25. Bölüm
Hepiniz hoş geldiniz!
Bayramınız mübarek olsun❤️
Erken geldik çünkü hem bayram hediyesi olsun istedim hem de bölümü atacağım gün şampiyonluk maçlarına denk geliyordu... Biraz perişan olacağım açıkçası o gün.
İnşallah Azad ve Rüya'nın takımı şampiyon olur diyelim (:
Gelecek bölüm belirlediğimiz günde yani haftaya Cumartesi gelecek.
Keyifli okumalar dilerim, lütfen oy vermeyi unutmayalım.
22 Mayıs Cumartesi görüşmek üzere ❤️
💫
Dün akşam yaşanan krizin üzerine bugün okula gitmek istemeyişimi Utku anlayışla karşılayarak bana evinin kapılarını açtı. Birlikte salonunda ettiğimiz kahvaltı, evini gezdirip düşüncelerimi başka yere çekmeye çalışması biraz olsun işe yaramıştı.
Normal bir öğrenci evinden daha pahalı eşyaları olduğu su götürmez bir gerçekti.
Mutfağında bulunan buzdolabının markası ve son model televizyonu Utku'nun dışarıya yansıtmadığı maddi durumunu ele veriyordu.
Salonunda bir tane üçlü koltuk, yemek masası ve televizyon vardı. Yerde duran ince kilim, öylesine orada bulunuyordu sanki...
Açık gri koltukları ile beyaz yemek masası ve sandalyeleri hoş bir görüntü oluşturmuştu. Kaldığı ev bir oda ve bir salondan oluşuyordu. Eşyasının az olması normal gelmişti. Mutfağında ise masa yoktu. Küçük bir sehpa, yanında iki küçük tabure vardı. Mutfak küçük olduğu için masayı salona koymayı tercih etmiş olmalıydı.
Yatak odasında ise bir duvar tamamen kitaplıktan oluşuyordu ve kitapları özenle dizmişti. Çift kişilik yatağı, çalışma masası ve duvarları kaplayan fotoğraflar...
Fotoğraflardan birinde küçük bir bebek ve yaşlı bir kadın vardı. Elimi fotoğrafa attığımda "Anneannem." dedi.
Dikkatimi başka yöne çekmek istercesine "Bak sana ne göstereceğim." dedi ve çalışma masasının çekmecesini açtı. Eline aldığı siyah paketin içerisinden fotoğraflar çıkartmaya başladı.
Bana uzattığı beş fotoğrafa gülümseyerek baktım.
"Aa! Bu gittiğimiz konser değil mi?"
Utku gülerek onayladı. "Utku ya! Yine gidelim mi konsere?"
Bir diğer fotoğrafta Utku sandalyede oturuyordu. Kolunun altında duran tavla ve başında dikilip onun zorla fotoğraf çektirmesini sağlayan bir adet Rüya.
Duvarda her arkadaşıyla fotoğrafı vardı, benimle yoktu. Bu fotoğraflar muhtemelen duvardaki yerini alacaktı. Fotoğraflarda Utku ile bambaşka ortamlarda çektirdiğimiz komik fotoğraflar vardı. Kimisinde yüzüm gözükmüyordu, kimisinde de kahkahalarla gülüyorduk.
Son fotoğrafa uzun uzun baktım.
Hilal ile beraber kampüsün çimlerine uzanmış gökyüzüne bakıyorduk. Utku ise bizim güzel çıkacağımız bir açı yakalamaya çalışıyordu. Dışarıdan çekilen bu üçlü fotoğrafımız canımı acıttı.
"Neyse, hadi kahvaltı yapalım. Çay hazır olmuştur." dedi ve kolumdan tutarak beni salona yönlendirdi.
...
"Ben..." dedim Utku'ya ve sinirle kahkaha attım. Kahvaltımız çoktan bitmişti. Sofrayı toplarken de olayları anlatmaya başlamıştım. Şimdi tekrar salonda aynı masanın üzerinde, önümüzde çaylarımız konuşmaya devam ediyorduk.
"Ben yıllardır babamın bana bağırması için dualar ediyorum, bir kere bana kızsın istiyorum."
Elimde tuttuğum çay bardağını sıktım. Dün geceden bugüne sarkan öfkem yavaş yavaş kaybolacağına giderek artıyordu.
"Ya bana babam bağırmamış değil mi? Babam kızmamış bana. Kızsın diye delirdiğim adam kızmamış. Sen kimsin bana bağırıyorsun?"
Utku ne diyeceğini bilemez bir halde sadece iç çekmekle yetindi.
"Ben anlamıyorum ya!" dedim ve çay bardağını sertçe masaya bıraktım. "Bu insanlar nasıl bu kadar rahat kalp kırabiliyor? Sevdiğini iddia ettiği insanı dinlemeden, anlamadan nasıl öfkeyle karşılayabiliyor?"
Utku konuşmadıkça daha da sinirleniyordum.
"Sevgi buysa kalsın. Biri her yanlışa kafa sallar diğeri en ufak bir olayda anlamadan dinlemeden sinir krizi geçirir. Sevgileri de yerin dibine batsın ilgileri de. Ben bu saçma illete sahip olmak istemiyorum."
Utku, oturduğu sandalyeden ağır hareketlerle kalktı ve masanın üzerinde duran sigara paketini aldı. "Gel, balkonda devam edelim." dedi.
Balkonu kapalıydı. Uzun ama dar balkonunun köşesinde bir koltuk vardı. Onun karşısında küçük bir sehpa, balkonu boydan boya örtmüş olan bir halı...
"Sen otur, ben sandalye getireyim." dedi ve tekrar salona döndü.
İkimiz de birer sigara yaktık. Bize uzak olan camlardan birini açtı. Çayından bir yudum aldı ve başı bir süre yukarıda kaldı.
"Ne desem bilmiyorum." dedi. Özenle konuşuyordu. Kendinden emin konuşan Utku, kelimeleri dudaklarının arasından dışarı bırakmadan önce saniyelerce düşünüyordu.
"Yani Rüya bilemiyorum."
Anlamsızca yüzüne bakmaya başladım. Neyi bilemiyordu? Azad'ın bana bağırmasının mantıklı hiçbir açıklaması yoktu. Sevginin varlığına olan inancımı kazandırabileceğini düşündüğüm insan beni hayal kırıklığına uğratmaktan başka hiçbir şey yapmamıştı. Neyi bilemiyordu?
"Azad haksız. Sonuna kadar hemfikirim seninle bu konuda." Sigarasından bir duman çekti ve gözünü camdan dışarıya dikti. "Ama haklı olduğu kısımlar yok mu sence?"
"Yok." dedim. Bir an bile düşünmedim.
Yoktu. Bana bağırmasını haklı çıkartacak tek bir olayı yoktu.
"Var." dedi o da düşünmeye ihtiyaç duymadan. "Var. Sadece sen çok sinirlisin. Sinirli olmakta da bir hayli haklısın."
Yerinden kalktı ve önümüzdeki boş çay bardaklarını alarak içeri gitti.
Onun ardından bana da düşünme görevi düştü.
Azad'ın haklı olduğu bir kısım bulmam gerektiğini hissettirmişti. Düşünmekten başka çarem yoksa düşünecektim. Dışarıya baktım. Havanın soğukluğundan olsa gerek kimse yoktu. Yollar gündüz vakti bile insansızdı. Nadiren yoldan geçen arabaları izlemeye başladım.
Azad, dün akşam bir araba tekerine tekme atarken haklı olduğu kısmın ne olduğunu düşünüyor olabilirdi diye sorgulamaya başladım. Bir anda kontrolünü kaybettiğini yadırgayamazdım. Ben de onunla aynı hisleri yaşıyordum. Yoldan çıktığımı, hakimiyeti kaybettiğimi inkar edemezdim.
Sebeplerim vardı.
Kendi aileme dahi sevgi sözcüklerini kullanmalarını istemediğimi söylemişken Azad'a bunu dillendirmem benim cephemde çok normaldi.
Ama onun açısından...
Utku, Azad'a hak vermek üzere olduğum noktada balkona gelip bir çay daha bıraktı önüme. Azad'a hak veremeyeceğimi de onu görünce bir kere daha fark ettim. Bana bağırmasını haklı çıkartmayacaktım.
"Sen gerçekten çocuğa 'Dilini sökerim.' dedin mi?" diye sordu ve gülmeye başladı.
Başımla onu onayladığımda gülmeye devam etti. "Bazen korkuyorum senden. Yanlışlıkla sana ters bir şey söylesem ağzıma çarpacaksın."
"Söylediğinin ne olduğuna göre değişir ama evet bu da bir ihtimal." dedim ve onunla birlikte gülmeye başladım. "Ayrıca çay içmekten midem kalktı. Sabah akşam çay mı içiyorsun sen?"
"Evet?"
Soruma o kadar şaşırmıştı ki evet derken hayretle kaşlarını havalandırdı. "Kahve, su, kola, soğuk çay, maden suyu?"
"İstersen getireyim birini ama çay var genel olarak." dediğinde kahkaha attım. "Tamam tamam otur. İçerim."
"Buldun mu Azad'ın haklı olduğu kısmı?" diye sordu ve bir sigara daha yaktı.
Başımı iki yana salladım ve "Haklı olduğu kısım yok çünkü." dedim.
"Yanılıyorsun, var. Sadece o arkadaş biraz olsun düşünmeden hareket edip haklıyken haksız duruma düşmüş."
Bacaklarımı karnıma doğru çektim. Utku'nun ne demek istediğini anladığım için kendimi saklamak istedim. Dudaklarım aşağı doğru kıvrıldığında Utku da yüzünde hüzünlü bir gülümsemeyle bana baktı. "Buldun galiba."
"Buldum." dedim ve çenemin altını dizime yasladım. "Neden sevgi sözcüğü kullanmasını istemediğimi bilmiyor. Ondan sakladığım bir şeyler olduğunun farkında."
"Ama..." dedi Utku ve gülümsedi. "Olay burada kalsa haklıydı. O ise öfkesini dışa yansıtmayı seçti. Bu yüzden artık haksız."
Tüm denilebilecekleri o söylediği için üstelemedim ve susmakla yetindim. Azad, kendini kontrol edebilseydi ben haksız olacaktım. Ondan sakladığım her olay için, ona anlatmaktan kaçındığım her şey için suçlu olacaktım.
Zaten suçluydum.
"Ben ona anlatamam ki." dedim çaresizce. Bakışlarımı Utku'dan kaçırdım. Azad geldi aklıma. Naif, beni incitmekten korkan Azad...
Dün akşam ise korku dolu gözlerle ona bakmamı sağlayan biri durmuştu karşımda. "Anlatamam. Tahmin edemiyor musun ne tepki vereceğini?"
"Ben sana anlat ya da anlatma diyemem ki Rüya. Sadece biraz empati yap. Sevgilim bana gelip senin verdiğin tepkiyi verse ben de normal karşılamazdım. Kırılırdım, kızardım."
Derin bir nefes aldı.
"Azad bağırmamalıydı. Bak bu hareketi savunmuyorum yanlış anlama beni. Sadece..."
"Tamam Utku." dedim ve susmasını istedim. Devamında sıralayacaklarını biliyordum.
Sadece yediremiyordum. Hem bana bağırıp hem de derin bir sessizliğe gömülmesini gururuma yediremiyordum. Yanlış yaptığını fark etsin ve gelsin istiyordum. Evet desin. Evet Rüya, haklısın desin...
Utku'nun evinde geçen saatlerimizin devamı suskunluk içinde balkonda oturarak geçti. Vizelerimizin haftaya bugün olduğunu hatırlattığında yüzüne boş boş baktım. Ders çalışmam gerekiyordu ve o da arkadaşım olarak benim iyiliğimi düşünüyordu. Ders çalışmak istemiyordum. Yarın, diğer gün, hafta sonu illa ki bir gün çalışırdım.
En kötü kalırdım. Ne olacaktı ki okulum uzasa? Babam sinirlenecek miydi?
💫
Giray, apar topar beni onlara çağırdığında Utku'nun yanından fırlayarak mahalleye döndüm. Eve geldiğimdeyse bitik bir Giray gördüm. Yengem, amcam ve Aslı evde değillerdi. İlk bakışta soluk benzinden ötürü hasta olduğunu düşündüm ve telaşla mutfağa girdim.
Giray ben mutfağa girince lavaboya koştu ve öğürtü sesleriyle midem allak bullak oldu.
"İyi misin?" diye seslendim.
Cevap gelmedi.
"Giray?" mutfaktan çıkıp ona doğru ilerlediğimde zor bela bana seslendiğini duydum. "Giray ne oluyor?" diye telaşla yanına koştum. Klozetin yanına düşmüş öylece uzanıyordu.
Dişlerinin kasıldığını gördüğüm an hayretle ona baktım. Bir yandan da titremeye başladı. Elimi alnına dayadım. Ateşi yoktu fakat oluk oluk terliyordu.
"Giray konuşsana!"
Ellerini yumruk yaptı. Eline uzandım, açmaya çalıştım. Açılmıyordu. Ya çok kuvvetli sıkıyordu yumruğunu ya da kilitlenmişti.
Gözlerimden akmaya başlayan yaşlarla ne yapacağımı şaşırıp salona koştum. Rehberden Ercüment'i buldum. "Ercü!" diye bağırdım.
"Ercüment evde misin?"
Benim şansımdan mı yoksa Giray'ın şansından mı bilmiyordum fakat Ercüment işte değildi. Dakikalar içinde kapı çaldı, Ercüment geldi.
O gelene kadar ise Giray bir kere bayıldı. Banyonun ortasında yanına oturdum ve kolonya koklattım. Elimden başka bir şey gelmiyordu. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Ercüment geldiğinde Giray'ı değil de sanki Aslı'yı görmeyi bekliyor gibi bir hali vardı. Banyoda kendinden geçmiş halde yatan Giray'ı gördüğünde şaşkınlıkla bana baktı ve hemen arkasından Giray'ı yerinden kaldırıp salona kadar taşıdı.
Giray'ı ayıltmayı başardığında derin bir nefes aldım. "Giray!" dedim telaşla. "Ercüment ambulansı arayalım." dedim.
Ambulansın aklıma gelen ilk çare olması gerekirken son çare olması panik halinde far görmüş tavşana dönüştüğümün en büyük kanıtıydı. Krizleri çözemiyordum.
"Yok, iyiyim ben." diyerek itiraz etti Giray. Elinin tersiyle alnında biriken teri sildi.
"Ateşin de yok senin ne oldu anlamadım ki." dedim. Müdahale etmesi için Ercüment'e dönüp baktım ama o tüm dikkatini Giray'a vermiş onu inceliyordu. Anlamlandırmaya çalıştığı bir durum var gibiydi sanki.
Tekrar Giray'a baktım. "Çorba yapayım mı sana? Yediğinde düzelirsin biraz."
Hızla başını iki yana salladı. "Hayır." diyerek itiraz etmekten de geri durmadı. "Yemek yedim diye kustum zaten. İstemiyorum."
"Ne alaka ya?"
"Giray..." dedi Ercüment. Bakışlarındaki sert ifadeyi fark etmemek imkansızdı. "Giray?"
"Ne var?"
"Hastaneye gidelim." Ercüment Giray'ı test ediyormuşçasına konuşuyordu. Giray'ın ters bakışları onun üzerinden bana döndü. "Gidemeyiz. Babamlar öğrenir."
"Ne olmuş öğrenirlerse?" dedim. Ercüment başını yavaşça iki yana salladı ve dudaklarını içe kıvırdı. "Dün akşam arkadaşlarlaydım. Hoş olmaz." Giray cümlesini bitirdikten sonra yerinden yavaşça kalktı ve elini ağzına kapattı. Ercüment onun peşinden kalktı ve koluna girerek lavaboya kadar götürdü.
Geri döndüklerinde Giray'ın daha fazla titrediğini gördüm. "Giray Allah aşkına belli ki içmişsin. Dokunmuş. Bilmiyor mu amcam alkol kullandığını sanki?"
Ercüment bana bakmaya başladı. Başımı 'Ne var?' dercesine salladım ve tekrar Giray'a döndüm.
"Olmaz diyorum, olmaz!"
"Ben mi açıklayayım neden gitmek istemediğini sen mi açıklarsın? Kızı telaşlandırmak hoşuna mı gidiyor?" Ercüment tiksinerek kurdu cümlesini ve salonun içinde dolaşmaya başladı.
Sorgulu bakışlarımı Giray'a çevirdim. Az önce Ercüment'e sinirle bakıyor olsa da şimdi bana bakışları yavru bir kediyi andırıyordu. "Biraz abarttık partileme işini." Ayağının ucunda duran battaniyeyi üzerine çekti. Titremeye devam ediyordu.
"Ne kadar içtin?" dediğimde arkamdan Ercüment'in sesi geldi. "Soru yanlış. Ne kadar değil ne içtin?"
Gözlerimi kısıp Giray'a baktım. Vücudumu ele geçiren hayal kırıklığını o da görüyor muydu? Aklımda sıralanan ihtimaller tansiyonumu düşürecek raddeye geldiğinde konuştu. "Hap." dedi.
"I-ıh." dedim ve gülümsedim. "Sen zeki bir çocuksun. Aptal değilsin."
"Aptalım." dedi.
"Evet aptalsın!" diye bağırdım. "Giray sen ne dediğinin farkında mısın?"
Dün Azad sana bağırdı diye ortalığı ayağa kaldırıyordun Rüya.
Aynı şey değildi. Ben uyuşturucu kullanmış olsam Azad bana aptal diyerek bağırabilirdi mesela. Çünkü o zaman aptal bir insan olurdum.
"Rüya..." dedi ve başını diğer yana çevirdi. "Bağımlı mısın?" diye sordum. "Amcamın öğrenmesi mi yani şu durumda seni endişelendiren?"
"Rüya sakinleş." Ercüment koluma yavaşça dokunduğunda dönüp ona baktım ve güldüm. "Kuzenim o benim!" dedim.
Biliyor Rüya. Açıklamana gerek var mı?
"İlkti."
"Kaç yaşına gelmişsin bunun ilki sonu olmaz bilmiyor musun?"
Ellerimi saçımın arasına geçirmiş şaşkınlıkla Giray'a bakıyordum. Bu olmazdı. Bunu yapmaması gerektiğini bilecek kadar olgunlaşmış bir insandı.
"Hataydı!" diye bağırdı karşılık olarak. "Salakça beyinsizce aptalca... Ne dersen de öyle bir hataydı!"
"Giray," dedim ve gözlerim dolu dolu yanına oturdum. Başını durduğu yerden kaldırdım ve dizimin üzerine aldım. Dudaklarımı yavaşça alnına bastırdım. Parmaklarım saçlarında gezerken gözümden akan yaşları durduramıyordum. "Yapma bir daha. Sakın!"
"Tekrarlanmayacak bir hata." dedi ve gözlerime baktı. "Ne olur söyleme babama. Gebertir beni."
Başımı salladım. "Tekrarlanırsa susmam."
Giray kısa süre içinde dizimde uyuya kaldığında ilk başta bayıldığını sandım. Ercüment ise karşı koltuğa oturmuş telefonuyla uğraşıyordu.
Azad'a bilgi geçiyor Rüya. Haberin olsun.
Verdiği bilgilerin arasında Giray'ın yanlışı bulunuyorsa Ercüment ile tüm ilişkimi keserdim. Kuzenimin özelini birine anlatmak gibi bir hadsizlik yapamazdı. Zaten ondan böyle bir hareket de ummazdım.
Giray'ın uykuya daldığına emin olduğumda yerimden kalktım ve başının altına koltuğun yastığını yerleştirdim. Ercüment'i alıp balkona çıktığımda derin bir nefes aldım.
Hem çok korkmuştum hem de çok kızmıştım. Kendimi Giray'ın olduğu konumda düşünmeye çalışıyordum. Giray da muhtemelen benim gibi tepkiler verirdi.
Empati yapmayı öğrenen Rüya çok ilgi çekiciymiş. Sen hep empati yapsana ya.
Camı açtım ve soğuk havanın yüzüme vurmasının tadını çıkarttım. Korkum, öfkem terlememi sağlamıştı. Yanaklarımı ele geçiren sıcaklığı biraz olsun savuşturabildikten sonra balkonda duran masanın sandalyesini kendime doğru çektim ve oturdum. Ercüment de beni takip ederek oturdu.
"Sırası değil ama..." dedi.
"Azad meselesi mi?"
Başını salladı. "Bence de hiç sırası değil." dedim ve içeride uyuyan Giray'a baktım.
"Ama Azad'ı bir dinlesen her şey çözülecek." dediğinde şaşkınlıkla ona baktım. "Dinlesem mi? Ulaşmaya mı çalıştı Azad bana? Çalışmadı. Kapısına gidip ben mi açıklama talep edeceğim?"
"Korktuğu için konuşmadı seninle."
Kaşlarımı çattım. Suçlu ben miydim? "Rüya bak beni dinle ben sana anlatayım."
"Konunun muhatabı sen değilsin." dedikten sonra yüzündeki hüzünlü ifadeyi gördüm. "Tamam bağırmış da..." dediğinde sinirle "Ercü!" diyerek sözünü kestim ve araya girdim.
"Yapma Ercü, bari sen yapma."
Ercüment konuşmak yerine birkaç saniye bekledi. Konuşacağı şeyler benim sinirimi bozmaktan başka bir işe yaramayacaktı ve bunu fark etmişti. Derin bir nefes aldı ve bakışlarını benden kaçırdı.
"Ben de farkındayım Azad'ın bağırmaması gerektiğinin. Yapmış bir hata."
Cümlesini tamamladıktan sonra tekrar gözlerimin içine baktı.
"Onun hataları yakında boyunu geçecek. İletirsin bunu."
Aslında cümleyi kurarken samimi değildim ve tam olarak da böyle düşünmüyordum. Saatler önce Utku'nun yanındayken ona da hak verebildiğimi söylemiştim ama şu an bunu yapamıyordum. Utku, yaşadıklarımı da biliyordu. Ercüment'in ise hiçbir fikri yoktu. Ona ne anlatıp ne söyleyebilirdim ki? Hiç. Hiçbir şey anlatamazdım.
"Rüya Allah aşkına bir sakinleş." dedi. Kaşlarımı yukarı kaldırdım.
"Sakinleşemem. Benim kanımdan canımdan olan kuzenim..." dedim ve biraz durdum. Yutkundum. Cümlenin devamını getirmem gerekiyordu. Cümlemin devamının Ercüment'i kıracağının farkındaydım bu yüzden boğazıma oturan yumruyu yutkunarak göndermeye çabalıyordum.
"Devam et, sorun yok." dedi. "Girme şu konuya desem mesela bir şey değişmeyecek. Söyle."
"Ercüment bak..." dedim ve başımı salladım. "Giray gelip senin ağzını burnunu kırdığında onun karşısında ben sakin olmadım. Şimdi de sakin falan olamam."
O günü hatırlatmıştım. Parmakları dudağının kenarına değdi. Muhtemelen istemsizce yaptığı bir hareketti. O gün olduğu gibi omuzları düştü.
"Haksız mıydı Giray?" diye sordum. "Yalvarırım sen söyle haksız mıydı? Ben o gün niye onun karşısına dikilip seni korudum?"
"Haklıyken haksız duruma düştü çünkü." dedi. Yanağımı dişliyordum. Ercüment'i üzmekten hoşlanmıyordum ama Azad'ın da nasıl bir konuma düştüğünü anlaması gerekiyordu.
"Haklıydı." dedi hırsla ve içeride yatan Giray'a baktı. "Ben de reşit olmayan kardeşimle 25 yaşında bir herifin konuştuğunu öğrensem aynısını yapardım. Giray'a o gün karşılık vermeme sebebim sonuna kadar haklı olmasından kaynaklanıyordu." dedi ve güldü.
"Rüya," dedi sakin ve sessiz bir tonda. "Ben ne dediysem arkasındayım. Aslı ile benim bir ihtimalimiz yok. Eğer büyüdüğünde yine bana karşı hisleri olursa o zaman biz beraber olabiliriz."
Dikleşen omuzları tekrar düştü. "Ama öyle bir şey olmayacak. Aslı beni iki güne hafızasından silip yaşıtlarıyla ilgilendiği bir hayat yaşamaya devam edecek. Ben onun için hayranlık duyduğu biriyim."
"Neyse." dedi. "Konumuz bu değil. Konu sen ve Azad."
"Bekleyecek misin?" diye sordum şaşkınlıkla. "Büyümesini bekleyecek misin?"
Onaylamak için başını salladı. "Kapatalım mı bu konuyu? Çünkü konuştukça ne kadar iğrenç biri olduğumu hatırlıyorum."
"Değilsin." dedim. Çaresiz hissediyordum. Ercüment'in hisleri yanlıştı ama en azından geride durup sadece kendine zarar veriyordu. Aslı'nın geleceğini de gençliğini de yakacak bir hamlede bulunmuyordu.
"Azad ile konuş lütfen. Çok pişman." dedi ve yerinden kalktı.
Giray, uykuyla uyanıklık arasında bir noktada evden giden Ercüment'e teşekkürlerini iletti. Sonrasında ise tekrar uyudu.
Amcamlar eve gelene kadar geçen sürede iki kez uyanıp midesinde kalan her şeyi temizledi. Uykusunda sayıkladı. Terlemeye devam etti. Amcamlar eve geldiğindeyse üşüttüğünü söyledi. Ben sadece onu onaylayabildim. Başka söz hakkım yoktu. Ailesine emanet edip evden çıktıktan sonra bir süre apartmanın kapısında oturdum.
Azad ile konuşmalı mıydım? Benimle konuşmak için bir çaba göstermeyen birine kollarımı açıp koşarak gidemezdim ki. Gerçekten kendini affettirmek istese bir yolunu bulup benimle konuşacağını biliyordum.
Nasıl ilk günlerde numaramı bulduysa şimdi de elinde olan numaramdan beni arayabilirdi.
Yapmıyordu.
Onun haklı olduğu yerleri düşünmekten vazgeçtim ve kendi haklı olduğum yere körü körüne bağlandım. Haklılık payı verdikçe açıklama yapması gereken kişinin kendim olduğunu düşünüyordum. Bir anda çileden çıkıp etrafa saldıran insanın karşısına geçip de af dilemeyecektim.
Yerimden kalktım ve apartmana girdim. Merdivenleri acelem varmış gibi ikişer üçer çıktım ve dairenin önüne geldim. Kapıyı açmak için anahtarı cebimden çıkarttığım esnada karşı dairenin kapısı açıldı. Emine teyzeyi göreceğimi umarak yüzümü kapıya çevirdiğimde karşımda Azad, Ercüment ve Metin'i gördüm.
Azad hariç ikisi başıyla selam verdiklerinde onları tekrarladım ve sırtımı onlara dönerek kapıyı açtım. Son bir umutla kapıyı kapatmadan önce onlara baktığımda Azad'ın gözleri benim gözlerimle buluştu. Gözümü bile kırpmadan soluksuz bir şekilde ona baktım. Tepki vermesini bekledim, tepki vermesini istedim.
Vermedi.
Kapıyı sertçe suratına kapattıktan sonra bir miktar da olsa rahatladığımı hissediyordum.
Muhtemelen Azad defteri az önce kapanmıştı ve ben yine sevgiyi bulamamıştım.
💫
Günlerden Pazar...
Metin'in Özge'ye evlenme teklifi etmesinin üzerinden tam sekiz gün geçti. Bu sekiz günlük süreç o kadar hızlı ilerledi ki Özge'nin ailesi nasıl ikna oldu, ne ara biz kızlarla elbise almaya alışverişe çıktık, organizasyon şirketi salona süslemeleri nasıl ve hangi zaman diliminde yerleştirdi anlamadım.
Tabii ki tüm zahmetimiz elbise almaya gittiğimiz günle kalmadı. Evi bu önemli güne hazırlamak sadece Özge'nin ve annesi Hülya teyzenin görevi değildi. Ebru ile payımıza düşen temizlik bezlerinden kaçmayı teklif dahi edememiştik.
Azad ile yaşadığımız problemin üzerinden geçen altı günlük süre zarfında Azad ne mesaj attı ne de aradı. Ben ise onu son görüşümde yüzüne kapı çarpmanın salaklığıyla günlerimi geçirdim.
Kız verecek oluşumuzun telaşından hafta içinde okula uğramayışım yarın başlayacak vizelerimin tasasını içime yaydı. Neyse ki ilk hafta programım çok yoğun değildi. Asıl sorun çıkartacak derslerimin sınavı ikinci haftaya birikmişti.
Metin'in askere gitmesine dört gün vardı. Özge'den duyduğum kadarıyla çarşamba akşamı mahallede asker uğurlaması yapılacaktı ve gecesinde Metin yola çıkacaktı.
Ve yine Özge'den duyduğum kadarıyla Azad benim karşıma çıkmaya cesaret edemiyordu...
Olayı mecburen anlatmak zorunda kaldığımda kızlar Azad'a bana bir daha bağırırsan dilini sökerim dediğim kısımda kahkaha atmışlardı. Azad, bu söylemimden ötürü benden biraz çekinir hale gelmiş olsa da kızların alışkın olmadığı bir durum değildi. Bizim tartışmamız onların da eğlenmesini sağlarken Ebru gülmeyi kesebildiği ilk an "Azad abi ayıp etmiş." diyerek bana hak vermişti. Özge ise asıl merak edilen noktadan olaya bakıp "Niye sevgi sözcüğü kullanmasından rahatsızsın ki?" diye sormuştu ve Hülya teyzenin odaya girip bizi temizliğe zorlamasıyla konu bir anda dağılmıştı.
Aynanın karşısında yan yana durmuş üç genç kız... Yansımalarımız duygulanmamı sağladı. Ortamızda duran Özge'ye baktığımda gururla gülümsedim. Bir peri masalından çıkmış gibi güzeldi. Giydiği bordo rengi midi boy elbisenin göğsünde V dekolte vardı. Göğüslerinin birleştiği noktaya kadar cesurca inen dekolteyi tamamlayan tülden oluşmuş transparan kollarıyla harika duruyordu. Ayağındaki siyah ince topuklu bant ayakkabıyla bordo rengini ustalıkla tamamlamaya başarmıştı. Ensesinden sımsıkı topuz yaptığı saçı ve mütevazı makyajıyla hazırdı. Kulağına taktığı altın küpesi ise çocukluğunda babasının ona aldığı ilk hediyeydi.
Heyecandan titreyen ellerini havaya kaldırdı ve parmağında duran yüzüğe baktı. Baş parmağıyla yüzüğünü okşadığında gülümsedim ve bakışlarımı kendi yansımama çevirdim.
Pudra rengi saten gömleğimi siyah yüksek bel pantolonumun içine sokmuştum. Normalde bugüne özel giymek için beyaz renkli havuç pantolon almıştım fakat regl olma ihtimalim çok yüksekti ve riske atmamak için beyaz pantolondan vazgeçmek zorunda kalmıştım. Ayağımdaki siyah stilettolar ile sade ama şık görünüyordum. Saçımı at kuyruğu yapıp yüzüme de hafif bir makyaj yapmıştım.
Ebru, dar mini siyah elbisesiyle mateme gelmiş gibi duruyordu. Elbiseyi seçtiği ilk an tüm itirazlarımıza rağmen vazgeçmemişti ve bugün de kararını değiştirmeyerek giymişti. Saçlarını düzleştirip salık bırakmıştı.
"Ne o yasta mısın?" diye takıldığımda da suratını asıp "Özge'yi veriyoruz sen niye yasta değilsin?" cevabını vermişti.
"Sen beyaz giyecektin, o ne oldu asıl?" diye sordu Ebru. "Regl olacağım. Her an olabilirim tedirginliğiyle giymedim işte." dedim.
Kapı çaldığında Özge'nin odasından çıktık ve annesiyle babasının hemen arkasındaki yerini aldık. Eve ilk giren Metin'in babası oldu. Arkasından da annesi, Ercüment, Azad girdi ve kapıda en son elinde çiçek ve çikolatayla Metin belirdi.
Eve girişte çıkan kargaşayla birlikte bir el öpme seansı başladı. Özge ve Metin'in öpmesi gereken eller bir şekilde arkadaşlarına yani bizlere uzandığında kapıda bekleme süreci uzadı.
Metin, getirdiği bembeyaz gül demetini Özge'ye uzattı. Herkese söylediğim "Hoş geldiniz." cümlesi Azad ile karşılıklı boş bakışmamıza eşlik etmedi.
Hepimiz salona girdiğimizde Metin'in annesi ve babası salonun köşesine kurulmuş organizasyon masasının çaprazındaki koltuklara oturdular. İsteme ile beraber söz kesileceği için Özge'nin ailesi sade bir tören yapmak istememişti. Aceleye geldiği için zaten iki tarafın da akrabaları gelememişti. En azından güzel bir hatıra kalsın istiyorlardı.
Yuvarlak gümüş bir halkanın içi küçük ışıklarla aydınlatılmıştı ve sağ üst köşesinde Özge ve Metin'in baş harfleri yazıyordu. Önünde duran masa da organizasyon şirketinin getirdiği masaydı ve onun da bir köşesinden yere doğru beyaz bir tül uzanıyordu.
Azad, Metin ve Ercüment birbirinin kopyası üç arkadaş olmuşlardı. Siyah pantolon, siyah ceket ve beyaz gömlek giyerek takım elbiselerini tamamlamışlardı. Metin'in onlardan tek farkı boynundaki kravattı.
Üçü de utangaç bir şekilde otururken Metin yine farkını ortaya koyarak gözlerini ayaklarına dikti ve konuşulanları o şekilde dinlemeye başladı. Azad ile birkaç kez göz göze gelsek de bakışlarımı çevirerek gerginliğe kapılmamaya çabaladım.
Havadan sudan konuşulan konular bittiğinde Hülya teyze bakışlarıyla kahve yapmamızı emretti.
Evet, bu hareketi önceden kendi aramızda çalışmıştık...
Üç kız aynı anda hareketlenip mutfağa geçtik.
"Birazdan heyecandan ölüp gideceğim bu dünyadan." dedi Özge. Önceden mutfak tezgahına konulmuş olan cezveyi eline alıp havaya kaldırdığında elinin titremesiyle cezve de titremeye başladı.
Ebru vakit kaybetmeden Özge'nin elinden cezveyi aldı ve Özge'yi de sandalyeye oturttu.
"Sakinleşmen lazım." dedim. Dedim ama titreyen parmaklarımdan habersizdim.
"Allah'ım neden bana bu arkadaşları reva gördün ya Rabbim!" Ebru, kaşık kaşık kahveyi cezveye doldururken birden bize döndü ve "Salağız lan biz." dedi.
Kaşlarımı çatıp ona baktım. Benim anlamayışım onu daha da eğlendirdi. "Kahvelerini nasıl içeceklerini sormadık."
"Ay ben biliyorum." dedi Özge ve çekmecelerden birini açarak bir kağıt çıkarttı. "Unutmamak için Metin'den öğrenip yazmıştım."
"Oh çok şükür. Aramızda nadiren de olsa beynini kullanan biri var." dedi ve ellerini dua eder gibi açıp birkaç saniye sonra yüzüne sürdü.
"Dua mı ettin?" diye sordum. "Evet canım, hepimize akıl fikir diledim."
Özge'nin tuttuğu kağıdı eline alan Ebru kısa süre içinde beş kahveyi hazırladı.
Dört kahve tepsinin köşelerine dizildi, Metin'in tuzlu kahvesi farklı bir fincan takımıyla tepsinin tam ortasına yerleştirildi. Özge biraz olsun sakinleşmeyi başardı ve tepsiyi eline alarak salona giriş yaptı. İlk kahve Metin'in babasına verildi ve devamı da sırayla dağıtıldı.
Özge'nin elindeki tepsiyi kucağıma aldım ve o da yanımda duran sandalyeye oturdu. Üçümüz de Metin'i izlemeye başladık.
Aldığı ilk yudumla yüzü buruştuğunda kıkırdadım. Ercüment ve Azad da gülümsedi ve bakışlarını bize çevirdiler. Azad ile göz göze gelişimle birlikte yüzümdeki gülümseme istemsizce kayboldu ve bakışlarım odanın içindeki insanların yüzünde gezmeye başladı.
Kısa bir süre sonra da o çok bilindik cümlenin ilk kelimeleri yankılandı salonda. "Allah'ın emri, peygamberin kavliyle..."
Gözlerimizin önünde arkadaşımızın Metin ile evliliğini onaylayan ailesi bir miktar Ebru ile benim sinirimi bozdu.
Hanım hanım bunca yılın hiç mi hatırı yok?
Yokmuş...
Verdiler kızı...
Yüzükler takıldıktan sonra bulduğum bir boşlukta yani ev halkı fotoğraf çekilirken mutfağa geçtim. Kendime bir bardak su doldurdum. Suyu içip bardağı yüzümün önünden çektiğim anda karşımda Azad'ı gördüm.
Yapmacık olduğuna emin olduğum bir gülümseme yerleştirdi yüzüne. "Su içecektim."
Önüne temiz bir bardak ittim ve mutfaktan çıkmak için ona doğru bir adım attım. Yolumu kesti.
Konuşması için bekledim fakat o yine beklentilerimi boşa çıkarttı. Önümden çekildiğinde içeri gitmeye dair bir çabam kalmamıştı bile.
Suyunu içtikten sonra bardağı tezgahın üzerine bıraktı ve tekrar gözlerini benim gözlerime dikti. Koyu kahverengi gözler ruhumu içimden sökmek istiyordu. Ona baktıkça kızıp kızamayacağımı bilemiyordum. Alt üst olmuştum. Olumsuz hisler içimden kayboluyordu kaybolmasına ama olumlu hisler o boşluğu doldurmaya gelmiyordu.
Bir adım attı. Yaklaşan bedenlerimiz nabzımı yükseltti.
Bir adım geri çekildim.
Bir adım daha attı.
Bir adım daha geri çekildim.
Yüzündeki samimiyetsiz gülüş ile başını hafifçe salladı ve arkasını döndü. "Buradan çıkınca konuşalım." dedi.
Yüzüme dahi bakmadan...
Cevap vermedim. Konuşacaktık. O bilmese de onu onaylamıştım ama birkaç saat daha öğrenmese ölmezdi.
Sonuçta yüzüme bakma gereği bile duymamıştı.
Kahveler içildi, yüzükler takıldı, yüzüklerin arasındaki kurdele kesildi. Herkes tebrik edildi, eller öpüldü...
Gecenin yorgunluğuyla sessizce evlerimize dağılmak için mahallede yürümeye başladığımızda yanımda yürüyen Ebru bir anda kayboldu ve yerini Azad aldı.
Sessiz sedasız apartmanın önüne kadar yürüdük. Konuşmak isteyip tek kelime etmemesi sinirimi bozduğundan ağır hareketlerle apartmanın girişine yöneldiğimde o beni ele geçiren ses tonu yerimde kalmamı sağladı.
"Konuşalım mı Rüya?" diye sordu. Nefesim düzensizleşti. Olduğum yerde saniyelerce derin nefes aldım ve içimden ona kadar saydım. Saydıkça öfkem arttı.
Hani gözlerini kapatıp ona kadar saymak insanı sakinleştiriyordu?
"Konuşalım." dedim sırtım ona dönükken. "Gel, ileride konuşalım." dedi.
Adım seslerini duyduğumda ben de peşinden yürümeye başladım. Mahallenin girişindeki banka oturdu. Yanına oturdum.
Titriyordum. Hava soğuktu, üşüyordum. Ama titrememin sebebi havanın soğukluğu değildi. Aklımda o gece karşımda insanlıktan çıkan Azad canlanmıştı.
Titrediğimi fark ederek ceketini omuzlarıma bıraktığında itiraz edemedim.
Bir de itiraz etseydin Rüya! Reyhan abla sana boşuna demedi burnun düşse yerden almayacaksın diye.
Ona baktım. Takım elbiseyle muntazam duran vücudunun o kadar da ilgimi çekmediğini fark ettim. Bu, beni yıkan ilk darbe oldu.
Yüzüne baktım. Karşımda duran dudakları artık arzulamıyordum. Bu, beni yıkan ikinci darbe oldu.
Azad, kazanamadığı sevgi hissinin yanında kazanabildiği tek his olan arzuyu kendi eliyle yerle bir etmişti. Azad Gümüşay, kalbimde taht kurmaya oynarken tahtla beraber kendini yakıp kenarda izlemişti. Artık, yoktu. Yanıp kül olmuş eski bir hatıraydı ve küller canlanmazdı.
💫
GÖRÜŞMEK ÜZERE!
Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro