuyorum." dedi.
Bakışlarımı pencereye çevirerek Azad'a sırtımı döndüm. "Çünkü sen hep Özge'nin yanındasın Azad. Herkesin yanındasın değil mi?"
Cevap gelmedi.
"İnsanların arkasında kapı gibi duran Azad abileri bir tek Rüya'nın arkasında duramadı."
Yine cevap gelmedi. Ellerimi pencerenin önündeki mermere yasladım. Ayakta durmak için güce ihtiyacım vardı çünkü ben güçlü değildim.
Sürekli destek almak zorundaydım. Tutunacak dallar arayıp o dalların kırılışını tek tek seyretmeliydim. Düşmemek için elimi yasladığım mermer tam şu an kırılsa çok manidar olurdu.
"Rüya," dedi. Sesi çok yakından geliyordu. Elleriyle yavaşça karnımı sardı, çenesini başıma yasladı.
Sakin, hüzünlü bir şarkı klibinin tam ortasındaymışçasına gözlerimi kapattım. Dalgaların yavaşça kıyıya vuruyor olması gerekiyordu şu sahnelerde. Azad'ın dudakları hiç açılmamalıydı, ahenkle sallanmalıydık.
Şarkıyı dinlerken klibi izleyenler birazdan ayrılacağımızın bilincinde olurdu. Büyük bir kavga, kırılan camlar...
Ama şarkıyı söyleyenin sesi o kadar yatıştırıcıydı ki... Hiç gereği yoktu böyle bir kargaşaya.
"Rüya..."
"Azad," dedim, sakince. Konuşursak sakinlikten eser kalmazdı. "Susalım."
Dudakları saçımda bir noktayla buluştuğunda gözlerimden izinsizce süzülen damlaya gülümsedim.
Atlatamıyordum. Atlattığımı sandığım her şey tek tek karşıma çıkıyordu.
Alışamıyordum.
Ben yalnız bırakılmıştım.
"Yanındayım." dediğinde içime yerleşen huzursuzlukla bedenimi ellerinden kurtardım.
"Şu an yanımdasın." dedim, yüzümü ona dönmeden. "Benim şimdiki zamanda yanımda olunmasına pek ihtiyacım yok. Buna muhtaç olan kişi aşağıda."
Eli omuzuma yerleşti. Yüzümü kendisine çevirmeye çabalıyordu fakat kızarmış gözlerimle ona dönmeye niyetim yoktu.
Bir adım sola çekildim, kendimi elinden kurtardım. "Azad abisine ihtiyacı var." dedim.
"Yanılıyorsun," dedi. "Onun çocukluk arkadaşı Rüya'ya ihtiyacı var."
"Of Azad!" dedim, sinirle. Yatağa dönüp oturdum. Belli ki gitmeyecekti.
"Rüya yapma böyle."
"Pardon?" dedim, hiddetle oturduğum yerden kalkarak. "Pardon Azad? Ne yapıyormuşum ben? Neyi yapmayacakmışım?"
Ellerini göğsünde kavuşturan o oldu. Beden dilindeki anlamından haberi var mıydı acaba?
"Anlıyorum kızgınsın."
Başımı hızla sağa sola salladım. Sol elimi belime yerleştirdim. "Yanlış." dedim. "Kızgın değilim. Ben Allah'ın belası o arkadaş grubunuza da Özge'ye de..." Sinirden gülmeye başladım. "Hatta arttırıyorum. O mahallede hayatıma girmiş yerde yürüyen karıncaya dahi kırgınım!"
"İzin ver tüm kırgınlıklarını sarayım." dediğinde gülüşüm kahkahaya dönüştü.
"Azad!" dedim, ses tonumu yükselterek.
Kelimeler dudaklarımın arasından süzülüp dışarı fırlamamak adına çaba sarf ettiğinden yutkundum.
"Neyse." dedim, sakince tekrar yatağa oturdum.
"Söyle Rüya." dedi. "Söyle, anlat, bağır! Bunu yapmak istiyorsun belli ki."
Gülümseyerek başımı salladım. Tam olarak bunu yapmak istiyordum. İçimde filizlenen ve senelerce beni yiyip bitiren kırgınlığı söküp suratına fırlatmak istiyordum.
O kırgınlık hiç gitmeyecekti ki... Bağırsam ne değişecekti?
Bağırmak bir iletişim çeşidi de değildi üstelik.
Birazdan bağırsan şaşırmam Rüya.
"Git, yanında ol." diyebildim sadece. Biraz daha yalnız kalsam kendimi toparlayabilirdim.
"Gitmiyorum." dediğinde kaşlarımı çatarak ona baktım.
"Git kelimesinin ilk harfi ağzımdan çıkar çıkmaz ortalıktan yok olan Azad'a bak sen." dedim. "Git diye yalvarıyorum, gitmiyor."
"Özge'nin yanında ona destek olacak insanlar var şu an. Senin yanında yok."
"Bana destek olmak 5 sene sonra aklına geldi yani. Doğru mu anlamışım?"
Kırgındım işte. Çocuk gibi ağlayabilirdim. Çözümü olacak mıydı?
Bakışları suratımdan çekildi ağır ağır. Hatasının bilincinde olabilen her insan gibi başı hafifçe yere eğildi. Azad'ı biraz tanıdıysam şu an bana kendini nasıl affettirebileceğini düşünüyordu.
Ben seni çoktan affettim Azad. Kırgın Rüya ne zaman iyileşir onu hiç bilmiyorum...
"Özür dilerim." dedi. Bakışları yüzüme çevrili değildi hala. "Ne desen haklısın, farkındayım."
Boynu bükük duruşu içimi acıtıyordu fakat kontrol bende değildi. Kontrol, kırıla kırıla yok olmak üzere olan hislerimdeydi.
"Önemli değil." dedim, mırıldanarak.
"Önemli." diye cevapladı.
En azından önemli olduğunu biliyordu. Bu kayda değer bir gelişmeydi.
"Özge hatalı olabilir, seni yalnız bırakmış olabilir..."
Gözleri yerden kalkıp gözlerimle buluşabilmişti çünkü kendi hatası değildi konu. Cesaretlenebilmişti.
"Onun beni yalnız bırakması benim onu yalnız bırakacağım anlamına gelmiyor zaten." dedim, bir çırpıda. "Sadece aradığı dostluğu bende bulamaz. İsterse senelerce bu evde kalır oğluyla. Maddi her anlamda yanında olmaya da hazırım. O kadar, ötesi benim içimden gelmez." dedim.
Yüzümü buruşturdum. "İçimden gelmiyor da zaten."
Çünkü ben tek bırakılmıştım.
"Haklısın." dedi. Yanıma gelip oturdu. "Haklı olman canımı yakıyor."
"Haklı olmak ile mutlu olmak aynı şeyler değil çünkü, çok normal." diyerek cevapladım.
Eli tekrar elimi bulduğunda gözlerini kaçıran taraf ben oldum. Nasıl oluyordu da bunca kırgınlıkla Azad'a karşı koyamıyordum?
"Özge çok şanslı." dedim. Dudağımın aşağı doğru kıvrılmasına engel olamadım. "Yaşadıkları için değil tabii ki. Yanında duran bunca insan olduğu için çok şanslı."
"Hayır," dedi. "Sen döndüğün için çok şanslı. Biz tüm yaşanan iğrençliğin dibinde senelerce gözümüz kapalı yaşadık. Sen döndün, Özge'nin içinde bulunduğu karanlığı fark edip onu oradan çekip çıkarttın."
"Sonuç olarak Özge çok şanslı." diye devam ettirdim cümlesini. "Çünkü size sahip."
Eli elimi hafifçe sıktı. Destek vermeye çalışıyordu. "Sen de bize sahipsin."
Alaycı bir gülüş yerleşti dudaklarıma. Bakışlarımı odanın içerisinde gezdirdim. Yaşadığım yere bakıldığında dahi benim kimlere sahip olmadığım ortadaydı.
Utku vardı, Deniz vardı.
Biz, diyerek adlandırdığı birileri yoktu.
En azından geçmişte yoktu.
"Azad," dedim, elini hafifçe sıktığımda. "Ben buradan giderken valize Deniz'in eşyalarını yerleştirdim. Kendi eşyalarımı yerleştirdim..."
Alt dudağını belli belirsiz ısırdığında omuzlarımı hafifçe yukarı kaldırdım.
"Artvin'e giden uçakta kıyafetlerim vardı, kızım vardı. Bir de benim bedenim vardı. Ben o uçağın içinde yoktum."
Mimiksiz kalmaya çaba göstererek beni dinliyordu.
"Benim hayatım, ailem, arkadaşlarım, yaşanmışlığım İstanbul'un il sınırlarının dışına çıkamadı. Ivır zıvırları bir çantaya yerleştirebildim fakat senin kapında ağlayıp kapıyı açmanı bekleyen Rüya'yı bir yere sığdıramadım."
Gözlerini kaçırmaya başladığımız noktaya gelmiştik.
"Sırt çantasıyla beraber sokağa atılmış ve arkadaşlarından destek bekleyen Rüya öylece kaldı bu şehirde. Özge bir yerden çıkar gelir de kendisini güldürür diye beklemeye başladı."
Gözlerimden yavaşça süzülen yaşlara dur diyemiyordum. Durmalarına gerek yoktu. Ağlamak belki kırgınlığımı içimden atmaya yardımcı olurdu.
"Sen gittin, Özge gitti..."
Bakışlarımı gözlerinden kaçırıp birleşmiş halde duran ellerimize çevirdim.
"Azad ben geldiğimden beri Sinem ile hiç konuşmadım. Sinem nerede ne yapıyor bilmiyorum."
Tekrar yüzüne baktım.
"Bir süre sonra beni aynı evde büyüdüğüm kişi dahi arayıp sormadıktan sonra belki de sizden çok şey beklemişimdir. Kırılmaya hakkım olmamalıdır. Sevmeden sevilmeyi beklememeliyimdir."
Gözyaşlarımın şiddeti artıyordu.
"Beni Utku dışında kimse sevmemiş. Ya Utku olmasaydı?" diye sordum, cevabın bir önemi olmadığını bilerek.
"Bugün Özge'nin yanında olacak gücüm olabilir miydi?"
Olamazdı.
"Rüya..." dediğinde sözünü kestim.
"Biliyorum, kolay değil. Sevgilinin seni sevmediğini öğreniyorsun falan. Büyük meseleler bunlar kabul ediyorum, gerçekten."
"Rüya..." dedi tekrar, bir kez daha sözünü kestim.
"Gerçekten hak veriyorum. Çok düşündüm ben o yıllarda. Ben de aynısını yapardım."
"Rüya!" dedi, sertçe.
"Tamam bu konuda beni haklı buluyorsun, tamam haklı olayım. Benim en büyük hatam hiçbir zaman seni dinlememek oldu." dedi. Lafını tekrar kesmeyeyim diye hızlıca konuşmuştu.
"Ben seni dinleseydim ne tek kalırdın ne de kızım babasız büyürdü. Bunu bildiğin için senin kırgınlığın buna." dedi.
Doğruydu. Sevilmediğini öğrenen bir adamın verdiği tepkiler anlaşılırdı. Bir kez dinleseydi beni...
"Dinlemedim, hiçbir şey duymak istemedim."
Suratı düştü. "Korkağım çünkü ben."
Başımı aşağı yukarı salladım. "Öylesin." dedim.
Elim istemsizce boynuma gittiğinde kolyeyi bulamayışım bir anlık telaşa kapılmama sebep olsa da Deniz'den kolyeyi geri almadığımı hatırlayarak rahatladım. Babasının hediyesini kızıma ulaştıramamıştım üstelik.
Azad, kolyeyi arama telaşımı gözünden kaçırmamıştı. "Hep taktın mı o kolyeyi?" diye sordu.
Hüzünlü bir tebessümle cevapladım. "Hep," dedim. "Desteğe ihtiyacım olduğunda yanımda olsun istedim."
"Çünkü ben desteğe ihtiyacın varken yanında değildim." dedi.
"Saat geç oldu, Utku Deniz'i getirmiştir." dedim. "Kafası karışmıştır onun."
"Ben aslında yanına onu söylemeye gelmiştim." dedikten sonra sahici bir gülümseme yerleştirdi dudaklarına. "İlker Deniz'i ve Deniz'i alıp kendi evine geçti Utku. Onları orada oyalayacakmış."
"Utku yine neden Utku olduğunu kanıtlamış." dedim.
"Sanırım hayatım boyunca Utku kadar ince düşünceli olmak için çabalamam gerekiyor." dedi. "Hatta hızlandırılmış bir kurs verse bana güzel olur."
Elimi elinden kurtardım ve gülerek koluna vurdum. "Hadi," dedim. "Gidelim de Deniz'e babasının hediyesini verelim."
💫
Salonda yaşanan derin sessizliği bölmemek adına Özge ile kısa bir göz teması kurarak dış kapıdan çıktık. Utku'nun ziline bastıktan saniyeler sonra kapı açıldı.
"Hoş geldiniz." dedi Utku, gülümseyerek.
"Hoş bulduk." dedikten sonra ellerimi Utku'nun beline sardım ve birkaç saniye kendi sakin hayatımızın huzuruna teslim oldum.
Salona ilerlediğimizde ortamın boşluğunu fark ederek sorgulu bakışlarımı Utku'ya çevirdim. "Çocuklar nerede?"
"Çocuklar dediğin Denizler galiba." dedi, gülmeye başladı.
Başımı salladım.
"Uyudular. Odaya çıkarttım." dedi. Salondaki masanın üzerinde duran çocuk telsizini de eliyle işaret etti. "Sıkıntı yok."
Utku'ya minnetim öylesine fazlaydı ki gülümsemek ya da teşekkür etmek hiçbir zaman yeterli kalmayacaktı.
"Bir şeyler içer misiniz?" diye sordu.
"Otur sen," dedim, yalandan sinirlenerek. "Bir şey almak istersek biz alırız."
Omuzunu silkip koltuğa oturdu. Televizyonda açık olan oyunu kapattıktan sonra televizyonu da kapattı.
"Çok garip bir ikilisiniz." dedi, yüzümüze bakmadan.
Cevap vermemize fırsat bırakmadan devam etti. "Biriniz bir tarafta bir çocuğa Deniz ismini koyarken öteki diğer tarafta başka çocuğa Deniz ismini koyuyor. Ayarlasanız denk getiremezdiniz."
Belli belirsiz bir tebessüm yerleşti dudaklarıma. Gözlerim Azad'ın yüzüne değip tekrar Utku'ya döndü.
"Öyle oldu işte." dedi Azad, Utku'nun yanına oturdu. Ben de Utku'nun diğer yanına geçip oturduğumda Utku koltuğun üzerinde ellerini açtı. İkimizi de kolunun altına temas etmeden almış olmuştu.
"Ortalık karışmış." dedi, bakışları bana döndü. "Arasaydın keşke."
Azad bu cümle üzerine ne hissetmişti acaba? Kıskanmış mıydı? Sinirlenmiş olabilirdi.
"Arayacaktı." dedi Azad. Başımı biraz öne eğdim ve Utku'nun vücudunu geride bırakmayı başararak Azad'ı dinlemeye başladım.
"Çok karışık bir anın içerisinde aramak istedi çünkü sana tutunması gerekiyordu."
Ses tonunda, mimiklerinde sinir yoktu. Üzgün olduğuna dair bir belirti de göremedim.
"Senin yerini birkaç saatlik devraldığım için yanında olduğumu hatırlattım." diye tamamladı cümlesini.
Utku önce Azad'a sonra bana baktı. Sola kıvrılmış dudağının anlamını biliyordum. Vay be, diyordu içinden.
"Sevindim." dedi Utku ciddiyetini koruyarak. "Rüya yanında tek kişilik bir ordudan daha fazlasının olmasını hak ediyor çünkü."
Lafını sokmadan geçmeyeceğini tahmin etmeliydim.
"Senin hemen bir adım yanındayım Utku." dedi Azad. "Senin Rüya'ya verdiğin desteği ömür boyu çabalasam veremem belki ama hemen yanındayım."
Utku kollarını koltuğun üzerinden çekti, avuç içlerini birbirine vurarak yerinden kalktı. "Artık savaşmıyoruz desene." dedi. "Aynı takımda olduğumuzu anlamana sevindim."
Cümlesini tamamladıktan sonra bana baktı, gülerek göz kırptı.
"Sigara içecekseniz bahçeye çıkıyorum." dedi. Masanın üzerinde duran telsizi eline aldıktan sonra bahçe kapısına ulaştı.
"Çocuklar ne zaman uyudu?"
"Siz gelmeden biraz önce uyudular." diye cevapladı Utku, Azad'ı.
"Sana zahmet olmayacaksa ben Rüya'yı dışarı çıkartıp yemek yedirsem olur mu? Çocuklar uyanmadan döneriz."
Utku gülmeye başladı. "Çocuklarla ilgin alakan hiç olmadı değil mi?" dedi. Evden bir adım çıkmış sigarasını yakmıştı.
Azad'ın cevap vermemesi üzerine konuşmaya devam etti. "Belki 3 saat aralıksız uyurlar belki üç dakika sonra uyanırlar." dedi Utku. Güldü. "Deniz küçükken öyleydi yani. İlker Deniz'i bilemem."
Kızının başkasının elinde büyüdüğünü bir kez daha fark etmek Azad'a neler hissettirmişti bilmiyordum fakat yüzünün girdiği ifadeden anladığım susmak için büyük çaba verdiğiydi.
"Uyanırlarsa ararsın." dedim. Azad'ı salonun ortasında bıraktım, Utku'nun yanına ulaştım. "Eğer planın varsa söyle, buraya da söyleyebiliriz yemeği." diye fısıldadım.
Utku kolundaki saate baktı. "Gece çıkacağım." dedi. "O saate her türlü dönmüş olursunuz zaten."
Utku'nun yanağına bir öpücük bıraktım. "Şu olaylar geçsin, gecelerini ele geçiren kadınla tanışacağım." dedim.
Utku yanağımdan makas almakla yetindi. "Görüşürüz yavru." dedi.
💫
Deniz kenarında dalgaların camına vurduğu balıkçıda, bir yaz akşamı esen tatlı rüzgarla, hiçbir derdimiz sıkıntımız yokmuşçasına şen kahkahalar atıyorduk.
Ayrı düştüğümüz senelerin içimizde biriktirdiği kırgınlık bir süreliğine yerini o senelerde yaptığımız basit hatalara gülüşlerimize bırakmıştı.
Kırmızı şaraptan bir yudum aldıktan sonra kahkahamı tebessüme dönüştürdüm. Azad, sorumluluklarından kaçmanın yolunu bulmuştu.
Çatalında tuttuğu balığı dişlerinin arasında parçalamak yerine benimle konuşmaya devam ediyordu. Yorgunluktan dağılmış saçlarını elimi uzatıp düzeltmek istiyordum.
"Utku'nun babası şaşkınlıktan küçük dilini yutmuştu yaptığım hesap hataları yüzünden." dedim, kaldığım yeri devam ettirmek için.
Bir kahkaha daha attıktan sonra çatalında duran balığı ağzına atabilmeyi başardı. "Ne kadar büyük bir kayıp yaşadı şirket?" diye sordu.
"Yaşamadı çünkü herhangi bir yetkim yoktu. Her departmanda bir süre vakit geçiriyordum o dönem. Benimki karalama kağıdı üzerindeki hatalardı."
Gülmeye başladığımda Azad da gülümsedi. "Herhalde öyle bir hatayı hesaplara yansıtmış olsam şu an Utku ile sersefil sokaklarda yaşıyor olurduk."
Azad önünde duran kadehi aldı, bana doğru uzattı. Kadehlerin çarpışma sesi yankılanırken "Mutluluğunuza..." dedi.
"Mutluluğumuza..." diyerek karşılık verdim. Azad'ı da bu mutluluğa dahil etmiştim. Bu durumun ne zaman haberini verirdim, hiçbir fikrim yoktu.
"Sanırım benim geçtiğimiz yıllarda yaptığım en büyük salaklık..." dedi Azad, duraksadı. "Komik olan yani." diyerek kendini düzeltti.
O kadar güzel bir ortamdaydık ki yaralayan konuları konuşmak istemiyordum. Eğleniyorduk işte.
"Neymiş? Anlat bakalım." dedim, içten bir gülümsemeyle.
"İki sene önce falan herhalde Aylin komşuya gitmişti. Geceye doğru aradım, gelmesini beklediğimi söyledim sonra telefonu kapattım."
Elimdeki kadehi masaya bıraktım, tüm dikkatimi ona verdim.
"Salonda uyuyakalmışım."
Gülmeye başladı, güldüm.
"Dış kapıdan bir ses geldi. Fırladım kalktım yerimden. Masanın üzerinde de bardak vardı elime onu aldım."
Dudaklarım aralı, gülümseyerek onu dinliyordum.
"Birkaç adım attım. Kapıdaki de o kadar sessiz hareket ediyor ki... Kesin hırsız yani!"
Kahkahama engel olamadım. "Hırsızı bardak ile mi etkisiz hale getirecektin?" diye sordum.
Alt dudağını bilmediğini belli edecek şekilde öne sarkıttı.
"En son dayanamadım. Yavaş yavaş ulaştım kapının oraya. Elimi attığım gibi elime Aylin'in saçı dolandı. Çığlık, kıyamet evin içi."
Önündeki kadehi eline aldı, bir yudum daha içti şarabından. "Nereden bileyim ben Aylin olduğunu ya?"
"Değil mi? Aylin odasında yatıyordu da kapıda çıktı çünkü." dedim, alayla.
"Uyuyunca unutmuşum." dedi.
Gülümserken başımı hafifçe salladım. Azad ile tanıştığımız günden bu yana hiç böyle sıradan şeyleri konuştuğumuzu hatırlamıyordum.
Hep bir sorun vardı. Problemler bitmiyordu. Problemler bitse dahi başkalarının sorunları oluyordu.
İlk kez onun güldüğü şeyleri öğreniyordum. Kardeşini evine giren hırsız sanması onu çok eğlendiriyordu mesela.
En sevdiği renk ne bilmiyordum. Hangi yemekten nefret eder, çocukluğunu süsleyen en güzel anı ne bilmiyordum.
"Çocukken en çok hangi oyuncağını seviyordun?" diye sordum. İki yetişkin olarak çok mantıklı konular konuşuyorduk...
"Bilmem ki," dedi, balıktan bir çatal aldı. "Bu yaşıma kadar böyle bir soruyla hiç karşılaşmadım. Hazırlıklı değilim."
"Çalışmadığın yerden sorular sormak daha keyifli." dedim.
"Senin dudaklarından dökülen her kelime genel olarak keyifli zaten." diye cevapladı.
Kendimi ilk buluşmada, duyduğu ilk iltifatla utancından kızaran hemcinslerim gibi hissediyordum.
Sahi, bizim ilk buluşmamızda daha doğrusu ilk konuşmamızda bu akılsız bana atarlanmıştı değil mi?
Ne cevap vereceğimi bilemediğim için yemeğime odaklandım. O da bu süreçte oyuncaklarını gözden geçirebilirdi.
"Bilmiyorum gerçekten, pas." dedi.
"Çok sıkıcısın." demekle yetindim. Araba dese bile olurdu. Niye bu kadar zorlanmıştı ki basit bir soruda?
"Kendi oyuncağım değil ama küçükken en çok dönme dolapları severdim. Yüreğime anlamsız bir heyecan ve telaş yüklüyordu dönme dolabın tepesine ulaşmak."
Telefonu elime aldım. Harita kısmına Lunapark yazdım. En yakındaki 8 km ötemizdeydi. Başımı telefondan kaldırıp Azad'ın bana bakan yüzüne çevirdim. "Yemeğini bitir," dedim, ciddi bir yüz ifadesiyle. "Seni çocukluğuna götürüyorum."
💫
Dönme dolap zirveye ulaştığı esnada Azad oturduğu yerde eğilerek bana doğru uzandı. Yüzlerimiz karşı karşıya kaldığında ne yapacağımı bilemez bir halde onu seyretmeye başladım. Ne yapmayı planladığını çözemiyordum. Tek istediğim gözlerinin içine bakıp hayalini kurduğum mutlu düşlerin içerisinde hayatımı yaşamaktı.
Sanırım buna pek itirazı olmazdı...
Bir şey yapmasını beklemeden ellerimi uzattım ve elini tuttum. Göz temasımızı kesmeden bulduğum elleri beni bekliyor gibiydi. Parmakları parmaklarımı kavradığında gözlerine daha dikkatli bakmaya başladım. Sevmeyi öğrenmek doğduğum günden beri yaptığım en iyi şey olmalıydı.
İnsanlar birbirini severken nasıl bu hissi haykırmadan durabiliyordu?
Haykırmak istiyordum.
"Seni seviyorum." dedim, mırıldanarak.
Hani haykıracaktın Rüya?
"Seni seviyorum." dedim, daha güçlü bir ses tonuyla.
Parmakları ellerimden çekildi. Yanağımdaki yerini aldı. Yüzlerimizin arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı. "Seni seviyorum." dedi, fısıldayarak. "Beni sevdiğine inanmak çok zor gelse de bu durum beni çok mutlu ediyor." diye ekledi.
"İnanmamak mı mutlu ediyor?" dedim, şakaya vurarak.
Kaşlarını hafifçe kaldırdı. "Beni sevmen." dedi. "Beni sevmen beni inanılmaz mutlu ediyor."
Dudakları dudağımla buluştu. Kısa süren öpücük, geri çekildiğinde bir kez daha öpme isteğimi ortaya çıkarttı. Dudaklarına yaklaşıp öpen taraf ben oldum.
Saniyeler sürdü. Dünyanın en güzel hissiydi.
Geri çekilip nemlenmiş dudaklarımı dilimle biraz daha ıslattım.
Azad'ın telefonunun melodisi kulaklarıma ulaştığında geriye yaslandım ve telefonunu cebinden çıkartmasını izlemeye başladım. Ekranda gördüğü ismin onu huzursuz ettiği her halinden belliydi. Kimin aradığını soracak haddi kendimde bulamadığımdan suskunluğumu koruyarak beklemeye başladım.
"Sanırım benden mantıklı açıklamalar bekleyen bir ailem var." dedi. Gerildiğini sezebiliyordum. Ailenin karşısına geçip harbiden ya, benim bir çocuğum varmış. Geçen gün öğrendim. demek zorlayıcı olmalıydı.
Sessizlikle geçen dakikaların sonunda dönme dolaptan indiğimizde "Yanlarına gitmen gerek." dedim. Elimde arabanın anahtarını çevirip duruyordum. "Bırakabilirim istersen."
"Yıllık iznimi neden aldım biliyor musun?" diye sorduğunda sebebini hiç düşünmediğimi fark ettim. Sonuçta bir sene çalışmıştı ve tatil yapmak hakkıydı. Evde yatsa bile yeterli dinlenme alanı sağlanabilirdi.
"Neden?" diye sordum, ben konuşmadan konuşmayacağını fark ettiğimde.
"Seni ve Deniz'i tatile götürürüm diye düşünmüştüm." dedi.
"Patronum bana yıllık izin verecek miydi peki?" dedim, gülerek. Ortamın gergin havasını dağıtmak adına güldüğümün farkına vardığını ya da varacağını düşünüyordum. "Hallederdik." dedi, gülmeden.
"Bunu tatil teklifi olarak mı kabul etmeliyim?" diye sordum.
Tekrar çalmaya başlayan telefonunun ekranını bana çevirdi. Aylin arıyordu. Telefonu havada biraz salladı. "Tatil iptal bence." dedi, iç çekti.
Arabaya doğru yürümeye başladım. Arkamdan geldiğine emin olmak için omuzumun üzerinden ona baktığımda yavaş yavaş yürüdüğünü gördüm. Düşünüyordu. Bu işin içinden nasıl sıyrılacağını, evdeki karışıklığı nasıl en düşük hasarla atlatacağını...
Hasarlar alınacaktı, güven yıkılacaktı. Sevgiler sarsılacaktı.
"Ama geçecek." dedim, içimden düşündüğümü dışımdan tamamlayarak. "Sancılı bir süreç olduğunun farkındayım, geçecek." dedim.
Elimden en fazla bu kadar destek vermek geliyordu. Ötesini yapabilseydim kesinlikle yapardım. Bu savaş onun savaşıydı. Ben üzerime düşen cephelerde savaşıp yer yer mağlup olmuştum. En sonunda kazanarak bu günlere gelmiştim. Onun yapması gereken yeni adapte olduğu duruma ailesini adapte etmekti.
Yol zorlayıcıydı, kabul ediyordum ama geçecekti. Neler neler geçmiyordu ki?
Arabaya bindiğimizde "Mahalleye bırakabilirim seni." teklifimi yineledim.
"Önce Deniz'e hediyesini vermek istiyorum." diye cevapladı. Kızından alacağı güçle ailesinin karşısına çıkmayı planlıyor olabilirdi fakat Deniz'den ne tür bir güç alacağını bilemiyordum. Sonuçta kızı ona bebek evi diyordu.
Arabayı çalıştırdım, eve doğru sürmeye başladım. Azad'ın titreyen bacağı tüm gerginliğini ele veriyordu. Sağ elimi titreyen sol dizinin üzerine bıraktım. "Sakinleşmen gerek." dedim. "Karşılarına bu gerginlikle çıkarsan sana ters gelen bir cümlelerinde kalplerini kırarsın."
"Onlar benim kalbimi kıracaklar." dedi, kendinden emin bir şekilde. "Haksızlar mı?" diye sordum. "Haberin vardı veya yoktu onlar için konu bu değil. Onların tek umursadıkları iki saat önce dahi öğrenmiş olsan onlara haber vermemiş olman."
"Üstelik..." dedim, elimi dizinden çekerken. "Annen ile Aylin öğrendikten sonra ortadan kayboldun. Saatlerdir kafayı yemişlerdir."
"Annem babaanne oldu şaka maka." dedi, başını koltuğa yavaşça vurdu. "Aylin, hala oldu." dedim.
"Of!" diye serzenişlenmeye başladığında derin bir nefes aldım. "Her şeyin ötesinde sen baba oldun Azad." dedim.
Göz ucuyla yüzüne baktığımda suratında saçma bir gülümseme oluştuğunu gördüm. "Oldum." dedi, "Benim dünyalar güzeli bir kızım var."
Yıllarca kızının varlığını haber vermek için ulaşmaya çalıştığımda önüme yıkılmaz surlar koyduğu için Deniz'i öğrendiğinde kabullenmez diye düşünüyordum. Öylesine güzel kabullenmişti ki baba oluşunu... Beklemediğim bir performans sergiliyordu.
Kızını seviyordu. Kızı, Azad'ın babası olduğunu bilmeden babasını seviyordu. Korktuğum senaryolar gerçekleşmemişti. Ufak tefek pürüzler ortadan kalksa hepimiz mutluluğa ulaşabilecektik. Mutluluk, sağımda oturuyordu. Mutluluk, evdeydi.
"Aylin mesaj atmış." dedi. Kırmızı ışıkta durduğumuzdan başımı tamamen ona çevirdim. Gözlerini kapattı, başını iki yana salladı. Sinirden mi yoksa başka bir sebepten mi emin olamasam da alt dudağını ısırdığını gördüm.
"Ne demiş?" diye sordum. Canını yakan bir mesaj olduğunu tahmin ediyordum.
"Çok şey söylemiş, çok fazla mesaj atmış ama..." dedi, bakışlarını dışarıya çevirdi.
Yeşil ışığın yanmasıyla birlikte ben de bakışlarımı yüzünden çekip yola çevirdim. "Ama?" diye sordum, çekinerek.
"Babam gibi olmuşum ben." dedi. Titreyen sesi, içimi yaktı. "Ben o iğrenç herif gibi bir babaymışım." dedi.
Dudaklarımı ağzımın içine yuvarladım. Cevap veremezdim. Ne diyebilirdim ki?
"Onlardan saklamışım, çocuğumun yanında da değilmişim." diyerek devam etti. "İğrenç bir abi, iğrenç bir evlatmışım..."
Sesinin titremesini durduramaz mıydım ki? Elimden hiç mi bir şey gelmezdi?
"Hem de iğrenç bir babaymışım."
Azad'ın Deniz'i öğrendiği gün yaşadığı çaresizlik düştü zihnimin köşelerine. İğrenç bir insan olduğuna kendini öylesine inandırmıştı ki o an, şimdi de aynı inanca kapılmıştı. Azad'ı bu kör kuyudan çıkartmaya benim gücüm yoktu. Nasıl baba olunacağını bana soran Azad ile sağ koltuğumda oturmuş Aylin'in söylediklerine kahrolan Azad aynı kişiydi.
Gösterdiği gelişmeler dönüp dolaşıp elinde patlıyordu. Bu, Azad'ın kaçamayacağı gerçekleriydi.
Çabaladıkça, çabaladıklarında başarılı oldukça başladığı yere dönüyordu. Neyi nasıl halletmesi gerektiğini bilmiyordu. Birilerinden kendisine yol göstermesini çaresizce bekliyordu. Yaşadığı hayatın tek kişilik olduğunun farkına varması mümkün gibi de gözükmüyordu. Seçeceği her yol onu farklı yollara çıkaracaktı ve bu kararları onun yerine başkası alamazdı. Düştüğü durumları toparlaması gerekiyordu.
Azad, toparlayamıyordu.
Toparlamadan önce iyice dağıtması gerekiyordu. Dağıttıklarıyla uğraşmaktan ana konudan kopuyordu. Ona göre bu belki vakit kazanma taktiğiydi, bilemezdim. Bu sefer vakit kazanamazdı. Kaybettiği vakitler aleyhine işliyordu.
Arabayı park ettiğimde Azad'a baktım, anlayışlı bir gülümsemeyle. "Hadi," dedim. "Deniz'e hediyesini verelim."
💫
"Çok uyudun mu bugün?" diye sordum Deniz'e. Başını iki yana hızlı hızlı salladı. "Uykum bittiği için uyandım."
Azad'ın kahkahası salonda yankılandığında Deniz kaşlarını çatarak babasına baktı. Söylediğine gülünmesi hoşuna gitmemişti. "Niye güldün?" diye sordu, sinirle.
"İlk kez duydum bu cümleyi." dedi. "O yüzden güldüm, hoşuma gitti."
"Uykusu yoksa onun için bitmiş demek oluyor." dedi Utku. "Evde çayın bitmesi gibi bir şey."
"Aklına ilk gelen örnek çay mı oldu sahiden?" diye sordum ve gülmeye başladım. "Çay bitmiş evde." dedi.
"Benden alırsın." dedikten sonra Deniz'e döndüm. "Anneciğim," dedim, boynundaki kolyeye uzanarak. "Kolyemi alabilir miyim artık?"
Suratı bir kez daha düştü. "Ama çok güzel." dedi. Minik parmakları boynundaki kolyeye ulaştı. Aynı benim güç almak istediğim zamanlarda parmaklarımın ulaştığı gibi...
"Ben sana daha güzel kolye alırım." dedim. Omuzunu silkti. "Bana ne!" dedi, kollarını göğsünde birleştirdi.
Azad, Deniz'in yanına oturdu. Kolunu omuzunun üzerine bıraktı. "Ya ben daha güzelini sana almışsam?" diye sordu. Deniz, heyecanla elini çırpıp Azad'a döndü. "Bana yine hediye mi aldın?" diye sordu.
Azad usulca başını salladı. "Aldım." dedi.
"Önce kolyeyi gösterin." diye cevapladı Deniz, babasını.
"Anneciğim," dedim, sakince. Dizlerimin üzerine çöküp göz hizasına eğildim. "O kolyeyi bana kim almıştı biliyor musun?"
Deniz tüm dikkatini vererek yüzüme baktı. "Kim?" dedi, i harfini uzatarak.
"O kolyeyi bana çok değer verdiğim biri almıştı." dedim. Önce Utku'ya sonra Azad'a baktım. Utku, ne diyeceğimi tahmin ettiğinden olsa gerek gözlerini yavaşça yumarak beni onayladığını belirtmişti. Azad ise şaşkınlıkla bana bakıyordu.
"Baban aldı Deniz." dedim, bir çırpıda.
"Utku babam mı?"
"Hayır, gerçek baban. Gelmesini istediğin baban."
Deniz başını hafifçe yere eğdi. "Babam bana neden hediye göndermiyor?" diye sorduğunda bakışlarım tekrar Utku'ya çevrildi. Gözlerini yavaşça yumdu, bir kez daha.
Söylememin vakti gelmişti.
"Sen babanın yakınında olmasını çok mu istiyorsun?" diye sordum. Bakışları hızlıca bana döndü. Ellerini tekrar çırptı, kocaman gülümsedi. "Babam mı geldi?"
Göz pınarlarımda biriken yaşlar yavaşça yanaklarıma süzülmeye başladığında başımı yavaşça salladım. "Geldi kızım." dedim.
Azad'ın çaresiz bakışları üzerimdeydi. Ne yapacağının cevabını arıyordu. Sahi, ne yapacaktık?
Deniz yerinden fırlayıp koşarak Utku'ya sarıldı. Utku'nun ağladığını o an fark ettim. "Üzülme!" dedi. "Sen yine benim Utku babamsın."
Utku, Deniz'i havaya kaldırıp iki yanağından öptü. "Üzülmüyorum, çok sevindiğim için ağlıyorum." dedi.
"Sen benim hep Utku babam olarak kalacaksın!" diye bağırdı Deniz. Utku, Deniz'i kucağından indirdi.
Deniz yanıma ulaştı. Minik ellerini sırtıma yerleştirdi. "Hadi, babama götür beni." dedi.
Azad, hala şaşkınlıkla bizi izliyordu.
"Gerçek baban kim olsun isterdin?" diye sordum, gülümseyerek. Ağlarken gülümsemek ne kadar mutlu gösterebiliyorsa o kadar mutlu gözüküyordum. Sağ elimin işaret parmağı Azad'a çevrildi.
"Bebek evi mi?" dedi Deniz. "Babam sen misin?" diye sordu Azad'a.
Evin içerisindeki üç yetişkin, el kadar çocuğun karşısında ağlıyordu. "Benim Deniz." dedi Azad, zorlanarak.
"Babam sen misin?" diye sordu tekrar, telaşla.
Azad eve girerken benden aldığı kutunun kapağını açarak Deniz'e uzattı. Deniz, kutunun içinde duran kolyeye baktı. "Babam sensin!" dedi.
"Sarılabilir miyim sana?" diye sordu Azad. Deniz önce bana sonra Utku babasına baktı. Sarılmak için bizden onay bekliyordu. Gerekli onayları aldıktan sonra küçük adımlarla Azad'ın yanına ulaştı, kollarına kendisini teslim etti. "Niye ağlıyorsunuz?" diye sordu, babasının kollarındayken.
"Bebek evi kötü biri mi? Utku babama da kızmıştı."
"Hayır, hayır." dedi Utku. "Baban çok iyi bir insan."
Azad'ın minnet dolu bakışları Utku'nun yüzüne çevrildi. "Biz çok heyecanlandık. O yüzden ağlıyoruz." dedim.
"Ben sana bebek evi demeye devam edebilir miyim?" diye sordu Deniz. "Utku babam şimdi üzülür."
"Tabii ki." dedi Azad, ağlaması şiddetlenirken. "Ben sana kızım diyebilir miyim?"
Azad, Deniz'e tekrar sarıldı. "Kızını tekrar bırakacak mısın?" diye sordu Deniz.
"Asla!" dedi Azad. "Asla prensesim."
Deniz hafifçe gülümsedi, ardından gülümsemeyi bıraktı. "Ben Utku babamın prensesi değil miyim?"
"Öylesin." dedik, üçümüz aynı anda.
💫
Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro