Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

32. Bölüm

HOŞ GEL Dİ NİZ!!!

Kesin olmamakla beraber akşam saat 21.00 gibi sonsuzlukicindea hesabında bir canlı yayın açabilirim o yüzden bölüm sonu koşup gelebilmeniz adına bir soru cevap kutucuğu bırakayım diyorum. Ne dersiniz?? -Gelmeyecekseniz söyleyin açmayayım :p jsjdjsjd-

Oy vermeyi unutmazsak sevinirim. Keyifli okumalar. ❤️

💫

"Senin kızın paratoner!" dedi Utku, ofisin cam kapısını hışımla açarak içeri girdi.

"Gerçekten bak. Bela paratoneri."

Masamın karşısındaki koltuğa kendini attı. Yorulduğu her halinden belliydi. Haklıydı. Deniz gerçekten belayı kendine ne yapıp edip çekiyordu.

"Yoruldum!" diye haykırdı sahte bir sitemle. "Çay söylesene."

Gülerek masanın üzerinde duran telefonun ahizesini kaldırdım ve çay ocağının dahili numarasını tuşladım. "İki çay gönderir misin benim ofise Hayri abi?" diye ricada bulundum ve telefonu kapattım.

Cumartesi günleri çalışma planımız olmamasına rağmen işe başladığımız ilk cumartesiyi mesaide geçiriyorduk.

Geçiriyordum. Patronumuzun burada olmaması gerekiyordu.

"Sen niye geldin ki?" diye sordum. V yaka tişörtünün yakasını baş ve işaret parmağıyla tuttu ve silkti. "Hesaplarda karışıklık olmuş. Yiğit bey Artvin'den arayıp beni buraya gönderdi." dedi.

"Sorun neymiş?" diye sorduğumda ofisin kapısı açıldı ve Hayri abi tepsideki çayları masanın üzerine bırakıp çıktı.

"Yokmuş ki sorun. Kendince şaka yapmış canım babam bana."

Gülmeye başladığımda Utku'nun sinirli bakışları yüzüme sabitlendi. Yiğit amca Utku'yu hala küçük bir çocuk olarak görüyordu ve onunla uğraşmaktan büyük bir keyif alıyordu. "Beni arayıp sorsaydın keşke önce." dedim, gülmemi bastırma gereği duymadan.

"Ne bileyim Rüya ya." dedi ve çayından bir yudum aldı. "Şirketi batırmışım gibi arayınca ben de bir şey oldu zannettim." diye ekledi.

"Deniz ne yaptı?" diye sordum. Kahkahaları odayı inletti. Sinirle konuşarak girmişti, şimdi niye gülüyordu ki?

"Köpeğe saldırdı." dedi. Gülmesine ara vermediği için onu ciddiye almak istemiyordum.

Deniz niye köpeğe saldıracaktı ki?

Sağ elini karnının üzerine koydu, sol elini havaya kaldırdı. Gülüşünü biraz olsun azaltabildiğinde diliyle dudağını ıslattı ve yüzüne tebessümü yerleştirdi.

"Hani bizim bahçede yavru kediler vardı ya." dedi. Başımı sallayarak onayladım. "Komşulardan tekinin köpeği varmış cinsi Shih Tzu." dediğinde kaşımı çattım.

"Ya yok mu küçücük büyümeyen köpekler ondan."

"Ee?" dedim, sabırsızlanarak.

"İşte o küçük köpek kedilere doğru koşmaya başlamış. Oyun istiyor kendince." Çayından bir yudum daha aldı. "Deniz de sanmış ki köpek, kedilere saldıracak. Başlamış köpeği kovalamaya. Köpek de korkudan havlayınca Deniz yuvarlanmış yerde. Komşumuz da köpeğine ne yapıyoruz diye dışarıya fırladı."

Bu sefer kahkaha atan taraf ben olmuştum. "Deniz'e kızdı. Ben de tam o sırada bahçeye çıkmıştım."

Güldü. "Kızın sayesinde komşumuzla aramız iyi değil."

Kahkahalarım odayı inletti. Deniz, canlı cansız her tür varlığa kök söktürecek bir çocuktu. Kediler köpeğe koşmuş olsaydı muhtemelen o zaman da kedileri kovalardı. Kafasına eseni yapıyordu. Dünya üzerinde sözünü dinlediği tek kişi Utku idi.

Keşke biraz da annesinin sözünü dinleseydi...

"Şimdi nerede?" diye sordum. Utku buraya geldiğine göre yanında getirmiş olmalıydı.

"Aşağıda. Birsel ile oynuyorlar." dedi.

Derin bir iç çekti. "Birsel de bakıcısı oldu Deniz'in." dedi. Durumdan rahatsız olduğu belliydi.

Utku ile artık aynı evde yaşamıyorduk fakat ikimizin evinin bahçesi ortaktı. Onun evi üç katlı, özenle dizayn edilmişti. Benim evim ise iki katlıydı. Henüz orayı evim gibi hissetmediğimden iç tasarımını önemsememiştim. Yiğit amca ve Utku başka yerde yan yana iki ev bulabileceğimizi, burada kalmak zorunda olmadığımı söylese de karşı çıkmıştım.

Zaten kirayı şirket (!) karşılıyordu. Kimseyi uğraştırmaya gerek yoktu.

Kendi kiramı ödemeyi teklif etsem de Yiğit amca Utku ile bir farkım olmadığını defalarca kez söyleyerek izin vermemişti.

"Birsel memnun Deniz ile vakit geçirmekten." dedim.

"Öyle de..." dedi. Gözleri ofisin içerisinde gezmeye başladı. Masam, koltuklar, cam dolap ve askılık dışında ofisin içerisinde hiçbir şey yoktu.

"Buldum!" dedi ve ayağa kalktı.

"Evinin ve ofisinin tasarımını Birsel yapsın. Sonuçta iş yapıyor oluruz ve bir ödeme aldığından bu kadar mahcup olmayız." dedi.

Mahcup olan kendisiydi. Birsel ile yakın arkadaştım ve seneler sonra temelli döndüğüm için mutluydu. Üstelik Deniz'i de çok özlemişti.

Her gün Deniz'e o bakmıyordu ki. Ara sıra Utku ile aynı anda kreş saatleri dışında işimiz çıkıyordu ve o anlarda da emanet edebildiğimiz bir yakınımızın olması beni mutlu ediyordu.

Neden mahcup hissediyordu? Birsel, sadece iyi bir insandı ve bize iyilik yapıyordu.

"Tamam." dedim, gülümseyerek. "Al Birsel'i işe. Ama gerçekten onun yeteneğine ve mesleki başarısına güveniyorsan al."

Gözlerimi devirdim, istemsizce. "Ama hayır ben sadece Deniz'e baktığı için bunu yapıyorum diyorsan gerçekten ayıp ediyorsun Utku. Birsel bizden böyle bir karşılık beklemiyor."

Yerimden kalktım. Askılıkta duran çantamı aldım. Masamın üzerini Utku içeri girmeden toparlamıştım ve zaten çıkacaktım. İşim bitmişti.

Ve bugün cumartesiydi.

Çantadan arabanın anahtarını çıkarttım. Topuk sesleri odanın içinde yankılanmaya başladığında Utku da yerinden kalktı, ellerini göğsünde kavuşturdu. "Sen bilirsin." dedi.

"Patron olan sensin." dedim.

"Neyse." dedi, koluma girdi. Asansöre kadar sessizce yürüdük. Asansör aşağıya inerken kolumdan çıktı. "Akşam yokum ben." dedi. "Yani, geç gelirim." diye ekledi.

Aynı evde yaşamasak da beş sene aynı evde yaşamanın getirdiği alışkanlıklar vardı.

Aynı evde yaşamıyorsunuz ama sadece uyumak için kendi evlerinize dağılıyorsunuz Rüya. Ondan olabilir mi?

"Nereye?" dedim ve sol gözümü kırptım. Yüzünde beliren heyecanlı tebessümle birlikte ben de gülümsedim.

Biriyle buluşacaktı.

"Kim bu şanslı kız?" diye sordum.

"Tanımazsın. Oğuz tanıştırdı." dedi.

Utku kızarmış mıydı?

"Hadi bakalım." dedim, asansörden inerken. Birkaç adım önünden yürüyordum. Sağ elimi havaya kaldırdım, "O yeni aldığın iğrenç parfümü sıkma!" diye seslendim.

Arabaya yürüdüğüm yol boyunca Deniz'i ve Birsel'i göremediğim için arabaya binmeden önce telefonumu çıkartıp Birsel'i aradım.

"Birsel?" dedim, neşeli sayılabilecek bir ses tonuyla. "Neredesiniz?"

"Deniz eve dönmek istedi, bahçede oturuyoruz." dediğinde kaşlarımı çattım ve arabaya bindim.

Kafamı eğerek telefonu omuzum ile kulağımın arasına sıkıştırdım, çantamı yan koltuğa bıraktım. "Tamam." dedim. "Geliyorum, çıktım şimdi."

Telefonu kapattım. Otoparktan çıktım. Girdiğim ara sokağın tek yön oluşundan cesaret alarak az da olsa hızımı arttırdığım esnada karşıma çıkan arabayla aniden frene asıldım.

Araba durduktan sonra derin bir nefes aldım.

Ehliyet alırken öğrenmesi gereken en temel bilgiler trafik levhalarıydı. Hatta ehliyet almasına da gerek yoktu. Temel trafik bilgisine herkes sahip olmalıydı.

Sinirle ve söylenerek arabanın kapısını açıp indiğimde karşı arabadan inen kişiyi görünce kaşlarımı çattım.

"Azad?" dedim. Şaşkınlığımı belli etmemeye çabalasam da fark etmiş olmalıydı.

"Ters yöndesin. Çek arabanı." dedim. Amacım onu sinirlendirmekti.

Çünkü çocuğu var Rüya...

Alakası yoktu. İsteyen herkes çocuk yapabilirdi ve bu beni ilgilendirmezdi. Sonuçta benim de bir çocuğum vardı.

Senin çocuğun aynı zamanda Azad'ın çocuğu Rüya.

Doğruydu. Ama onun çocuğu aynı zamanda benim çocuğum değildi.

Bu ne saçma bir paradokstu.

"Ara sokakta hızlı gidilmez yalnız." dedi. Arabanın kapısını sertçe kapattı, kaputa yaslandı. Ben de tam karşısına geçerek kaputa yaslandım.

"Ters yöndesin." dedim. Bazı gerçekleri hatırlaması gerekiyordu. "Yayalara açık yolda hız yapıyorsun." dedi.

"O kadar da hızlı değildim." diye karşılık verdim. Yüzüme yerleştirdiğim masum tebessüm gözlerinde alevlenen siniri daha net görmemi sağlamıştı.

"Neyse." dedim ve yüz ifademi ciddileştirerek arabanın kapısına doğru yürümeye başladım. "Çekil de geçeyim."

"Rüya!" diye seslendi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde bana doğru yürümeye başladığını gördüm. Kapıyı açtığımda yanıma ulaşmış arabanın kapısını iterek kapatmıştı.

"Azad," dedim. "Bugün sana kaç kez çekil diyeceğimi mi sorguluyoruz?"

Dudağının sol tarafı seğirmeye başladı. "Rüya." dedi.

Sanki ismimi sesli dile getirmeyi özlemiş gibiydi.

Saçmalama Rüya. Çocuğu var.

Ben de öyle diyordum az önce. Benim de çocuğum vardı hani? İç sesim sinirlerimi bozuyordu. Keşke kapatma düğmesi olsaydı.

"Azad!" dedim, sinirle. "Çekil."

Kapı koluna uzandığımda sağ eli nazikçe bileğimi kavradı. Sol eli, boynumda asılı olan kolyeye uzandığında hem elimi hem de vücudumu sertçe geri çektim.

"Yine mi kıyafetine uygundu?" diye sordu.

"Evet." dedim. Yüzümdeki tebessüme iğrenir gibi bakıyordu. "Zevkliymişsin işte. Öyle her şeye uyuyor."

"Daha güzelini alsaydı Utku sana." dedi.

Gerçekten Utku ile sevgili olduğumu düşünecek kadar aptal mıydı?

Azad evlenip çocuk yaptıysa sen niye Utku ile sevgili olmayasın?

"Söylerim." dedim. Sinirlenmeyecektim. Sinirlenmek istemiyordum.

Öfkemi dışa yansıtıp Azad'a zafer kazandırmayacaktım.

Neyin yarışındaydım ki?

Azad, bir Deniz kazanmıştı. Azad, bir Deniz kaybetmişti.

Her şeyden habersizdi.

Çünkü dinlemedi. Dinlemedi. Dinlemedi.

Dinlememişti.

"Niye geldin?" dedi. Tek eli hala kapıya bastırıyordu. "Neden?" dedi. "Yıllar sonra ne gereği vardı?"

Sorularına cevap beklemiyordu. Eğer bekliyor olsaydı cevap vermem için araya boşluklar koyardı. O sadece sormak istiyordu. Soruları sormak ama cevap almamak...

"Biraz daha çekilmezsen senin arabanı alıp gideceğim." dedim ve arkamı dönerek arabasına doğru yürümeye başladım. "Anahtarlar üzerinde mi?" diye seslendim.

"Rüya!" dedi. Vücudumu ona çevirip baktığımda yüzündeki yorgunluğu fark ettim. "Sahiden neden?"

"Neyi sorguluyorsun?" dedim. "İstanbul'a neden döndüğümü mü?"

Başını salladığında gülümsedim.

"Sana ulaşmaya çalıştığım onca zaman bana sırtını döndün ama Artvin'e gittiğimi biliyor muydun?" diye sordum.

Tabii ki biliyordu. Azad, beni benden dinlemek istememişti. Geri kalan herkesten bilgi topluyordu.

Bu durumun gerçekleşebileceğini tahmin ettiğim için Deniz'e hamile olduğumu mahalleden Ebru dışında kimse bilmiyordu. Azad'a ulaşmaya çalıştığım aylarda sırf benden duysun diye Sinem'den bile gizlemiştim.

Herkesle tamamen uzaklaşmak zorunda kalmıştım.

Üç sene... Üç sene ne zaman Azad ile konuşup durumu açıklamak istesem kapılar hep suratıma kapanmıştı.

Bitmişti. Azad için ilişkimiz son gün bitmişti ve çok ciddiydi. Ne kadar ciddi olduğunu Deniz'i hiç görmeyerek, öğrenmeyerek kanıtlamıştı.

Azad bir yerlerde çocuk sahibi olurken benim kızım Utku'ya dayı demek yerine baba demeyi seçmişti.

Düşündükçe ona olan sinirim artıyordu. Sağlıklı bir ilişki kuramayacaktık. İki eski dost değildik. O benim çocuğumun babasıydı ve aramızda var olan bağı kopartıp attıktan sonra ona ne kadar ihtiyacım olduğunu görememişti.

Sinirle arabaya yöneldim. Azad'ı sağ elimle yavaşça kenara doğru ittim. Kapıyı açtığım esnada kendime verdiğim tüm sözleri yutarak nefret dolu gözlerimi ona diktim.

"Niye döndüğüm, nereye gittiğim, kime hediye aldırtacağım seni ilgilendirmiyor."

Biraz daha sakin Rüya.

Gülümsedim. Arabaya bindim ve camı açtım. Arabayı geri vitese ayarladıktan sonra başımı hafifçe camdan uzatarak gözlerine baktım.

"Bu sorularla kafanı kurcalama. Çocuğuna vakit ayır biraz." dedikten sonra gaza bastım ve geri geri gitmeye başladım.

Eğer karşımda durup beni görebilecek mesafede olmasaydı "Allah senin belanı versin!" diye çığlık atardım.

Gerçi ona beddua etmeye hakkım yoktu.

Ben sokaktan çıkmak üzereyken Azad da arabayı bana doğru sürmeye başlamıştı. Caddeye çıkıp hızlandıktan kısa bir süre sonra Azad sertçe arabayı önüme kırdı.

Reflekslerim güçlüydü.

Güçlü olmasa bir trafik kazasıyla adım anılabilirdi.

Arabadan inip sertçe kapıyı kapattı. Hızlı adımlarla yanıma ulaşıp kapıyı açtı. Başını arabaya doğru eğdiğinde gözümü devirdim.

"Sen az önce ne anlattın öyle?" dedi. "Ne saçmaladın biraz önce?" diye ekledi.

"Allah analı babalı büyütsün diyorum." dedim. Sakinliğimi koruyabilmek için gülümsüyordum.

"Rüya..." dediğinde "Adımı söylemeyi mi özledin?" diye sordum.

"Özledim!" dedi. "Özledim ulan özledim!"

"Kapat şu kapıyı!" diye sinirle bağırdığımda başını hafifçe geri çekti ve iki yana salladı.

"Deniz," dedi ve derin bir nefes aldı. "Deniz koymuşsun adını." dedim. Konuşmasını bekleyecek değildim.

"Evet." dedi.

"Azad kapat şu kapıyı!" diye bağırdım tekrar. Eğer şimdi gitmezse kontrolü kaybedecektim. Ben artık sakin, aklı başında, kariyerinin peşinde koşan bir anneydim. Eski Rüya'ya dönüşmek istemiyordum.

Tepki vermediğinde torpidoya uzanarak içinden ruja benzeyen elektroşok cihazını çıkarttım. Kapağını açtıktan sonra Azad'a gösterdim ve tuşuna basarak sesi duymasını sağladım.

"Kapıyı kapat dedim sana."

Sakinliğime ters düşen şok cihazına baktı. Gözlerimdeki ciddiyetin farkına varmış olacak ki iki adım geri çekildi. Kapıyı yavaşça kapattı.

Başını sola çevirdikten hemen sonra kapıyı tekrar açtı.

"Deniz koydum adını." dedi. "Kendi çocuğumun adını Deniz koy..."

"İşim gücüm var Azad." dedim. Şok cihazının düğmesine basıp duruyordum.

"Deniz benim çocuğum değil." dedi.

Kaşlarım hayretle havalandığında bakışlarım şok cihazının üzerinde asılı kaldı.

💫

Eve gelir gelmez ılık bir duş alıp kendimi yatağıma atmıştım. Azad'ı görüşüm de onun çocuğu olduğunu düşünmek de beni bu kadar üzmemişti.

Bizim için bir umut var mıydı?

Bunca şeyden sonra?

Akşama kadar uyumuştum. Uyumam gerekiyordu. Uyursam onu düşünmezdim. İçimde halledebileceğimi sandığım her şey yüzüme bir bir çarpmazdı.

Çarpmıştı.

Uyumam da derdime derman sağlamamıştı. İki gündür Deniz'i hiç olmadığı kadar boşluyordum. Belki de Birsel yüzüme bakıp zor zamanlar geçirdiğimi anlıyordu ve Deniz'e daha fazla ilgi gösteriyordu.

Uyandığımda yanıma gelmişti. Kendime biraz vakit ayırmam gerektiğini, dinlenmeye ihtiyacım olduğunu düşündüğünü söylemişti ve Oğuz ile birlikte Deniz'i alarak gitmişlerdi.

Bu gece Deniz yoktu.

İlk kez Deniz yanımda olmadan uyuyacaktım.

Utku da yoktu.

Gözümü onun salonuna diktiğimde ışıkları yandı. Yerimden sakince kalktım ve bahçe kapısına ilerlemeye başladım. Buluştuğu kişi hakkında konuşursak kafam dağılabilirdi.

Birkaç adım attıktan sonra bahçe kapısının tam önünde bir kızla beraber durdu. Dudakları birleşti, Utku'nun eli kızın sırtına gitti. Adımları merdivene yöneldiğinde Utku'nun özel hayatını izlemek anlamsız geldiğinden mutfağa doğru ilerledim.

Tezgahın üzerinde duran şarap şişesini tirbuşon yardımıyla açtıktan sonra beyaz parlak dolapların ikincisini açarak şarap kadehine uzandım.

Kadehi yarım doldurduktan sonra şişeyi de kadehi de alarak salona döndüm. Göz ucuyla Utku'nun salonuna baktığımda orada olmadıklarını fark ettiğim için gönül rahatlığıyla bahçeye çıktım.

İki evin ortasında duran küçük ahşap masaya şişeyi ve kadehi bıraktım. Salondan telefonumu alıp tekrar bahçeye döndüm ve ahşap, üzeri açık gri minderle kaplı koltuğa bağdaş kurarak oturdum.

Üçüncü kadehi bitirdiğimde telefonuma gelen mesaj bildirimiyle ekranı açtım.

Tanımadığım numaradan gelen "Rüya." mesajına tıkladığımda profil fotoğrafında Azad'ı gördüm.

Azad, 5 sene boyunca defalarca kez telefon numarasını değiştirmişti.

Sırf onu arayamayayım diye. Sırf ona ulaşamayayım diye.

Şimdiyse kendi numarasını elleriyle teslim ediyordu bana.

Mesaja dakikalarca baktım. "Rüya."

Evet. Ben aradığı kişiydim ama o kimdi?

Çocuğun kendisine ait olmadığını söyledikten sonra sözümü dinleyip kapımı kapatıp çekip gitmişti.

"Çevrimiçi olduğunu görebiliyorum." mesajı geldiğinde güldüm. Dördüncü kadehi yudumlamaya başladığımda ne yapacağımı bilemez halde bakışlarım Utku'nun evine çevrildi.

Yardıma ihtiyacım vardı.

Utku bu gece çevrimdışıydı.

Klavyenin yanında duran artı tuşuna bastıktan sonra bulunduğum konumu Azad'a gönderdim.

"Gelmemi mi istiyorsun?" yazdı.

Cevap vermek yerine mesaja bakmaya devam ettim.

Beş dakika sonra "Yoldayım." mesajı geldiğinde ben dördüncü kadehi bitirmiş şarap ile bu gecelik yollarımı ayırmıştım.

Odama çıktım. Üzerimdeki eşofman takımından kurtuldum ve iç çamaşırlarımla dolabın önünde bakınmaya başladım.

Mini, iki santimlik yırtmaçı olan mavi eteğimi bacaklarıma geçirdikten sonra üzerime de ince askılı kısa tişörtümü giydim.

Ne için hazırlanıyorsun Rüya?

Hiçbir fikrim yoktu.

Saçımı tepeden sıkı bir at kuyruğu yaptım. Boynumdaki kolyeyi çıkarttım ve çekmeceye koydum. Bu kolye, bu geceye tanıklık etmeyecekti.

Makyaj yapmak yerine dudaklarıma kırmızı bir ruj sürdüm ve salona döndüm. Gelmek üzere olmalıydı.

Telefonum çalmaya başladığında henüz kaydetmediğim ama mesajlarına dakikalarca baktığım için tanıdığım numaranın çağrısını gördüm.

"Geldim." dedi. Saniyeler içinde kapının zili çaldı. Güvenliğe misafirim olduğunun onayını verdikten kısa bir süre sonra da evin kapısı çaldı.

Gelmişti.

"Geldim." dedi kapıyı açtığımda.

Elimle içeri geçmesini işaret ettiğimde gözlerini üzerimden çekmeden içeri girdi. Salonun kapısını da perdelerini de kapatmıştım.

Tesadüf eseri Utku'nun görmesini istemiyordum. Ben onları gördüysem onlar da bizi görebilirdi.

Azad salonun ortasında dikilirken baştan aşağı onu süzmeye başladım. Dağılmış saçları alışkın olduğum bir görüntüydü.

Beyaz gömleğinin ütüsü bozulmuştu. Kollarını birkaç kez katlamış ve yukarı çekmişti.

"Hava çok sıcak." dedim. Başını salladı.

Gömleğinin yakasından tutup kendime doğru çektiğimde burun buruna durduk. Gözlerindeki tereddüt, tanıdıktı. Muhtemelen o da aynı tereddütü benim gözlerimde görüyordu.

Dudaklarım dudağının üzerinde birkaç saniye gezindi. Boynuna yavaş bir öpücük kondurduğumda boğazını temizleyerek kendini geri çekti.

"Utku nerede?" diye sordu.

"Yan evde." dedim.

Kaşlarını çattığında güldüm. "Aynı evde yaşamıyoruz artık." dedim.

"Neden?" diye sorduğu esnada eli saçlarımda geziyordu.

Dudaklarımı aralayıp cevap verecekken "Umurumda değil." dedi.

Parmaklarıyla başımı kendine doğru yavaşça itti ve dudaklarını dudaklarıma kenetledi. Ağır ağır hareket eden dudaklarımız birbirinden ayrıldığında Azad gözümün içine baktı.

"Şu an onu aldatıyorsun." dedi.

Dudaklarını tekrar kavradım. Elleri sırtımda gezinmeye başladığında kollarından tutarak merdivene doğru çekmeye başladım. Basamakların başına geldiğimizde "Hayır." dedim. "Onu aldatmıyorum."

Sırtımı duvara yasladı, kollarında olan ellerimi tek eliyle birleştirerek nazikçe havaya kaldırdı. Dudakları boynumda gezerken "Aldatıyorsun." dedi.

"Hayır." dedim.

Basamakları dikkatlice çıkarken ellerini karnıma yerleştirmiş hemen arkamdan ilerliyordu.

Bir zamanlar dokunduğu yerde onun bebeğini taşıdığımı hissetmesi mümkün müydü?

"Aldatmıyorum çünkü..." dediğimde üst kata çıkmıştık.

Vücudumu kendine çevirdi. Dudaklarımız arasındaki mesafe yok denecek kadar azdı. "Umurumda değil." dedi.

"Sevgili değiliz." dediğimde beni öpmek için araladığı dudaklarını geri çekti.

Gözlerinde parlayan umut ışığını gördüğümde gülümsedim.

Artık çok geç değil miydi?

Değil Rüya. O hala Deniz'in babası.

Koridorda bulunan ilk kapıya elini attığında telaşla "Orası değil." dedim.

"Peki." dedi.

Orası değildi. Orası, Deniz'in odasıydı.

Vücudunu yönlendirmeme izin verdiğinde onu kendi odamın içerisine doğru ittim.

Toplamadığım, dağınık duran yatağın üzerindeki örtüyü çekip yere fırlattığımda Azad yatağa uzanmamı sağladı.

Eteğimden açıkta kalan bacağımın üzerinde parmaklarını gezdirirken bir yandan da boynumu öpüyordu.

Çok özlemiştim.

Ama bu sefer, bu tutku değildi.

Azad'ı seviyordum ve ilk kez biriyle onu severken beraber olacaktım.

Parmakları bacağımdan boynuma çıktı. "Bu elbisene yakışmıyor muydu kolye?" dedi.

"I-ıh." diye karşılık verdim. Sırt üstü yatakta uzanmasını sağladığımda gömleğinin düğmelerini yavaşça açmaya başladım.

"Yakışmıyordu." dedim.

"Boynun boş kalmış."

"Kalsın."

"Seni öpmeye doyamıyorum." dedi.

Doyamıyor muydu sahiden?

O zaman, ben ona ulaşmaya çalışırken neredeydi?

O gün son değil miydi? Şimdi neden buradaydı?

Yeniden sırt üstü uzanan ben olduğumda ellerimi Azad'ın göğsüne yerleştirdim ve mümkünmüş gibi başımı yatağa bastırarak kendimi geri çekmeye çalıştım.

"Ne oldu Rüya?" dedi.

"İstemiyorum." dedim.

Söylediğimi ikiletmeden ayağa kalktı. Gömleğinin düğmelerini iliklemeye başladı. "Sorun yok." dedi.

Sorun vardı. Benim için olmasa bile kızım için sorun vardı.

Ben ona ulaşmaya çalışmıştım. Kızımı rahmimden kopartıp atmak yerine bir çaba sergilemiştim. Doğurmuştum. Yetmemişti, dünyaya getirdikten sonra da ona ulaşmaya çalışmıştım.

Deniz koymuştum adını. Azad istiyor diye. Öğrenince mutlu olmasını istediğimden Deniz koymuştum adını.

"Deniz kim?" diye sordum.

"Özge ve Metin'in oğlu." dedi. Son düğmesini de iliklemişti.

Benimle kurduğu hayali Özge ve Metin'in çocukları üzerinden gerçekleştirmesine belki de kırılmalıydım. Sonuçta ismini Deniz koyduğu çocuğun annesi ve babası beni dinlemek ya da anlamak istemeden beni hayatlarından çıkartmışlardı.

Başımı sallamakla yetindim.

Hiçbir şeyi değiştiremezdim. Büyük hayaller kurup kendimi kandırmayı bırakalı çok olmuştu. Ben artık büyümüştüm.

Benim artık bir kızım vardı.

Tanımadığı babasıyla sevişmeye başlayan bir annesi vardı kızımın.

Bence bu sevişme tamamlanmalıydı.

Yerimden kalkıp Azad'ın düğmelerini tek tek açmaya başladığımda Azad şaşkınlığını kısa sürede atmıştı. Heyecanlı hareketlerini bırakıp kontrolü eline almıştı.

Dudakları özgürce boynumda gezindikten sonra sıra benim kıyafetlerimi çıkartmaya gelmişti.

Önce eteğimin fermuarını açtı. Ardından tişörtüm eteğimin yanındaki yerini aldı.

Beş sene sonra, tüm koşullar farklıyken saçlarımda Azad'ın dudaklarının izi vardı. Artık midemdeki kelebeklere saçlarımdaki dudak izi eşlik ediyordu.

Heyecandan ne yapacağımı şaşırdığım her an Azad beni rahatlatacak bir yol buluyordu. Tenim onun teninin esiri olmak için yanıp tutuşurken o benim inadıma yavaş davranıyordu.

Bu tutku değildi.

Bu sevgiydi.

Elleri, dudakları, gözleri vücudumun her yerine değdiğinde gözlerimi kapatıp anın büyüsüne odaklandım.

Azad'ı öpmek istiyordum. Saatlerce öpüp onu sevdiğimi haykırmak istiyordum.

Frene bas Rüya. Kendine gel.

Dakikalarca, Azad'ın dudakları dudaklarımı meşgul etmediği her an, dudaklarımı birbirine bastırdım ve ağzımdan kaçacak cümlelere engel olmaya çabaladım.

Azad beni muhtemelen sevmiyordu. Bir kez ikimizden biri kendisini sevmeyen birine defalarca sevdiğini söylemişti. Bir daha aynı sorunları yaşamamıza lüzum yoktu.

"Rüya," dedi Azad ve gözlerimin içine baktı.

Ben bu bakışı tanıyorum Rüya.

Ben de tanıyordum.

Ne zaman beni sevdiğini söyleyecek olsa öncesinde bana böyle bakardı.

Gözlerimi kapadım, dudaklarını dudaklarıma kilitledim. Söylememeliydi.

Olmazdı.

O, Deniz'in babası Rüya.

Bunca zaman neredeydi? Deniz ilk yürüdüğünde, ilk ağladığında, ilk düştüğünde neredeydi?

İçimdeki savaş, dudaklarımın hareketini de sertleştirdi. Deniz üzüldüğü kadar üzülsün istiyordum. Deniz ne çektiyse onu çeksin istiyordum fakat bunun için önce Deniz'i bilmesi gerekiyordu.

Doğru zaman ne zamandı? Azad, Deniz ile ne zaman tanışmalıydı?

Tanışmadan önce bir kızının var olduğunu ve isminin Deniz olduğunu bilmeliydi. Ben, sevginin ismini Deniz koymuştum.

Ben Azad'ın bir parçasını deli gibi seviyordum ve o parça onun kızıydı.

Vücutlarımızın ritimleri son bulup birbirimizden ayrıldığımızda Azad'ın dudağına son bir öpücük kondurdum ve yerimden kalkarak odanın içerisindeki banyoya ilerlemeye başladım.

"Diğer banyo koridorun başında." dedim, ona bakmadan. "Dilediğin gibi kullanabilirsin."

💫

Duştan çıkıp havluyu vücuduma sardığımda buğulanan aynayı elimle silerek kendimi görebilmek için alan açtım.

"Ne yapıyorsun sen?" dedim. Karşımda duran Rüya bugünün Rüya'sı değildi. Beş sene önce, yıkılmışlığın timsali olarak ortalarda gezinen Rüya'yı hiç sevmiyordum ve karşımda duruyordu.

Tekrar o günlere dönmeyecektim.

"Sen aptal mısın?" diye mırıldandım aynaya doğru.

Azad'ı eve çağırmış, hazırlanmış, onunla birlikte olmuştum.

Neden?

"Ne gerek vardı buna?" dedim.

Sahiden Rüya, sen salak mısın?

Derin bir nefes aldım ve banyo dolabının alt çekmecesinden saç kurutma makinasını çıkarttım. Fişi prize takarken fark ettiğim titrek parmaklarıma ters bir bakış attım. "Geçti o günler." dedim.

Makinayı çalıştırıp sıcak havayla saçlarımı kurutmaya başladığımda gözlerimi kapattım. Artvin'e gittiğimiz ilk günün akşamında, ilk kez gördüğüm insanlardan çekinerek duş almıştım. Saç kurutma makinası rica etmek dahi sırtımda taşıdığım bir yüktü.

Oğullarının hatırı için tanımadıkları, çocuk sahibi bir kadını evlerine almışlardı. Akıttığım su, yediğim yemek, aldığım nefes belki de o zamanlar onlar için işkenceydi.

"İşte bu yüzden o günlere geri dönemezsin!" dedim, aynada yorgun gözlerle bana bakan Rüya'ya. "Yıkılmak yok. Kendini kaptırmak yok. Artık mutlusun!"

Mutlu muydum?

Eğer aynada benim hareketlerimi taklit eden Rüya olmasaydı kahkaha atardı.

Her şey tamdı. Çocuğum vardı. Arkadaşlarım, param, arabam vardı. Kalbimde varlığını aradığım hisler de vardı.

Mutluydum.

Mutlu olmak için Azad'a ihtiyacım yoktu.

Kurutma makinasını yerine bıraktıktan sonra banyodan çıktım ve üzerime şort ve tişört giyerek aşağı indim. Azad, salondaki koltukta oturuyordu.

Kısa saçlarının ıslak olduğu belliydi. "Saçını kurutacaksan..." dediğimde başını iki yana salladı.

Konuşacak bir şeyimiz yoktu. Burada durmasının anlamı da yoktu bu yüzden. Kibar bir dille kovsam iyi olacaktı.

"Konuşalım mı biraz?" dedi, elini iki kez yavaşça koltuğun boş kalan kısmına vurdu.

Cevap vermek yerine salondaki masanın üzerinde duran sigara paketimi ve çakmağımı aldım. Sol elimi bahçeye doğrulttuğumda ayağa kalktı.

Bahçedeki koltuklara karşılıklı oturduk, aynı anda sigaralarımızı yaktık. "Evin güzelmiş. Ben diğer evdesiniz sanıyordum." dedi.

"Teşekkür ederim." demekle yetindim. Dudaklarının arasından süzülen duman bittiğinde tekrar konuştu. "Nasıl geçti son 5 yılın?" dedi.

Çok şey anlatabilirdim ona. Mesela ikinci dönem büyüyen karnımdan dolayı derslere ve sınavlara gitmediğim için Hilal'in okulu bıraktığımı sandığını, Taner'in ona yakınlaşmasının onu daha da delirttiğini ve okulu bırakıp ailesinin yanına döndüğünü anlatabilirdim.

Ona deli divane ulaşmaya çalıştığım dönemlerde ilk kez aşerdiğimi ve Utku'nun gecenin üç buçuğunda kalkıp manav açtırttığından bahsedebilirdim.

Birsel, Oğuz, Utku, Ebru ve benim Deniz doğduktan sonra sınav haftalarında dönüşümlü olarak çocuk baktığımızı saatlerce anlatabilirdim.

Deniz'in ilk emeklemeye başladığı zamandan kalma videoları izletebilirdim.

Gördüğüm terapilerden sonra kalbimin onun sevgisiyle yanıp tutuştuğunu, gecelerce ismini sayıklayarak uykumdan uyandığımı, boynumdaki kolyenin bana her an güç verdiğini ayaklarımı yere vura vura haykırabilirdim.

Tüm bunların yerine, "İyi geçti. Senin?" dedim.

"Bildiğin gibi." dedi.

Ne biliyordum ki?

Omuz silkip sigaramı içmeye devam ettim. Azad ile birbirimize o kadar yabancıydık ki konuşacak konu bulamıyordum.

Deniz'i mi söylesen artık Rüya? Ulaştın bak Azad'a.

Azad'a Deniz'i söylemeden önce kızıma anlayabileceği şekilde babasını anlatmalıydım. Artık aynı şehirde olduğumuzu, onu tanımasını istediğimi söylemeliydim. Eğer Deniz tanışmak istemezse Azad kızını ismen bilmek zorundaydı.

Bilecekti. Öğrenecekti. Ona ulaşmaya çalıştığım onca zaman benden kaçtığı için deli gibi pişman olacaktı.

"Artvin nasıldı? Çok yabancılık çektin mi?" diye sorduğunda bakışlarımı ona çevirdim. "Çekmedim." dedim.

Çekmiştim.

Başını salladı. "Su alabilir miyim?" dedi, çekinerek.

Yerimden kalkıp mutfağa girdim. Suyu doldururken Artvin'e gittiğim ilk zamanlar su istemekten çekindiğim için su içmediğim günleri hatırladım.

Utku, Deniz'in peşinde koşturmayı bıraktığı ilk anda rahat olmadığımın farkına varmıştı. Bir değil iki kişiydik. Fazlaydık, fazlalıktık.

Yiğit amca ne zaman aklımdan geçen düşünceleri hissetse "Sofraya iki tabak fazla koymak bize hiçbir şey kaybettirmez kızım." derdi. "Aksine, kazandırır. Seni kazandık, bıcırığı kazandık biz." derdi.

Çok başkaydı. Baba nasıl olmalı, nasıl davranmalı kısa sürede öğretmişti bana. Utku'nun saygısı ondan geliyordu.

Annesi Ayşe teyze ise beni nerede yakalasa orada kolumdan tutar bir köşeye çekerdi. "Rüya!" diyerek sitem ederdi. "Sen bu evin kızısın. Utku neyse sen de aynısın. Ne derdin varsa anlat kızım. Belli, içinde tuttukların seni boğuyor." derdi.

Anlatmıştım. Ayşe teyze benimle beraber hüngür hüngür ağlamıştı.

Su bardağını Azad'ın önüne bıraktıktan sonra tekrar yerime oturdum. Düşüncelerimden kurtulmam gerekiyordu ya da tekrar Artvin'e gitmem gerekiyordu.

"Teşekkür ederim."

Pakete uzandım, bir dal sigara daha aldım. "Geç oldu." dedim. Kibarca kovuyordum.

"Uykun mu geldi?" diye sordu. Cevap vermedim.

Sigarayı bitirip izmariti küllüğün içine attıktan sonra yerimden kalktım, salona geçtim. Kendimi koltuğun üzerine attım. Azad da peşimden salona gelip koltuğun diğer ucuna oturdu. Başını koltuğa yasladı, gözlerini kapattı.

Galiba gitmek yerine uyumayı tercih ediyordu. Umarım boynu tutulurdu.

💫

Gözlerimi araladığımda diğer koltukta oturur vaziyette uyuyan Azad'ı gördüm. Üzerime bir pike örtmüştü fakat kendi üstüne bir şey almamıştı. Yerimden kalktığımda vücudumu esnettim.

Galiba benim boynum tutulmuştu. Beddua gerçekten sahibini buluyor muydu?

Sol elimi boynuma attım. Hareket alanım kısıtlıydı ama tam olarak da kaskatı kesilmemişti. Bu iyi bir şeydi. Sayılırdı. Kötünün iyisiydi en azından.

Pikeyi Azad'ın üzerine bırakıp yukarıya çıktım. Elimi yüzümü yıkadıktan sonra telefonuma baktım. "Kahve?" yazmıştı Utku, bir saat önce.

Sabahın sekizinde neyin kahvesini içmek istediğini bilmiyordum. Yatıp uyumak yerine pazar gününü mahvediyordu.

"Bugün olmaz." yazdım ve mesajı gönderdim. Azad konusunu mesaj üzerinden açıklamak istemiyordum. Yüz yüze konuşmamız lazımdı.

Dağılmış saçımı açtım, iki yandan balıksırtı ördüm. Aynadaki görüntüm beni yeteri kadar tatmin etmişti.

"Günaydın!" yazdım Birsel'e. "Arayıp uyandırmak istemedim. Uyanınca bana haber verin Deniz'i almaya geleyim." mesajını da gönderip telefonumu şortumun cebine yerleştirdim.

Merdivenlerden yavaşça inip mutfağa girdim. Tezgah düzdü. Tezgahın hemen yanında buzdolabı vardı. Karşısında ise masa ve sandalyeler duruyordu.

Utku kendi mutfak duvarını kırdırtmıştı ve ada tezgah yaptırarak salon ile birleştirmişti. Gerek duymamıştım. Salon ile birleşik mutfaklardan haz etmiyordum.

Uğraşmak istemedin Rüya. Koltuklarını bile katalogdan parmağının denk geldiğini gösterip bu güzelmiş diye seçtin.

Buzdolabını açıp su dolu şişeyi çıkarttım. Bardağı su doldurduktan sonra sandalyeye oturdum ve yavaş yavaş içmeye başladım. Azad gidecek miydi yoksa kahvaltı etmek isteyecek miydi?

Yerimden kalktım, dolabı tekrar açtım. Ne yapacaktım ki?

Kahvaltılıkları dolaptan çıkarttıktan sonra masaya yerleştirdim. Üç yumurta, kaşar, domates, salatalık ve naneyi de tezgahın üzerine bıraktım. Buzdolabının yanında duran sepetten patates aldım.

Patatesli yumurta yapacaktım çünkü canım çekmişti. Azad da sevmiyorsa kusura bakmayacaktı.

Patatesleri rendeleyip tavada kızarttıktan sonra çırptığım yumurtayı üzerine döktüm, ocağın altını kısarak tavanın ağzını kapattım. Domates, salatalık ve nane büyük düz tabakta doğranmış şekilde yerini aldı.

Demliğin altına su koydum ve kaynaması için ocağa yerleştirdim. Yumurta piştikten sonra üzerine rendelediğim kaşarları yerleştirdim ve ocağın altını kapattım.

Çay suyu da kaynadıktan sonra çayı demledim, sigara içmek için bahçeye çıktım.

"Niye bugün olmaz?" dedi Utku. Bahçedeki koltukta oturuyordu. Tek elinde kahve fincanı, diğer elinde sigarası gülümseyerek bana bakıyordu.

"Niye teksin sen?" diye sordum. Bir yandan da sürekli evin içine bakıyordum. Azad uyanırsa bahçeye çıkma olasılığı çok yüksekti.

"Evli miyim ben?" dedi Utku gülerek. "Niye tek olmayayım?"

"Gece geldiğinizi gördüm de..." dedim. Yarım ağız gülümsedi. "Uyuşamadık, sabaha karşı gitti." dedi.

Ciddiye alıyor gibi bir hali yoktu ama içten içe kırıldığını fark edebiliyordum. Düzenli bir ilişki istiyordu. Çok uzun süredir...

"Hayırlısı." dedim ve sigaramı yaktım.

"Sen ne yaptın?" diye sorduğunda onunla göz göze gelmemeye çabaladım. Sigaramdan bir duman daha çektim ve "Azad geldi." dedim.

Tepki vermemişti. Suratı tüm düşüncelerini ele veriyor olmalıydı ama benim bakmaya cesaretim yoktu. "Okey." dedi.

Bakışlarımı anlık olarak ona çevirdim ve tekrar önüme döndüm. Saniyelik de olsa gözlerinde beliren hayal kırıklığını görmüştüm.

İkimiz de sessizliğe bürünmüştük. İzmariti küllüğe bastırıp eve dönmek için sırtımı ona döndüğümde "Evde mi şu an?" diye seslendi.

Vücudumu ona çevirdim, başımı salladım. Yerinden kalktı ve yanıma geldi. Elleri vücudumu sardığında yüreğinden yüreğime akan anlayış derin bir nefes alarak rahatlamamı sağladı.

"Gittiğinde haber ver. İstersen konuşuruz." dedi ve dönüp bahçe kapısından evine girdi.

Ben de eve döndüğümde koltukta oturan Azad bana bakıyordu. "Haberi var mı burada olduğumdan?" diye sordu.

"Niye saklayayım ki?" dedim, önemsiz bir olaydan bahsediyormuş gibi.

"Kahvaltı hazır." dedim, mutfağa geçerken.

İki tane servis tabağı çıkarttım ve patatesli yumurtayı pizza dilimi şeklinde bölerek iki dilim onun tabağına iki dilim kendi tabağıma koydum. Çayları da doldurup masaya koyduğumda Azad mutfağa girdi.

Yüzünden damlayan su taneciklerine gözümü kısarak baktım. "Havlu vardı." diye mırıldandığımda "Sıcak." dedi.

Kahvaltı etmeye başlayalı dakikalar olmuşken, Azad henüz çayından bir yudum alıp yumurtasından bir parça ağzına atmışken telefonuna gelen mesaj bildirimiyle telefonunu pantolonunun cebinden çıkarttı ve ekranı açtı.

Mesajı okurken kaşları önce havalandı ardından çatıldı. Bakışları beni bulduğunda zorlukla gülümsedi. "Acil bir işim çıktı. Kalksam problem olur mu?" diye sordu.

"Sorun değil." dedim, düz bir ifadeyle. Oturduğum sandalyeden kalkıp kapıya kadar eşlik ettim. Kapının önünde sarılmakla sarılmamak arasında kaldığını fark ettiğimde içine düşülen saçma durumu uzatmamak adına evin kapısını açtım.

Dışarıya sırtını dönüp yüzünü bana çevirdi. Dudaklarını aralayıp bir şey söyleyeceği esnada dışarıda yankılanan "Anne!" sesiyle omzunun üzerinden arkaya baktı.

Deniz, Birsel'in elinden kendini kurtarmış hızlı hızlı bize doğru yürüyordu. "Anne!" diye bağırdı tekrar. Azad etrafına bakındı. Üzerimize yürüyen kız çocuğunun bize seslendiği gün gibi ortadaydı.

Bakışları Deniz'in üzerinden bana döndüğünde yüzündeki şaşkınlık ifadesine mimik oynatmadan baktım.

"Deniz! Buraya gelsene." Utku'nun sesini de duyduğumuzda Azad gözlerini saniyelik üzerimden çekti, dışarı baktı.

Dudaklarını araladı. Geri kapattı. Hemen arkasından dudaklarını ağzının içine gömdü ve yutkundu.

"Hayır! Annemi özledim." Deniz'in Utku'ya cevabı Azad'ın dudaklarının aşağıya kıvrılmasını sağladı. Başını belli belirsiz salladı.

"Kaç yaşında?" diye sordu. Göğsü hızlı hızlı inip kalkıyordu. Ne tepki vereceğini bilemediği her halinden belliydi.

"Dört olacak." dedim. Tekrar yutkundu. Deniz bir kez daha "Anne!" diye seslendi. Bakışlarımı ona çevirdiğimde biraz uzakta durduğunu gördüm. Yanımdaki kişinin kim olduğunu anlamaya çalışıyor gibiydi. Tanımadığı babasını baştan aşağı süzüyordu.

"Dört?" dedi. "Yani..."

Başımı salladım. Gücüm tükeniyordu. Birazdan ağlamaya başlayacaktım fakat bu olmamalıydı.

Deniz'e baktı, bana baktı.

Kızına baktı.

"Deniz koymuşsun adını." dedi. Gözlerinde biriken yaşlar benim de gözlerimin dolmasına sebep oldu.

"Bizim çocuğumuz mu?" diye sorduğunda gözünden ilk damla düştü.

Gözümden düşen ilk damlaya "Evet, bizim." cümlesi eşlik etti.

Elinin tersiyle gözünü sildi, birkaç adım geriye çekildi. Göğsümdeki ağrıyı artık paylaşıyorduk. Eşitlenmiştik.

"Ben iğrenç bir baba mı oldum?" diye sorduğunda kırgın bir tebessümle başımı aşağı yukarı salladım. "Bilmiyordum ki." diye mırıldandı. Gözlerini gözlerime diktiğinde mimikleri ne kadar acı çektiğini kanıtlamak istercesine oynuyordu.

"Sen bana ulaşmaya çalıştın." dedi, sol elini başına vurmaya başladı. "Anlatmak istedin, konuşmak istedin." Bir kez daha vurdu başına.

Yaşlı gözleriyle Deniz'e baktı. "Ben iğrenç bir insanım." dedi, fısıldayarak.

Gözyaşları şiddetlendiğinde derin bir nefes aldı, elleriyle ellerimi tuttu. "Özür dilerim." dedi.

Artık akan yaşlarımın bir önemi yoktu. Onsuz geçen yıllar için ağlamam gerekiyordu. Belki bu ağlama seansı bana iyi gelebilirdi.

Deniz, Utku'nun kucağında yan eve doğru yolculuğa çıktığında Azad ellerimi sıktı. "Ne yapacağımı bilmiyorum." dedi.

"Nasıl baba olunur ki? Ben iğrenç bir insanım." dedi.

Dilimi ısırıyordum. Konuşursam, ağır konuşurdum. Kalbi yeteri kadar kırılmıştı. "Nasıl yani?" dedi, şaşkınlıkla. "Benim çocuğum mu var?"

"Var." dedim ve ellerimi elinden kurtardım. "Artık öğrendin."

"Rüya..."

Gözlerimi silip yüzüne baktım.

"Bana yol göster."

Onu da mı ben yapacaktım? Doğurdum, büyüttüm, getirdim. Babalığı da ben öğretecek değildim.

"Dört gün sonra," dedim ve derin bir nefes aldım. "7 Ağustos Deniz'in doğum günü. O zamana kadar düşün, taşın. Eğer benden baba olamaz düşüncesindeysen kızımın huzurunu kaçırmayacağım."

"Benden baba olmaz." dedi, çok net bir sesle.

"Keyfin bilir." dedim, kapının önüne ittim.

"Benden baba olur mu?" diye çaresiz bir şekilde soruyu sorduğunda kapıyı suratına kapattım.

"Senden baba olmazsa sen kaybedersin!" diye bağırdım. "Deniz'in Utku babası var!"

Boğazım acıyana kadar bağırdıktan hemen sonra Azad kapıyı çaldı, "Onun babası Utku değil." dedi.

Evet, değildi. Deniz de bunun farkındaydı.

Kapı art arda yumruklanırken bahçeye doğru yürümeye başladım. Kapı kapanmıştı ve bazı kapılar açılmazdı.

"Senin yıllar önce açmadığın kapı gibi düşün Azad'cığım." diye mırıldandım ve bahçeye çıkıp Deniz'i kucağıma aldım.

💫

Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro