Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

28. Bölüm

Hoş geldiniz!

Keyifli okumalar dilerim.

Oy vermeyi unutmayalım. ❤️

💫

"Anlat bakalım." dedi Utku evin kapısını kapatır kapatmaz.

Yürüdüğümüz yol boyunca ikimiz de çıtımızı çıkartmamıştık. Arada bir boş gözlerle yüzüme bakmış hemen ardından da önüne dönmüştü.

Üzerimdeki montu çıkarttığımda vakit kaybetmeden elimden aldı ve vestiyere astıktan sonra mutfağa geçti. "Aç mısın?" dedi, sorusunu tamamlar tamamlamaz başını çevirip aciz halime baktı. "Açsın." dedi.

Açtım. İtiraz edecek dermanım yoktu. Utku yabancı değildi zaten. Kendimi salondaki koltuğun üzerine bıraktım ve gözümü kapatıp derin bir nefes aldım. Yutkunmaya çalıştıkça boğazım acıyordu. Ne hissetmem gerektiğini bilmiyordum. Belki de delirmem, aklımı yitirmem gerekiyordu.

İyi olmadığımı saklamayıp yaşadığım saçmalıkla yüzleşmem ve belki de kaybetmem gerekiyordu. Tüm bunların yanı sıra benim tek istediğim uyumaktı. Uyursam geçebilirdi.

Geçmez Rüya.

Alışmak ne kadar zaman alırdı? Azad, benim ondan sakladıklarıma ne kadar sürede alışabilirdi? Eğer bu sorunun cevabını bilseydim ben de kendime bir zaman belirleyebilirdim. Dibe çöküp tekrar ayağa kalkışımın tarihini takvimimde simsiyah bir kalemle işaretleyebilirdim.

Kalkamama ihtimalim de vardı. Yapayalnız, sefil bir hayat sürebilirdim. Başıma geleceklerin beni götüreceği son bu olmalıydı. Babam sandığım kişi tarafından evden kovuluşum ne kadar hayırlı olaylara vesile olabilirdi ki?

Soruların cevaplarını bulamayacağımı biliyordum. Hayat devam ediyordu ve benim hayata en çok kızdığım nokta burasıydı. Ne yaşarsam yaşayayım güneş doğmuştu. Güneşin umurunda değildim. Dönen dünya benim varlığımı zerre önemsemiyordu.

Senin varlığını annen ve teyzen umursamamış ki Rüya.

Gözlerimi açtım ve hışımla ayağa kalktım. Odadaki oksijen miktarı yetmiyordu. Annem beni umursamamıştı. Annem, beni bile isteye bırakmıştı. Beni hiç sevmeyecek bir aileye emanet edip bu dünyadan ayrılmıştı.

Son nefesinde beni düşünmüş müydü?

Balkona çıkıp camı açtım. Soğuk hava yüzüme vurdukça biraz olsun yaşadığımı fark ediyordum. Yaşamak kelimesinin karşılığı benim için bu değildi. Düne kadar öyle ya da böyle bir hayat sürüyordum fakat bu sabah güneş benim için doğmamıştı.

Bundan sonra doğması pek mümkün değildi.

Utku'nun elini omzumun üzerinde hissettim. Bakışlarımı varlığını zor gösteren güneşten, ellerimi pencerenin kolundan çekemedim. "Gel," dedi Utku ve yavaşça kolumdan tutarak arkamı dönmemi sağladı.

Elimin pencerenin kolundan ayrılmasıyla uzanarak camı kapattı. Bakışlarındaki mahzun ifadeyi gördüğümde zoraki bir tebessüm yerleştirdim dudaklarıma. Henüz hiçbir şey duymamıştı ama benim gözlerimdeki üzüntüyü görmesi üzülmesine yetmişti.

Utku, yaptığım en iyi arkadaş seçimlerinden biriydi. Konuşmama gerek yoktu. Her olayı açıkça ona anlatmak zorunda değildim. Gözlerime bakarak olanları anlamaya çalışırdı. Anlamadığı konuları da sorgulamazdı ama yine de yanımda dururdu.

Gerçek arkadaşlığın ne olduğunu bana ne Ebru ne de Özge öğretmemişti. Karşımda duran, beni tamir etmeye çalışan çocuk öğretmişti.

Bacaklarımda yürüyecek gücü bulamıyordum. Yorgunluğumun üzerine eklenen duygusal sarsıntı adım atmama izin vermiyordu.

Sen güçlüsün Rüya.

Kambur duruşumu dikleştirdim ve yüzüme en sert ifademi yerleştirdim. Dik durursam, sert gözükürsem güçlü hissedebilirdim. Güçlü hissetmeye muhtaçtım.

Ağır adımlarla salona geçtiğimde yemek masasının üzerinde iki tabak gördüm. Karşılıklı yerleştirilmiş tabaklarda tost vardı.

"Soğuyacak, otur artık." dedi Utku ve cevabımı beklemeden tekrar mutfağa döndü.

Sandalyeyi çektim ve zorlukla da olsa oturdum. Fiziksel olarak açtım fakat duygusal olarak o kadar doymuştum ki midemde yemeğe yer olduğuna emin değildim.

Dün gece Azad'ın önüme attığı paralar, babamın attığı tokat, annemin babama itiraz etmeden 'Gidecek.' demesi boğazıma kadar doymama sebep olmuştu.

Utku, elinde iki bardak çayla döndü ve bardakları masaya bıraktı. Karşıma oturdu, kollarını masaya yerleştirdi. Önce önünde duran tosta sonrasında bana baktı. "Bir şeyler yemen lazım."

Başımı sallamakla yetindim.

Biz yedik de geldik Utku...

Çayından bir yudum aldı ve yemeye başlamadan bana baktı. "Yemeyeceksen ben de yemeyeceğim."

Beş yaşında çocuk musun sen Utku? Bu nasıl bir tehdit?

Gözlerindeki kararlılığı gördüğümde çaresizce tosttan bir ısırık aldım. O da benim peşimden yemeye başladı. Tostu ne zaman tabağa bıraksam o da yemeyi kesip beni bekliyordu. Konuşmadan, kendi çapında kelimeleriyle değil bakışlarıyla zorlayarak tostu yavaş yavaş yememi bekledi. Arada kaşlarıyla çayı işaret ediyordu ve çaydan da içmemi sağlıyordu.

Midem gitgide isyan bayraklarını çekerken son lokmaları zorla ağzıma sıkıştırdım. Çiğnedikçe ağzımda büyüyen ekmek beni çaydan büyük yudumlar almaya teşvik ediyordu.

Utku yerinden kalkıp bardaklara uzandığında "Dur," dedim ve yemeğin bünyeme eklediği güç ile yerimden kalktım. "Ben doldurup getiririm."

Boş tabakları ve bardakları masanın üzerinden aldıktan sonra mutfağa geçtim.

"Rüya!" diye seslendi Utku arkamdan. Bardakları ve tabakları tezgahın üzerine bıraktıktan sonra tekrar salona döndüm. "Telefonun çalıyor."

"Kimmiş?" diye sordum. O telefonun çalmasını sağlayacak kişiler sayılıydı ve ben onlardan birinin arama ihtimalinden deli gibi korkuyordum.

"Ercüment." dediğinde boş gözlerle Utku'ya baktım.

Şimdi mi arıyordu?

"Meşgule at." dedim ve gözlerime birikmeye hevesli olan yaşlarla mutfağa döndüm.

Azad hakkında konuşmak, hislerim hakkında konuşmak şu durumda istediğim son şey bile değildi ve Ercüment'in arama sebebi bunlar dışında bir şey olamazdı. Onlar o kapıdan gittikten sonra tüm yaşantımın nasıl yerle bir olduğundan haberdar değildi.

Arayacaklarımın bir listesini yapsam Ercüment sondan ikinci sırada olurdu.

Son sırayı kapıyı açmayarak Azad kapmıştı ve tahtını sallandıracak herhangi biri yoktu.

Çaylarla döndüğümde Utku balkondaydı. Karşısındaki sandalyeye oturdum ve masanın üzerinde duran sigara paketine uzanarak bir dal aldım.

"Mutsuzsun." dedi Utku ve sigarasını yaktı. "Gerginsin."

Başımla onu onayladım.

"Daha önce hiç görmediğim kadar perişan bir haldesin."

"Hayattan tat almayı bilmiyorumdur belki." dedim ve gözümün önünde Azad canlandı.

İlk buluşmamızda karşımda duran biraz sempatik biraz asabi hatta yer yer soğuk Azad'ı ne kadar özlediğimi ilk kez fark ettim.

"Sırf merakımdan soruyorum. Sen hiç eğlenmeyi deniyor musun?"

Utku, anlamsız gözlerle suratıma baktı.

"Sürekli gerginsin ve tetiktesin. Gerek yok, bırak kendini. Biraz hayatın tadını çıkart."

"Anlamadım?"

"Böyle demişti Azad ilk buluşmamızda."

Utku sigarasından bir duman daha çekti ve omuzlarını kaldırıp indirdi.

Ne söyleyeceğini bilemediğini anlatmanın en iyi yolu ona göre buydu. Ben de aynı fikirdeydim. Ne söyleyeceğimi bilemiyordum.

Hayatın tadını çıkartamadan o hayat yok olmuştu. Tek bildiğim buydu. Diğer olayların gelişmesine hakim değildim.

Aklıma düşen cümlelerin sonunda Azad'ın kolumdan nazikçe tutup beni götürmek istediği yere ilerletmesi gerekiyordu. Hesabı ödediği için ona kızmam, 'Bir daha neden buluşalım zaten Azad?' diyerek sinirlenmem gerekiyordu.

Hiçbiri olmadı.

Azad bana o kapıyı açmadı.

"Utku," diye seslendim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. Konuşmaya bir yerden başlamam gerekiyordu. Artık anlatıp içimdeki zehri akıtmam gerekiyordu.

"Ben, ben değilmişim."

Utku kaşlarını çattığı esnada muhtemelen delirdiğimi düşünüyordu. Delirmiş olabilirdim. Aklımı yitirsem buna şaşırmazdım.

Aklını yitirdiğinde buna şaşırabilecek bir durumun olmaz zaten Rüya.

Konuşacaklarımı zihnimde toparlama yolunu seçtim. Baştan başlamam gerekiyordu. Azad'ın gelişiyle birlikte cereyan eden olayları anlatmaya Azad'ın gelişini anlatarak başlamalıydım.

"Seninle konuştuk, soruları çözdük ya hani." dedim ve Utku'nun beni onaylaması için beklemeye başladım.

"Evet."

"Uyuyacaktım ki kapı çaldı."

Utku araya girerek "O saatte?" dedi. Başımı salladım.

"Hilal Azad'a mesaj atmış ve benim kimseyi sevmediğimden, yalancı olduğumdan, onun için iddiaya girdiğimden bu yüzden yanında olduğumdan bahsetmiş."

Utku şaşırmadı. Oysa ki ben çok şaşırmıştım. Hilal'in bu kadar ileri gideceğini tahmin etmem gerekirken onu hep geri plana atmıştım.

Anlatacaktım. Hilal, bir gece geç yazsa bunlar olmayacaktı.

"İddiaya girmedim de bana." Utku'nun yalvarırcasına çıkan sesiyle gülümsedim. "Girmezsin çünkü." diye ekledi.

"Girmedim." dedim ve kollarımı göğsümün üzerinde kavuşturdum. "Keşke girseymişim. Hepsi bir iddiadan ibaret olsa dün gece önüme para atıp 'Ne kadardı ederim?' diye sorduğunda bu kadar üzülmezdim."

Utku oturduğu yerde aniden dikleşti ve önümüzdeki masanın üzerinden başını uzatarak bana biraz daha yaklaştı.

"Ne yaptı ne yaptı?"

Ellerimi iki yana açtım. Dudaklarım acıyla yukarı kıvrıldı ve aynı anda yanaklarım ıslandı.

"Yapmadı değil mi? O sikik böyle bir şey yapmadı!" Elini sertçe masaya vurduğunda irkildim. Sinirle başını salladı. "Kim vurdu sana?" dedi ve oturduğu sandalyeden kalktı. "Azad mı vurdu?"

Cevap vermeme fırsat tanımadan konuşmaya devam etti.

"Sana el kaldırmaya cesareti var mıymış o dalyarağın?"

"O vurmadı." diyerek araya girdim. Birkaç saniye daha beklesem evden fırlayıp Azad'ı bulmaya gidecek gibiydi.

"Biri vurdu ama." dedi sorarcasına.

"Anlatacağım izin verirsen." dediğimde sinirli ama biraz daha sakin bir tavırla karşımdaki yerini aldı.

"İddiaya girmedim ama öyle bir olay dönmüştü mahalledeki kızlarla aramızda. Ben de bunu Hilal'e anlatmıştım. Hilal'in söylediklerini Taner'e sorup doğrulatınca da..."

"Kapına dayandı."

Evet, aynen öyle olmuştu. Kapıma dayanmıştı.

Utku sinirden alt dudağını ısırırken ben ağlamamaya çalışıyordum.

"Gitti." dedim yalancı bir gülümsemeyle. "Beni dinlemeden, kendimi açıklamama fırsat vermeden..."

"Bana ne dedi biliyor musun?" dedim sinirle.

"Bilmiyorum." dedi. Sakin kalmaya çalıştığı her halinden belliydi.

"'Duygusuz tensel temasa karşıydın hani?' dedi."

"Anlamadım?"

"Ben ona ilk başlarda 'Duygusuz tensel temasa karşıyım.' demiştim."

Utku sinirle güldü. "Aranızda bir şeyler yaşandı ve o da sana bunu mu ima etti yani? Bu lavuk hayatında hiç sağlam dayak yememiş belli."

Ellerimi yüzüme kapattım. Yok olmak istiyordum. Dünyadan silinip gitmek en çok benim hakkımdı.

Abart Rüya. Sende alışkanlık oldu abartmak.

"Bir yerde haklı." dedim. Ellerimi yüzümden çektim ve tırnaklarımla oynamaya başladım. "Sonuçta bunu ona ben söyledim. Madem duygun yoktu niye yaşandı derler işte öyle. O da söyledi."

Haklıydı. Azad, o kadar haklıydı ki...

Bu sefer kızamıyordum. Kırılamıyordum. Ona hak vermekten başka elimden bir şey gelmiyordu. Ben ona yalan söylemiştim. Gerçekleri ondan saklayıp aramızdaki ilişkinin bu hale dönüşmesini hak etmiştim.

Annesinin ismini taşıyan Rüya olarak belki de annemi hiç tanımadan annem gibi davranmıştım. Damarlarımda akan kan, onun kanıydı.

Annem babamı herkesten gizlemişti.

Teyzem, beni benden gizlemişti.

Azad haklıydı. Ben yalancının tekiydim. Ben, onu pek de hak etmeyen soyu belirsiz alelade bir insandım.

Azad Gümüşay öyle ya da böyle dün gece bana gerçek sevgi hissine sahip insanların böyle durumlarla karşılaşınca ne kadar üzüleceğini öğretmişti.

"Beni seviyordu." dedim Utku'nun gözlerinin içine bakarak. "Beni gerçekten seviyordu."

Cevap vermeden gözlerime baktı.

Söyleyeceği her neyse dile getirmekten çekindiği ortadaydı. Beni kıracak olan kelimeler dilinin ucunda tehlikeli bir gezintideydi.

Kırılabilirdim. Kırıkların beni öldürmediğini fark edeli saatler oluyordu.

Halledebilirdim.

"Ben gözünün içine baka baka yalan söyledim ona Utku."

İtiraz etmesini o kadar isterdim ki. Sen kimseyi kandırmadın Rüya diyerek beni teselli etsin istiyordum fakat bu mümkün değildi.

"Bu akşam anlatacaktım. Söyledim. Bir şeyler anlatmak istediğimi söyledim ama Allah kahretsin ki Hilal benden önce davrandı."

"Keşke engel olma ihtimalim olsaydı ona. Çok üzgünüm." dedi.

Olmamıştı. Engel olmamıştı. Ben de engel olmamıştım.

"Bu arada..." dedim ve kahkaha attım. "Annemle babam aslında annemle babam değillermiş."

Utku, ne diyeceğini bilemediğini belli etmek isteyen bir surat ifadesiyle bana baktığında omuz silktim. Şaşkınlığı yüzünde oynayan her mimikten belli oluyordu. Ben de bir anda böyle bir şey duysam ne diyeceğimi bilemezdim. Duymuştum, ne diyeceğimi bilememiştim.

Çaresizce önümde duran çaya uzandım ve avucumun arasına bardağı sıkıştırdım. Tek yaptığım öylece durup Utku'nun mimiklerini izlemekti. Anlatmaya başlasam ne anlatacağımı bilmiyordum. Kabullenmek istemediğim durumu dillendirirsem ve kendi sesimden duyarsam gerçek olur diye çekiniyordum. Ebeveynliklerini ne kadar onaylamasam da annemin ve babamın kızı olmak istiyordum.

Beni büyüten annemin ve babamın. Dünyaya gelmemi sağlayanların değil...

Utku'nun sessizliğinin süreceğine emindim. Ben konuşmaya başlamadan o da konuşmaya başlamayacaktı. Sessizliğin tadını çıkartıp bakışlarımı dışarıya çevirdim.

Gökte uçan kuş, annesini tanımıyordu.

Yerde yürüyen kedi, annesini tanımıyordu.

Sokakta kağıt toplayan küçücük çocuk da annesini tanımıyordu.

Ben de annemi tanımadan yaşayabilirdim.

Bu duruma alışmam ne kadar sürecek bilmiyordum fakat alışmam gerektiğini de alışacağımı da biliyordum.

Güçlü olmaktan başka çaremin olmaması beni dik durmaya itiyordu. Eğilip bükülmeden bu hayatı yaşamaya devam etmek zorundaydım. Ailemin bir anda hayatımdan yok olması benim suçum değildi ve ben benim suçum olmayan hiçbir olayı düzeltemezdim.

Utku'ya her şeyi anlatmaya hazır olduğumu hissettiğimde bakışlarımı ona çevirdim ve derin bir nefes aldım. "Annem aslında teyzemmiş." dedim.

Uzatarak anlatmaya gerek yoktu. Net olan bazı şeyler vardı. Lafı ağzımda gevelemek bana zarar verirdi.

Utku'nun anlamsız bakışları tekrar gözlerinde yerini aldığında güldüm. Eğlenceli değil hüzünlü bir gülüştü.

"Yıllarca annem ve babam sandığım kişiler aslında teyzem ve eniştemmiş. Ben de yeni öğrendim."

Yüzündeki mimikleri kontrol etmeye çabaladı. Farklı bir surat ifadesi takınırsa üzüleceğimi düşünüyor olmalıydı. Düşüncesi yanlıştı. Üzülecek konular birikmişken karşımdaki kişinin şaşkınlığını kendime dert edinmezdim.

"Ben..." dedikten sonra sustu.

"Sonuç olarak annem ölmüş, babamın kim olduğunu bilen bir kişi bile yok. Evden kovuldum. Babam beni istemiyor, annem itiraz etmedi. Azad'ın kapısına gittim kapıyı açıp beni dinlemedi bile."

Cümleme eşlik eden gözyaşlarımı gördüğünde elini uzatarak yanağımı sildi. "Ben her zaman yanındayım biliyorsun değil mi?" dedi.

Başımı sallayarak onay verdim. "Annem şizofreni hastasıymış Utku." dedim hıçkırıklarımın arasından. "Beni kardeşine emanet etmiş. Sonra intihar etmiş."

Yine hızlıca konuştum. Nefesim daraldıkça çığlık atarak ağlamak istiyordum.

Utku yerinden kalktı, yanıma geldi. Elini omzuma atıp beni kendine çekti. Yanaklarımı siliyordu. O sildikçe daha hızlı iniyordu yaşlar gözlerimden. Kendimi o kadar güçsüz hissediyordum ki sanki Utku tutmuyor olsa oturduğum sandalyeden yere düşecektim.

"Sakinleşmeye çalış." dedi. Sesindeki burukluk yüreğimin ortasını delip geçerken başımı aşağı yukarı salladım.

Sakinleşecektim. Biraz daha ağlamaya ihtiyacım vardı. İçimdeki tüm acıları attıktan sonra bir daha ağlamayacağıma dair kendime gereksiz sözler veriyordum. Hiçbir işe yaramayacak, kendi benliğime duyduğum saygıyı yitirtecek bu sözler şimdilik iyi geliyordu.

Utku'nun omzunda hıçkıra hıçkıra ağlayan Rüya herkes tarafından yalnız bırakılmıştı.

En çok da bu canımı yakıyordu.

Tam bir saat, salondaki koltukta Utku'nun dizinde ağlamıştım. Bir saat boyunca usanmadan gözlerimi silmiş ve saçlarımı okşamıştı.

Ara sıra sakin bir ses tonuyla "Ben yanındayım." dese de onun gözlerinden düşen yaşları da görmüştüm. Benim acıma ağlayan birinin yanımda olması duygulanmamın dozunu arttırıyordu. Ağlamayı tam kesecekken onun yanaklarından süzülen damlalar tekrar şiddetli bir ağlama krizini getiriyordu.

Dizinden kalkıp omzuna yattığım kısımda çaresizce ne yapacağımı sormuştum. Hayatımda kapanan dönem hayatımı da o kapıların arkasında bırakmıştı. Yapayalnızdım.

"Annen, baban yanında olmayabilir. Annen ve baban sandığın kişiler de seni yüz üstü bırakmış olabilir..." dedi ve gülümseyerek önce benim gözyaşlarımı sonra kendi gözyaşlarını sildi.

"Başına gelen olay korkunç biliyorum. Ağzımı açamıyorum çünkü korkuyorum seni daha da üzmekten. Bu konuda detaylı yorum yapamam. Tanıdıklarımın ailevi meselelerine karışmaktan, yorum yapmaktan hep kaçınmışımdır."

Gülümsemekle yetindim.

"Ben hep buradayım. Bu ev senin. Bu koltuk senin. Bu omuz, diz senin. Utku komple senin." dediğinde minnet duygum arşa çıktı.

"Gidecek yerin yok. Sığınacak bir limanın yok. Olmak zorunda da değil. Ben sana kardeşim derken öylesine demedim hiçbir zaman. Benim neyim varsa aynı zamanda senin de. Birlikte aşacağız. Sana söz veriyorum."

Utku'nun her kelimesi bir ok misali yüreğime saplandı. Okların hiçbiri canımı yakmadı. Kanattıkları deliklerden oluk oluk huzur akmasını sağladı o ucu sivri oklar.

Utku, başıma gelen en iyi şeydi ve ben onun değerini bilmekten başka hiçbir şey yapamazdım.

"Burada kalamam." dedim.

"İtiraz hakkı tanımadım." dedi.

"Utku..." dedim çaresizce. İtirazımı sürdürsem ve onaylayıp gitmemi söylese ne yapacağımı da bilmiyordum.

"Bir sürelik, iş bulana kadar." dedim.

"Çay içer misin?" dediğinde içten bir kahkaha attım. Az önce derdimle dertlenip ağlıyordu şimdiyse çocuk gibi yerinden fırlamış çay içip içmeyeceğimi soruyordu.

"İçerim." dedim.

Utku'ya duyduğum minnetle zehir verse içmek zorunda kalacaktım bu gidişle.

💫

Utku'nun evinin salonunda normal şartlar altında bu evde bulunabilecek en saçma kişilerden biri oturuyordu. Utku ile ben mutfakta kahve hazırlıyorduk.

"Ne alaka Rüya ya?" dedi Utku sinirlerine hakim olamayarak.

"Of!" dedim ben de sinirle. Saatlerdir Taner ile konuşma fikrimin saçmalığını altını çize çize anlatmıştı zaten. Tekrarlanmasına gerek yoktu.

"Taner ile neden konuşmak istediğimi biliyorsun Utku. Bunu tartışmayalım tekrar."

"Saçma ama." dedi ve kahve fincanlarını tepsiye yerleştirdi. "Konuşsan da konuşmasan da bu fikir saçma ve mantıksız. O yüzden içeri gidip sadece surat asacağım. Yapmayı planladığım başka bir şey yok."

"Sürekli 'saçma' demediğin sürece sorun yok." dedim ve tepsiyi alarak salona geçtim.

Utku'nun arkamdan söylenmeye devam ettiğini duysam da umursamadım.

Taner'e tepsiyi uzattım. Kahvesini aldıktan sonra karşısında duran koltuğa geçtim ve oturdum. Utku da gelip yanıma oturduğunda Taner'in dizi titremeye başladı.

"Nasılsın?" diye sordum gereksiz bir merakla. Nasıl olduğu, ne yaptığı benim nezdimde hiçbir önem taşımıyordu. Bir an önce konuya girmek istiyordum. Belli ki o da hemen ne konuşacağımı öğrenmek istiyordu çünkü benim nasıl olduğumu sormak yerine dümdüz 'İyi.' demekle yetindi.

Utku'nun suratındaki memnuniyetsiz ifadeyi gördüğümde sinirlenmemek için kendimi zor tuttum.

Tamam Utku. Sakinleş, gidecek Taner.

"Seninle konuşmak istediğim bir durum var. Bu yüzden rahatsız ettim ve buraya çağırdım." dedim. Bir gün önce kampüste karşılaştığımızda gözlerim kıpkırmızıydı ama şimdi karşısında daha sakin bir Rüya oturuyordu. Uykusunu almış, bir süredir ağlamayan, kendisine güçlü olacağına dair söz vermiş bir Rüya.

"Dinliyorum." dedi. Ellerini birbirine kavuşturdu ve dizinin üzerine bıraktı. Dizinin titremesini bastırmaya çalıştığının farkındaydım. Kaçamak bakışlarla ne zaman Utku'ya baksa daha çok titriyordu.

"Hilal, Azad'a mesaj atarak her şeyi anlatmış. Neden biliyor musun?" diye sordum.

Başını iki yana salladı.

"Hilal benim yıllarca en yakın arkadaşımdı. Kendimi güvenerek açabildiğim, yargılanmayacağımı düşündüğüm tek kişiydi."

Yanılmıştım.

"Ama yanılmışım."

Bakışlarımı Utku'ya çevirdiğimde yüzünde sert bir ifade değil üzgün bir ifade olduğunu gördüm. İyi ki Utku vardı.

"Evet Taner, sen sormaya çekiniyorsun belki ama ben cevaplayayım. Sevgi hissinin ne olduğunu bilmiyorum. Çözemiyorum. İnsanlara değer veriyorum, varlıkları beni mutlu ediyor ama hepinizin hissettiği sevgi hissinin ne olduğunu henüz çözemedim. Bunu Hilal biliyordu."

"Böyle bir şey mümkün mü ki?" dedi Taner. Kafasının karıştığını anlayabiliyordum ve ona hak veriyordum. Utku da ilk öğrendiğinde bir hayli şaşırmıştı. Aynı şekilde Hilal de. Kimin karşısına oturup anlatsam buna benzer tepkiler alacaktım. Şu an benim için önemli olan tepkiler değil, sonuçlardı.

Taner aracılığıyla konuların Azad'a taşınacağını düşünen Utku bu görüşmeye en başından itibaren karşı çıksa da ben yine kendi bildiğimi yaparak burnumun dikine gitmeyi tercih etmiştim. Bu yüzden Taner'in tüm tepkilerine karşı kendimi hazırlamaya çalışarak bu görüşmeyi gerçekleştirmeye karar vermiştim.

"Mümkünmüş." dedim umarsızca. "Aslında kimseyi kandırdığım, nefret ettiğim falan yok. Sizin sevgi anlayışınız bana uymuyor diye önce okuldan aforoz edildim şimdi de ilişkimden."

İlişki kelimesi sinirlerimi tamamen alt üst ettiğinde bakışlarımı Taner'den kaçırdım. Biraz nefeslenmeye ihtiyacım vardı. Azad ile bir ilişkimiz olmadığını sürekli dile getirirken gerçekten bir ilişkimiz kalmayacağını hiç aklıma getirmemiştim. Birbirimizden kopuş noktamızın hayatımı bu kadar keskin virajlara sokacağını da tahmin edememiştim.

O benim sevebileceğim adam olacak diye düşünürken geldiğim noktada yanımda iki erkek nefes alıp veriyordu fakat bunlardan bir tanesi bile Azad değildi.

Konu Azad değil Rüya. Odaklan.

"İddiaya girmedim." dedim. İç sesimin 'konu Azad değil' cümlesine son derece uygun bir davranış gösteriyordum. Utku'nun uyarıcı öksürüğüyle birlikte de iddia konusundan uzaklaştım.

"Hilal bunu yaptı çünkü sana kafayı takmıştı. Hatta sınav çıkışı sen yanımızdan gittikten sonra karşıma gelip açık açık bunu yapacağının sinyalini de vermişti."

"Neden engel olmadın?" diye sordu Taner.

Salak mısın Taner?

"Tam olarak ne yapacağını kestiremedim çünkü. Hilal'in mesaj attığı gece zaten Azad'a ona bir şey anlatacağımı söylemiştim."

Azad'ın ismini anmak ne kadar canını yaktı Rüya? Beni kahretti.

Beni de kahretti. Boğazıma yerleşen yumru ile birlikte burnuma bir yerlerden anlık olarak kokusu doldu. Bir kere daha nefes aldım o kokuyu net hissedebilmek için. Gelmedi. Kokusu da beni terk etmişti.

"Rüya gerçekten yaşadıkların için üzgünüm fakat bunları bana neden anlattığını anlayamıyorum. Eğer Azad abiye söylememi istediğin bir şey varsa onları söyle ileteyim."

"Hayır!" dedi Utku sertçe. "Bu evde konuşulanların tek harfi bile Azad'ın kulağına gitmeyecek." Sesindeki tehdit dolu ifade Taner'e ulaşmış olmalıydı. Hızla kafasını sallayıp onu onayladı.

"Hilal hem sana hem de Azad'a kafayı taktı. Yapman gereken tek bir şey var."

Taner gözünü dahi kırpmadan bana bakmaya başladığında tereddüt ederek Utku'ya baktım. Omuz silkip Taner'e bakmaya başladığında gülümsedim. Her konuda yanımdaydı ama bu konuda değildi. İçinden 'Ben seni uyarmıştım.' dediğine adım kadar emindim.

En azından adını biliyorsun Rüya.

Soyad konusunu düşünmeye başlamam gereken nokta burası değildi. Toparlanmam gerekiyordu.

Yerimden kalktım. "Hemen geliyorum." dedim ve hızlı adımlarla salondan çıkarak lavaboya gittim. Aynadaki yansımam gerçek değildi. Ben bu kadar mutsuz ve çökük bir insan değildim. En kısa zamanda eskiye dönmem gerekiyordu. Mutlu, asabi, dik başlı Rüya gerçek olandı ve benim ona ulaşmaya ihtiyacım vardı.

Avucuma doldurduğum suyu yüzüme çarptıktan sonra tekrar yansımama baktım. Zorla da olsa gülümsediğimde kendimi daha iyi hissediyordum.

"Şimdi oldu." dedim kendime ve havluyla yüzümü kurulayarak salona döndüm.

Utku, gözünü ayırmadan Taner'i izliyordu. Taner ise yere bakıyordu.

"Hilal günü geldiğinde sana da zarar verebilir Taner." dedim koltuğa otururken. "Veremez diye düşünme. Hilal'i tanımıyorsun. Bana olanın daha hafifi ya da ağırı senin de Utku'nun da başına gelebilir. Bunun olmasını inan hiç istemem."

Taner'in kendinden emin bakışları yok olurken belli belirsiz bir telaş gördüm mimiklerinde.

"Hilal normal değil." diyerek konuşmanın devamını benden devraldı Utku.

Onaylamadığı bu konuşmayı devam ettirmesinin tek sebebi bana değer veriyor olmasıydı.

"Onu anladım." dedi Taner.

"Hayır," dedi Utku ve güldü. "Hiç anlamadın çünkü Hilal'in neler yaptığını bilmiyorsun."

"Hilal muhtemelen arkadaşlarını öldürdü." dedim birden.

Taner, aralanmış dudakları ve çatılmış kaşlarıyla bana bakarken dudaklarımı büzdüm. "Ben de böyle şaşırmıştım." dedim.

"Anlamıyorum." dedi ve tek elini göğüs hizasına getirdi. "Hilal. Bizimle aynı sıralarda oturan, aynı kampüste gezen Hilal katil mi?"

"Bir nevi." dedi Utku.

Taner'in aklı iyice karıştığında konuşmaya başladım.

"Bildiğim kadarıyla Hilal, eski sevgilisi ve Hilal'in yakın arkadaşı intihar etmek için yüksek bir yere çıkmışlar. Hilal atlamaktan son anda vazgeçmiş ama yanındakiler o sırada çoktan aşağıya atlamış bile. Bana anlattığı buydu. Ara sıra benden uzaklaşıyor, nefret dolu bakışlarını benimle buluşturuyordu. Ben bu durumu psikolojisinin zarar görmüş olmasına yormuştum."

Taner sakince dinlemeye devam ediyordu. Yüzündeki dehşet dolu ifadeden onun da bu konu için ne kadar üzüldüğünü anlayabilmiştim.

Hilal'in çevresinde olan herkes bir şekilde zarar görüyordu. Ben de zarar gören listesine acımasızca eklenmiştim. Sebebi yoktu. Hilal için bir sebep gerekli miydi ona da emin olamıyordum. Net olan benim bunları hak etmediğimdi.

Ona bir zarar vermemiştim. Her zaman yanında olmaya çalışmıştım. Arkadaşlık, benim için zor bir kavramken bu durumu Hilal ile aşmayı başarmıştım. Mahalledekiler bir nevi zorunlu arkadaşımdı. Çocukluğumdan itibaren birlikte büyüdüğüm, anılar biriktirdiğim insanlarla kopmam kolay olmamıştı. Sorun da yaşasak birbirimizi gayet iyi tanıdığımız için kısa sürede problemlerimizi çözmüştük. Birbirimiz hakkında neler düşündüğümüzü biliyorduk. Kırgınlıklarımız uzun sürmüyordu.

Onlar dışında edindiğim hiçbir arkadaşta dikiş tutturamamıştım. Sevgi bağlarımı sorgulamakla o kadar meşguldüm ki tahammül sınırım epey alt seviyedeydi. Seneler sonra ilk gerçek arkadaşım Hilal olmuştu. Beni dinleyen, anlayan, saygı gösteren biriydi. Kısa sürede öylesine bağlamıştı ki beni kendine sırlarımı açmaktan çekinmemiştim. Hilal'in deyimiyle kalpsizliğimi öğrendiğinde benden çok çözüm aramıştı. Bunu birlikte aşabileceğimizi söylediğinde içimi kaplayan huzur, cümlelerini hatırladıkça içime doluyordu.

Huzurlu olduğum onca zamanın ardından beni harcamak için gözünü bile kırpmayışı aklıma gelince o huzur yerle bir oluyordu. Kahkahalar atarak arşınladığımız kampüs içi, adım attığımız her mekana yanımızda götürdüğümüz neşemiz, mutsuz olduğumuz saniyelerde bir anda gözlerimizin içine yansıyan umut ışığı yalan olamazdı.

İnsanlar bu kadar profesyonel yalancılık yapmamalıydı. Kırılan kalbimin hesabını kim verecekti? Hilal mi?

Çok beklersin Rüya.

"Evet?" daldığım geçmiş düşüncelerinden Taner'in soru işaretleri dolu kelimesi çıkarttı.

"İşin aslı öyle değilmiş." dedim zorlukla.

Mutlu, beni seven, yakın arkadaşım Hilal iyi bir insandı.

Sol elimi alnıma attım ve biraz soluklandım. Hilal'i özleyemezdim. Güzel anıları katletmek tek bir hareketle mümkündü. Hilal, her şeyi katletmişti.

"Okulda üstüme gelmeye devam ettiği bir anda arkadaşlarını onun öldürmüş olabileceğini ima ettim. Çileden çıktı ve 'Ölmeleri gerekiyordu!' diyerek bağırdı. Sen bundan ne anlıyorsun Taner?"

"Ne anlıyorum bilmiyorum ama..." dedi Taner ve yerinden kalkıp sağ elinin işaret parmağıyla balkonu gösterdi. "Utku'dan bir sigara talep ediyorum."

Üçümüz balkona çıktığımızda Taner ve Utku sigara yaktı. Ortamdaki sessizliği Utku bozdu. "Ne düşünüyorsun?" dedi Taner'e.

"Hilal'in manyak olduğunu." cevabını duyduğumda gülümsedim. Artık aynı dili konuşuyorduk.

"Senden bir isteğim var ama bunu yapmak zorunda değilsin." dedim.

İçim içimi kemiriyordu.

Taner cevap vermektense sadece yüzüme baktı.

"Hilal'in arkadaşlarını öldürdüğüne dair bir itiraf olsun istiyorum elimde. Ses kaydı veya mesaj. Bunu elde etmek için onunla çok yakın olmalı birimiz."

Utku'ya baktım.

"Bizim onunla yakın olmamız imkansız. Eğer sen onunla görüşüp benimle konuştuğunu söylersen, onun sana ilgi duyduğunu bildiğini ve benden nefret ettiğini söylersen, ona ilgin olduğunu söylersen..."

"Bunu yapmak zorunda değilsin." diyerek araya girdi Utku. "Yapmak istersen eğer Rüya sevinir ama Hilal'in sana madden ya da manen zarar verme ihtimalini arka plana atmayı tercih ediyor. Bunu zararsız atlatabilirim diyecek kadar kendine güveniyorsan giriş bu işe."

"Yani..." dedim a harfini uzatarak. Vazgeçmemesi için zarar kısmını geriye atmak bana mantıklı gelmiş olsa da Taner karşısındaki kişinin kim olduğunun farkına varmalıydı.

"Benim yüzümden bir zarar görürsen üzülürüm." dedim samimi bir şekilde.

"Bir şartla." dedi Taner ve önce Utku'ya sonra bana baktı.

"Tabii." dedik Utku ile aynı anda.

"Bu konuşmadan, böyle bir işe kalkıştığımdan Azad abinin haberi olmayacak. Onun haberi olursa Metin abime gider haber ve sonu hoş olmaz."

"Metin'den gerçekten korkuyorsun." dedim sahte bir gülümsemeyle.

"Babama ulaşabilecek herkesten korkuyorum diyelim."

"Bu zaafını Hilal'e belli etme o zaman." dedi Utku ve sigarasını küllüğün içine söndürdü.

💫

Taner evden gittikten sonra masanın üzerinde duran telefonumu elime aldım. Saatlerdir bakmadığım telefonda bildirim görmek gibi bir hayalim de yoktu.

Beni evden kovan babam mı arayacaktı?

Beklentim olmadığından olsa gerek 15 cevapsız çağrı ve 4 yeni mesaj ile şaşkınlıkla ekrana bakakaldım.

15 cevapsız çağrının hepsi gerçekte kuzenim olmayan Giray tarafından bildirim çubuğuma hediye olarak bırakılmıştı.

4 mesajdan iki tanesini Giray, iki tanesini de Ebru göndermişti.

Önce Ebru'nun mesajını açtım.

"Rüya, neredesin?"

"Mahallede bir şeyler dönüyor. Sinem'e seni sordum, gitti dedi. Ne demek gitti Rüya?"

Mesajlara cevap verip ne diyecektim ki? Duyduğu her şey yüzde yüz doğruydu muhtemelen. Alt komşusu Zeynep teyze olanın evinde yaşanan olaylar mahalleliden gizlenemezdi.

Ebru duyduysa herkes duymuştu. Özge'nin mesaj atmamış olması, Ebru'nun bu mesajları gruptan değil de özelden atmış olması farklı olaylar düşünmemi sağlıyordu.

Mesela ne Rüya?

Giray'ın mesajlarını açtığımda alt dudağım benden izinsiz dışa sarktı.

"Rüya n'olur aç şu telefonu? Neredesin? Aç ki konuşalım. İyi olduğunu bileyim."

"Kim ne derse desin sen benim kuzenimsin. Ben her zaman yanındayım. Lütfen aç şu telefonu artık. Tek başına üzülmene dayanamam. Neredesin kimlesin bilmeden de rahat uyku uyuyamam."

Giray'ın mesajlarını gördüğüm anda rehbere girdim. Onu merakta bırakmaya hakkım yoktu. En az Utku kadar çabalayacak tek kişi oydu.

Giray'ı aramak üzereyken telefonumun çalmaya başlamasıyla birkaç saniye durdum.

Ercüment arıyordu.

Herkes gibi o da öğrenmişti.

Telefonu cevaplayıp kulağıma yerleştirdim.

"Rüya? İyi misin?" dedi vakit kaybetmeden. Cevapsız kaldım. "Duydum. Çok üzgünüm Rüya. Yardımcı olacağım bir şey var mı ya da elimden bir şey gelir mi bilmiyorum ama yanında olmak istiyorum."

"Teşekkür ede..." cümlemi bitiremedim. Cümlemi yarım bırakan Ercüment'in haykırışıydı.

"Azad!" diye bağırdı aniden. Bana seslenmiyordu. Bana Azad'ın adını anmıyordu. Panik haliyle Azad'a sesleniyordu. Korku ve endişe duyguları sesinden kulağıma ulaştığında kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. "Ne oldu Ercü?" dedim telaşla. Parmaklarım titremeye başladı.

Azad'a bir şey olmuş olabileceği düşüncesi gözlerimi kararttı.

"Azad!" diye bağırdı tekrar ve telefon bir anda suratıma kapandı.

💫

Haftaya '-Azad.' isimli özel bölümümüzde GÖRÜŞMEK ÜZERE!

Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro