Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

29. Bölüm

Hoş geldiniz! Umarım keyifler yerindedir. ❤️

Hafta sonu sınava girecek olan herkese başarılar dilerim. Unutmayın, bu sınav öyle herkesin abarttığı gibi "Hayatınızın sınavı!" değil. Evet, önemli ama sizden önemli asla değil.

Lütfen stres yapmayalım, vakitlice uyuyun ve uykunuzu alarak uyanın. Benim size güvenim tam. Yapabilirsiniz. Yapamazsanız da olabilir böyle şeyler ❤️ Üzülmek yok, iki gün sonra özgürsünüz.

Sizi seviyorum, umarım her şey gönlünüze göre olur ve istediğiniz okullarda istediğiniz bölümleri okuyabilirsiniz ❤️

Bir taze üniversite mezunu olarak tavsiyem de eğer gerçekten çok istediğiniz bir bölüm varsa lütfen 'tutmuyor puanım şunu okuyayım' diyerek son saniye kararları vermeyin 😔

MOTİVASYON KONUŞMASI YETERLİ GELMEDİYSE SİZİ MESAJ KUTUMA ALABİLİRİM AMA ARTIK BÖLÜME GEÇME ZAMANI.

K E Y İ F L İ O K U M A L A R ❤️ Oyları unutmayalım.

💫

Giray sinirini belli edecek düzeyde karşımda oturuyordu ama sinirinden öte belli ettiği duygu telaştı. Ellerini nereye koyacağına bir türlü karar veremediğinden bir önündeki kahve fincanına uzanıyor bir masanın üzerine bırakıyordu.

Boş gözlerle ona baktığımın farkında olduğuna emindim. Sağ gözümde hissettiğim ağrı başka bir mimik takınmama fırsat vermiyordu. Fırsatım olsaydı da bir tepki verebilir miydim emin değildim.

Bizi birbirimizden ayıran bej rengi masa değildi. Bizi birbirimizden ayıran aramızda var olduğunu sandığımız kan bağının gerçek olmamasıydı.

Giray, benim kuzenim değildi. Sinem kardeşim değildi. Ben hepsi için bir yabancı olmaktan öteye gidemeyeceğim o eşiği geçmiştim ve dönüşü yoktu.

Buluşmak için seçtiği lüks kafede insan sayısı azdı. Sessiz sakin bir yer olması beni bir miktar rahatlatmıştı. Ruh halimin beni hangi girdaba sürükleyeceğinden emin değildim çünkü. İyi olmadığımı bildiğim kadar iyi olduğumu da biliyordum. Yaşadığım tüm olayları göz önüne aldığımda kendimi güçlü hissetmek zorundaydım ve omuzlarıma yüklediğim bu sorumluluk dayanma gücümü istemsizce düşürüyordu.

"Nerede kalıyorsun?" diye sordu Giray. Yüz ifadesindeki masumluğu görünce gülümsedim. Nerede kalınırdı ki böyle bir durumda gerçekten? Ya da ne yapılırdı? Sakince oturuşum tahminen beni ne zaman derin bir fırtınaya sürüklerdi?

"Kalıyorum işte bir yerde." dedim. Utku'nun yanında olduğumu bilmesini istemiyordum. İçten içe soruyu babamın ya da annemin sordurduğunu düşünmek istemiştim. Gerçekleri bile bile yine kendimi bir yalan inandırmak kolay olandı. Sanki Giray'a nerede olduğumu söylemesem babam beni arayıp 'Neredesin?' diyecekti.

Öyle boş bir umuttu içimi kasıp kavuran...

"Rüya," dedi. Dilinin ucuna gelen şey her neyse onu söylemekten son anda vazgeçip susmuştu.

Ellerini tekrar kahve fincanıyla buluşturdu ve bu sefer fincanı dudakları ile de buluşturmayı başardı.

"Bir şey sorabilir miyim?" dedim tereddütle. Başını salladı.

Nasıl soracağımı bilmiyordum ama içimi kemiren merak duygusuyla başa çıkamıyordum. Ercüment'in "Azad!" haykırışını duyalı on beş saatten fazla olmuştu ama ben Ercüment'i aramaya cesaret edememiştim. Azad'ı aramak istemediğim için de onu sorabileceğim tek kişi 'eski' kuzenim Giray idi.

"Son zamanlarda mahallede bir şeyler duydun mu?" diye sordum çekinerek.

Anlamsız gözlerle bana bakmaya başladı. Mahallede neler duymuştu ya da hangi olay onu ilgilendirmişti bilmiyordum.

Azad'a ne olduğunun yanı sıra Sinem'in neden telefonlarımı açmadığını biliyor muydu mesela? Özge'nin bir kez bile beni neden sormadığı hakkında bir fikri var mıydı? Alt komşumuz Zeynep Teyze hakkımda ne düşünüyordu? Hatice Teyze benden nefret ediyor muydu? Aylin öğrenmiş miydi abisini aslında hiç sevmediğimi?

"Anlamadım?" Giray, detay vermemi istercesine sorusunu sorduğunda dudaklarımı aşağı kıvırıp üzgün bir ifadeyle ona baktım.

"Beni soran oldu mu?" diyebildim sadece.

Annem beni sormuş muydu?

"Oldu." dedi ve alt dudağını dişlemeye başladı. Dudağında kalkan deriyi dişleriyle soymaya çalışıyordu. Gözlerindeki yorgun ifade ona hiç yakışmıyordu. Ne kadar uykusuz kaldığını kestiremiyordum ama bir süredir rahat bir uyku çekemediğini anlayabiliyordum.

"Kim?" diye sordum hevesle.

Merak edilmeye ihtiyacım vardı. İnsanlar öyle beni unutup hayatına devam etmiş olamazlardı, olmamalılardı. Ben hiçbirini unutamamışken benden bir çırpıda vazgeçemezlerdi.

"Konumuz bu değil." dedi gülümseyerek. "Nerede kalıyorsun? Paran var mı? İyi misin?"

"İyiyim." dedim ve sırtımı fazlasıyla rahat olan koltuğa yasladım. Dakikalardır kambur oturmamdan kaynaklı sırt ağrısı dik duruşumla kendini iyice belli ettiğinde oturuşumu iyice dikleştirdim.

"Benimle karşı cephelerde savaşmak zorunda değilsin. Sırtındaki yükleri paylaşabiliriz."

"Paylaşamayız Giray!" dedim aniden gelen öfkeyle. "Paylaşamayız." sesimin desibelini biraz kısmayı başarabilmiştim.

"Öyle güzel paylaşırız ki öyle güzel hafiflersin ki kuş gibi olursun." dedi gülümseyerek. Yüzündeki gülümsemenin iğreti durduğundan haberi olsaydı kendini bu kadar zorlamazdı.

Elini masanın üzerinden bana uzattığında başımı iki yana salladım. "Biz kuzen değiliz Giray."

"Öyleyiz." dedi. "Biz kuzeniz."

Başımı tekrar iki yana salladım.

"Değil annen baban tüm dünya inkar etse biz yine kuzeniz, kardeşiz."

"O işler öyle olmuyor Giray." dedim gülerek.

Masanın üzerinden uzattığı elini geri çekti. Önce sinirle ardından da tüm hüznüyle gözlerime baktı. Haklı olduğumu içten içe kabul ediyor olmalıydı. Haklı olduğumu biliyordu da.

"Peki." dedi. "Peki, kuzen değiliz. Ama sen benim en yakın arkadaşımsın."

"Azad ile ilgili bir şey duydun mu?" dedim daha fazla dayanamayarak. Giray hayal kırıklığıyla yüzüme baktı.

"Cidden mi?" dedi sinirle. "Seni bu duruma getiren beyinsizi mi soruyorsun bana?"

"Senin gibi yanlış kişiyi suçlamayı tercih etmiyorum. Beni bu duruma Azad değil annem ve babam getirdi. Hatta belki amcam getirdi, yengem getirdi, halam da olabilir. Ama Azad getirmedi."

Başını geriye yatırıp birkaç saniye öylece kaldı. Kabul edemediği gerçekler vardı ve bunlardan biri de babasının yıllarca bize yalan söylediğiydi.

"Azad gelmeseydi..."

"Bugün olmasa üç ay sonra olacaktı Giray. Ne fark eder?"

Hiçbir şey söyleyemedi. Haklı olduğumun farkında olmak onu yaralıyordu. Azad'ı suçlamak ailesini suçlamaktan çok daha basit geliyordu ona. Biricik ailesine toz kondurmak çok zordu. Ben o tozları önce kondurup sonra üfleyerek yok etmiştim.

Öldürmüyordu.

Aynı zamanda güçlendirmiyordu da.

"Amcam biliyor muymuş?" dedim tereddüt etmeden. Aslında bu soruyu sorarken sesim titremeliydi, bir miktar çekinmeliydim. Amcamın bana yalan söylemiş olmasını kabullenmek pek mümkün olmayacaktı.

Giray hafifçe başını salladı. Dikkatlice yüzüne bakmıyor olsam beni onayladığını anlayamazdım bile.

"Bize hiçbir şey söylemediler Rüya yemin ederim."

"Bilsen de sorun değil." dedim.

Gerçekten sorun değildi. Aksine Giray böyle bir yükle yıllarca yaşamadığı için onun adına mutluydum. Kuzen olmadığımızı biliyor olsaydı böyle bir bağ kuramayabilirdik aramızda.

"Azad," dedi ve göz devirdi. "Dün bir kavgaya karışmış. Nezarette yatmış gece."

Panikle dudaklarımı araladığımda Giray devam etti. "Korkma, Azad'ın bir şeyi yok."

"Kimle kavga etmiş?" diye sorarken bir yandan da Azad'ın gerçekten kontrolsüz bir insan olduğunu düşünüyordum. Sinir anında kendine engel olamadığını, o çizginin ne olduğunu henüz çözememiştim ama sağının solunun belli olmadığı çok netti.

"Babasıyla."

Giray önemsiz bir şeyden bahseder gibi omuzlarını silktiğinde elim istemsizce masanın üzerinde ters duran telefonuma gitti.

Babasıyla...
Babası...

Ekran kilidini açtığımda bir süre kalakaldım. Azad'ı aramaya hakkım yoktu. Onu sormaya, ne olduğunu merak etmeye hakkım yoktu. Arayıp diyebileceğim bir şey aklıma gelmiyordu.

Azad, babasıyla karşılaşmıştı.

"Babası mı?" dedim telaşla. "Emin misin babası olduğuna?"

"Evet Sinem söyledi." dedi Giray ve anlamsızca bakmaya devam etti.

Sinem birileriyle konuşuyordu, benimle değil.

"Kalkalım mı?" diye sordum.

"Azad'ı aramayacaksın değil mi Rüya?"

Başımı olumsuz anlamda salladım ve yerimden kalkıp Giray'a sarıldım. Yapılı vücuduyla buluşan vücudum tüm duygu karmaşasını bir arada yaşamaya başladı. Giray benim kuzenim değildi. Giray yabancı olmasını en son istediğim kişiydi ve benim için yabancıydı.

Ağlamaya başlayacağımı fark ettiğim gibi sarılmayı bırakarak hızlı adımlarla kafeden çıktım.

Gitmem gereken yeri biliyordum.

Azad'ı bulamasam da onun varlığına nerede erişebileceğimi çözebilmiştim.

Koşar adımlarla yürümeye başladığımda sadece bir kez gittiğim yerin adresinin aklıma kazındığını fark ettim. Ayaklarım beni yönlendiriyordu ve ben Azad'ın bana aşka inanıp inanmadığımı sorduğu o yere gidiyordum.

Babasından bahsederken nefretini haykırdığı o eski püskü binanın terasında Azad'ı bulamasam da içinde ona acı veren kırıntıları bulacağımdan emindim. Yaralarımız aynı yerden kanamıyor olsa da yaralarımızı açan kişilerin sıfatları birbirine benziyordu.

Azad, bana ne kadar kızgın ve kırgınsa babasına da o kadar kızgın ve kırgındı. Sevdiği iki insanın yakın tarihte bu kadar canını yakmasının onda açacağı etkileri algılayamıyordum. Çünkü ben neye üzüldüğümü bile bilmiyordum. Ailem ile bir daha asla bir araya gelemeyecek oluşum düşünüldüğü kadar beni yaralamıyordu. Gerçek annemi bir daha göremeyecek oluşum, hiçbir zaman onu tanımayışımdı beni yıpratan.

Azad babasını bir kez daha görmek istemiş miydi hiç? Her şey eskisi gibi olsun ve hayatları rayında ilerlesin istiyor muydu?

Ben istiyordum.

Babamın midemi bulandıran sevgi sözcükleriyle bir arada yaşamaya devam edip onu gerçek babam sanmayı çok istiyordum.

Gerçek babamı tanıyamamak, üvey babamın sahte sevgi sözcüklerinden daha çok acıtıyordu.

Dakikalarca yürüdüğüm yolun sonunda kliniğin önüne geldiğimde gülümseyerek aralık duran kapıya baktım. Nefesimi düzene sokmayı başarabilmek adına ellerimi dizime yasladım ve biraz soluklandım.

Kapıyı yavaşça iterek sonuna kadar açılmasını sağladım. İlk geldiğimde olduğu gibi her yer aynıydı. Merdiven bugün de bana güven hissi vermiyordu. Hızlı adımlarla, biraz da korkarak merdivenleri çıkmayı başardığımda terasa açılan kapının önündeydim. Kapıyı sakince açıp terasa çıktım.

Başımı sol tarafımda hissettiğim gölgeye panikle çevirdiğimde iki eli de sargı beziyle sarılmış, şaşkınca bana bakan Azad'ı gördüm.

Azad'ı görene kadar ona söylemek istediğim, haykırmak istediğim o kadar şey vardı ki...

Aniden karşıma çıktığında kalbimin atış hızı değişiklik gösterdi, dudaklarım şaşkınlıkla aralandı ve birkaç saniye nefes alamadım.

Azad, karşımda duruyordu.

Son görüşümden sonra onu bir daha görmeyeceğime dair kendimi o kadar inandırmıştım ki ne yapacağımı bilemiyordum. Tek yapabildiğim iki elimi üst üste göğsümün üzerine yerleştirmek oldu.

Gerçek gibi değildi.

Tüm yakışıklılığı ve çekiciliğiyle tepkisizce beni izliyordu.

Gözlerime hücum eden yaşlardan gitmelerini istemeye hakkım yok gibi geldi. Kapıma dayandığı geceyi günlerdir sürekli zihnimin içinde tekrarlıyordum. Yaşananları silemeyeceğimi bildiğim için kendime de ona da kızmayı bırakmıştım.

Kırgındım.

Çünkü iddiaya girmemiştim.

Söylediği her şeyi aşardım, unuturdum. Ama onu para malzemesi yaptığımı düşünebilecek kadar beni tanımamış olmasına inanmak istemiyordum.

Yavaşça yerinden kalktı. Birkaç adım ötemde durmuş beni izliyordu. Gözlerimden akmaya başlayan yaşlar onun karşısında kendimi aşağılık biriymişçesine hissetmemi sağlıyordu fakat umurumda değildi.

"Rüya?" dedi titrek bir sesle. Dudaklarımı birbirine sıkıca bastırdım. Hıçkırmak istemiyordum. Şu an hıçkıra hıçkıra ağlamak yanlış bir seçim olurdu.

Bir adım attı, durdu. Gözlerim ellerine takıldığında iki elini de arkasına gizledi.

Gözlerim gözlerini bulduğunda almaya çalıştığım derin nefes canımı yaktı, göğsüme saplandı.

İsminin dudaklarımdan dökülmesi daha çok canımı yakacaktı. Ya da bu sadece benim kuruntumdu.

Bir adım daha attı. Korkak bakışlarımı üzerinde gezdirmeye devam ettim.

"Sevmiyorum." dedim bağırarak. "Seni değil, kimseyi sevmiyorum!"

Başını hızla sallamaya başladı. "Sus." dedi.

"Sevemiyorum." dedim. Hızlı hızlı akan yaşlar canımı yakıyordu.

İki elini kulaklarına kapattı. "N'olur sus." dedi.

"Sevmiyor oluşun yeteri kadar zor. Bir de sen söyleme."

Ne yapacağımı bilemez şekilde sadece sustum. Sevmiyor oluşum sadece Azad'a zor geliyor olsaydı içimde bu acıyı hissetmezdim. Yaralarımı sarmak için derin bir çabaya girmezdim.

Yalnızca Azad'ın acısı olsaydı bu durum kendimi burada bulmazdım.

Çekingen adımlarla yanına yaklaştığımda sargılı ellerine uzandım. Temas ettiğimiz anda Azad'ın gözlerinde anlık bir heyecan gördüm zannettim. Arkasından o gözlere yerleşen tanıdık hüzün, gerçek dünyadan kopmamı engelledi.

Koltuğa tekrar oturduğunda onu takip ederek yanına oturdum. Tekrar eline uzanıp tuttuğumda "Yapma." dedi ama elini çekmedi. "Yapma." diye mırıldandı.

Ellerimi elinden çektim. Ona dokunmaya hakkım yoktu. Onun yerinde ben olsaydım tüm bu yaşananlardan sonra yüzüme dahi bakmazdım ama o bakıyordu. Siniri geçmişti belki. Ya kırgınlığı?

Geçmezdi. Kalbindeki bütün odacıklar benden nefret ediyordu. Vücudunda dolaşan bütün damarlar benim varlığımdan rahatsızdı.

Keşke haklı olmasaydı.

Keşke onu seviyor olsaydım.

"Eline ne oldu?" diye sordum bilmiyormuş gibi.

Bakışlarını bana çevirdi. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.

"Son kez sarılalım mı?" dedi ağlayarak.

'Son' diye bir kelimenin varlığını tüm sözlüklerden silmek istedim.

Ellerimi büyük bir hasretle boynuna doladığımda kulağına "Son olmasın." diye fısıldadım.

Saçlarımı kokladı, başıma bir öpücük bıraktı. Sarılmamız noktalanmadan alnını alnıma yasladı. İkimizin gözünden akan yaşlar aynı anda yere düşüyordu.

"Son." dedi zorla konuşarak ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Dudaklarını kavrayabilmek için dudağımı araladığımda geri çekildi. Yerinden kalktı. Hafifçe gülümsedi. "Oysa beni seviyorsun ama bunun farkında değilsin." Gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. "Nazım Hikmet fazla umutlu ve iddialıymış bu sözleri söylerken. Seni tanısa, çok üzülürdü."

Terasın kapısından çıkarken son kez bana baktı.

"Üzgünüm," dedi ve işaret parmağını yavaşça kapıya vurdu. "Beni hiç sevmediğin için çok üzgünüm."

Çıktı, gitti. Ben gidemedim.

Çıktı, gitti. Peşinden gidemedim.

Çıktı, gitti. Onu sevemedim.

Tek yapabildiğim oturduğum koltuktan çıktığı teras kapısını izlemek oldu. Telepati diye bir olay gerçekten varsa şu an o güce sahip olmaktan başka bir isteğim yoktu. Azad'a dilimle kal diyemedikten sonra kalbimle kal demem pek bir anlam ifade etmiyordu. Azad benim kalbime ulaşamıyordu. Zamanında ulaşabilmiş olsaydı zaten şu an bu durumda olmazdık.

Bu durum, Azad'ın suçu değildi benim suçumdu.

Başımı ellerimin arasına alıp yere bakmaya başladım. Kapıya bakmanın zorluğu her geçen saniye katlanarak artıyordu. Azad'ın gelmesini isteyen tarafım bir yandaydı tekrar karşı karşıya gelsek ne yapacağımı bilmeyen taraf bir yandaydı.

Ellerimi yavaşça sızlamaya başlayan dudağıma değdirdim. Az önce Azad'ın hayran olduğum dudaklarına tekrar temas etme şansım olmuştu. Belki son kez ayağıma gelen bu fırsat geriye bir sızı bırakmıştı.

Sızı dudağımdaydı, sızı aklımdaydı, sızı vücudumun her yerindeydi. Fakat sızı kalbime ulaşmıyordu. Azad'ın beni sevdiği yerler sızım sızım sızlıyordu da benim onu sevemediğim kalbimde tık yoktu.

Telefonumu cebimden çıkarttım. Kaçarak, kovularak çıktığım mahalleye istemsizce bir dönüş biletim olsun istiyordum. Azad'ı tesadüfen göreceğim yerlerin aksine her gün istesem de istemesem de karşıma çıktığı o mahalleyi özlemiştim.

Hiç ait olamadığım ailemi de mahallemi de deli gibi özlemiştim.

Sinem aramamıştı.
Annem aramamıştı.
Babam aramayacaktı.

Utku'yu aradım ve telefonu kulağıma yerleştirdim.

Telefonu açar açmaz "Azad'ı gördüm." dedim hevesle. Hevesimi kıracak bir şey söylememesi için de içimden dualar etmeye başladım.

Azad'ı gördüğümü hevesle haber vereceğim tek bir kişi kalmıştı hayatımda.

Benim hayatımda sadece tek bir kişi kalmıştı.

"Nerede gördün?" ses tonundaki huzursuzluğu hissettiğimde arkama yaslandım. Etrafıma hızlıca göz attım. Nerede gördüğümü nasıl açıklayabilirdim ki?

Benim burada ne işim vardı?

"Gördüm işte." dedim kısık bir sesle.

"Tamam da nerede gördün?" dedi ve "Mahalleye mi gittin Rüya?" diye ekledi telaşla.

"Gitmedim." dedim. "Kampüsün yakınlarında eski bir klinik var. Orada gördüm."

Utku ofladığında ben de onu taklit ederek ofladım. "Konum at, almaya geliyorum seni."

"Biraz daha burada kalmak istiyorum."

"Sen konum at, hobi olarak yine kalırsın."

Telefonu kapattım. Utku'ya konum attıktan sonra koltuğun üzerine telefonu bıraktım. Başımı koltuğa yaslayıp gözlerimi kapattığımda tek istediğim Azad'ın geri gelmesiydi.

Saatlerce bu koltukta uyuyup onu yanımda gibi hissedebilirdim.

Ama sevemezdim.

Ben, Azad'ı sevmek istiyordum.

Burnuma parfümünün kokusu doldu, yanımda bir hareketlilik hissettim. Rüya görmüyordum. Elime dokunan el gerçekti.

Gözlerimi yavaşça aralayıp sağıma baktım. Karşımdaydı.

"Geldin." dedim. O kadar sessiz konuşmuştum ki eğer rüya görüyorsam kendi sesimi duyup uyanmayayım diye aldığım bir tedbirdi bu.

Azad başını hafifçe salladı. Gülümsemedi. Bana bakınca bir miktar da olsa mutlu olabilmesini isterdim.

"Neden buraya geldin?" diye sordu. Bir yandan da parmaklarını elimin üzerinde gezdiriyordu.

"Hissettim."

Belli belirsiz bir gülümseme yerleşti dudaklarına fakat hemen kayboldu. "Duydum." dedim sakince.

Derin bir nefes aldı ve bakışlarını kaçırdı.

"Ben de duydum Rüya."

Elimi çenesine yerleştirdim, başını kendime doğru çevirdim ve tekrar bana bakmasını sağladım.

"Duydum." dedi ve çenesini parmaklarımdan kurtardı. "Keşke yanında olabilseydim."

"Olmadın."

Olmadın der demez içimi pişmanlık kapladı. Normal şartlarda bile yanımda olmak zorunda değilken o gecenin üzerine yanımda olmaması normal olandı.

"Ters bir zamana denk geldi."

"İkimiz için de ters zamandı." dedim. "Ben de senin yanında olmak isterdim."

Elimi avuçlarının arasına aldı. Kaçamak bakışlarla yüzüme baktı. "Yanındayım." dedi. Derin bir nefes aldı. Ellerini ellerimden çekti. "Zor da olsa, kendime yediremesem de..." kaşlarını yukarı kaldırdı. "Yine de yanındayım."

"Bunu yapmak zorunda değilsin." dedim ve ardından oturduğum koltuktan kalktım. Birkaç adım ilerledikten sonra sırtımı duvara yasladım ve ellerimi duvarla belim arasına sıkıştırdım. Yakın temas dengemi bozuyordu.

"Beni sevmiyorsun." dedi acı dolu bir tebessümle.

"Seni sevmiyorum." diye karşılık verdim.

"Sana değer veriyorum, seni özlüyorum, yaptıklarına üzülüyorum, varlığına ve kokuna ihtiyaç duyuyorum. Hatta çok üzülüyorum gidişine."

"Ama beni sevmiyorsun." diyerek cümlemi tamamladı.

Başımı sallayarak onu onayladım.

"Çok istiyorum Azad."

"İstemek bize bir şey kazandırdı mı?"

Başımı iki yana salladım.

"Bu nasıl bir şey biliyor musun?" dedi gülerek. "Hani birine aşık olursun, o her zaman senin yanında olmayı kabul eder bir problem görmez bu konuda ya."

Yanağımı dişlemeye başladım.

"O aradaki hiçbir zaman gerçek ilişki olmaz. Hep bilirsin karşındakinin seni sevmediğini. Birlikte geçirilen mutlu zamanlar dahi acı vermeye başlar."

Haklıydı.

"İşte biz o noktadaymışız. Sadece benim haberim yokmuş."

"Ama..." dedi ve ellerini dizlerinin üzerine yerleştirerek yerinden kalktı. "Şu an bu konuları konuşmak için doğru bir vakit değil. Yaşadığın durumla ilgili konuşmak istersen..."

"Sen yaşadığın durumla ilgili konuşmak istiyor musun ki?" diye sordum.

"Ne konuşulur ki?" dedi ve ellerini bana doğru uzattı. "Ellerim anlatıyor sanırım."

"Çok fevrisin." dedim dayanamayarak. "Hem de çok!"

Güldü. Dişlerini göstere göstere güldü. Bembeyaz dişlerine baktığımda içimi bir huzur kapladı. İçten gülsün ya da gülmesin yüzünde oluşan bu mimik beni huzurun kıyısına getiriyordu.

"Öyleyim."

"Öylesin."

"İddiaya girmemişsiniz."

Bakışlarımı yüzünden kaçırdım. Yutkunmaya çalışsam da içimi kaplayan huzursuzluk engel oluyordu. Olduğum yerde duramayacak kadar bir panik sarıyordu etrafımı. İddiaya girmemiştim.

İddiaya girmemiştim.

"Girmedim."

"Anladım." dediğinde başımı sinirle ona çevirdim. Kızmam, bağırmam gerekiyordu belki. Beni böyle bir insan olarak gördüğü için ağzıma geleni saymam gerekiyordu.

Yapamazdım.

Benim onu sevdiğimi de sanmıştı. İddiaya girdiğimi sanması çok mu büyük problemdi?

"Baban," dedim ve yanlış sularda yüzüp yüzmediğimi anlayabilmek adına gözlerinin içine baktım.

İfadesi değişti. Farklıydı. Onu hiç böyle görmemiştim. Acı mı çekiyordu yoksa yüksek bir sinir dalgası mı yayılıyordu vücuduna çözemiyordum.

"Babamın..." dedi.

Başını sağa yatırdı hafifçe salladı.

"Üzgünüm."

"Bir daha gelmeye cesaret edemez. Üzülmene gerek yok."

"Çok yoruldun." dedim ılımlı bir sesle.

"Yoruldum." dedi.

Ben de yorgundum. Mızmızlanmaya hakkımın olmadığını kavrayabilecek kadar da hatalıydım ona karşı.

Ben Azad'a yalan söylemiştim.

Ben Azad'ı kandırmıştım.

Bu yüzden ondan bu kadar uzak kalmak zorundaydım.

"Dinlenmen lazımdır belki de biraz."

"Dinlenirsem kalkamam ki Rüya." Sesinden yayılan çaresizliği gözümle görebiliyordum sanki.

"Kalkarsın, güçlüsün sen."

"Dinlenmediğim için güçlüyüm."

Kaşlarımı çatıp ona baktığımda gülümsedi.

"Düşün ki beş saat boyunca hiç dinlenmeden yürüyorsun ya da koşuyorsun. Bacaklarındaki isyan başlangıcının farkındasın. Arada yavaş yürümeye başlıyorsun biraz iyi hisseder hissetmez koşuyorsun tekrar."

"Oturmak gerekiyordur belki." dedim.

"O kadar yol yürüdükten sonra oturduğunda beş dakika dinlenip kalkamazsın. Kalksan da bacakların eski gücünü tamamen kaybetmiş olur."

"Bir saat dinlen sen de o zaman." diye cevapladım.

Kaşlarını havalandırdı, "Cık." dedi. "Bir saat dinlenirsem kazandığım tüm gücü kaybedip geri kalan yolu da yürüyemem."

Omuzlarını kaldırdı ve indirdi. Cebindeki sigara paketini eline aldı.

"Ben dinlenirsem babam annemin karşısına çıkar Rüya. Ben dinlenirsem, gözümü kırparsam tekrar kandırılırım."

Ben onu kandırmıştım.

"Kandırılmaya o kadar istekliyim ki, aynı yaralanmaya olan isteğim gibi. Yaralandım. Kandırılabilirim."

Dudaklarımı içe kıvırdım, hiçbir şey diyemeden ona baktım.

Dudaklarıma kapanan dudaklarının arasında bir dal sigara yerini aldı. Hiçbir şey konuşmadan birbirimizi izlemeye başladık.

Saçları birbirine karışmış, bir parçası alnına dökülmüştü. Ne kadar uzun zamandır dış görünüşüne önem vermeyi kesmişti fikrim yoktu fakat montundan görebildiğim kadarıyla gömleği kırışıktı.

Sigaranın dumanını ne zaman üflese bakışlarını benden kaçırıyordu. Benim onu süzdüğüm gibi o da beni süzüyordu.

Yanına yaklaşıp sarılmak istesem de bunu yapmamak için fazlasıyla sebebim vardı.

"Ailen," dedi tereddütle. Aynı babasını sormaya kalktığımda gergin olduğum gibi gergindi.

"Ailemin..." diye karşılık verdim.

Gülmeye başladığında ben de güldüm. Ayakta durmaktan yorulduğum için koltuğa döndüm ve oturdum. Yanıma gelip oturdu. Elini omzuma attı, başımı göğsüne yasladı.

"Sormadım ama..." dediğinde başımı kaldırıp yüzüne baktım. "Sorun olur mu senin için?"

"Zaten birkaç saat sonra yine gitmeyecek misin?" dedim yüreğimden taşan hüznü saklama gereği duymadan.

"Gideceğim."

"Tadını çıkartmaya bakıyorum." dedim ve başımı göğsüne iyice yerleştirdim.

Sevgiyi yaşayamıyor oluşum her ne kadar kötü olsa da kalbimin ve zihnimin beni huzur hissinden mahrum bırakmamış oluşuna içten içe seviniyordum.

Sevgi gibi huzuru da hissedemesem Azad'ın yanında geçirdiğim her saniye anlamsızlıkla dolu olacaktı. Kokusu, vücudu, ses tonu, dokunuşu...

Azad demek huzur demekti.

Aşkı bana tattıramayan adam huzurun nirvanasını aramız bozuk olsa da tattırıyordu.

Gözlerimi kapatıp bulunduğumuz anın keyfini çıkartmaya başladım. Bir daha hiç göğsünde huzur bulacak mıydım emin değildim. Ona kızamazdım. Normal şartlar altında sevdiğin tarafından sevilmemek yeteri kadar zorken bir de böyle bir imkanı olmayan birini seviyordu.

Azad, beni gerçekten seviyordu.

Annemin, babamın, kardeşimin, arkadaşlarımın aksine Azad beni gerçekten seviyordu.

"Seni sevebilmeyi her şeyden çok istiyorum." dedim gözlerimi açmadan.

Ellerini saçlarımda gezdirdi. "Ben de." dedi ve iç çekti. "Ben de beni sevebilmeni her şeyden çok istiyorum Rüya."

Saçlarımda dolaşan parmakları uykuya dalma isteğimi arttırsa da telefonumun melodisi gözlerimi açmama sebep oldu.

"Efendim Utku?" dedim gerçeklikle yüzleşmenin verdiği acıyla. Utku gerçekti. Azad'ın gideceği bilgisi kadar gerçekti.

"İçeri gireyim mi?"

"Hayır," dedim ve başımı Azad'ın göğsünden kaldırarak ona baktım. "Burası çok güzel. Gerçek olamayacak kadar güzel. Gelirsen bozulur bu rüya."

Utku, iç çekti. Azad, dudaklarını aşağı kıvırdı.

"Geliyorum." dedi. Cevabımı beklemeden de telefonu yüzüme kapattı.

Bir dakika kadar sonra Utku'nun adımı seslenmesiyle elimi Azad'ın yanağına yerleştirdim.

"Gideceksin değil mi?"

Başını hafifçe salladı. Ellerini boynuma sardı ve beni kendine çekti. Saçlarıma bir öpücük bıraktı.

"Bizden 'biz' yaratamayız Rüya. Çabamız sadece bana zarar verir."

Başımı göğsüne iyice bastırdım. "Verir." diyerek onayladım onu.

Verirdi.

"Rüya!" Utku'nun telaşlı sesi terasa çıktığını haber verdiğinde Azad ellerini boynumdan çekti. Gözlerime baktı. Bakışlarında çok şey vardı ama af duygusu yoktu.

Kırgındı, kızgındı. Özlediğini belli ederken bir yandan da kaçmak istediğini anlatıyordu.

"Özür dilerim." dedim. Ayağa kalkmıştı, gitmek üzereydi.

Dudakları sol yana kıvrıldı.

"Dileme." dedi. "Sana inanmayı çok istiyorum. İnanmamam lazım."

"Bir gün..." dediğimde elini susmam için havaya kaldırdı.

"Bir gün beni seveceğini söyleme."

Tam olarak onu söyleyecektim. "Çünkü sevmeyeceksin Rüya." dedi.

Utku, kapının kenarında durmuş bizi izliyordu. Azad bana sırtını döndüğünde birkaç saniye olduğu yerde kaldı ve Utku'yu inceledi.

"Teşekkür ederim Utku." dedi ve yanına ilerleyip sarılı elini Utku'nun omzuna bıraktı. "Rüya'ya evini açtığın için, onu yalnız bırakmadığın için teşekkür ederim. Ben yapamıyorum."

Kapıdan çıkmak üzereyken omzunun üzerinden bana baktı. Gülümsedi. "Artık seni nerede bulacağımı biliyorum." dedi.

Sonra da çekip gitti.

Bana ağlamak düştü.

Utku yanıma gelip oturdu. Başımı ellerimin arasına alıp kastığım vücudumu serbest bıraktım. "Gitmekte çok haklı." dedim son kalan gücümle.

"Haklı." diyerek onayladı Utku beni.

Utku dahi aksini iddia edemiyordu. Beni teselli edemiyordu. Azad'ın gözlerinde yerleşmiş hüzün benim suçumdu. Bile bile Azad'ı yakmıştım.

Gönderdiği çiçekler, uğruma söylediği şiirler Azad'ın kalbine saplanmıştı.

💫

Buluşmak için seçtiğimiz kafenin içine girer girmez karşıma çıkan Ercüment'e sarıldım. Kollarım belini sımsıkı sardığı ilk an afalladı. Tereddütle kollarını vücuduma sardığında daha da sıkı sarıldım.

Hayatımın hiçbir noktasında Ercüment'e böylesine istekli sarılacağımı tahmin edemezdim. "Ercü," dedim sarılmaya devam ederken. Devamında ne diyeceğimi bilmiyordum.

Ercüment'in vücudundan ayrılmayı başardığımda yanında sakince bekleyen Ebru'ya sarıldım.

Ebru, beni incitmekten korkuyormuşçasına nazik hareketlerle sarıldı.

"Beklettim mi?" diye sordum.

"Şimdi girdik içeri." dedi Ercüment elindeki araba anahtarıyla oynayarak.

Oturmak için bir masa seçtik, Ebru yanıma Ercüment karşıma oturdu.

Siparişlerimizi verdikten sonra Ercüment hiçbir şey söylemeden sigarasını yaktı. Paketten bir dal alıp sigarayı dudaklarıma yerleştirdim. Tütün alev alır almaz sigaranın kokusu da tadı da midemin bulanmasına sebep oldu. Sigarayı hızlıca dudaklarımdan ayırıp küllüğe söndürdüm.

"Özge nerede?" diye sordum Ebru'ya dönüp. Alt dudağını dışa doğru sarkıttığında kaşlarımı çattım. Bakışlarım Ebru'dan Ercüment'e kaydı. Onun da yüzünde Ebru ile aynı ifade vardı.

Derin bir iç çektim. "Özge'ye bir şey mi oldu?" diye sordum. Alacağım cevaptan korkuyordum. Arkadaşımdan uzak kalmak zorunda olduğum bir dönemde başına bir iş gelmesi kendimi daha kötü hissetmeme giden yolu açardı.

Yeteri kadar kötü hissediyordum.

"Özge iyi." dedi Ebru.

"Sadece gerizekalı." diye tamamladı Ercüment.

Anlamadığımı belli edercesine baktığımda Ercüment omuz silkip Ebru'ya baktı. "Bana düşmez." dedi. Sigarasından bir duman daha çekti.

Ebru'nun sessizliği uzayıp giderken yükselen sinirime hakim olamayarak elimi yavaşça masaya vurdum. "Ne olduğunu biri bana da söyleyecek mi?"

"Metin," dedi Ebru ve tekrar sustu.

"Metin'e bir şey mi oldu?" diye sordum telaşla. Cevap alamadığım her saniye paniğim de sinirim de arşa çıkıyordu.

"Metin'in aldığı kararla Özge seninle görüşmeyecekmiş." dedi Ercüment sinirle.

Kaşlarımı çattım. Duyduğum cümlenin yanlış olmasını umarak Ebru'ya baktım. Cümle doğruysa bile Ercüment'in olayı yanlış anlamış olmasını tercih ederdim.

Ebru benimle göz temasını kesip siparişlerimizi getiren garsona baktı. Önüme bırakılan filtre kahve aldığım haber üzerine gözüme zehir gibi gözüktü.

"Ciddisiniz siz." dedim ve cümlemin bitişine yalancı bir gülüş eşlik etti.

Ebru konuşmak yerine kahvesini içmeye başladı. Ercüment ise üzgün olduğunu belli etmek istercesine yüzüme baktı.

"Yok artık ya!" dedim. Sinirden gülüyordum. Azad az önce bana sarılmışken Metin kim oluyordu?

"Metin, bizim Metin?"

"Evet." dedi Ebru.

"Metin'in amına koyayım." dedi Ercüment.

"Ben de." dedim.

Burada asıl suçlu Metin değildi. Metin gibi haddine olmayan konuları eşelemeyi seven, burnunu sokmaktan keyif alan tonla insan vardı dışarıda. Birlikte bir hayat sürdüğü insanları kısıtlamaktan inanılmaz bir haz duyan tek insan Metin değildi. Arkadaşlık ilişkilerine karışmak isteyen bir örneğini daha tanımıştım Metin'in. Yakın arkadaşı Azad da aynı kafadaydı. En azından Azad'ın derdi erkeklerleydi. Metin, beni tek kalemde silerken Özge'nin de bunu yapmasını istemişti. İşin acı veren kısmı Özge'nin arkadaşlığımıza sahip çıkmayışıydı.

"Özge ile konuştum." dedi Ebru ve tepkimi ölçmek istercesine bana baktı. Sessizliğimi koruyarak devam etmesini bekledim. "Metin öyle istedi diye yaptığını kabullenmek yerine senin zaten bizi sevmediğini öne sürmeye çabaladı."

Dudaklarımın arasından bir kıkırtı kaçtı. Özge, su katılmamış maldı.

"Ben seninle konuşmamız gerektiğini söyledim. Zaten evdeki durumunuz da..."

"Herkes duymuş." dedim umursamamaya çabalayarak. Umursuyordum. Ama umursamak bir şey değiştirmeyecekti.

"Metin ile konuşacağım ben." dedi Ercüment.

Başımı hızla iki yana salladım. "Sakın!"

Ebru, "Ama Rüya..." diye araya girdi.

Sol elimin işaret parmağı Ercüment'e yöneldi. "Sen Metin ile," dedim ve parmağımı Ebru'ya çevirdim. "Sen de Özge ile konuşmayacaksın."

"İkisi de siktirsin gitsin! Onların varlığına da yokluğuna da muhtaç olacak olursam ağzıma sıçsınlar!"

Ellerimi göğsümde kavuşturup arkama yaslandım.

Beni bu kadar kolay gözden çıkaran insanların adını anmaya bile değmezdi. Ben, beni evden kovan babamla dönüp konuşmayacakken iğrenç bir ilişkiye sahip iki andavalla da konuşmazdım.

Özge, kendi kararıyla arkadaşlığımızı bitirmek isteseydi eğer ona kızamazdım. Sırtlanması, kabullenmesi gereken gerçeklerle baş edebilecek düzeyde biri hiçbir zaman olmamıştı. Birlikte büyüdüğü arkadaşını üç günlük sevgilisi için silecek kimseye saygı duymak gibi bir niyetim yoktu.

"Siktirip gitsinler." dedim sinirimi atamayarak.

Hilal'in bile bana düşman olma sebebi Özge'nin sebebinden daha mantıklı geliyordu. Sürekli durup durup aptal diye bağırsam içimi soğutamazdım.

Ercüment, gri renkli kazağının yakasını çekiştiriyordu. Bakışlarımı önümde soğumaya başlayan kahveye çevirdim. Fincana parmaklarımı sarıp bir yudum aldığımda yüzümü buruşturdum. Fazla sertti.

Hayat gibi...

"Sinem?" dedim. Başka bir şey diyemedim.

"Görmedim. Olayları duyunca size gittim ama Sinan amca Sinem'i görmeme izin vermedi."

Ercüment sıkıntı dolu olduğunu tahmin ettiğim bir nefes verdi ve "Aslı ile konuştum." dedi. Yüzünde acı çektiğini belli eden bir ifade belirdi. "Sinem'in telefonunu almışlar. Dışarı çıkmasına da izin vermiyorlarmış."

"Benimle iletişime geçemesin diye mi?" dedim. Şaşkınlıkla dudaklarım aralanmıştı ama bu hareket anlamsızdı. Beni evden kovan adam Sinem'in benimle görüşmesine izin vermeyecekti tabii ki.

"Of!" dedim sinirle. Sağ elimi saçıma attım ve önüme düşen tüm saçları topluca geriye attım.

Ercüment masanın üzerine eğilerek sessizce "Rüya, paraya ihtiyacın var mı?" diye sordu. Sormaktan hoşnut olmadığının farkındaydım. "Aslı dedi ki..."

"Yok." dedim net bir ses tonuyla. "İhtiyacım yok."

İhtiyacım vardı. Sadece para isteyeceğim kişi de maddi yardımını kabul edeceğim kişi de Ercüment değildi. Kimden isteyebilirdim hiçbir fikrim yoktu ama o kişi Azad'ın ve Metin'in arkadaşı Ercüment değildi.

Ercüment'in benim de arkadaşımın olmasının bir önemi kalmıyordu bazı noktalarda. O noktalardan birini yaşıyorduk.

Eğildiği yerden geri çekildi ve hafifçe gülümsedi. Aslı, Sinem ile konuşmuş olmalıydı. Ercüment mi sormuştu Aslı mı ona böyle gereksiz bir şey anlatmıştı emin değildim. Yine de Ercüment'in düşünceli olması içten içe beni sevindirmişti.

Kimsemin olmadığını hissettiğim günlerin ardından, eksik de olsa, tekrar birilerine kavuşmuştum.

Ebru başını omzuma yasladı. Elini kolumun üzerine yerleştirdi. Hiçbir şey konuşmadan dakikalarca durdu. Ercüment de o sırada 3 sigara daha içti.

Üçüncü sigarasını söndürdüğünde "Çok içiyorsun." dedim. Kendimi tutamamıştım.

Gözlerini açıp kapatarak beni onayladı. Ortamda yoğunlaşmış sigara kokusu midemin düzenini her geçen saniye alt üst etmek için uğraşıyordu.

Yanımızdan geçen garsona seslenip su istedim. Midemi bastırabileceğini düşündüğüm bir tek o vardı. Aklıma başka hiçbir şey gelmiyordu.

Kısa süre içerisinde su masaya bırakıldığında Ebru da omzumdan başını kaldırıp kahvesinden bir yudum aldı. "Buz gibi olmuş be bu!" dedi. Yüzünü buruşturmuş şekilde fincana baktığını gördüğümde gülmeye başladım.

Günlerdir ilk kez içtenlikle gülüyordum.

"Neyse," dedim ve önümde duran su şişesini çevirmeye başladım. "Siz de bir şeyleri merak ediyorsunuzdur."

"Etmiyoruz." dedi Ebru. Ercüment de başını sallayarak onu onayladı. "Sana iyi gelmeyecek hiçbir konuyu konuşmak zorunda değiliz."

"Ercü biz iddiaya girmedik." dedim.

İçime yara olan tek konu Azad'ın kendisine değer biçtiğimi düşünebilmesiydi. Geri kalanlar doğruydu, Azad haklıydı. Tek konu vardı elimde tutabildiğim. İçimdeki tek kırgınlık da o konuya karşıydı.

"Biliyorum." dedi Ercüment ve güldü. "Masana meze mi yapmamışsın Azad'ı öyle bir şey." Gülmeye devam etti. "Tanıdığım Rüya o konuşan kişiymiş işte."

O akşam söylediklerimi hatırladığımda ben de güldüm. İyi ki o iddiaya girmemiştim. Girseydim sadece Azad'ın saygısını kaybetmekle kalmazdım kendime saygımı da kaybederdim.

"Azad abi de biliyor o gün neler söylediğini." dedi Ebru. Hala abi diyordu!

"İddiaya girmediğimizi bildiğini biliyordum da detaylardan haberim yoktu." dediğimde Ercüment kaşlarını çatarak bana baktı. Haklı olarak nereden bildiğimi sorguluyordu.

"Şey..." dedim çekinerek. "Ben bugün Azad'ı gördüm. Konuştuk."

"En son babalar duyardaki baba ben oluyorum bu noktada değil mi?" dedi Ebru sahte bir sitemle. Saniyelik yüzümü buruşturdum ve tekrar Ercüment'e döndüm.

"Ercü senden bir şey isteyeceğim."

"Evet?"

"Konuştuklarımızı Azad bilmese olur mu? Metin'i gördük bak. Sizin arkadaşlığınıza zarar gelsin istemem."

"Ben Metin değilim." dedi Ercüment sinirle. "Değil Metin ile Azad, karşıma babam çıksa seni yalnız bırakmam ben."

Ercüment ve baba takıntısı... Örnek verirken babasını kullanmasına hiç şaşırmamıştım. Babası öl dese uğrunda ölecek kadar seviyordu ve bir o kadar da yakınlardı.

"Teşekkür ederim." dedim. Başka ne denirdi böyle bir konuşmada fikrim yoktu.

"Annem 'Rüya neredeyse bul getir. O benim kızım. Kalmasın sağda solda. Yeri burası.' dedi Rüya. Gel bize gidelim." Ebru'nun iyi niyetli tepkisiyle tüylerim diken diken oldu.

"Dönmem o mahalleye bir daha asla." dedim.

Büyük konuşmaktan nefret ediyor olsam da o mahalleye beni geri döndürecek bir güç yoktu. Büyük konuşabilirdim. Dönmeyecektim. Her ne sebeple olursa olsun benim o mahalleyle bir işim yoktu. Geriye dönüp yakabilirdim belki ama tekrar yerleşmem imkansızdı.

"Nerede kalıyorsun?" diye sordu Ercüment.

"Giray'a, Aslı'ya, Sinem'e söyleyeni yakarım." dedim. Tereddüt etseler de ikisi de söz verdi. "Utku'da kalıyorum." dedim. "Gerçi zaten başka nerede kalabilirim? Azad hemen anladı mesela."

"Azad seni çok seviyor Rüya." dedi Ercüment. İsminin geçmesi için fırsat kolluyordu sanki. "Keşke sevmeseydi. O zaman bu masada bizimle o da oturabilirdi değil mi?" dediğimde Ercüment tepki veremedi.

Azad ile aramızda iki engel vardı.

İlki, onun beni çok fazla sevmesiydi.

İkincisi, benim onu sevmememdi.

İki engeli aynı kümeye dahil edemediğimizden birbirinden uzakta acı çeken iki zavallıya dönüşmüştük.

💫

Kapıyı yavaşça tıklattım. Günün yorgunluğu tüm vücudumu etkisi altına aldığı dakikalarda tek isteğim kendimi bir an önce yeni yatağım olan Utku'nun koltuğuna atmaktı. Her ne kadar kendi odasını bana vermeyi uygun görmüş olsa da buna karşı çıkarak salonu seçmiştim.

Utku, gözlerindeki yorgun ifadeyle kapıyı açtığında gülümsedim. "Hoş geldin." dedi.

Ayakkabılarımı çıkartıp içeri girdiğimde hoş buldum anlamına gelecek şekilde baş selamı verdim. Girişteki dolaba ayakkabılarımı bıraktıktan sonra da çantamı sırtımdan çıkarttım ve tek parmağımda taşımaya başladım.

Utku çantamı elimden alıp montumu çıkartmama yardım ettiğinde kaşlarımı çatarak ona baktım. Normalde yaptığı hareketler değildi. İlk işim mutfağa girmek oldu. Ocakta kaynadığını gördüğüm çaydan almak için bardak dolabına uzandığımda elini dolabın üstüne koydu ve açmama engel oldu.

"Ne oluyor Utku?" dedim. Sesimin gergin çıkmasına engel olmadım. Bir terslik vardı ve her halinden belliydi.

"Salona geç istersen."

Salona doğru yürümeye başladığımda anlık duraksayarak bakışlarımı Utku'ya çevirdim. Yanlış bir şey mi yapmıştım? Artık beni burada istemiyor muydu? Benden bıkmış mıydı?

Herhangi biri olabilirdi fakat sormaya korkuyordum.

Salona girer girmez koltukta oturan Azad'ı gördüğümde hayretle kaşlarım havalandı. Bakışlarım Azad ile Utku arasında gezinmeye başladı.

"Ben çıkayım, yalnız kalın. Konuşacaklarınız varmış." Utku bizi yalnız bırakma fikrinden hiç hoşnut değil gibiydi.

"Ama istersen kalırım Rüya." dedi keskin bir ifadeyle.

"Nasıl istersen." diyebildim. Onun evindeydik, kalmak istiyorsa kalabilirdi. İsterse ikimizi birden kovabilirdi.

Hiçbir şey diyemezdim.

"Binanın önündeyim. Bir şey olursa..."

"Bir şey olmayacak." dedi Azad kendinden emin.

Utku son bir kez bana baktı. Arkasını döndü ve salondan çıktı. Kısa bir süre sonra kapının kapanma sesi geldi. Azad, oturduğu koltuktan kalktı ve tam karşımda durdu.

"Bugün çok karşılaştık." dedim gülümsemeye çalışarak.

"Karşılaşasımız gelmiş."

Başımı salladım ve koltuğa oturdum. Konuşacağımız her şeyi konuştuğumuzu düşünmüştüm. Neden gelip ikimize de işkence çektirmeye devam ediyordu ki?

"O klinik..." dedi ve cümlesini yarıda keserek yanıma oturdu. "Annem orada tedavi olmuştu."

Boş gözlerle yüzüne baktım.

"Babam gittikten sonra yani."

Başımı söylediklerinin bana ulaştığını fark edebilsin diye hafifçe sağa yatırdım.

"Annemin görüştüğü psikoloğun yeni yerini biliyorum. Eğer istersen..."

Cümlesini tamamlamadı. Sonunda ne diyeceği zaten ortadaydı.

"Teşekkür ederim ama şu sıralar uygun bir vakit değil." dedim. Şu an terapi görsem sevgi hissi en geride kalan nokta olurdu. Kendimi toparlamam gerekiyordu. Dışarıya yansıtmamaya çalışmak için kırk takla atsam da ailem ile kopmamızı aşamıyordum. Her şey çok yeniydi. Düşünmeye, yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Belki de bir miktar dağıtmam gerekiyordu. Bilmiyordum.

Psikoloji ile ilgili bilgi sahibi değildim. Profesyonel desteği hayatımın her köşesine sokmam lazımdı fakat tüm bunlardan öte benim param yoktu.

Beş parasızdım.

Utku'ya destek olabilmek için artık bir iş bulmam gerekiyordu. Bulacağım işin kazancı da muhtemelen yalnızca karnımı doyurabilecekti.

Azad elini elimin üzerine bıraktı. Bugün kaçıncı kez elimi tutmuştu?

"Rüya bak ben hep buradayım." dedi.

Değildi. Hep yanımda olmayacaktı. Böyle bir durumu kimse kabullenemezdi.

Ben de kabullenemezdim. Kabullenmezdim.

"Neye ihtiyacın olursa buradayım. Sevmiyor olabilirsin beni. Ama bak kendin söyledin değer veriyorsun bana. Özlüyorsun. Bunlar sevgiye giden yolu aydınlatan fenerler."

"Azad," dedim. Ardından da iç çektim. Ellerimizin bir arada durmaması gerektiğini bile bile elini sardım. "Saatler önce kendin söyledin. Bu senin canını yakıyor. Haklısın çünkü. O kadar haklısın ki..."

Azad'ın dudakları dudaklarıma kapandığında cümlemin devamındaki ilk kelime boğuk bir şekilde onun ağzının içerisinde kayboldu.

Hasretini çektiğim dudakları boynuma doğru yavaşça kaydığında dudaklarımın arasından kaçan iniltiye engel olamadım.

Azad'ı hala fazlasıyla arzuluyordum.

Elleri kazağımın ucuna yerleşti, ne olduğunu anlayamadan kazağım üzerimden sıyrılıp yere düştü. Sırtım, koltuk ile bir bütün hale geldiğinde Azad da üzerindeki kazağı çıkarttı ve yere fırlattı.

Üzerime eğilip dudaklarıma kapandı. Başımı hafifçe yana çevirdim. "Üzüleceksin." dedim. Boynuma bir öpücük bıraktı. "Pişman olacaksın Azad." dedim. Dudakları göğsüm ile boynum arasında duran boşluğa kaydı.

"Yine kalbin kırılacak." dedim. Elleri kopçayı çözdü.

Üzerimden yere fırlatılan iç çamaşırından sonra elleri pantolonuma ulaştı.

Hiçbir cümlemi duymuyordu.

Duygusuz tensel temasa karşı olduğumu söylesem bırakırdı belki ama kalbi bir kez daha paramparça olurdu.

Onu çok istiyordum. Yaşadığımız birliktelik için ben hasretimi dindirişimin mutluluğunu yaşarken o kahrolacaktı.

İkimiz de en doğal halimizle karşı karşıya kaldığımızda dudakları sakince tüm vücudumda gezindi. Ellerim saçlarından sırtına, sırtından kollarına kaydı.

Dudaklarımız da vücutlarımız gibi birleştiğinde gözlerimi açıp yüzüne baktım. Gözleri kapalıydı fakat yüzündeki acı çeken ifade apaçık ortadaydı. Hissetmiş gibi gözlerini aniden açtığında gözümden düşen bir damla yaşı gördü.

Üzülüyordum. Kendime değil, ona.

Bu birliktelik benim tutkumu beslerken onun kalbini yerinden söküyordu, biliyordum.

Dudaklarımdan ayırdığı dudaklarını yanağımda gezdirdi. "Seni çok seviyorum ben." dedi fısıldayarak.

Dakikalar geçti, üzerimiz giyinik koltukta yan yana oturmaya başladık. Ben alt dudağımı dişlerken o da dizini sallamakla meşguldü. Aramızdaki kelimeler son seni seviyoruma takılı kalmıştı ve geçiş izinleri yoktu.

Derin bir sessizlik, Azad'ın acı ve pişmanlık dolu mimikleri, Utku'nun koltuğunda yaşadığım birlikteliğin abesliği...

Yerimden yavaşça kalktım ve Azad'a bakmamaya çabalayarak mutfağa ilerledim. Altı açık demliği gördüğümde hemen ocağı kapattım. Biraz daha geç kalsam demlik yanacaktı. Kendime dert edinmem gereken yeni konuyu bulmuştum. Utku'nun evinin yanma ihtimali... Beni bir süre oyalardı.

Mutfak dolabından su bardağı aldım ve mutfağın köşesinde duran su sebiline ilerleyerek önce biraz sıcak su ardından soğuk su doldurdum. İlk yudumu aldığım esnada mutfağa Azad girdi.

Ellerini pantolonunun cebine koymuş, omuzlarını hafifçe havaya kaldırmış beni izliyordu. Suyu bitirdikten sonra bardağı tezgahın üzerine bıraktım. Azad ise bardağı bıraktığım yerden aldı, kendisine su doldurup içti.

"Yeni bardak verebilirdim." dedim.

Dakikalar sonra aramızda geçen ilk konuşmanın bu olması canımı sıksa da Azad'ın gülümsemesiyle rahatladım. "Sorun değil."

Elinde tuttuğu boş bardağa bakarken "Ben en iyisi gideyim." dedi.

"Olur." dedim. Gitmesi daha fazla saçmalığa bulaşmamızı önlerdi.

Aptaldım ben. Azad ile sevişmemesi gerektiğini bildiği halde sevişen bir aptal.

Montunu giydi, elini iç cebine attı. Küçük, dikdörtgen bir kutuyu cebinden çıkarttı. "Bu sana." dedi.

Elimi uzatıp kutuyu aldım. "Aslında Ankara dönüşü verecektim. Planım oydu." Elini havada salladı. "Ama işte olaylar olaylar..."

"Teşekkür ederim." dedikten sonra kutuyu açmak için sarılı kurdelenin ucuna dokundum.

"Dur," dedi Azad ve elime uzandı. "Ben gidince aç olur mu?"

Cevabımı beklemeden kapıya ulaştı, kapıyı açtı. Peşinden gittim. Kapının önünde durdu ve son kez bana baktı. "Belki bir gün tekrar görüşürüz Rüya." dedi.

Ardından kapının tokmağını tutarak kapıyı çekip gitti.

'Belki bir gün tekrar görüşürüz Rüya.'

Görüşür müydük sahiden?

Elimdeki kutuya bir nevi sarıldığımı fark ettiğimde salona dönerek koltuğa oturdum. Kutuyu kurdelesinden kurtardım. Kapağını aceleci bir hareketle kaldırdım.

Kutunun içerisinde duran kolyeye baktığımda gözlerim doldu. Gümüş, aynı zincire yan yana takılmış deniz yıldızı ve istiridye... Deniz yıldızı, istiridyeye oranla daha büyüktü.

Kolyeyi avucumun içerisine hapsettiğimde kutunun kenarına bir kağıt sıkıştırıldığını gördüm.

Kağıdı aldım, açtım. Gözyaşlarım daha hızlı akmaya başladı.

"Deniz koydum adını, kederi bende kaldı...
Sen ve benden bir halt olmaz belki ama Deniz'in hayali bitmez. Belki bir gün, Deniz koyarsın adını sevginin, aşkın. Bende hep tek isim: Rüya.
-Azad."

💫

GÖRÜŞMEK ÜZERE!

Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro