3. Bölüm
Keyifli okumalar dilerim.
Lütfen oy vermeyi unutmayalım. ❤️
💫
Sinem ile yaşadığımız abes durumdan sonra sessizce odalarımıza ayrılmıştık. Annem ve babam geldiğinde, hiç sesini çıkartmadan sofrayı kuran Sinem şimdi masada tam karşımda hareket etmeden oturuyordu. Çocukluğumdan beri bu yemek masasında oturma düzenimiz hiç değişmemişti. Sinem ve ben karşılıklı otururken annem ve babam da masanın iki ucundaydı. Sinem'in hal ve hareketlerinden birazdan yemeğin burnumdan geleceğini fark ettim, her seferinde olduğu gibi...
Annemle babamın endişeli gözleri birbirini bulduğunda benim de bakışlarım ikisi üzerinde geziniyordu. Bakışmaların yanına mimiklerin eklenmesi de çok gecikmedi.
Karşımda sergilenen pandomimi izlememek adına bakışlarımı önümdeki köfte ve pirinç pilavı dolu tabağa çevirdim. Her seferinde aynı şey oluyordu. Muhtemelen birazdan babam Sinem'e abartılı sevgi sözcükleriyle neyi olduğunu soracaktı ve Sinem de yemeğin başından beri kesiştiği su bardağını duvara fırlatıp kıracaktı. Sonrasında kulaklarıma dolacak çığlıkları ve Sinem'in ağlama krizlerini öngörebiliyordum. Kendi aramızda konuşabileceğimiz kadar basit olan konuları bile aile meclisine taşımaktan hiç çekinmiyordu.
Babamın boğazını temizlemesiyle o anın geldiğini anladım. Çatalımdaki köfteyi ağzıma attıktan sonra ellerimi göğsümde kavuşturarak sırtımı sandalyeye yasladım.
"Hayatımın anlamı." diye seslendi babam Sinem'e. "Benim küçük bebeğim." diye ekledi. "Neyin var? Kim sıktı benim güller kadar güzel kızımı?"
Abartılı sevgi sözcükleri, kalbimde de dilimde de hep eğreti durmuştu. Babamın dilinde gayet sıradan olmasının sebebi alışkanlığım mıydı yoksa bana yakışmıyor muydu bilmiyordum. Bunları düşünmemem konusunda kendimi telkin ettikten sonra Sinem'e bakmak yerine babama bakmaya başladım.
"Yok bir şey." dedi. Dişlerini sıkarak kurduğu cümle kalbimin ortasını delerken bakışlarımı babamdan alıp tabağıma çevirdim.
"Olmuş bir şey." dedi annem. "Benim gülme sebebimin yüzünü asmış birileri."
Masanın üzerinde duran çatalı masanın tam ortasına saplama isteği doğuruyordu bu cümleler. Tek bir cümlede bile eksik bıraksalar sanki birileri boğazlarına yapışacaktı.
"Yok bir şey anneciğim." dedi Sinem. Bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum.
Dilinden dökülen kelimeler bir şeyin olmadığını kanıtlamaya çalışıyor olsa da üzerimde hissettiğim bakışları tüm ev halkına durumun sorumlusunun ben olduğumu tüm çıplaklığıyla anlatıyordu.
"İlk göz ağrım." dedi babam. Boğuluyordum. Görünmez bir el bu kelimeleri duydukça boğazıma yapışıp nefesimi kesmeye uğraşıyordu.
"Hı?" diyebildim. Daha fazlasını söylemeye halim kalmamıştı. Boğazımdan beni tutan el bırak cümle kurdurmayı, nefes bile aldırmıyordu.
"Ne oldu anlatın hadi güzel kızlarım." dedi annem. Anlatılacak bir şey yoktu. Azad, zaten zar zor kurduğum düzeni tek cümlesiyle yıkıp arkasını dönüp çekip gitmişti.
"Yok bir şey dedim işte!" Sinem, boğazı yırtılırcasına bağırdı. Yerinden fırladı ve masada duran, yemeğin başından beri kesiştiği bardağı eline alarak arkamda duran duvara tüm gücüyle fırlattı.
Annem ve babam dehşetle yerinden fırlarken ben başımı öne bile çekmemiştim. Kırılan cam parçalarından biri, herhangi biri vücudumda bir kesiğe yol açsa yine aynı şekilde oturmaya devam ederdim.
"Kızım." diye seslendi annem Sinem'e. Bildiğim, duyduğum normal ailelerin, Sinem'in bu hareketine kızması gerekirken benim annem şefkat dolu ses tonuyla küçük kızının yanına gitti.
"Anlat ki çözüm bulalım Sinem'im."
Annem ve babam, sanki ben bu evde hiç var olmamışım gibi tüm dikkatlerini Sinem'e çevirdiklerinde yerimden sessizce kalktım.
Odama gitmek için adım attığım esnada babamın bana seslenmesiyle sırtım onlara dönük bir halde mutfak kapısında durdum.
Gözlerimi kapattım ve derin bir nefes aldım. İçime dolan hava, Sinem'in çığlıkları yüzünden bana keyif vermek yerine ciğerime batıyordu.
"Sevmiyor beni, hiç sevmiyor!" Sinem, kendini kaybetmiş gibi çığlıklar atarken hala sırtım onlara dönük duruyordum.
"Aylin'i bile seviyor, beni sevmiyor!"
Annem, kolumdan tutup beni odama doğru yönlendirdiğinde gülümsedim. Belki dedim kendi kendime, belki bana bağırır çağırır. Belki onlar da olumsuz duyguları tadabiliyorlardır. Onların yüreğinden tüm olumsuz duyguları söküp sadece kendi bedenime yüklememişimdir.
"Ne oldu Rüya?" dedi annem. Sıcacık bakışları gözlerimden geçip tüm damarlarımın içinde dolaşmaya başladı.
Hiçbir şey söylemeden yatağıma oturdum. İki elimi havaya kaldırdığımda söyleyecek bir şey olmadığını ona anlatmaya çabalıyordum. Konuşmak istemiyordum, anlatmak istemiyordum, sadece bu yatağın üzerinde durup anneme teşekkür etmek istiyordum. Teşekkür ederim anne, sevgisizliğimi bağrına bastığın için. Hatta öyle bir teşekkür ederim ki sen benim neye teşekkür ettiğimi bile anlamadan ben çoktan bu evden uzaklaşmış olurum.
"Azad neden kapımıza dayandı canımın içi?"
Mahallenin dedikodu kraliçesi, alt komşumuz Zeynep abladan bu durumun asla kaçmayacağını zaten biliyordum fakat anneme bu kadar çabuk anlatmasını da beklemiyordum. En azından bir gün süre tanır bana diye düşünmüştüm.
"Aylin bizdeydi, onu almaya geldi." dedim. Yalan değildi, Aylin'e kek yaptım diye kapıma dayanmıştı.
"Tartışmışsınız." dedi annem. Gülümsemesinin yüzünden asla eksilmemesi tüylerimi diken diken etti. Mesela çocukluk arkadaşım Ebru'nun annesi böyle bir şey duymuş olsa gülümsemekten çok uzakta olurdu. 'Mahallenin serserilerinin kapımızda ne işi var?' diyerek Ebru'ya bir süre sözleriyle işkence ederdi.
"Tartıştık." dedim. Annemin yüzüne bakmaktansa odamı incelemeyi tercih ettim ve bakışlarımı odamda gezdirmeye başladım.
"Sinem ile bir ilgisi var mı bebeğim?" diye sordu.
"Anne." dedim. Ses tonumun sinirli çıkmasına engel olamamıştım. "Her cümlede sevgi sözcüğü kullanmasanız olmuyor mu?"
"Neden? Rahatsız mı oldun prensesim?" dedi. Yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirse, imalı bir ses tonuyla kursa şu cümleyi çocuk gibi sevinerek yerimde zıplamaya başlardım. Her şey normaldi ve hala normal bir şekilde gülümsüyordu.
"Evet." dedim. Tırnaklarımı avucumun içine bastırdım. "Dayanamıyorum."
"Neden?" diye sordu annem. Sorusunun sonuna ekleyeceği, beni çıldırtan kelimelerden birini de son anda yuttu.
"Dayanamıyorum anne!" diye bağırdım. Bağırmamalıydım. Her şeyime sonsuz sevgi ve saygıyla katlanan aileme saygısızlık yapmamalıydım ama kendimi frenleyecek bir yol bulamıyordum.
"Dayanamıyorum anlıyor musun?" gözlerimden süzülmeye başlayan yaşlar, yanmakta olan yüzümü serinletirken annem donuk bir ifadeyle beni izliyordu. Sonunda dedim kendi kendime. Sonunda gülümsemeyi bırakabilmişti. Demek ki o da gülümsemek dışında başka bir ifadeye bürünebiliyordu.
"Neden?" diye sordu tekrar. Sorusunu cevap alana kadar tekrarlamayı planlıyor olabilirdi.
"Konuşmak istemiyorum." dedim. "Çünkü ben konuşunca, sizin o küçük kızınız duyduğu her şeyi kendine özel sanıyor!"
Sesimi alçaltmak istemiyordum. Her şeyi Sinem de duysun ve artık bana karşı aldığı tavrı bıraksın istiyordum.
Babamın odaya girdiğini gördüğümde tek dileğim sinirli olmasıydı. Sofrada otururken bir kardeşin ablasına doğru bardak fırlatmasına sinirli olmalıydı. Büyük kızının annesine bağırmasına sinir olmalıydı. Yüz ifadesinde ise şaşkınlık dışında hiçbir şey yoktu.
"Baba!" diye bağırdım. Tepkisiz bir halde kapının eşiğinde beni izlemeye başladığında Sinem de yaşlı gözleriyle onun arkasında belirmişti.
"Sen bana hiç bağırdın mı?" diye sordum yanaklarımı sırılsıklam eden yaşları silerken.
"Sen bana hiç kızdın mı?" dedim. Sorularımı cevaplayana kadar ardı arkası kesilmeden yenilerini ekleyebilirdim. Ağzını açmadı, başını olumsuz anlamda iki yana salladı.
"Neden?" dedim. "Sinem bardağı biraz aşağıya denk getirse kafamı yaracaktı." İki ebeveynimin de tepkisiz kalmasıyla gülmeye başladım.
"Baba!" dedim tekrar. "Baba ben bugüne kadar ne hatalar yaptım. Neden hiç kızmadın?"
Babam, öksürerek boğazını temizledi. Konuşmak için vakit kazanıyordu.
"Ben zamanında sana kızmamak için söz verdim." dedi.
"Kime?" dedim. "Kime verdiğin söz lisedeyken eve girdiğinde beni bir çocukla öpüşürken görmenden daha değerliydi?" Kendimi durduramıyordum. Kontrolüm artık bende değildi. Gözüm kararmıştı. Her şeyi söyleyebilirdim. Her şeyi haykırabilirdim sadece bir kez kızması için. Bana sinirlenebildiğini görmek için tüm olayları tekrar hatırlatabilirdim.
"Ya baba!" diye bağırdım. "Senin kime verdiğin söz 14 yaşındaki kızın için 'Ergenlik çağında olur böyle şeyler, iyi insanlar seçsin.' dedirtebildi sana?"
Bakışlarını kaçırdı. Benimle göz göze gelmek istemiyordu. Birkaç adım atıp önünde durduğumda benimle göz teması kurmak zorunda kaldı.
"Kime verdiğin söz yaptırdı sana bunu anlatsana bana?" diye sordum tüm sakinliğimle.
"Sen benim babamsın. Nasıl hiçbir şey yokmuş gibi devam ettin ya?"
"Kızım yeter." dedi annem. Ses tonunda gizli olan nezaket saçlarımı yolmaya başlamama sebep oldu.
"Anne!" dedim. "Anne bu kız." dedim. İşaret parmağım Sinem'i gösterdiğinde Sinem şaşkınlıkla beni izliyordu. "Bu kız iki ay önce arkadaşında ders çalışacağını söylediğinde eve zil zurna sarhoş geldi."
Derin bir nefes aldım. Sakinleş Rüya diyerek kendime komut versem de bir işe yaramıyordu.
"Sen reşit olmayan kızına 'İzin istesen izin verirdik kızım.' dedin."
Annemle babamın konuşmaya başlamasını beklesem de karşı bir atak gelmeyince gülmeye başladım.
"Sizin kafanız mı güzel? Çocuk yetiştirmek bu değil!" diye bağırdım. "Çocuk yetiştirmek, sizin sayenizde dünyaya gelebilmiş birinin her istediğine kafa sallamak, her yanlışına göz yummak demek değil!"
"Abla!" dedi Sinem. En azından bu evde hala sinirlenen birileri vardı.
"Annem ve babamla böyle konuşamazsın!"
Gülümsedim. Konuşmanın başından beri ilk kez gerçekten hissederek gülümsedim. Sonunda biri normal insan sınırlarında tepki vermeyi başarmıştı.
"Çıkın." dedim. "Odamdan çıkın."
💫
Pijamalarımı çıkartıp siyah taytımla füme rengi bol sweatimi giydikten sonra topuz yaptığım saçlarımı özgürlüğüne kavuşturdum ve bir süre aynada kendimi inceledim. Kırmızılaşmış gözlerim, aldığım yenilgiyi etrafa haykırmak ister gibiydi.
Telefonumu elime alarak Ebru ve Özge ile olan WhatsApp grubumuza mesaj attım.
"Aşağı iniyorum, gelmek isteyen varsa gelebilir."
Bir dakika bile geçmeden Ebru yazıyor... olarak gözükünce güldüm. Ona ulaşamadığım zaman dilimi yok gibiydi. Günün her saatinde ulaşılabilir olması beni güvende hissettiriyordu.
"Koş çekirdek al o zaman. Ben çay demleyip geliyorum." Ebru, termosu olmadan hiçbir yere gitmeyeceğini bir kez daha kanıtlarken Özge'nin mesajı geldi.
"Acil bir durum yoksa ben gelmesem?" Özge'nin mesajını okuduğum gibi ekrana Ebru'nun mesajı düştü.
"Nedenmiş o?"
"İşten yeni geldim sayılır. Yorgunum kızlar." dedi Özge. Tam dinlen sen diyerek cevaplayacağım esnada on parmak Ebru benden önce davrandı.
"Dedikoduları da patronundan alırsın canım. Hadi baaaay!"
Ebru'nun mesajıyla gülmeye başladığımda telefonun tuş kilidini kapatıp odamdan çıktım. Sinem odasındaydı. Annemle babam ise salonda oturmuş televizyon izliyorlardı.
"Ben dışarı çıkıyorum, mahalledeyim." diyerek onlara seslendikten sonra ayakkabılıktan beyaz spor ayakkabımı aldım ve kapıyı açtım. Babamın içeriden onay veren sesini duymamla da ayakkabılarımı ayağıma geçirip merdivenlere yöneldim.
Sweatimin cebinden yükselen mesaj sesiyle telefonu elime aldığımda dedikodu haberinin Özge'ye de evinden çıkma kararını aldırdığını gördüğümde güldüm.
Apartmandan çıktığımda arkamı dönüp apartmana genel bir bakış attım. Her balkondan sarkan çiçek saksıları, Huzur Apartmanı'nın adının hakkını veriyordu. Rengarenk çiçekler, ışığı yanan evlerin içinden gelen gülme sesleri mahalleyi ısıtıyordu.
Bakkalın önüne geldiğimde, bakkalın sağ kısmında duran dört sandalyeden tekinde Azad'ın oturduğunu gördüm. Eğer bugün hiç yaşanmamış olsaydı, başımla selam vererek bakkala girerdim. Onunla hiç temas etmeden, konuşmadan mahalle hayatım çok daha keyifliydi.
Sağ ayak bileği sol dizine gelecek şekilde oturmuş, bir elinde sigarası diğer elinde tuttuğu bira şişesiyle bana bakıyordu. Saçları dağılmış, gömleğinin birkaç düğmesini açmıştı. Saatler önce bana hesap soran, Aylin'in düzgün giyimli mühendis abisi bir yerlere saklanmıştı ve yerine mahallenin abisi Azad gelmişti.
Bakkala ilk adımımı atmak üzereyken işittiğim ismim, onun dudaklarından sakince dökülmüştü. Seslenişini duymamış gibi yaparak devam ettim. İki paket çekirdeğin parasını ödeyerek bakkaldan çıktığımda oturduğu yere bakmamak için dirensem de neden seslendiğini merak ediyordum. Kaçamak bakışlarla ona baktığımda, onun da gözlerinin üzerimde olduğunu fark eder etmez önüme bakarak yürümeye başladım.
"Rüya." dedi Azad. Sesi, güçsüzdü. Kapıma dayanıp bana haykıran sese sahip adam, neredeyse fısıldayarak konuşuyordu.
"Rüya." dedi tekrar. Belki de duymadığımı düşünmüştü. Yüzümü ona döndüğümde, elindeki bira şişesini kafasına dikmişti. Cevap verme tenezzülünde dahi bulunmadan sadece ona bakıyordum.
"Konuşalım mı?" diye sordu kibarca. Nezaketle başladığı konuşmaların nasıl bittiğine şahit olmamış olsaydım kesinlikle inanırdım bu tavırlarına.
"Buyur." dedim. Bir adım bile atmamıştım yaklaşmak için. Aradaki mesafeyi koruyordum.
"Otursana." dedi. Yanındaki sandalyeye elini koymuş cevap vermemi bekliyordu.
"Böyle iyi." dedim. Bu cesareti nereden aldığını anlamamıştım. Neyin rahatlığıydı bu tam olarak?
"Rüya." dedi yine nazikçe. "Otur öyle konuşalım."
Pes etmeyeceğini anladığımda yavaş adımlarla yanına ulaştım. Sandalyeyi geriye doğru çekerek ondan uzaklaştırdım ve çaprazına oturdum.
"Dinliyorum." dedim. Mahallenin ortasında tartışmak istemiyordum. Bu yüzden de içimden dua ediyordum. Beni çileden çıkartmamasını dileyerek kollarımı göğsümde birleştirdim.
Sigara paketini bana doğru uzatarak "İçer misin?" diye sordu. Başımı hayır anlamına gelecek şekilde salladım.
"Mahallenin temiz kızı demek." dedi gülerek.
"Sigara içmek kötü insan mı yapıyor?" Azad, sorduğum soruyla bir an afalladı. Yüz ifadesindeki geçişler, içten içe eğlenmemi sağlıyordu.
"Yok." dedi telaşla. "Öyle değil." diye ekledi.
Cevap vermeden ona bakmaya başladığımda dudaklarına yerleştirdiği sigarayı alevlendirdi. İçine çektiği dumanın özgürlüğüne kavuşmasını izlemeye daldığım esnada sesiyle kendime geldim.
"Teşekkür ederim." dedi. Yüzüme hakim olmuş alaycı gülümseme, onun için cevap sayılabilirdi.
"Ciddiyim." dedi. Gülümsememden hiçbir şey eksiltmeden cevap verdim. "Hadi ya."
Dalga geçer gibi kurduğum cümleyle birlikte tek kaşımın havalanmasına engel olamadım. O benimle konuşurken alay edermiş gibi dengesizleşiyorsa benim de onunla alay etmemde bir problem yoktu.
"Gerçekten mi?" diye sordu. Yüzündeki gerginlik istemsizce mutlu hissetmemi sağlıyordu.
"Hadi Azad ya. Cidden hadi yani." dedim. Oturduğum sandalyeden kalktım. Kızlar aşağı inmek üzereyken ben oturup Azad beyin gelgitlerini çekemezdim.
"Biraz benim açımdan baksan anlardın tepkimi." dedi. "Ama görüyorum ki fazla önyargılısın."
"O kadar umurumda değil ki. Sen kendi kardeşin için başkalarının kardeşlerini harcamaktan gocunmayacak birisin."
Duyduğu cümleyle birasını tekrar kafasına dikti.
"Sinem benim de kardeşim sayılır." dedi ağzında biriken sıvıyı yuttuktan hemen sonra. "Ben onu üzecek bir şeyi bilerek yapmam." diye ekledi.
"Azad." dedim. Az önceki eğlenen halim yerini dişlerini sıkan Rüya'ya bırakmıştı.
"Sinem senin kardeşin falan sayılmaz. Mahallede millet sana abi diyor diye kendini bu kadar kaptırma."
Gülümsedi. Alay etmek için değil. İçten bir şekilde gülümsedi. Dudaklarının kıvrılışını dikkatle izlerken onun da tüm dikkatiyle beni izlediğini fark ettim. Kafamı hızlıca iki yana sallayarak tekrar yüzüne baktım.
"Sinem, mahalledeki diğer 'abi' diyen insanlardan çok daha üst kademede benim için." dedi. Sigarasından ciğerlerine ulaşması için çektiği nefesin hemen ardından gülümsemesini tekrar yerleştirdi yüzüne. Sanki mahalleyi aydınlatan sokak lambaları tüm ışığını onun yüzüne yöneltmişti.
"Sinem'in duyacağını tahmin edebilsem asla kurmazdım o cümleyi."
"Aynen." dedim kahkahalarım eşliğinde. "Sarayda yaşadığımız için Sinem'in kapıda konuşulanı duyması çok zordu."
Gülmeyi kesip birden ciddileşmemle Azad'ın kaşları çatıldı.
"Özür dilemek istiyorum." dedi.
"Dile de gideyim o zaman hadi." dedim. Dağınık görüntüsünün aksine, koyu kahverengi gözleri ışıldıyordu.
"Kabul edecek misin ki?" diye sordu heyecanla.
"Sinem ile yakınlığınızın sebebini anlatırsan düşünebilirim." dedim. "Aylin ile görüşmelerime de karışmayacaksın."
Kahkaha atan taraf Azad olmuştu. Güldükçe, saç spreyinin etkisinden kurtulan saçları öne doğru düşüyordu. Elini saçına atarak saçlarını parmakları aracılığıyla yukarı doğru taradı.
"Aylin meselesi de başka günün konusu olsun." dedi ve az önce kalktığım sandalyeyi işaret etti.
"Otur da anlatayım." dedi.
"Kızlar bekliyor." dedim. "Başka zaman denk gelirsek anlatırsın. Bence sen de burada daha fazla oyalanmadan kardeşinin yanına git."
Arkamı dönmüş gitmek üzereyken Azad'ın sesiyle olduğum yerde kaldım.
"Sana kızmakla o kadar meşgul olmuşum ki Aylin'in 5 dakika sınırını aşmışım. O uyumadan bu gece eve girmem imkansız."
Şaşkınlıkla yüzümü Azad'a döndüğümde yüzünde acı dolu bir tebessüm vardı. "Ciddi misin?" diye sordum. Başını aşağı yukarı salladığında gülmeme engel olamadım.
"Azad abi!" dedi arkamdan gelen ses. Omzumun üzerinden arkama baktığımda benden bir iki yaş küçük olduğunu hatırladığım Yakup'u gördüm. Hemen yanında da arkadaşı Erkan duruyordu.
"Bana müsaade." diyerek arkamı dönüp apartmanın önünde beni bekleyen Ebru ve Özge'nin yanına doğru adımlamaya başladım.
💫
Azad ile yaşanan olayları anlattığım süre zarfında Özge ve Ebru adeta Cennet Mahallesi Pembe misali ses çıkartmadan, çekirdek çitleyerek beni dinledi.
Fazlasıyla iştahlı bir şekilde çekirdekle haşır neşir olmaları yer yer dikkatimi dağıtmış olsa da sadece gülerek olayları anlatmaya devam etmiştim.
"Bu kadar." dedim. Tüm olayı dinlemeden yorum yapmamak gibi bir huyları olduğundan anlattığım her olayda son noktayı koyup bittiğini belirtmem gerekiyordu.
"Olayı biliyordum da detaylarını ve sonrasını duymak iyi oldu." dedi Ebru. Surat ifadesindeki ciddiliğe ters düşen, elindeki çekirdek çöpüyle dolu poşetti.
"Mahallede uçan kuştan haberdar olmak zorunda değilsin." dedi Özge. Avucunda kalmış çekirdekleri Ebru'nun çekirdek dolu eline bıraktı ve tüm dikkatini bana verdi.
"Her şey çabuk yayılıyor bu mahallede. Benim suçum ne?" dedi Ebru.
Üçümüz de gülmeye başladığımızda Ebru da çekirdekleri pakete doldurup yanına koydu.
"Azad abiye bak sen ya kapıya dayanıp hesap soracak biri de değil aslında." dedi Ebru. Şaşırmıştı.
"Ne abisi ya?" dedim sertçe. "Herkes tutturmuş bir abi lafı gidiyor. Kaç yaş var sanki aramızda o kim ki abin olacak senin?" diye ekledim.
"Benimle 3, seninle 4, Ebru ile 5 yaş fark var." dedi Özge.
"Ay ciddi olamazsın!" diye kıkırdadı Ebru. "Salak, ondan mı bahsetti Rüya?"
Özge, Ebru'ya göz devirdi. Ebru da Özge'ye dil çıkartarak karşılık verdi.
"Büyümeyeceksiniz hiç." dedim gülerek. "Azad'a abi demeniz çok normal."
"Bakarsın abimiz, eniştemiz olur." Ebru, göz kırparak konuştu.
"Eniştemiz olsun da sen de kankasını bana yap be Rüya." dedi Özge. İç çekerek kurduğu cümleye Ebru kahkaha atarken, bu sefer göz deviren ben olmuştum.
"Saçmalamayın ya." dedim. "Ne eniştesi? Şu kadar olaydan cidden bunu mu çıkarttınız?"
"Ulan bir tane enişte göremeden ölüp gideceğiz. Adını andığın her erkeği sana yakıştırmaktan canımız çıktı bir sen yakıştıramıyorsun!" dedi Ebru sitemle.
"Lisede vardı ya kızım bir tane. Babası basmıştı hani." Özge, gözünden yaş gelene kadar hatırlattığı olaya gülerken ben şakaklarımı ovmakla meşguldüm. Bu kadar gülecek bir şey göremiyordum.
"Lisedeki iki günlük oğlanları enişte listeme alamıyorum kusura bakma." dedi Ebru. O da en az Özge kadar gülmüştü ve gülmekten cümleyi üç farklı seferde anca toparlayabilmişti.
"Size de bir şey anlatmaya gelmiyor valla ya. Hemen işi dalgaya vuruyorsunuz." Yüzüm asık bir şekilde konuşmam, ikisinin de toparlanmasına sebep oldu.
"Aylin'i kıskanmıştır." dedi Ebru. "Sonuçta hepimiz Aylin'i seviyoruz ama kolundan tutup da evimize götürmüyoruz." Ebru, kıskanma fikrine bir dayanak bulmaya çalışırken saçmalıyordu. Bunun farkına varması da çok uzun sürmedi.
"Ne bileyim be! Azad abinin beyni nasıl çalışıyor anlamadım." Ebru, Azad'a abi diyerek iyice sınırlarımı zorlamaya başladı.
"Senin Azad abinin bir beyni olmayabilir Ebru'cuğum." dedim.
"Sinem'e olan olmuş yazık." dedi Özge. Sinem'i hatırlamam tekrar üzülmeme sebep oldu. Kendimi ona açıklayamamak beni en çok yoran olaydı.
"Aman ya ergen işte, unutur bir iki yıla." dedi Ebru.
Özge, Ebru'nun koluna vurdu ve "İki yaşında bebek mi bu büyüyünce unutsun?" dedi. Ebru, kolunu tutup yalandan acı çekiyormuş gibi yaptığında çoktan onlardan soyutlanmış, Sinem'in küçüklük halini düşünmeye başlamıştım.
Boncuk gözleriyle etrafa kahkahalar saçan kız çocuğu dönüyordu zihnimde. Öndeki iki dişi, damağından yeni yeni çıkmaya başlamıştı. Her şey o dönemlerde çok daha kolaydı ve ben o zamanlar bunun farkında değildim.
"Daldı bu yine." Ebru elini gözümün önünde sallıyordu. Gözümü hızlıca iki kez kırptıktan sonra Sinem'in gülümseyen yüzünün olduğu anıdan bana endişeyle bakan arkadaşlarımın yanına dönmüştüm.
"Yok bir şey." dedim. Parmaklarım buz tutmuş gibiydi. Sweatimin kolunu parmak uçlarıma kadar çektim. Eve gitmek istiyordum.
"Azad'ı diyorum." dedi Özge. "Kendine ayarla da benim de işim görülsün."
Göz devirdim. Hatta defalarca kez göz devirsem Özge'ye yetmezdi.
"Var mısın iddiaya?" dedi Ebru. Anlamsız gözlerle suratına bakmaya başladığımda ikisi de güldü.
"Sen Azad abiyi tavlayamazsın." dedi. "Eğer tavlarsan sana o çok istediğin ayakkabıyı alırım." Ebru, dalga muhabbetini iyice çirkinleştiriyordu.
"Yokum." dedim. "Tavlayamayacağımdan da değil, iğrençleşmek istemediğimden."
"Abartma." dedi Özge. Tepkime anlam veremeyişine daha da sinirlendim.
"Ne abartma Özge? Üç erkeğin masasında iddia malzemesi olsan hoşuna gitmez diye düşünüyorum." dedim. İkisinden de cevap gelmeyince devam ettim. "O zaman siz de başkalarını kendi masanıza iddia malzemesi yapmayın."
Yerimden kalktım ve 'İyi akşamlar.' dedikten sonra apartmana doğru yürümeye başladım.
Eve girdiğimde, tüm ışıklar kapalıydı. Sessiz hareket etmeye çalışarak odama geçtim. Üstümü değiştirip, pijamalarımı giyer giymez yatağımın içine kıvrıldım. Telefonumu titreşim moduna aldıktan sonra yastığımın altına koydum ve gözlerimi kapattım. Birkaç dakika sonra, telefon yastığın altında olduğundan bizzat kafamın içinde hissettiğim titreşimle telefona parmağımı okutarak ekranı açtım ve bildirim çubuğunu aşağıya çektim.
Azad Gümüşay seni takip etmek istiyor.
GÖRÜŞMEK ÜZERE!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro