30. Bölüm
Hoş geldiniz ❤️
Bölüm sonu ufak bir açıklama var. Orada buluşalım olur mu?
Keyifli okumalar dilerim.
💫
Kabinin aynasındaki yansımamı incelerken yüzümün asılmasına engel olamadım. Bacaklarımı sımsıkı saran kot pantolonun üzerine giydiğim lila rengi örme boğazlı kazak ile kendimi yenilenmiş gibi hissediyordum.
"Rüya hadi." Utku'nun sabırsız ses tonunun duyduğumda içinde nefesimin kesildiğini hissettiğim dar kabinin kapısını yavaşça açtım. Pantolonu giydikten sonra tekrar ayağıma geçirdiğim botumun bağcıkları etrafa saçılıyordu.
"Çıksana kabinden." dedi Utku gülerek. "Niye saklanıyorsun?"
Kabinden dışarı çıktığımda Utku baştan aşağı süzüp dudağını büktü. Kaşlarını kaldırdı. "Beğendin mi?"
Sorusunu öyle bir tonlamayla sormuştu ki beğendiysem yüzüme tükürecek gibi bir hali vardı.
Beğenmiştim.
Ama beğenemezdim.
Pantolon ve kazağın toplam fiyatı 300 lira idi. Benim cebimde sadece 100 lira vardı.
Omzumu silktim. "Beğenmedim." dedim.
Beğenmiştim.
"Tamam o zaman." dedi ve elindekileri kucağıma fırlattı. "Dene bakalım."
Kabinin içine girdiğimde Utku'nun kucağıma fırlattığı ürünlere baktım. Ürünleri incelemeden önce etiketlerine baktım.
"Of!" diye fısıldadım.
Her şey çok pahalıydı ama benim param yoktu.
Üzerimdeki kazağı çıkartıp Utku'nun seçtiği siyah ince tek omuz kazağı giydim. Üzerine seçtiği kemerli deri ceketi geçirdiğimde aynaya bakmaktan çekiniyordum.
Gözlerimi sımsıkı kapatıp kendi yansımamdan kaçmaya çalışırken Utku'nun "Ne kadar zor olabilir ki giyinmek?" diyen neşeli sesini duydum.
Gözlerimi açtım. Aynaya baktım. Çok güzel gözüküyordum. Kazak, pantolon ve deri ceket artık 300 lirayı da geçiyordu ve benim sadece 100 liram vardı.
Yüz!
Kabinin kapısını açtım ve Utku'ya doğru yaklaştım.
"Dön bakayım etrafında." dedi. Annem de alışverişe çıktığımızda ne denersem deneyeyim etrafımda dönmemi isterdi.
İstemsizce iç çektim.
Gözlerimin dolduğunu fark ettiğimde başımı yukarı kaldırdım. Etrafımda yavaşça döndüm ve Utku'nun bunları da beğenmemesi için içimden dua etmeye başladım.
"Harika oldun!" dedi. Dudaklarını o şeklinde büzdü ve sesli sayılmayacak bir ıslık çaldı.
"Alıyoruz." dedi.
Başımı iki yana salladım. "Almıyoruz." diyerek karşılık verdim.
Utku ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi ve omuzlarını kaldırıp bana bakmaya başladı. Karşımda böyle durdukça kalbim kırılıyordu. Utku'ya minnet borcum zaten fazlaydı. Üzerine bir de maddi yük bindirmek istemiyordum.
Yüz liram vardı. Yüz!
"Beğendin, gözlerinden anlıyorum." dedi ve aramızdaki boşluğu kapatarak saniyelik bir sarılma gerçekleştirdi. "Bir şeyi beğendiysen neden almayasın Rüya?"
"Utku..." cümlemi tamamlayamadım. Param yok dersem onun için bir bahane sayılmayacağını biliyordum. Kolumdan zorla sürükleyerek getirdiği alışveriş merkezinde herhangi bir şey alırken bana para harcatmayacağı zaten belliydi.
"Beğenmedim."
Beğenmiştim.
Kabinler arasında bulunan boşluğun sonundaki duvara yerleştirilmiş aynaya gözümün ucuyla baktım. Beğenmiştim.
"Beğendin." dedi.
Başımı iki yana salladım ve kabine tekrar girdim.
Gözlerimden damlayan yaşların sebebi üzerimde duran kıyafetleri çok beğendiğimden değildi. Her şey daha farklı olsaydı bir pantolonu alamadığım için ağlayacak biri değildim. Hayatımın her evresinde istediğime ulaşabilecek maddi imkanlara sahip olmuştum fakat yeri geldiğinde ulaşamadığım isteklerim de olmuştu.
Alışkındım.
Ama ailesiz kalmaya alışkın değildim. Babam tarafından evden kovulmaya alışkın değildim. Tamamen yabancı birinin benim için para harcamasına alışkın değildim.
Gözlerimi sildim. Son kez aynaya baktım.
Beğenmiştim.
Üzerimi değiştirip kabinden çıktım. Utku, az önce beni beklediği yerde yoktu. Kıyafetleri kabinlerin girişindeki alana bıraktım ve mağazanın içine göz gezdirdim.
"Rüya!" Utku'nun sesinin geldiği yöne başımı çevirdim. Mağazanın girişinde, tek elini havaya kaldırmış bana bakıyordu.
Yanına ilerlemeye başladığımda tüm vücudu görüş alanıma girmişti. Elinde tuttuğu mağaza poşetini sırtına doğru saklamaya çalışsa da başarılı olduğu söylenemezdi.
Bakışlarımın poşete kilitlendiğini gördüğünde poşeti ikimizin arasındaki boşluğa doğru uzattı. "Almadım de." dedim hüzünle.
Utku'ya maddi borcum artmamalıydı. Manevi borcumu ödemem mümkün değilken bir de işin içine maddiyat girsin istemiyordum.
"Çok beğendin." dedi gülümseyerek.
"Mahcup oluyorum ama Utku. Yani kendin için harcaman gereken parayı bana harcamamalısın. Yeteri kadar yük oluyorum sana."
"Saçmalama." dedi ve yüzüne sahte olduğuna emin olduğum sinirli bir bakış yerleştirdi.
"Ayrıca..." gülmeye başladı. "Teknik olarak benim paramı değil babamın parasını harcıyoruz."
"Dolaylı yoldan senin paran. Baban senin harcaman için gönderiyor o parayı sonuçta."
Yarım ağız gülümsemesiyle yürümeye başladı. "Tekrara düşüyor gibi oluyorum biraz ama gerçekten para teknik olarak benim değil." dedi.
Kaşlarımı çatıp ona baktım.
"Şirketin limitsiz kredi kartı bende." dedi.
Daha doğru yerde çatılabilsinler diye kaşlarımı düzelttim ve tekrar çattım.
Utku yüzümün girdiği şekillere gülmeye başladı. Her mimiğimden ekstra keyif aldığının farkındaydım.
"Lafı olmaz yani." diye ekledi ve kendince konuşmayı noktaladı.
"Baban parayı benim için mi kazanıyor sanki?" dedim ve içimdeki tüm sıkıntıyı nefesime aktarıp dışarı verdim. Sıkıntım geçmediğine göre nefesimle pek de dışarı vermeyi başaramamıştım.
"Babam zor duruma düşmüş bir arkadaşıma yardım etmediğimi duysa kızar Rüya. Senin için harcanan parayı sorun edecek biri değil."
Bakışlarımı yüzünden çekip önüme bakmaya başladım. Zor duruma düşmüştüm. Zor duruma düşmeme sebep olan kişi beni büyüten, babam sandığım kişiydi. Başkasının babasıysa parasını benim harcamamda herhangi bir sorun görmüyordu.
Hayatta bazı babalar vardı. Benimkine benzemeyen...
İç çamaşırı mağazasının önünden geçerken Utku cüzdanından kredi kartını çıkarttı ve bana uzattı. Bakışlarının döndüğü mağazayı gördüğümde yüzümü buruşturdum. "Keyfine bak." dedi ve kartı avucuma sıkıştırdı. "Yemek katında bekliyorum."
İtiraz etmeme vakit bırakmadan hızlı adımlarla yürüdü ve uzaklaştı. Önce elimdeki karta baktım ardından önünde durduğum mağazaya.
İhtiyacım vardı. En temel ihtiyaçlarımdan biri de iç çamaşırıydı çünkü evden çıkmadan önce doğru düzgün eşya almadığım yetmiyormuş gibi iç çamaşırını da akıl edememiştim.
Elimde tuttuğum kartı sırt çantamın küçük kısmına sıkıştırdım ve mağazaya girdim. Her şey çok pahalıydı.
Elimi attığım her ürünü etiketini görünce usulca yerine bırakıyordum. En sonunda diğerlerine kıyasla daha ucuz sayılabilecek ürünler bulduğumda düşünmeden kasaya gittim.
"120 lira."
Kasada duran görevliye gülümsedim ve cüzdanımı çıkartarak kendi kredi kartımı uzattım. Üniversitenin ilk yılında çıkarttırdığım kredi kartını üç sene boyunca hiç kullanmamıştım. Hesap kesim tarihi gelene kadar beni idare edebilirdi. En azından Utku'nun babasının üzerinden geçinmeme gerek kalmazdı.
Kartı pos cihazına temas ettirdim ve ödemeyi gerçekleştirip ürünleri alarak mağazadan çıktım.
"İş bulana kadar idare edebilirim." dedim kendi kendime.
Bu tarz tesellilerle nereye kadar idare edebileceğime dair bir fikrim olmasa da hızlı adımlarla yemek katına çıktım. Masalara göz gezdirerek yürümeye başladım.
Havaya kalkan bir el ile dikkatim o tarafa çevrildi. Utku, oturduğu yeri belli etmek için çırpınıyordu. Yanına ulaştığımda masanın üzerinde duran iki tepsiyi gördüm.
Yemek almıştı.
Şaşırmamıştım.
Karşısındaki sandalyeye oturdum ve çantanın önüne sıkıştırdığım kredi kartını Utku'ya uzattım. "Teşekkür ederim."
Gülümsemekle yetindiğinde önümde duran hamburger ve patatese baktım.
"Evde yerdik."
Utku'ya yük oluyordum.
"Kim hazırlayacak evde ya boşver." güldü ve patates kızartmasından bir tane alarak yemeye başladı.
İkimiz de sessizleştik. Yemek, ikimizin de ihtiyacı olan kaçış anını sağlamıştı.
Utku kaçmak istiyordu çünkü ben harcadığı paraya itiraz ettikçe kendini kötü hissediyordu.
Ben kaçmak istiyordum çünkü insanlara karşı minnetim arttıkça kendimi mahcup hissediyordum.
Utku'nun varlıklı bir aileye sahip olduğunu az çok biliyordum ve giyiminden kuşamından az çok anlayabiliyordum. Durumunun bu kadar iyi olduğunu ise yeni yeni öğreniyordum.
Onu tanıdığım süreçte para konusunu hiç açtığına denk gelmemiştim. Babasının işini devralacağını bilsem de babasının büyük bir iş adamı olduğunu pek tahmin etmiyordum.
Öğrenmiştim.
Utku'nun evinde kalmaya başladığım kısa sürede Utku defalarca şirketin toplantılarına babasının asistanının görüntülü aramasıyla dahil olmuştu. Her seferinde hava alma bahanesiyle evden çıkmıştım ve onu alışkın olduğu yalnızlıkla baş başa bırakmıştım.
Arada kaçamak bakışlarla bana bakıyordu. Göz göze gelirsek konuşmamız gerekebilirdi. Yemeğin bize sunduğu sessizliği bölmek istemediğimden bakışlarını görmezden gelmeye çabaladım.
"Rüya," dedi. "Hım?"
"İyi misin?"
Elimdeki hamburgeri tepsinin üzerine bıraktım ve ona baktım. İyi miydim?
Değildim.
"İyiyim. Neden ki?"
"Ailenle konuşmayı düşünüyor musun?"
Gülümsemeye çalıştım. Başımı iki yana salladım. "Onlar benim ailem değil."
Çantamdan çıkarttığım ıslak mendille elimi sildim ve Utku'ya da bir tane uzattım. O isterse yemeğini yemeye devam edebilirdi ama ailem konusu açılınca midem alt üst oluyordu, iştahım kaçıyordu.
"Kardeşin?" diye sordu çekinerek. "Kardeşim değil o benim, kuzenim."
Elim boynuma takılı kolyeye uzandı. Azad'ın beş gün önce hediye ettiği kolyeye. Hediye edip bir anda ortadan kaybolduğu kolyeye.
"Doydum." dedim. Bu konuya doymuştum en azından.
Hüzünlü bakışları gözlerimden tepsiye kaydı. "Hepsi duruyor neredeyse." dedi.
"Doydum işte Utku çocukmuşum gibi davranma bana."
Hala çocuksun Rüya. Annesini ve babasını görmek isteyen bir çocuk.
"Tamam kızma." dedikten sonra yemeğini yemeye devam etti.
Elim kolyenin, gözüm Utku'nun üzerinde öylece durdum. Bakışlarımı ondan çekmeme engel olan bir şeyler vardı fakat ne olduğunu bulamıyordum. Ara sıra yemeğinden fırsat bulduğunda o da önce gözlerime sonra elimin üzerinde durduğu kolyeye bakıyordu.
Yemeği bitirdi, oturduğu sandalyeden hareketlendi. "Hadi." dedi.
İkiletmeden yerimden kalktım. Alışveriş merkezinin terasına çıktığımızda sigarasını yaktı ve bana da bir dal uzattı. Burnuma gelen sigara kokusuyla yüzümü buruşturdum.
"Rahatsız ediyor kokusu." dedim. Evdeyken sigarasını balkonda içiyordu. Tekrar yanıma döndüğü zaman üzerine sinen sigara kokusu o kadar rahatsız etmiyordu ama direkt soluduğum duman anlamsız şekilde midemi bulandırıyordu.
"Yemeğini yeseydin etmezdi bence." dedi.
Sırf yemek yemediğim içim tavır almıştı.
Omuz silktim ve dumanın geliş açısında durduğum için yerimi değiştirdim.
O keyifle sigarasını içerken telefonumu çıkartıp Sinem'i aradım. Artık çalmıyordu. Direkt olarak aradığım kişiye ulaşamadığımı söyleyen robot konuşmaya başlıyordu. Benim yüzümden Sinem'in de başı yanmıştı.
"Sinem'i mi arıyorsun?"
Başımı salladım.
"Giray'ı arayıp sorsana." dedi.
Giray'ı aramak istemiyordum. Giray ile konuşmayı ne kadar özlemiş olsam da buluştuğumuz günden bu yana beni aramamış olmasının altında mutlaka bir sebep vardı ve ben o sebebin dönüp dolaşıp Giray'a zarar vermesini istemiyordum.
Ebru'ya "Sinem ile karşılaşırsan beni arar mısın? Onunla konuşmak istiyorum." diye mesaj attım ve telefonu tekrar cebime koydum.
"Midem çok kötü ya." dedim Utku'ya bakarak.
"Hiçbir şey yemediğin için olabilir mi? Evde yemiyorsun dışarıda yemiyorsun. Önceden böyle değildin."
"Çünkü midem almıyor."
"Yaşadıklarından dolayı olabilir. Çok normal." dedi ve iç çekti. "Yemek için kendini zorlaman lazım."
Haklıydı.
Hava yavaş yavaş kararıyordu. Terastan görebildiğimiz kadarıyla trafik kilitlenmiş haldeydi. İstanbul yine bildiğimiz İstanbul idi.
Titreyen telefonumu cebimden çıkarttım. Ebru arıyordu. Heyecanla cevapladım ve Utku'dan birkaç adım uzaklaştım.
"Abla!"
"Sinem?"
"Abla neredesin?"
Sinem'in ağladığı sesinin her zerresinden belliydi. "Neredesin?" dedim.
"Mahalledeyim. Abla ne olur gel. Çok özledim seni."
"Sinem, ağlama."
Konuşurken sesi sürekli kesiliyordu, hıçkırıyordu. Perişan bir halde olduğunu tahmin etmem hiç de zor değildi. Sinem, öz annesi ve babası yüzünden mahvolmuş durumdaydı.
"Abla bakkala bile zor çıkıyorum. Göndermiyorlar dershaneye de okula da."
"Anlamadım?" dedim sertçe. Sinem'in eğitim hayatına engel olmalarının mantıklı hiçbir açıklaması yoktu.
"Seninle kaçar görüşürüm diye düşünüyorlar."
"Sinem," dedim ve yanağıma ilk damlanın düştüğünü fark ettim. "Canım."
Hayatımda ilk kez birine sevgi sözcüğünü içimden gelerek kullanmıştım.
Canım... Sinem gerçekten benim canım mıydı?
"Geçecek bunların hepsi tamam mı? Sana söz veriyorum. Ağlama."
"Abla geçmeyecek!" diye bağırdı. "Geçmeyecek işte!"
Ağlamamalıydım. Sesim titrememeliydi. Sinem benim de güçsüz olduğumu fark etmemeliydi.
Güçlü gözükmek zorundaydım.
"Şimdi nasıl çıktın?" diye sordum. Bir şeyler düşünmem gerekiyordu. Sinem'i onlardan kurtarmak zorundaydım. Babamın yıllarca bana gösterdiği sabır bitmişti ve tüm çileyi Sinem çekiyordu. Onu yalnız bırakamazdım.
"Nefes almam gerekiyordu. Ben de biraz olay çıkartmış olabilirim."
Şaşırmamıştım. Sinem genelde derdini vurup kırarak anlatmayı tercih ederdi. Şaşırdığım nokta bugüne kadar sakin kalmasıydı.
"Mahalleden çıkabilir misin?" dedim.
"Çıkamam. Abla lütfen gel. Bak babamı ikna ederiz lütfen."
"Sinem!" dedim. Bu çaresiz hali sinirlerimin tepeme çıkmasına sebep oluyordu. "Ağlamayacaksın. Onlarla benimle ilgili konuşmayacaksın. Hatta mümkünse benden nefret ediyormuş gibi davran bir süre."
"Öyle yapınca ne olacak?"
"Benimle görüşmeyeceğine emin olurlarsa sınavına hazırlanmaya devam edebilirsin."
Sinem'in kahkahası zihnimde yankılandı.
"Abla başlatma sınava ya! Neler geldi başımıza sen sınav diyorsun."
Derin bir nefes aldım. Sinem'i yıllarca zeki bir şey zannetmiştim ama pek de zeki biri değilmiş.
"Dershaneye gidebilirsen görüşebiliriz Sinem." dedim.
"Abla şimdi gel." dedi. Nazlanıyordu. Nazlanmakta haklıydı. Evin içerisinde şu anlık göremediği ilgiyi bende aramasına da hak veriyordum fakat ben o ilgiyi ona sağlayabilecek bir insan değildim.
"Rüya?"
Telefon el değiştirdi. Artık konuşan Sinem değildi.
"Efendim Giray?"
"İyi misin?"
İyi miydim?
Değildim.
"İyiyim, problem yok." diye karşılık verdim. Sinem'e gösterdiğim sıcaklığı Giray'a gösteremiyordum.
Aramıza görünmez bir kapı konulmuştu sanki. O kapıyı ikimiz de aşamıyorduk çünkü anahtarı kayıptı.
Belki Giray kapıyı kırabilirdi. En azından ihtiyaç anında...
"Babam dönmeni istiyor."
"Ben de babanın amcam olmasını istiyorum ama sanırım istekler bizi bir yere götürmüyor."
Güldü.
Özlemiştim.
Giray'ın gülüşünü, Sinem'in yeri göğü inleten bağırmalarını, Aslı'nın çocuksu ruhunu, amcamın babacan tavırlarını...
Annemi de özlemiştim.
Babamı özlememiştim.
"Sinem de gelmeni istiyor." dedi. "Ben de gelmeni istiyorum." diye de ekledi.
"Amcan ne yapmamı istiyor Giray?" dedim. Kalbim kırıktı. Kalbim Giray'ın amcasına o kadar kırılmıştı ki...
"Rüya yapma şöyle."
"Sen ne yapardın? Ben sana söyleyeyim istersen."
"Dönmezdim." dedi ve "Of!" diye ekledi.
Giray'ı özlemiştim. Sinem'i o mahalleden kaçırıp yanıma getirebilecek tek kişi de Giray idi. Bir taşla iki kuş vurabilirdim.
"Sinem'i yanıma getir Giray. Allah aşkına bunu yapsan yapsan sen yaparsın. Kaçır bir iki saatliğine göreyim."
"Şansımı denerim." dedi. Telefon elden ele dolaştı. Sinem'in sesini duydum. "Abla," dedi hevesle. "Şimdi Giray abim babamla konuşacak. Kapatıyorum. Eve gideceğiz. Öptüm."
Cevabımı beklemedi. Telefon yüzüme kapandı. Utku'nun yanına ulaştığımda yüzümde beliren aptal sırıtma dikkatinden kaçmadı.
"Ne oldu?" diye sordu aynı benim gibi gülerek.
"Galiba Sinem ile buluşacağım."
Gülümsemesi yüzüne iyice yayıldı. "Çok sevindim." dedi.
Ben de sevinmiştim. Hem de çok.
💫
Oturduğum kafeden kalkmama sebep olan mesajın sahibi Giray idi. Gelemeyecekti. Sinem'i de getiremeyecekti.
Gelmemişlerdi, gelmeyeceklerdi.
Babam ne yapmış etmiş Sinem'i benden uzaklaştırmayı başarmıştı ve bu durum benim canımı yakıyordu. Sinem ile yıllarca aynı evde oturmama müsaade etmişti de karşılıklı oturup bir kahve içmemizi bana çok görmüştü.
Baba değildi belki ama insan da değildi. Kardeşimle beni birbirimizden kopartmaya olan hevesi bir hayli anlamsızdı. Yirmi yıl benimle aynı evde yaşayıp bir bağ kuramamış mıydı? Yollarca bana kullandığı sevgi sözcükleri boştu, anlıyordum. Fakat gerçekten hiç mi sevmemişti beni?
Sen de onu sevmedin Rüya...
Fark etmiyordu artık, ben de bağ kuramamıştım. Ben de sevememiştim. Hislerimiz karşılıklıydı ve başlayan soğuk savaşı o kazanmak üzereydi. Tüm güç ondaydı. Benim ise elimde hiçbir şey kalmamıştı.
Ne Sinem ne başka bir şey. Kaybediyordum. Kaybetmiştim.
Yolumun üstünde karşıma çıkan dükkanların arasında gözüme kestirdiğim bar, içeri girmem için adeta bana yalvarırken tabeladan gözlerimi çekebildim. Bakış açımdan çıkmıştı fakat ayaklarım yön değiştirmeye şiddetle karşı çıkıyordu. İnatla vücudumun beni yönlendirdiği yere yöneldim.
Gözlerimi kapattım, derin bir nefes aldım.
Ne kaybederdim ki? Cebimde son kalan parayı mı?
Zaten kaybetmeyecek miydim?
Mekanın kapısını sakince açtım. Benim de rahatlamaya ihtiyacım vardı ve bu hakkımdı. Burada Sinem ile vakit geçiriyor olabilirdim. Özge ve Ebru ile delicesine eğleniyor da olabilirdim. Azad ile karşılıklı oturup hafif bir baş dönmesiyle onu izliyor olabilirdim.
Tek başımaydım.
Rastgele bir masaya oturdum. Yanıma gelen garsona hiç düşünmeden bira siparişi verdim. Masanın üzerine bıraktığım telefonun tuş kilidini açtım ve sosyal medya hesaplarımda gezmeye başladım. Tek başıma oturup başka ne yapacaktım ki?
Hiçbir şey.
Gündem yine karışıktı. Ne zaman önüme bir haber düşse kanım çekiliyordu. Şiddet, taciz, tecavüz vakaları o kadar artmıştı ki sanki biri bizim bunu artık normal karşılamamız gerektiğini düşünüyordu ve haberleri gündelik olaylar gibi önümüze sunuyordu. Artık gündelik olaylar haline gelmişlerdi, bu kısma katılıyordum. Ama normalleşmesi mümkün değildi. Normalleşmesine vicdanım el vermezdi.
En azından ben, kendi içimde normalleştirmeyecektim. Elimden gelen, yapabildiğim tek şey bu olurdu.
Bakışlarımı telefonumdan kaldırıp etrafa baktım. Henüz mekanın içinde fark edilmemiştim ama fark edilen kadınlar vardı. Çapraz masamda oturan 3 genç kız, kendi aralarında bir şeyler içip eğleniyorlardı. Yan masadan onları dikizleyenlerin farkına varmamışlardı. Üzerlerine kenetlenmiş bakışlardan rahatsız olup keyiflerinin kaçmasına az kalmıştı. İçlerinden birinin başını yanlışlıkla yana çevirmesi huzursuz olmalarını sağlayacaktı. Biliyordum. O huzursuzluk hep yanımızdaydı, cebimizde taşıyorduk.
Daha uzak bir masada 4 kadın ve 2 erkek oturuyordu. Onlar da başka masaların göz hapsindeydi ve yine kendi aralarında konuştuklarından dışarıdan bakan gözleri fark etmemiş gibilerdi. Ben fark etmiştim. Onlara yönelmiş bakışlardan yeteri kadar huzursuz olmuştum.
Bana bakan herhangi biri var mı diye bakmak amacıyla gözlerimi ruhumu boğan daracık mekanın içerisinde gezdirdim.
Yoktu, şimdilik.
Dikkatimi tekrar telefonuma çevirdim ve yalancı hayatları izlemeyi çok sevdiğim Instagram hesabıma girdim. Günlerdir bu platformu normalden fazla ziyaret eder olmuştum. Azad'ın hesabına bakmak için görevlendirilmiş gibi hissediyordum. Hatta profiline o kadar çok bakmıştım ki her şeyi ezberlemiştim.
Profil fotoğrafının üzerinde yanan kırmızı halka, beş günün sonunda ilk kez yerini almıştı. Azad, görmek istediğim yaşama belirtisini vermişti.
Korkuyordum.
Karşıma ne çıkacağını bilmiyordum. Azad, takipleştiğimiz günden itibaren sadece benimle hikaye paylaşmıştı. Şimdi ne paylaşmış olabilirdi ki?
Artık aç şunu Rüya...
Biraz daha düşünürsem açmaktan daha çok korkacaktım ve vazgeçecektim. Tek elimi boynumda duran kolyeye yerleştirdim. Azad'ın seçtiği hediye bana güç veriyordu.
Yanan kırmızı halkanın üzerine tıkladım ve paylaştığı hikayeyi açtım.
Fotoğrafta Ercüment ve Azad yan yana duruyorlardı. Önlerinde üç rakı kadehi vardı. Ercüment'in bakışları kameraya odaklı, Azad'ın yüzünde ise acı çekercesine bir ifade hakimiyet kurmuştu. Başını hafifçe sağa çevirmiş, gülümsemeye çalışmıştı.
İç çektim.
Azad normale dönebilecek miydi?
Açtığım yaralarını sarıp, ismini Rüya koyduğu sevdasını değiştirebilecek miydi?
Değiştirmeliydi.
Azad'a haksızlık yapmıştım. Hak etmediği bir durumun içine sokup kenara çekilmiştim.
Düzelmeliydi. İyileşmeliydi.
Ama sensiz Rüya.
Ama bensiz...
Fotoğrafa bakmaktan kendimi alamadım. Ercüment ve Azad'ın arkasında bir duvar vardı ve ikisinin arasında oluşmuş boşluktan gözüken duvarda bir yazı yazıyordu. Duvarın ortasında simsiyah boyayla yazılmış yazıya bakıp güldüm. Sanki fotoğrafın tüm amacı o yazının gözükmesiydi.
Bilerek paylaşılmış bir hikayeydi. Göreceğimi bilerek, bir mesaj vererek. Azad'ın yüzündeki gülümseme bile kurmaca olabilirdi.
Yazıyı içimden defalarca kez tekrarladığım yetmezmiş gibi bir de dışımdan tekrarladım.
"Aşk... Bitti. Soldu şiir."
Yazının hemen aşağısına da sözlerin sahibi Murathan Mungan'ın ismi sıkıştırılmıştı.
Aşk... Bitti. Soldu şiir.
Aşk bitmişti. Azad'ın şiirleri tek tek solmuştu.
Azad'ın şiir sevdası da solmuş muydu?
Önüme gelen birayı hızla kafama diktim. "Aşk..." diye fısıldadım. "Gerçek bir şey değil ki bitsin."
Fotoğrafı tekrar açtım. Fotoğrafı çeken Taner idi. Paylaşan da Taner idi... Görmemi sağlayan ise Azad olmuştu.
Görmemi istemiyor olabilirdi de. Arkadaşlarıyla eğlenirken sırf benim görmemi istediği için fotoğraf paylaşacak biri değildi. Eğer ilk ağızdan görmemi isteseydi Taner'den alıntılayarak paylaşmak yerine direkt kendisi paylaşabilirdi.
Azad, fotoğrafını sırf benim için paylaşacak biri değildi.
Senin için açmadı mı bu hesabı bu çocuk Rüya?
Açmıştı. Fakat yine de benim için fotoğraf paylaşacak bir karaktere sahip olduğunu düşünmüyordum.
Ama sanırım ben sırf o görsün diye fotoğraf paylaşacak karakterde biriydim.
Telefonun kamerasını açtım ve masanın üzerinde duran içkinin fotoğrafını çektim. Fotoğrafa eklediğim konumun ise tek sebebi vardı. Onun görmesi ve buraya gelmesi.
"Geldin masaya oturdun ve hayatımı böldün bir milat gibi." Cemal Süreya'dan alıntıladığım satırları fotoğrafın üzerine yerleştirdim.
Eğer Azad'ın şiiri gerçekten solmadıysa kayıtsız kalabileceği bir gönderi değildi.
En azından ben öyle düşünüyordum.
Her şey hazırdı. Geriye sadece paylaş tuşuna basmak kalmıştı.
Biradan büyük bir yudum aldım ve başımı iki yana salladım. Midem bulanıyordu. Her yutkunmamda bulantı giderek artıyordu. Baş edebileceğim boyuttaydı. Şimdilik.
Fotoğrafa son kez baktım. Midemin çektiği isyan bayraklarını görmezden gelerek şişeden büyük bir yudum daha aldım. Dibinde bir yudumluk sıvı kalan şişeyi hafifçe salladım.
Fotoğrafa bir kez daha baktım. Elim çarpı tuşunun üzerinde bir süre gezindi. Gereği yoktu. Paylaşmayacaktım.
Hazırladığım fotoğrafı sildim ve telefonun tuş kilidini kapattım.
Azad beni seviyordu.
Ben onu sevmiyordum.
Böyle saçma sapan şeyler paylaşmaya hakkım yoktu.
Ona umut vermeye hakkım yoktu.
Ne kadar üzüldüğünü bile bile onun canını yakacak işler yapmak benim de üzülmemi sağlayacaktı. Tüm yaşanan felaketlerin ucu sadece Azad'a değil bana da dokunacaktı.
Dokunmuştu da.
Evsiz, ailesiz, Sinemsiz, beş parasız kalmıştım.
Olsun Rüya. Utku var.
Utku vardı. Sevmediğim tonlarca insandan sadece biriydi.
Sevemediğin.
Sevmemek ve sevememek içinde bulunduğum koşullar altında benim için çok farklı durumlar değildi.
Hepsi aynı kapıya çıkıyordu.
Utku'yu sevmiyordum. Azad'ı sevmiyordum.
Belki de Hilal haklıydı. Olmayan kalbimle başkalarını oyalıyordum.
Hilal aklıma geldiğinde yüzümü buruşturdum. Midemin bulantısına aldırmadan ilk şişeyi bitirdim ve ikincisini sipariş ettim.
İkinci şişenin yarısına geldiğim esnada karşımda boş duran sandalyenin üzerinde bir el belirdi. Bakışlarımı elin sahibine çevirdim. Karşımda duran çocuk hemen hemen benim yaşlarımdaydı.
Bir yerden tanıyordum.
Ama nereden?
Gözlerimi kısarak bakmaya başladım. Sanki böyle baktığımda değişen bir şey olacaktı da zihnimin içinde bir isim canlanacaktı.
"Rüya?" dedi. Gözlerimi normal şekline getirip bakmaya devam ettim. "Tanıyamadım?"
"Oğuz ben." diye cevapladı üstü kapalı sorumu. Başımı iki yana salladım ve bir yudum daha aldım.
Midemin bulantısıyla baş edemeyecek durumdaydım.
"Sen, ben, Utku, Bahar 101 oynamıştık hani."
"A-aa. Doğru ya." Gülümsedim ve elimle oturması için sandalyeyi işaret ettim. "Kusura bakma, bir an hatırlayamadım."
Karşımdaki sandalyeye otururken bir yandan da önemli olmadığına dair cümleler kuruyordu.
Sipariş vermek için garsonu yanımıza çağırdığında "Pardon." diyerek yerimden kalktım.
İçtiğim içki, ortamı ele geçiren sigara dumanı, etraftan yayılan alkol kokusu artık bulantımı durduramayacağım noktaya ulaşmıştı.
Birkaç dakikalık yolculuğum sırasında sağ avuç içimi dudaklarıma bastırmıştım. Sol elimle barın tuvalet kapısını açtım. Yan yana üç kabinden oluşan tuvalette ilk kabini ayağımla iterek açtım.
Klozete temas etmemeye çalışırken bir yandan da saçımı geriye doğru atmaya çabalıyordum.
Canım yanıyordu.
Bir bar tuvaletinde tek başıma savaşıyordum.
Bu yaşananların suçlusu herhangi biri değildi. Tüm suç benimdi.
Sevebilseydim bunları yaşamayacaktım.
Aptal Rüya...
Evet, aptal Rüya. Her şeyin sorumlusu aptal olan Rüya idi.
"İyi misin?"
Kabinin dışından gelen kadın sesiyle gözlerim doldu.
İyi miydim?
Değildim.
Peki bana iyi olup olmadığımı sorması gereken kadın bir yabancı mı olmalıydı?
"İyiyim." zorlukla dudaklarımdan dökülen kelimeyi duymamış olduğuna emindim. Tuvaletin kapısını açtığım an karşıma çıkan kadına gülümsedim.
"Ah tatlım, ne oldu sana?" dedi telaşla.
Bir bar tuvaletindeyiz. Alkol dokunmuş olabilir mesela?
"İyiyim, sorun yok." dedim ve sağında duran boşluktan sıyrılarak lavabonun önüne geldim.
Önce elimi yıkadım sonra elimde biriken suyu yüzüme çarptım.
Artık daha iyiydim.
Aynaya baktım. Kızarmış yüzümü görünce fikrim değişti.
Kötünün iyisi demek yeterli olurdu.
"Emin misin bak? Çok mu içtin? Yardım edebileceğim bir şey var mı?"
Başımı iki yana salladım. "Teşekkürler." dedim.
Yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı. "Masana kadar eşlik etmemi ister misin?" diye sorduğunda ayakta duramadığımı fark ettim. Böyle bir soru sormasaydı ben masama kadar gidebilirdim.
Gözlerimi kapattım ve kaşlarımı yukarı kaldırdım. Barın içinden tuvalete yayılan yüksek müzik sesinden kendimce kaçmaya çabalıyordum. Ne yapmam gerektiğinden emin değildim. Oğuz'un beni böyle görmesini istemiyordum.
Sonuçta Oğuz'u tanımıyordum.
"Tatlım?" dediğinde sinirle gözlerimi açtım.
Dişlerimi sıktım.
Şu sözcükleri gerekli gereksiz yerlerde kullanmak yerine başka bir hitap sözcüğü seçebilirdi.
Ben nereden onun tatlısı oluyordum?
Kadın sana yardımcı olmaya çalışıyor Rüya. İsmini bilmiyor ki.
"Rüya." dedim. "İsmim Rüya."
Kaşlarını çattı ve şaşkınlıkla bana baktı. "Peki Rüya." dedi.
Anlam veremediğini belli etmek amacıyla dudağını büzdü. Yapay sarı saçlarını omzunun arkasına attı. "Güzel isim." dedi gülümseyerek.
"Teşekkür ederim." diye cevap verdim.
Dümdüz isimdi. Herhangi bir övgüye ihtiyaç duyulmayan, üzerinde düşünülmeyerek beni doğuran kadının adı seçilen bir isimdi.
Bu kadardı.
Bakışlarımı kadının bembeyaz teninden çekerek aynaya çevirdim.
Onun fönlü, boyalı saçlarının yanında benim saçlarım bakımsız duruyordu. Siyah, dalgalı - hatta kabarmış - saçlarıma bakmaktan vazgeçtim.
Onun gözü yeşildi, benim gözüm koyu kahverengiydi.
O çok güzeldi.
Ne alaka Rüya? Konumuz bu mu şu an?
Değildi. Aslında saç, göz ve ten rengimiz dışında fiziki özelliklerimizde pek farklılık yoktu. Yüz hatlarımız da vücut hatlarımız da birbirine yakındı. O da ben de standart bir insandık.
"Eşlik etmemi istemediğine emin misin?" diye sorduğunda bakışlarımı ona çevirdim ve yüzüme sahte bir gülümseme yerleştirdim.
"Eminim, tekrar teşekkür ederim." dedim.
"Rüya," dedi. "Ben de Birsel. Memnun oldum."
Başımı salladım ve lavabonun mermerinden birkaç adım ileri attım. "Ben de memnun oldum."
Tuvaletten çıkmak üzereyken ayaklarım birbirine dolaştı. Son anda kapıya uzandım.
Düşmekten kurtulmuştum, şimdilik.
Zaten çoktan düşmemiş miydim?
Ay Rüya yeter lütfen ya! İki saniye drama bağlama. Tamam ben de üzüldüm, anlıyorum seni. Ay yeter ama!
"İyi misin?" dedi Birsel sesine yerleşmiş telaşla.
Gülmeye başladığımda yüzüme anlamsızca bakıyordu. "İyiyim ya."
"Gel," dedi ve koluma girdi. "Eşlik edeyim sana."
Yönlendirmelerimle beni Oğuz'un oturup beni beklediği masaya getirdiğinde "Oğuz?" dedi Birsel heyecanla.
Oğuz ise benim oturmamla birlikte yerinden kalkıp Birsel'e sarıldı.
Bir garson gördüğümde elimi havaya kaldırıp hesabı istediğimi belli eden bir hareket yaptım.
"Gidiyor musun?" dedi Oğuz. Birsel hemen yanındaki sandalyeye oturmuş hayran hayran Oğuz'u izliyordu.
Oğuz'un sevgilisi yok muydu? O kadar uzun zaman mı olmuştu?
Birsel ve Oğuz'un ellerinin ufak ufak temasından çıkartabileceğim iki sonuç vardı. Ya Oğuz sevgilisini aldatıyordu ya da Oğuz ile sevgilisi ayrılmıştı.
İki seçeneğin ikisinde de kız ortada yoktu.
Oğuz gözümün içine baka baka sevgilisini aldatmaz diye tahmin ediyordum.
Sen o çocuğu az önce tanımadın bile Rüya. Niye yapmasın?
"Evet, gidiyorum." dedim.
"Gideceğin yere kadar götürmemi ister misin?" Birsel'in sevecen ses tonu beni hiç de olumlu etkilemiyordu.
"Gerek yok." dedim ama sonuna teşekkürü eklemedim. Kaç kez daha teşekkür dileğimi iletecektim ben bu kıza? Gerek yoktu.
Genel olarak gerek yoktu.
"Rüya olur mu öyle şey?" dedi Oğuz ve gelen hesabın arasına parayı sıkıştırıp garsonu bekletmeden gönderdi.
Hesabı ödemesine itiraz edecektim ki tartışmanın bir önemi olmadığını fark ettim. Hesap ödenmişti, konu kapanmıştı. "Teşekkür ederim." dedim Oğuz'a.
Bardan çıktığımızda nereye gideceğimi, hangi yolla beni götürebileceklerini ikisi kendi arasında tartışırken bize doğru yaklaşan taksiye durması için elimi kaldırdım.
Oğuz ön koltuğa, Birsel ise arka koltuğa benim yanıma oturdu. Utku'nun evini tarif ettim ve gözlerimi kapatıp midemin bulanmasına engel olmanın yollarını düşünmeye başladım.
Arabanın geçtiği her kasiste gözlerimi aralayıp zorlukla yutkunuyordum. Birsel'in destek vermek için arada elini elimin üzerine koymasıysa tuhafıma gidiyordu.
İnsanlar başka insanlara yardım etmeyi seviyor olabilir Rüya.
Olabilirdi.
Taksi durduğunda elimi cüzdanıma atsam da Oğuz yine benden önce davranarak ödemeyi yaptı. Kapının kolunu tuttum ve kendime doğru çekerek kapıyı açtım.
İyiydim. Sorun yoktu.
"Eve çıkmana yardım edelim mi?" dedi Birsel ve kulağıma "İyi olduğuna emin misin?" diyerek fısıldadı.
"Teşekkür ederim ama gerçekten iyiyim." dedim.
"Peki." demekle yetindi. Oğuz'a dönüp "Teşekkür ederim." dedim. "Her şey için."
"Lafı olmaz." dedi.
Apartmana girene kadar ne zaman başımı arkaya çevirsem yolun kenarında durup beni izleyen iki kişi görüyordum.
Apartmana girdim ve bir problem olmadığını anlatabilmek adına baş parmağımı havaya kaldırdım.
Sahiden bir problem yok muydu?
Rüya!
Evin kapısını çaldım. Utku, yine günler öncesindeki yüz ifadesiyle kapıyı açtı.
"Seninki içeride." dedi. "Ben mutfaktayım."
Kapıyı kapattım, montumu ve ayakkabımı çıkartıp salona geçtim. Azad, koltukta oturuyordu.
"Azad?" dedim. Neden geldiğini sorarcasına.
"Rüya?" diye cevapladı. Nereden geldiğimi sorarcasına.
Balkonun kapısını açtım ve balkona çıktım. Sandalyeye oturduğumda Azad da yanıma ulaşmıştı.
"Hoş geldin." diye mırıldandım.
Leş gibi anason kokuyordu. Midemin bulantısını yeni dindirebilmişken tekrar başa çıkamayacağım hale getiren anason kokusuydu.
Azad'ın kokusu olsa olsa bana huzur getirirdi.
Getirmemişti.
"Kolyeyi takmışsın." dedi.
Dudaklarımı birbirine bastırdım ve belli belirsiz başımı salladım. Elim kolyeye gitti. Dokundukça bana üzerinde yazan notu hatırlatan kolyeye...
"Çok güzel." dedim yüzüne bakmamaya çalışarak. "Teşekkür ederim."
Sigarasını yaktı, dumanın kokusu burnuma ulaştı. Yüzümü buruşturdum. Midem ağzımdaydı.
Yerimden kalkıp camı açtım. "Kokusu rahatsız ediyor da." dedim.
"Etmezdi normalde."
"Bilmiyorum," dedim ve yarım ağız gülümsedim. "Anason kokusu da rahatsız etti."
Gülümsedi, gözlerini kapatıp açtı.
"Ne düşünüyorsun?"
"Ne hakkında?" diyerek sorusuna soruyla karşılık verme yolunu seçtim.
"İkimiz hakkında." dedi.
Açık ve netti. Konuşma amacı neyse onun için gelmişti.
"Azad," dedim ve derin bir nefes aldım. İkimiz hakkında konuşmak bana acı veriyordu. "Aşk..." dedim ve güldüm. "Bitti mi?"
Sigarasından bir nefes daha çekti içine ve o da gülümsedi. "Bitmiş gibi duruyor."
"Soldu mu şiir?"
"Solmuş gibi duruyor." dedi aynı şekilde.
Başım dönüyordu. Acıkmıştım. Midem bulanıyordu. Yemek yemezsem midemin bulantısı geçmeyecekti. Azad'a odaklanamıyordum.
Bir şeyler ters gidiyordu. Bedenimde bir sorun vardı.
"O zaman..." dedim ve devamını getiremeden avucumu dudaklarıma bastırdım. Zorlukla birkaç defa yutkundum ve camı açtım. Ciğerlerime temiz havayı doldurduktan sonra Azad'a baktım.
"Aşk bitmiş, şiir solmuş. Biz de bitmedik mi Azad?" dedim.
Canım yandı.
Kalbim acıdı.
Yüreğimdeki huzur taneleri tek tek parçalandı, yok oldu.
Midemde hiç oluşmamış kelebeklerin oluşma ümidi yerle bir oldu. Saçlarımda bulunan dudaklarının izi silindi.
Azad ve Rüya yoktu.
Ellerini elime uzattı. "Bittik değil mi?" dedi, gülümseyerek.
Mutsuz gözükmüyordu. Azad beni aşabilirdi. Atlatabilirdi. Şu an karşımda üzgün bir Azad duruyor olsaydı çok daha fazla üzülecektim fakat o bana aşabileceğini anlatmaya çalışıyor gibiydi.
"Sanırım bittik." dedim ve başımı yere eğdim. "Benim yüzümden." dedim. "Belki de benim yüzümden hiç başlamadık zaten."
"Gitmemi istiyor musun?"
İsteme, der gibi sormuştu. Rüya bana kal de, demeye çalışıyordu. Ben gitmek istemiyorum, diye haykırıyordu ses tonu.
"Azad," dedim ve avuçlarımda duran elinin üzerinde baş parmağımı gezdirdim. "Kalırsan zarar görürsün. Gidersen bir şansın olur."
"O zaman gideyim." dedi. Gözlerindeki hüzün yerini almıştı.
Azad atlatabilirdi. Kalırsa uzun süre daha benim etkimde kalacaktı.
"Sarılabilir miyim?" diye sordum masumca.
"Son kez mi?"
"Son kez."
Kollarımı beline doladım, gözlerimi kapatıp kokusunu içime çektim. Son kez.
"Bu gerçekten son olur Rüya biliyorsun değil mi?" diye fısıldadı.
"Biliyorum." dedim boğuk bir sesle.
"Son ne demek biliyor musun?" diye fısıldadı tekrar.
Gözlerimin dolmasına engel olamadım.
"Biliyorum." dedim.
Sarılmamız sonlandığında dudaklarına uzanarak bir veda öpücüğü kondurdum.
"Bir daha olmaz Rüya." dedi.
Acı çekiyordu.
"Bir daha dönüşü gerçekten olmaz. İyi düşündün mü?"
Başımı usulca salladım. İyi düşünmemiştim fakat bitmesi gerekiyordu. Kopmamız lazımdı.
Buraya kadardı.
"Buraya kadarmış."
Azad dudaklarını içe kıvırdı. Kollarını hızlıca bedenime sardı ve beni vücuduna bastırdı.
"Seni seviyordum." dedi. "Ben, Rüya'yı seviyordum. Bundan sonra sevmeyeceğim. Kendime sözüm olsun."
Kollarını gevşetti. Son bir kez bakmadan önce balkondan sonra salondan çıktı.
Dış kapı kapandı.
Kalbimin kapısı da Azad'ın gidişiyle kapandı.
Salonun kapısında beliren Utku gördüğüm son şeydi. Kararan gözlerim, sadece Azad'ı görüyordu.
💫
Gözlerimi araladığımda başımın ağrısıyla gözlerimi tekrar yumdum. Kaşlarım çatık halde gözlerimi tekrar araladığımda başımda Utku duruyordu.
Ne olduğunu soramadan odanın içine giren doktorun "Nasıl hissediyorsunuz?" sorusu ile karşılaştım.
Sol koluma takılı seruma ilişti gözüm. Sağ elimi başıma attım. "Ne oldu?" diye sordum.
"Herhangi bir problem yok. Sadece baygınlık geçirmişsiniz." dedi gülümseyerek.
Gözlerim Utku'ya döndü. Onaylamak için başını sallıyordu.
"Beslenmenize dikkat edip biraz dinlenmeniz lazım. Sonuçlarda bir sorun yok." dedi doktor.
"Peki." demekle yetindim.
Uyumak istiyordum.
"Dinlenmeniz bebeğe de iyi gelecektir."
"Ne?" dedim sakince.
Arkasından gelen "Anlamadım?" sorusuna telaş hakimdi.
"Nasıl yani?" diye ekledi Utku.
"1.5 aylık hamilesiniz. Hayırlı olsun." dedi ve bizi Utku ile yalnız bıraktı.
"Rüya?" dedi Utku fakat devam etmedi. "Korunuyorduk Utku. Korunmuştuk." diyebildim.
Sondu. Son kezdi. Biz her şeyi bitirmiştik.
Ben hamile olamazdım.
Ben bu kadar kargaşanın içerisinde anne olamazdım.
Utku, elimi tuttu. "Hep yanındayım." dedi. "Her kararında."
"Aldıracağım." dedim ve gözlerimden bir damla yaş düştü.
Elim boynumda takılı kolyeye gitti.
"Aldıracağım Utku. Bitti her şey." dedim.
💫
Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.
Ufak bir duyurum var, okursanız çok sevinirim.
Bugün yayınlanmış olan 30. bölüm ile Hissiz Aşık kurgusunun içerisinde tam 32 bölüm bulunuyor.
Aralık ayında başladığım bu yolculukta bugüne kadar iki bölüm dışında hatırladığım kadarıyla bir gecikme ya da aksaklık yaşamadık.
Ama...
Açık konuşmam gerekirse yoruldum. Hissiz Aşık'tan değil, sizden değil.
Son zamanlarda hayatımda yaşadığım aksilikler, bir türlü bir çözüme ulaştıramadığım konular zihnimi fazlasıyla meşgul ediyor. Odaklanamıyorum. Hissiz Aşık'a da hayatıma da...
Bu yüzden, sizlerden çok özür dileyerek ufak bir ara rica ediyorum. Bu hafta içerisinde bu bölümü sizlere sunabilmek adına içimde oluşan sıkıntıyı anlatmam mümkün değil. Bölümün gecikmesi, bir aksilik çıkması benim sinirimi bozuyor.
Uzun bir süreden bahsetmiyorum. İleride yaşanabilecek aksilikler adına, en azından 2-3 bölüm biriktirebilmek için Azad'ın doğum günü olan 1 Ağustos tarihine kadar bölüm gelmeyecek.
Biraz nefeslenmeye, hafta boyu bölüm günü stresini yaşamadan rahatça yazmaya ihtiyacım var.
29 ve 30, içime sinmeden sizlere bulaşmış iki bölüm. Yazdığım kurguya da karakterlere de hakaret ediyormuşum gibi hissediyorum.
Kısaca, rahatsız olacaklar olabilir. Anlayış gösterecek olanlar da olabilir.
Sizin okuduğunuz, benim yazdığım bu kitaba daha fazla saygısızlık etmek istemiyorum.
Sizi seviyorum, hayatımı da kurguyu da toplayıp döneceğim.
Kendinize iyi bakın.
31. Bölüm ile 1 Ağustos 2021 tarihinde görüşmek üzere ❤️
Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro