Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

34. Bölüm

"Merhaba prenses!" dedi, zorlukla da olsa gülümseyerek.

"Ben senin prensesin değilim." dedi Deniz. Ellerini göğsünde birleştirmiş ters ters öz babasına bakıyordu. "Annenin prensesi misin?" dedi Azad.

Deniz başını hızla iki yana salladı. "Utku babamın prensesiyim ben."

Azad, anlayışlı bir şekilde gülümsedi ve başını aşağı yukarı salladı. "Peki. Öyle olsun."

Gözleri bana çevrildiğinde Deniz'in ikinci kez Utku'ya baba dediğini duymasının hüznüyle dolu bir bakış vardı gözbebeklerinde. Elinde tuttuğu boyu kadar olan hediye paketini bana uzattı. "Deniz," dedi, içinden taşan bir coşkuyla. "İyi ki doğdun."

Deniz ise Azad'ın ne söylediğiyle ilgilenmiyordu. Elini hediyesine uzatmıştı, içinde ne olduğunu merak ettiğinden açmak için çırpınıyordu.

"Aa." dedi, Azad'a dönerek. "Sen Giray dayım mısın?"

Azad, bir hayal kırıklığıyla daha sarsıldı. "Değilim." dedi.

Gözlerinde kızını gördüğünde oluşması gereken ışık yoktu. Kendi canından bir parça olan küçük çocuğun adını dahi bilmediğini, varlığından haberdar olmadığını bir kez daha fark ettikçe yok olmaya doğru adım adım ilerliyordu.

"Hadi gel anneciğim." dedim ve Deniz'i baş hareketimle salona doğru yönlendirdim. Azad, kapının önünden bir adım içeri atmadan bakakaldı.

"Gelebilir miyim?" diye sordu, fısıldayarak. "Tabii." dedim ve salona doğru yürümeye başladım. Ardımdan gelen kapı kapanma sesiyle Azad'ın da içeri girdiğine emin oldum.

Yere düz siyah hediye paketini bıraktım. Deniz, koltuğun üzerine çıkıp kutunun üstüne ulaşmaya çabalıyordu. "Hemen mi açmak istiyorsun?" diye sordum.

"Evet!" dedi ve koltuğun üzerinde zıplamaya başladı. Bir yandan zıplıyor bir yandan da çığlıklar atarak sevincini, heyecanını belli etmeye çalışıyordu.

Azad, Deniz'in yanında ayakta yerini aldığında tüm dikkatini ona vermişti ve kızının heyecanına yakından tanık olmanın mutluluğunu yaşıyordu. Hediye paketinin üzerindeki kurdelenin bir ucundan tutup açtığım esnada Deniz rahatça içini görebilmek için daha yükseğe zıplamaya çalıştı.

Tam o noktada, ayağının kaydığını bize haykırdı. Düşecekti ve ben o düşüşü engellemek için hızlı şekilde müdahale edecek yakınlıkta değildim.

Ona doğru bir adım attığım anda sanki algım kapanmış gibiydi. Yere düşmemeliydi.

Canı acımamalıydı.

Attığım her adım, ona ulaşmaya çabaladığım her saniye sanki benim aksimeydi. "Utku!" diye bağırdım, istemsizce.

Deniz'i tutsam da tutamasam da olayın sonucunda yanımda daha soğukkanlı birine ihtiyacım vardı. Utku'ya ihtiyacım vardı.

Deniz'in kahkahasını duyduğumda gözlerimi sımsıkı yumdum. İyiydi. Eğer iyi olmasaydı şu an kahkaha atmak yerine tüm evi çığlığıyla inletiyor olurdu.

Gözlerimi açtım. Azad, Deniz'i kucağında havaya atıp tutuyordu.

"Az önce düşme tehlikesi geçirmiş birini havaya atıp tutmak doğru mu sence?" diye sordum.

Kollarımı bana gelmesi için Deniz'e doğru açmıştım lakin onun Azad'tan ayrılmaya niyeti yoktu.

"Az önce de tuttum, şimdi de tutarım."

Deniz'i bir kez daha hafifçe havaya doğru yükseltti ve tekrar tuttu.

"Hadi hediyeni açalım prenses." dedi. Deniz, kaşlarını çatıp Azad'a baktığında stresimi ve korkumu bir kenara atıp gülmeye başladım.

Kutunun kapağını kaldırdığımda tüm paketi ayakta tutanın kapağı olduğunu yana devrilen kollar sayesinde fark ettim.

"Aaa!" diye bağırdı Deniz ve çırpınarak Azad'ın onu yere bırakmasını sağladı.

Hediyesinin yanına ulaştığında ellerini beline yerleştirdi ve onu izlemeye başladı.

"Kutunun yarısı boşmuş. Ben de benim boyum kadar bir şey sandım hediyeyi." dedim, dalga geçmeye çalışarak.

"Tam boyut bir kutu olsaydı muhtemelen parçalanırdı gelene kadar."

Cevap vermeyip odağımı tekrar Deniz'e çevirdim. Önünde boyundan daha büyük bir bebek evi duruyordu.

"Bak şimdi." dedi Azad ve Deniz'in yanına giderek orada durdu. Evin sağ kısmındaki çengeli açarak iki ayrı parçaya açılmasını sağladı. "Burası," dedi, sağ işaret parmağını mutfağa benzeyen yere dikip. "Bebeklerinle beraber yemek yapacağın yer. Eğer istersen ben de yerim."

Deniz, tepki vermeden yeni oyuncağını izliyordu.

"Burası," dedi, işaret parmağı evin banyosuna çevrildi. "Bebeklerini temizleyeceğin yer."

"Burası," dedi ve yatak odasını gösterdi. "Bebeklerin dinlenecekleri yer."

"Ya burası?" dedi, Deniz. Tabanda duran küçük boş bir deliği gösteriyordu.

"Orası da havuz. Bebeklerin tatil yapmasın mı?"

Azad ile Deniz kendi arasında konuşurken üst kattan gülerek ve sohbet ederek Utku ve Ercüment indi.

"Oo kardeşim?" diye seslenen Ercüment ile Azad'ın dikkati bir anlığına dağıldı ve sağa doğru bir adım attı. Azad'ın hareketlendiğini fark eden Deniz ise küçük elleriyle Azad'ın eline sarıldı.

"Gitme!" dedi. "Oyun oynayacağız."

Deniz'in gitme demesi salonun içindeki herkesin yüz ifadesini değiştirdi.

Ercüment belli belirsiz gülümsemeye başlamışken Utku mimiksiz bizi izliyordu. Azad, gözlerinden düşen ilk damlanın devamının gelmesini engelleyerek bebek evinin önünde dizlerinin üzerine çöktü.

Ben ise donakalmıştım.

Kızım gitme demişti, Azad'a.

Azad hayatında kaç gitme komutuna uymuştu ki?

Kendimi toparlayabilmeyi başardığımda Deniz ve Azad bıraktığım şekilde bebek evini yorumluyorlardı. Ercüment ve Utku ise karşıda durmuş onları seyrediyordu.

"Tamam," dedi Deniz ve minik ellerini Azad'ın omzuna vurdu. "Senin prensesinim ben."

Benim bile prensesim olamazken Azad'ın prensesi mi olmuştu?

Utku sol işaret parmağını gelmemi isteyeceğini belli edecek şekilde iki üç kez kapatıp açtı ve bahçeye yöneldi. Sesimi çıkartmadan bahçeye çıktım.

"Deniz beni çok çabuk sattı." dedi, gülerek.

"Saçmalama. Deniz seni benden bile çok seviyor."

"Sahip çıkacak mı çocuğuna? Babalık yapacak mı?" diye sordu.

Yapardı. Azad'ın ne kadar iyi bir baba olabileceğini Aylin ile olan ilişkisinde fark etmiştim. Aylin ve Azad ilişkisiyle arada farklılıkları da olacaktı elbette bu ilişkinin.

Azad, duruma çok yabancıydı.

Üstesinden gelebilir miydi? Emin değildim.

"Bence eğer isterse harika bir baba olur." dedi Utku ve sigarasını yaktı. "Eğer isterse..." sustu.

Boşluğa bakan gözlerim Utku'nun gözlerinde anlam buldu o an. Sıcacık bakıyordu da üşütmeyi başarabileceğinin uyarılarını veriyordu. Üşütürdü. Isıtırdı ama hemen. Her ne diyecekse bunun bilgisini önden gözleriyle veriyordu.

"Deniz'in üzülmesini istemiyorum ben. Sen üzülürsün, gülersin, ağlarsın. Ama sonra toparlanırsın Rüya. Deniz daha çok küçük. Ben onun tek bir iç çekişini kaldıramam."

Gülümsedi.

"Ben kaldıramıyorsam sen hiç kaldıramazsın yavru."

Derin bir nefes almakla yetindim. Kaldıramayacağım doğruydu. Deniz, her şeyden farklıydı. Tüm insanlardan öte bir varlıktı çünkü benim kanımdandı. Ben, bugüne kadar benim kanımdan olan kimi tanımıştım ki? Annemi mi? Teyzem olduğunu öğrendiğim ve beni bir gece ansızın kapıya koyan annem gerçekten aynı kanı taşıdığım bir insan mıydı? Beni yalnız bıraktıktan sonra beni hiç merak etmiş miydi? Etmemişti.

Deniz ile aramdaki kan bağı öyle bir şey değildi. Hiçbir zaman olmasına müsaade etmeyecektim.

"Ne desem fayda etmeyecek ama değil mi?" dediğinde hafifçe gülümsedim. Ne düşünüyorsam onu yapacağımı biliyordu. Yanımda olmaya çalıştığının bilincindeydim fakat bu kadardı işte. Devamı yoktu. Kızım, babasını tanımalıydı.

Buna hakkı vardı.

"Utku," dedim ve onu anladığımı belli edebilmek adına başımı hafifçe salladım. "Deniz babasını tanımalı. Üstelik babası bu kadar yakınında dururken onun kim olduğunu bilmeli."

"Haklısın." dedi Utku. "Benim tek derdim Deniz ile sensin. Yoksa Azad kızına kavuşamamış ya da senden ayrı düşmüş çok acılar çekmiş inan bir gram umurumda değil."

Güldü.

"Umurumdaysa şerefsiz evladıyım. Deniz'i üzmesin yeterli."

Dudaklarımı aralayıp cevap vereceğim esnada "Üzmem." sesi ulaştı kulaklarıma. "Merak etme, kızımı senden çok düşüneceğime eminim." diye devam ettirdi Azad konuşmasını.

Başımı çevirip ona baktığımda bahçe kapısında durduğunu gördüm. Göz göze gelişimizle beraber yanımıza doğru yavaş ve temkinli adımlarla yürümeye başladı. Gömleğinin yakası kenara kaymıştı. Eliyle hafifçe düzeltti.

"Seninle tartışmayacağım." dedi, Utku. Başını ensesine doğru yasladı ve tekrar eski haline çevirdi. Göz temasını Azad ile değil benimle kurmuştu. Sinirliydi. Azad ile tartışsa can yakacak cümleler savurabilirdi etrafa. Bunu, benim için yapmadığını gözleriyle gözlerime haykıyordu.

"Tartışsak da bir şey değişmez sanki." dedi, Azad. Gözleri Utku'nun üzerindeydi. Alacağı tepkilere karşılık vermek için büyük bir hırsla yanıp tutuşuyordu.

Utku ona istediğini vermezdi çünkü arada ben vardım. Azad bunu yıllar önce nasıl fark edemediyse şu an yine fark edemiyordu.

"Deniz nerede?" diye sordum.

Vay be Rüya... Konu değiştirmeye bak. Deniz'e konuyu çektiğinde tüm gerginlik gidecektir eminim.

"Ercüment ile bebek evini inceliyorlar." dediğinde Utku'nun dudaklarından alaycı bir gülüş kaçtı.

"Bir sorun mu var Utku?" dedi, Azad.

"Yok, ne sorunu olacak?"

Utku şu an kaçak dövüşüyordu. Söylemek istediklerini içine hapsedip onun yerine alaycı tavrıyla karşılık veriyordu. Azad bunu hak ediyor muydu?

Evet, hak ediyordu.

"Derdin neyse açık açık söyle. Hoşuma gitmez böyle gerekli gereksiz imalar."

Azad, sigarasını yakıp içine ilk dumanı çektiğinde Utku kahkaha attı. Gözlerinden üzerime yönelttiği çok fazla cümle vardı. Bir tanesinin Rüya, götür şu herifi şuradan olduğuna emindim. Bak, yemin ederim elimde kalacak! diye devam ederdi herhalde.

"Azad, yeter!" dedim. Yeterdi gerçekten. Utku ile böyle konuşacak haddi nereden buluyordu?

İki tarafın da gözleri üzerimde sabitlendi. Arada bir köprü olmam gereken saniyeler tam şu an mıydı? Eğer öyleyse üzerime yükledikleri sorumluluğu reddediyordum. Kimin tarafını tutacağım gayet ortadaydı. Konunun artık kapanması gerekiyordu.

"Bugün benim kızımın doğum günü." dedim. Benim kelimesinin üzerine bastırarak. "Sorun istemiyorum." bakışlarım Azad'ın gözlerindeydi. Sorun çıkartacağını düşündüğüm tarafın kim olduğunu bilse iyi ederdi. Yoksa burayı terk etmek zorunda kalırdı.

Deniz'in bahçe kapısından adım atarak bize geldiğini gördüğümde hemen arkasından bahçeye Ercüment, Birsel, Oğuz ve Ebru çıktı. Azad'ın sırtı dönük olduğundan yanlış bir şey söylemesine engel olmak için kaş göz yaptığım sırada konuşmaya başladı.

"Benim karakterimi de kime nasıl davranacağımı da sorgulaması gereken kişi Utku değil!" dedi.

Cümlesi bittiği anda Deniz üçümüzün ortasına ulaşmıştı.

Kaşlarını çatıp Azad'a baktı. Ardından bana ve Utku'ya.

Ortamdaki gerginliği fark ettiğinde Azad'ın Utku'ya karşı büründüğü tavrı da sezmiş olmalıydı. Utku'nun bacağına sarıldığında "Utku baba," dedi.

Azad, gözlerini acıyla yumdu.

Utku ise Deniz'i kucağına almış göz temasını kurmayı başarmıştı. "Bu, sana mı kızıyor?"

Azad'ın ismini bile sormamıştı. Babası, Deniz için sadece bu idi. Çünkü babasının onun hayatında bir yeri yoktu. Bebek evini görünce sevinmişti, sonra tanımadığı bu yabancı kişi en değerlisine kızma haddini kendinde bulmuştu.

Azad, Deniz için tek kalemde silinecek bir yabancıdan öte değildi.

"Hayır prensesim, konuşuyorduk biz kendi aramızda."

İstese Deniz'i Azad'a karşı düşman yapabilecek gücü elinde bulunduruyordu bulundurmasına ama babasıyla arasına girecek düzeyde bir kalpsizliğe sahip değildi.

Gerilen ortamdaki havayı dağıtabilmek adına önce sımsıkı Ebru'ya sarıldım. "İyi ki geldin." dedim.

Sakinliğe ihtiyacım vardı çünkü. Ebru, gerekli yerlerde Azad ile Ercüment'i uzaklaştırabilirdi.

Birsel ve Oğuz ile de sarıldığımda her birinin ellerinde duran paketleri gördüm. Deniz'e hediyelerini ulaştırmak için sabırsızlandıklarını dile getirdiklerinde gülümseyerek bir kere daha sarıldım. Üçüne de...

Deniz'in mutluluğu, benim mutluluğumdu.

Bahçedeki küçük masanın yeterli olmayacağını düşündüğümüzden Utku'nun salonunda duran büyük masayı ve sandalyeleri bahçeye çıkartmıştık. Yemekleri bir yemek şirketiyle anlaşan Oğuz halletmişti. Her şey mutfaktaydı ve tek yapmamız gereken sofrayı hazırlamaktı.

"Biz sofrayı hazırlayalım." dedim, Utku'ya bakarak. Onları yalnız bırakmaya çekindiğimin farkındaydı. "Annene yardım edecek misin Deniz?" diye sordu.

Deniz, başını iki yana salladı. "Oğuz amca saklambaç oynayalım mı?"

Oğuz kahkaha attı ve ellerini yüzüne kapattı. Deniz Utku'nun bacaklarının arkasına saklandı.

Utku, her şey kontrolüm altında dercesine gözünü kırptığında ben de Birsel ve Ebru ile birlikte evin içine girdim.

Mutfağa geçip tabakları dolaptan indirdiğimde Birsel elini koluma attı. "Dur! Sofra bekleyebilir." dedi.

Hiçbir şey demeden ona bakmaya başladım. "Azad mı o?"

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve başımı salladım. Azad'ın öğrendiğinden Birsel'in haberi yoktu fakat iyi toparlamıştı. Aslında Ebru'ya da ben söylememiştim. Bu gerçeklikle yüzleştiğimde sorgu dolu bakışlarım Ebru'ya döndü.

"Ben sana haber vermedim Azad'ın öğrendiğini." dedim. Bu cümle soru dolu bir cümleydi. Neden şaşırmadığını sorguluyordum.

"Ercüment, Metin, Özge öğrendi. Onlar öğrenince dolaylı yoldan ben de öğrendim."

Özge de öğrenmişti.

"Bana haber vermediğine göre başın kalabalıktır diye düşündüm. Zaten gelecektim buraya sonuçta."

"Teşekkür ederim." dedim, Ebru'ya. Anlayışlı bir arkadaş olması beni çoğu zaman rahatlatıyordu. Hem de çok!

"Henüz başka kimse öğrenmedi merak etme. Ama yakındır öğrenmeleri. Bir yerde patlayacağını ve her yöne yayılacağını biliyorsun."

Başımı bildiğimi anlaması için salladım. Patlama noktası Hatice teyzenin öğrendiği yerde olurdu muhtemelen. Sonuçta kadının bir torunu vardı. Ne kadar sakin kalabilirdi ki?

"Bu böyle olmaz." dedi Birsel ve dolaptan yiyecekleri çıkarttı. Servis tabaklarına yerleştirmeye başladığında cümlesinin devamını getirmediğini fark ederek elindekileri tezgaha bıraktı. "Bu akşam işin var mı Ebru?" diye sordu.

Ebru ile Deniz doğduktan sonra tanışmışlardı. Çok yakın olmasalar da artık birbirleriyle anlaşabiliyorlardı.

"Yok." dedi, Ebru. "Burada kalacağım."

"Harika!" dedi Birsel. Ebru ise tezgahın köşesinde varlığını o an fark ettiğim bir poşetin içinden tencere çıkarttı. "Annem sana geldiğimi duyunca gönderdi. Bilmiyor ki bu sarmaları Deniz'in doğum gününe gönderdiğini..."

"Ya!" dedim, sevinçle. "Çok teşekkür ederim."

Tencerenin kapağını açtım ve elime bir sarma aldım. Ağzıma atmadan önce Birsel'e "Niye sordun bu akşamı?" diye sordum.

"Üçümüz felekten bir gece çalacağız çünkü!" dedi.

Başımı olumsuz anlamda iki yana salladım. "Deniz'in doğum günü bugün."

"Ay aman Rüya." dedi ve tekrar yarım bıraktığı işine döndü. "Sanki şimdi gidelim diyorum kızım. Deniz erken uyuyor. Oğuz ile Utku idare eder bir gece."

"Evet Rüya." dedi, Ebru. Ebru? Bizim Ebru?

"Biraz kafan dağılır hem." dedi, yine Ebru.

"Haklısın aslında." dedim. Kafamın dağılmasına ihtiyacım vardı. "Giray da öğrendi zaten Deniz'i artık."

"Ne?"

Ebru ve Birsel aynı anda şaşkınlıkla bana döndüklerinde ben üçüncü sarmamı yiyordum.

"Öyle şak diye söyledim inanır mısınız? Telefonu açtım ve dedim ki 'Benim bir kızım var.'"

"'He tamam o zaman kuzen.' mi dedi o da?" diye sordu Birsel.

Elime iki servis tabağı aldım ve mutfağın kapısına yöneldim. "O işler öyle olmuyor tabii." dedim ve cevap beklemeden ilerlemeye başladım.

Kısa süre içinde yemekler masadaki yerini aldığında aramıza bir kişi daha katılmıştı. Deniz'in Giray dayısı...

Gelmişti. Kızmıştı, kırılmıştı ama yine de gelmişti.

Yemeklerimizi Deniz'in ufak tefek konuşmaları haricinde büyük bir sessizlik ve gerginlik eşliğinde yedik. Aramızda bulunan kimse nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Hepimiz için her şey yeniydi.

Rayına oturtulmuş hayatlarımız ani bir darbeyle yoldan çıkmıştı ve sadece sükunetle sonumuzu bekliyorduk. Yerle bir olabilmesi daha yüksek ihtimale sahip olan duruma kendimizi sakince bırakmıştık.

Elden başka bir şey gelmiyordu.

Ortada dört yaşında bir maskot vardı sadece. Yüzlerimize tebessümü konduran ardından da sessizliğe bürünüp seçtiği yemeklerden üzerine döke döke yemeye çalışan...

Yemek boyunca ne zaman Azad'ın gözlerine gözlerimi dikme cesareti göstersem o dakikalarda kalbimin acıdığını hissediyordum. Ben olmayan kalbimle kimseyi oyalamamıştım işte. Bir kalbim vardı. Acıyordu, seviniyordu, kırılıyordu. En çok da bu cümleye acımıştı benim kalbim. Kalbim vardı ama kimse görememişti.

Benim kalbim vardı!

Azad'ın bakışlarında yakaladığım heyecan, tedirginlik, acı duyguları da onun kalbinin varlığını gösteriyordu.

Biz Azad ile hiç konuşamamıştık ki. Beni özlemiş miydi? Hayatına başka biri girmiş miydi? Beni hala seviyor muydu? Yoksa sadece Deniz için mi bulunuyordu bu ortamda?

Yalnızca kızı için burada olmasına kızamazdım. Deniz doğsaydı da doğmasaydı da ben hayatımın bir evresinde Utku ile beraber Artvin'e gidecektim. Muhtemelen Azad'a ulaşmaya çalışmayacaktım fakat onca yıl terapi gördükten sonra yine onu sevecektim. O zaman da burada olacak mıydı?

Azad, koyu kahve gözlerini üzerime dikip tekrar bana heyecanla bakar mıydı?

Keşke yıllar önceki sevgisizliğimde kalmış olsaydım. Sevgi hissinin ne olduğunu bilmediğim dönemlerde Utku'ya bağlıydım. Yine o dönemlerde Deniz'i kucağıma almıştım ben. O duygunun ne olduğunu zihnimde ve kalbimde oturtamadığım için herkesten nefret etmiyordum ki sonuçta.

Utku vardı. Utku, her şeyi bilmesine rağmen vardı. Yanımdaydı. Gidebilirdi.

Azad, gitmişti.

Kendince haklı olabilirdi. Sevdiği kadının onu sevmediğini öğrenmişti. Haklıydı. Haklıydı da beni hiç mi sevmemişti?

Gözlerine gözlerimi diktiğim bir anda bu soruyu yüzüne haykırabilirdim.

Azad, beni hiç mi sevmedin?

Sevmiştir.

Bir kez daha gözlerine baktım. O gözlerden süzülen bakışın karşıma geçip dile gelmesini ümit ediyordum. Yokluğumda çektiği acıları anlatsın ki ben keyif alayım istiyordum.

Acı çekmiş miydi?

Acı çekseydi benimle konuşmak istemez miydi?

"Rüya," Utku'nun sesi ile Azad'ın ruhumdan hallice koyuluğa sahip gözlerinden koptum. "Sarma uzatır mısın?"

Sarma hemen önündeydi.

Mesaj alınmıştı.

Kendime gelmemi ve Azad'tan kopmamı söylüyordu. Sarmayı değil Deniz'in annesi olan Rüya'yı ona uzatmamı istiyordu.

Toparlanmayı başarabildiğim dakikalarda herkes yemeğini bitirmişti. Oğuz, Ercüment ve Giray kendi aralarında sohbete başladığında masayı toparlamak için yerimden kalktım. Tabakları üst üste yığıp taşıyabileceğim kadarlık olan kısmı elime aldım ve mutfağa doğru yürümeye başladım. Tezgahın üzerine tabakları bıraktıktan sonra avuç içimi masaya yasladım ve gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım.

İyiydim. Sorun yoktu.

Her şey yolundaydı.

Utku, elinde geride bıraktığım tabaklarla mutfağa girdiğinde duruşumu toparladım.

"İyi misin yavru?" diye sordu. Başımı sallamakla yetindim.

"Masadaki kalanları da getireceğim şimdi." dedi ve mutfak dolabının alt kısmından orta boy metal bir tepsi çıkarttı. "Sen biraz burada otur, dinlen."

Cevap vermemi beklemeden mutfaktan çıktı, dakikalar sonra dolu tepsiye geri döndü.

"Masa temiz artık."

"Utku," dedim. Oturduğum sandalyenin karşısındaki sandalyede yerini aldı. Ses tonumdaki senden bir şey isteyeceğim mesajını almıştı.

"Kızlar gece biraz dışarı çıkalım, eğlenelim diyorlar..."

"Tamam, Deniz bende." dedikten hemen sonra sol gözünü kırptı ve dudaklarında geniş bir tebessüm yerini aldı.

"Şunları hemen makinaya dizeyim de pastayı götürürüz sonra." dediğimde Utku da yerinden kalktı ve tezgahın başına geçerek tabakların üzerindeki çöpleri sıyırmaya başladı. Sudan geçirdiği tabakları, bardakları ve kaşık çatalı bana uzatıyordu.

"Sen ne hediye aldın Deniz'e bu arada?" diye sordum, tabakları yerleştirmeyi durdurarak.

Utku ise sudan geçirme işlemini bitirmişti. Ev işlerindeki pratikliği senelerdir beni sürekli hayrete düşürüyordu.

"Sürpriz." dedi, gülümseyerek. Elini yıkadı ve dolaptan küçük tatlı tabaklarını indirdi.

"Bari bana söyle!" diyerek sitem etmeye başladığımda bunun hiçbir işe yaramayacağını fark ettim ve kaderime razı gelerek geride kalan bulaşıkları da makinaya yerleştirdim. Kapağını kapattıktan sonra elimi yıkadım, buzdolabına yönelerek beni krize sokan pastayı çıkarttım.

"Kızımın adını Deniz değil de Deniz Su koysaydık çok daha mantıklı olurdu sanki. Ne dersin?"

"Abart Rüya!"

Utku tabii ki Deniz'in tarafını tutacaktı. Ne sanmıştım ki?

"Küçücük çocuk kendini pembe rengine yakın görmüşse pembeyi sever. Mor da olabilirdi mavi de olabilirdi. Hayır yavruağzı da olabilirdi yani o zaman da aynı tepkiyi verecek miydin?"

"Yavruağzı ve Deniz'in sevdiği pembe tonları arasında çok bir fark yok Utku."

Utku, kaşlarını havalandırıp bana baktığında gülmeye başladım. "Yavruağzı nasıl bir renk hiçbir fikrin yok değil mi?"

"Yokmuş." dedi.

Bu çocuk beni delirtecekti. Gerçek anlamda.

Cevap vermek yerine pastayı büyük zorluklar çekerek tabağa yerleştirdim ve üzerine dört tane mum diktim.

"Şu pastaya mum dikmemiz de kesip yememiz de sanatçıya hakaret ya! Kim bilir ne kadar uğraştı bunun için."

"İzleyelim diye uğraşmadı ya sonuçta." dedi Utku, çakmağıyla mumları yakarak bahçeye ilerlemeye başladı.

Bahçeye adım attığımız an yayılan "İyi ki doğdun Deniz!" sesleriyle güzel kızım yerinden kalkmış kahkaha atarak el çırpıyordu. Masanın üzerine pasta yerleştirildiğinde Utku Deniz'i kucağına aldı ve mumları üflemesi için yakınlaştırdı.

"Dilek tut önce." dedi, Azad. "Ne istersen onu düşün ve üfle. Belki gerçek olur."

Deniz, bir kez daha heyecanla elini çırptı ve mumları üfledi.

"Ne diledin?" Ercüment'in gülerek sorduğu soruya Deniz tüm masumluğuyla cevap verdi fakat bahçede Ağustos ayında hepimizi bir titreme aldı.

"Babama çok uzakmışız biz. Artık yakın olalım dedim pastama."

💫

"Hediye vakti!" Oğuz'un elinde havaya kaldırdığı hediye paketiyle beraber Ebru ve Birsel ortadan kayboldu. İçeride bıraktığı hediyelerini almaya gitmiş olmalılardı. Benim aldığım hediye kilerde gizliydi ve en son vermeyi planlıyordum. Bu yüzden yerimden hareketlenmedim.

Utku'da da bir hareket yoktu.

"Al bakalım Oğuz dayısının meleği." dedi Oğuz ve hediye paketini açması için Deniz'e uzattı.

Deniz, hediye paketini zorlanarak açmayı başardığında paketin içindekini çıkartmaya çalıştı. Başarılı olamadığını gördüğümden yardımcı oldum ve onu hediyesine kavuşturdum.

Oğuz, Deniz'e küçük bir sırt çantası almıştı. Çantanın kolu ve sırtına denk gelecek kısmı pembe renkteydi. Önü, simli gri rengindeydi ve köşelerinden küçük melek kanatları çıkıyordu.

"Hani sen benim meleğimsin ya." dedi, Oğuz. "Çantayı taktığında gerçek bir melek olacaksın.

Deniz, ufacık kollarını olabildiğince açtı ve Oğuz'un kendisine sarılmasını beklemeye başladı. Sevgi gösterileri son bulduğunda Oğuz'un yanağına bir öpücük bıraktı ve teşekkür etti.

Gözlerinin içi parlıyordu.

"O zaman sıra bende." dedi, Ebru.

Deniz bir hediye paketini daha açmayı başardığında içinden çıkan iki tane bebek ile yerinde zıplamaya başladı. "Bebeklerimi bebek evine koyacağım!" dedi. İtiraz etmemize fırsat vermeden koşarak evin içine girdi ve hemen geri geldi.

Birsel hiçbir şey söylemeden elindeki sert kutuyu bana uzattı. "Annenle beraber aç olur mu?"

Deniz yanıma gelip hediye paketini açışımı izlemeye başladı. Paketin altından çıkan ayakkabı kutusunu gördüğünde sabırsızca elini kapağına attı ve kapağı açtı.

Kutunun içinde duran pembe renkli Converse ayakkabıyı gördüğünde neşeli bir kahkaha attı. "Anne, giyebilir miyim?" dedi.

Kutudan çıkarttığım ayakkabıların bağcıklarını düzeltip ayağına giydirdiğimde yerinde tekrar zıpladı. Masanın üzerinde duran melek kanatlı çantasını sırtına taktı ve kendi ekseni etrafında döndü. "Hem prenses hem melek oldum!" diye bağırdı.

Hepimiz aynı anda kahkaha attığımızda o da güldü. Ellerini çırpıp sürekli zıplıyordu. Deniz, hayalinden öte bir doğum günü yaşıyordu. Her yanı pembenin farklı tonlarına bürünmüştü. Üstelik haberi olmasa bile babası uzakta değildi. Artık, değildi.

"Sen ne aldın?" diye sordu Utku. Bu sorusu beni hediyemi getirmeye mecbur bırakıyordu. Sona o kalacaktı işte. İstediğini almıştı.

Dakikalar içinde tekrar bahçeye elim boş döndüğümde "Deniz, gözlerini sımsıkı kapat ve ben aç diyene kadar açma." dedim.

Deniz, beni hiç ikiletmeden gözlerini yumduğunda salonun girişine bıraktığım hediyesini aldım ve bahçeye çıkartarak çimlerin üzerine bıraktım.

Pembe, tam onun istediği bir pembelikte, onun istediği dört tekerli bisikleti almıştım.

"Aç şimdi!"

Gözlerini açtığı anda dudaklarından sevinç çığlığı yayıldı. Saatlerdir birbiriyle alakasız olan bu ekibi sürekli güldürmeyi başarmıştı. Gergin olması gereken ortam onunla şenleniyordu ve neşeli kahkahalar atıyordu.

O, benim hayatımdı.

Üzgün olduğum zamanlarda da şen kahkahalarıyla keyfimi yerine getiriyordu.

Koşup bana sarıldığında saçlarının kokusunu içime çektim ve tek bir teline dahi kıyamadığım saçlara nazik bir öpücük bıraktım.

"Oyy!" dedim, içimden taşan sevgiyle. Vücutlarımızı sarılırken iki yana sallamaya başladım. "İyi ki doğurmuşum seni. Neşe kaynağım benim!"

Başımı kaldırdığımda Azad'ın bana baktığını gördüm. Kollarını göğsünde kavuşturmuş belli belirsiz bir tebessümle bizi izliyordu.

Eski sevgilisini ve yeni kızını.

"Utku baba, hediyem nerede?" diye sordu, Deniz. Benim neşe kaynağım olan küçük kız çocuğu Utku'ya baba diye seslendikçe öz babasının ecel terleri dökmesine sebep oluyordu.

"Bekle."

Utku, kısa bir süreliğine ortadan kaybolup kendi evinin içine girdiğinde Deniz de bisiklete binmek için tutturmuştu. Her ne kadar beklemesini söylesem de yerinde durmuyordu.

Yardımcı olmak için yanına yaklaşacağım esnada Azad benden hızlı davrandı. Deniz'i kucağına alıp bisikletin koltuğuna yerleştirdi ve ayaklarını pedala nasıl koyacağını gösterdi. Direksiyon kısmından tutup Deniz'e yardımcı olmaya başladığında yüzüme istemsizce yerleşen gülümsemeyle onları izlemeye başladım.

Eğer Azad ilk başta öğrenseydi, Deniz eksik büyür müydü?

"Ama hemen satmışsın beni prenses!" diye bağırdı Utku. Deniz de Utku'nun varlığını fark eder etmez anında Azad'ı sattı ve bisikletten inip koşarak Utku'nun yanına geldi.

"Şimdi," dedi Utku ve Deniz'in yanağına iki öpücük kondurdu. "İlk hediyem bu."

Ben iki hediye almış olsaydım Utku kesin üç tane alarak yine beni arka planda bırakmayı başarırdı. Onunla yarışamıyordum.

Göz göre göre kızımı kaybediyordum!

Kıskanma Rüya. Kıskanma!

Elinde tuttuğu hediye paketi ince ve küçüktü. Sanki içinde kitap var gibiydi fakat Deniz okumayı bilmiyordu. Eline aldığı hediye paketini küçük adımlar atarak bana getirdi. Herkes yavaş yavaş tekrar masadaki yerlerini aldığından ben de masaya döndüm ve Deniz'i kucağıma oturttum.

Paketi açtığımızda gerçekten içinden bir kitap çıktı fakat normal kitaplardan bariz bir farkı vardı. Mesela kapağında Rüya & Deniz Yavuz, Utku Ayazoğlu yazıyordu.

Deniz, ne yazdığını haklı olarak merak ettiğinden anlamlandıramadığım hediyedeki yazıyı sesli bir şekilde okudum. Aynı zamanda masadakilerin düşüncelerinin ne olduğunu merak ettiğimden herkesin üzerinde kısaca gözlerimi gezdirdim.

Duruma sadece Azad kayıtsız duruyordu.

Kitabın kapağını açtığımda ilk sayfasında yazan Deniz, canım prensesim. İyi ki doğdun! yazısını da sesli bir şekilde okudum.

Kızım hediyesinin ne olduğunu çözememişti lakin Utku'ya bir öpücük göndermeyi ihmal etmemişti.

Bir sayfa daha çevirdiğinde kahkaha attım. Komik olmasından dolayı değildi kahkaham. Eğer gülmeseydim fazla duygusallıktan hüngür hüngür ağlayabilirdim.

Kitap bitene kadar her sayfanın sol tarafında Utku ve Deniz ile birlikte çekildiğimiz fotoğraflar vardı. Deniz ilk doğduğunda, ilk yürüdüğünde, ilk düştüğünde, ek gıdaya geçtiğinde... Her olayda fotoğraf çekerek oluşturduğumuz bir arşivimiz vardı ve Utku bu arşivi tarihleriyle beraber bir kitap haline getirmişti.

Sayfanın sağ kısmında ise çerçeve şeklinde çizilmiş resimlerimiz vardı ve bu kısımlar küçük çizgilerle ayrılmıştı. Kitap ya da defter her sayfasında elden ele gezerken fotoğrafları gören Azad'ın yüzündeki hayal kırıklığı da öfke de çok net okunabiliyordu.

"Bunları sen boyayacaksın ve soldaki hallerine getireceksin prenses." dedi, Utku.

Son sayfaya ulaştığımda orada bir not olduğunu fark ettim. "Anne, okusana!"

"Şu an okumayı henüz bilmiyorsun ama ileride burayı okuyabilirsin.

Deniz, prensesim. Sen harika bir çocuksun ve hep öyle kalacaksın. Baban olmadığımı bildiğin halde beni bu kadar sahiplenmen beni hep gururlandıracak. Seni çok seviyorum güzel kızım. Bu kitaptaki tüm resimleri boyadığında, okumayı öğrendiğinde, seneler sonra tekrar buraya baktığında ben yine senin hemen ardında olacağım. Elim omzunda, kalbim kalbinde olacak.

Seneler önce ben annene bir söz vermiştim. 'Bu ev senin, Utku komple senin.' demiştim. Artık Utku senin Deniz. Annenden sana miras kalan şey aslında hiçbir şeyin olmayan Utku. Hiçbir şeyin fakat bir o kadar da her şeyin.

Sen hayatımın mucizesisin.

Seni çok seven, Utku.

07.08.2025"

Ne zaman ağlamaya başlamıştım mesela? Gözyaşlarım ne kadar hızlı terk etmişti bedenimi?

"Utku," dedim, başımı yavaşça kaldırdım ve gözlerinin içine baktım. "Seni çok seviyorum Utku!"

Deniz, ufacık aklıyla olayları ne kadar anlamıştı hiçbir fikrim yoktu fakat o da biraz durgunlaşmıştı. "Sen benim Utku babamsın!" diye haykırdı ve kucağımdan atlayıp bir kez daha gidip Utku'ya sarıldı.

"Tamam, yeter bu kadar duygusallık!" dedi Utku ve cebinden küçük bir anahtar çıkarttı.

"Gel," dedi Deniz'e, elinden tutup iki evin arasındaki boşluğa götürdü.

Utku ve Deniz gittiğinde Azad'ın "Çok mu seviyorsun?" dediğini duydum. Soruyu soruyordu fakat güçlü çıkmıyordu sesi. Duymasam da olur gibiydi sanki.

Kulaklarımıza ulaşan ses ile dikkatimizi gittikleri boşluğa çevrildiğinde Deniz'i gördüm. Simsiyah akülü arabanın içinde kahkahalar atıyordu. Utku ise arabayı arkadan itmekle meşguldü.

"Anne bak, benim de arabam var artık."

"Hayırdır pembesi yok muydu?" dediğimde Deniz bakışlarını Utku'ya çevirdi. Pembe araba ihtimali onu heyecanlandırmış olmalıydı.

"Kalmamıştı prensesim. Yoksa ben sana pembe araba almaz mıydım?"

Deniz, bu savunmaya çabuk ikna olmuştu. Arabasını yanımıza bıraktığında "Ben boyama yapabilir miyim?" diye sordu. "Hemen resimlerimizi boyamak istiyorum!"

Benden onayı aldığında Azad'ın yanında durdu ve babasına baktı. "Senin adın ne?" diye sordu, ilk kez. "Kolyen çok güzelmiş. Senin mi?" diye yanıtladı Azad sorusunu. Muhtemelen vakit kazanmaya çalışıyordu çünkü bakışları bana dönmüştü.

Bir babası olduğunu biliyor da ismini biliyor mu? demeye çalışıyor olabilirdi. "Hayır annemin." dedi, Deniz. "İsmin yok mu senin?"

"Yok." dedi Azad ve başını iki yana salladı. "Ben ismimin olmasını hak etmiyorum galiba."

"Evet, Utku babama kızdın çünkü sen." dedi Deniz. "Ben sana bebek evi diyebilir miyim?"

Azad, neşeden uzak kahkahasıyla kulaklarımızı şenlendirdiğinde Deniz cevap beklemeden evin içine girdi. Boya kalemlerini alıp resmimizi boyayacaktı. Aldığı her hediyeden daha çok onu beğendiği belliydi. Geriye kalan her şeyi bırakıp boyalarını almaya gitmezdi yoksa.

"Utku'yu çok mu seviyorsun Rüya?" diye sordu Azad. Öylesine bir soruymuşçasına dillendirdi, yine. Öylesine değildi. Biliyordum.

"Gerçekten soruyorum ya." dedi, zorlanarak. "Gerçekten," sağ elinin işaret parmağı Utku'ya yöneldi. "Sen Utku'yu çok mu seviyorsun?"

Problemi Utku'yu sevmem değildi. Ben Azad'a hiç onu çok sevdiğimi söylememiştim. Sorun buradaydı.

"Azad." dedi Ercüment. Havada asılı olan kolunu indirdi. "Hadi gidelim kardeşim."

"Bir yere gitmiyorum ben." dedi. Gözlerinin dolu olduğunu fark ettiğimde derin bir nefes aldım. "Rüya," dedi. "Başka kimleri seviyorsun? Ben hariç başka kimleri seviyorsun sen?"

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Azad'ı çok seviyordum ben. Bilmiyordu, gerçekten çok seviyordum.

"Aç gözlerini." dediğinde gözlerimi son cesaret kırıntımı kullanarak açtım. Artık gözleri dolu değildi. Damlalar yanaklarına süzülüyordu.

"Benim kızım bu herife baba diyor Rüya!" dedi. 'Kızım' kelimesini kısık söylemişti ve gözü hep evin kapısındaydı. O da Deniz'e böyle bir travma yaşatmak istemiyordu.

En azından bu iyiydi.

"Azad!" dedi Utku. Ben ne demek istediğini anlamıştım, Azad anlamamıştı. Git buradan diyordu. Geri bas diyordu.

"Kes sesini!"

Azad, Utku'ya bağırdığında Oğuz varlığını hatırlatmak istercesine öksürdü ve Utku'nun yanındaki yerini aldı.

"Sen kes sesini asıl!" dedim, tüm öfkemle. "Sen kimin evinde kime sesini yükseltiyorsun?"

Bakışları beni buldu. Gözlerini devirdi, başını iki yana salladı. "Hep bu olacak değil mi?" dedi. "Sen hep Utku için beni karşına alacaksın."

"Senin için Utku'yu hiç karşıma almadım ben Azad. Neden biliyor musun?"

Boş gözleriyle yüzüme baktı.

"Utku insanların kırmızı çizgilerine her zaman saygı duyan bir insan oldu çünkü. Sende öyle bir kabiliyet yok. Bu yüzden sen her seferinde Utku ile yan yana geliyorsun ve asla seçtiğim kişi olmuyorsun!"

Alt dudağını sinirle ısırdı.

"Evet Deniz Utku'ya baba diyor." dedim, sakin kalmaya çalışarak. "Onun babası olmadığını bilmesine rağmen baba diyor çünkü onun harika bir baba olduğunu ve olacağını düşünüyor! Kendi babasını bir kez görmedi benim kızım!"

Derin bir nefes aldım.

"Niye görmedi kendi babasını? Niye benim kızım başka bir adama baba diyor?"

Eliyle yüzünü sıvazladı. Başını iki yana sallıyordu.

"Şimdi defol git buradan ve bu eve de kızımın karşısına da Utku'ya saygılı olmayı öğrenmeden çıkma."

"Rüya," Ercüment arayı bulmak istiyordu da şu an araya girmesinin hiç sırası değildi.

"Ben Utku'yu da sevmiyordum ki Azad." dedim, alaycı bir gülümsemeyle. "Utku beni çok seviyordu o zamanlarda da. Öğrendiğinde sırt çevirmedi bana."

"Rüya," araya giren Utku olmuştu. Burası yeri değil diyordu.

"Sen değil miydin bana son bu diyen Rüya?" dedi. "Sendin! Sonun ne anlama geldiğini bilip bilmediğini sormadım mı ben sana?"

"Hamileydim!" dedim. "Saatler sonra bir çocuğum olacağını öğrendim ben."

"Birsel Deniz'in gelmesine engel ol." dedi, Oğuz.

Birsel ise koşar adımlarla evin içine girdi.

"Ben hamile olduğumu öğrendim. Ben kimsesizdim! Kimsesizdim!"

Hıçkıra hıçkıra ağlıyordum. "Defol git buradan!"

Arkasını döndü. Gitti.

Her zaman yaptığını yaptı ve yine beni yalnız bıraktı.

Bunca sevenimin olduğu yerde ben Azad'ın gidişiyle bir kez daha güçsüz kaldım.

"Keyfin bilir Azad! Madem sonlara o kadar inanıyorsun çekip giderken keyfin bilir!"

Azad gitti.

Şiir soldu.

Aşk sahiden başlamadan bitti mi?

💫

Umarım bölümü sevmişsinizdir.

Sizi seviyorum. ❤️

instagram: sonsuzlukicindea
twitter: sonszlukicinde

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro