Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

18. Bölüm

Hoş geldiniz.

Lütfen oy vermeyi unutmayalım. Oy vermediğiniz bölümler varsa onları da oylarsanız çok sevinirim.

Keyifli okumalar. ❤️

💫

Ders çıkışı, arkadaşlarından sıyrılıp yanıma gelmesi için Utku'yu bekliyordum. Ders boyunca üzerime yönelen agresif, alaycı bakışlar fakülte kantininde de varlığını sürdürüyordu. Başımı hangi yana çevirsem o tarafta herhangi biriyle göz göze geliyordum.

Başımı eğmemem gerektiğini sürekli kendime hatırlatsam da artık katlanılamaz bir boyuta gelen durum karşısında gözlerimi önümdeki karton bardağa diktim.

Bana bir anda tavır takınmış, beni tanıyan veya tanımayan hiçkimseye bir zararım dokunmamıştı. Hepsi Hilal ile birlik olup beni hayattan bezdirmeye çalışıyorlardı. Belki şimdi değil ama bu sürecin sonunda yıkılabilirdim.

Yan masada konuşan üç erkek, adımı tekrarlıyorlardı. Bakışlarımı hafifçe onlara çevirdiğimde bana bakmadıklarını gördüm. Yüksek ihtimalle hakkında rahatça konuştukları, ismini zikrettikleri kızın görünüşü hakkında bilgi sahibi değillerdi. Eğer kim olduğumu bilselerdi ya bu kadar yakınımda rahatça konuşmazlardı ya da cümlelerini bana bakarak taçlandırırlardı.

"Oğlum ya düşünsene, sevgili oluyoruz bu kızla yanlışlıkla. Her şeyden habersiz!" kahkahası kulağımda çınlarken güldüm ve başımı tekrar bardağa doğru eğdim.

Aptal çocuk, benim seninle sevgili olma ihtimalim var mı sanıyorsun?

"Var ya insanlardan nefret edip yüzlerine böyle gülebilen biri tek ayak üstünde ne yalanlar uyduruyordur."

Herkesten nefret ettiğimi nereden çıkarttın acaba?

"Özel ders veriyorsa bu işler için ben ilk öğrencisi olurum. Gerçi biraz beyni olsa böyle ifşalanmazdı."

Beyinsizin teki, oturmuş benim beynim hakkında konuşurken daha fazla suskunluğumu koruyamadım ve derin bir nefes alarak yerimden kalktım.

Yan masada boş olan sandalyeye işaret parmağımla dokundum. "Oturabilir miyim?"

Üç enayi aynı anda hevesle başını salladığında gülümsedim. Gerçekten de haklarında atıp tuttukları kişi hakkında ismi dışında hiçbir şey bilmiyorlardı.

"Çay?" diye atıldı ortaya sakalı bile henüz çıkmaya başlamamış olan. Başımı yavaşça sola doğru birkaç santim yatırdım ve gülümseyerek onayladım.

Üçü de hayatlarında ilk kez kız görüyorlarmış gibi beni inceliyordu. Çay teklifini yapandan önce tek kulağında küpe olan, kumral kirli sakallı ayağa fırladı.

"Tüh!" dedi soruyu yönelten köse. "Ben ısmarlayacaktım."

"Sorun değil benim için. Önemli olan niyet."

Az önce hakkımda konuşup beynimi sorgulayan çocuk koşa koşa bana çay almaya gitmişti. "Ben Mehmet."

Küpeli olan çay ile geldiğinde selamlaşma ve tanışma faslını geçmiştik. İsimlerinin gözümde hiçbir değeri olmadığından benim için köse, küpeli ve Mehmet olarak kalacaklardı. Üçüncüye verecek bir isim bulamamıştım. O kadar sadeydi ki.

Mehmet, seninle yanlışlıkla sevgili de olmazmışım.

"Ece, işletme mi okuyorsun?"
"Evet." dedim. "Üçüncü sınıfım."

İsmimin Rüya'dan Ece'ye evrilmesi çok uzun sürmemişti. Tek ayak üzerinde kaç yalan söyleyip gözlerine bakarak ne kadar ilerleyebileceğimi merak ediyordum sadece.

"Ece, şu meşhur Rüya'yı tanıyorsundur sen. Biz daha yeniyiz okulda." Köse, bir yandan Rüya diyordu bir yandan da yavaş yavaş sandalyesini bana yaklaştırıyordu.

Gülümsedim ve çayımdan bir yudum aldım. "Tanıyorum tabii. Aynı sınıftayız."

Masalarına gelmiş herhangi bir kız onlar için o kadar önemliydi ki benim ve onların üzerinde gezinen bakışları fark edemiyorlardı. Biraz olsun ortamın ruhundan sıyrılsalar meşhur Rüya'nın masalarında olduğunu anlayabilirlerdi.

"Seni de mi kandırdı?" Mehmet, merakla oturduğu yerde dikleşerek yöneltmişti sorusunu. Diğerleri de tüm dikkatlerini bana vermişlerdi. "Hayır. Arkadaş olmadığım birinin beni sevip sevmemesi umurumda değil çünkü."

Kendini aklamaya çalışman normal mi Rüya?

"Gerçi onun gibi insanların canı cehenneme." dedim gülümseyerek.

Hepsi aynı anda başlarını sallayarak bana katıldığında kahkaha atmaya başladım. Uzun süren kahkahama onlar da eşlik ediyordu. Gözümden yaş gelene kadar güldüm. Küpeli, dirseklerini masaya koydu ve gülüşüm biter bitmez lafa karıştı. "Kampüsü gezdirir misin bana? Çok öğrenemedim."

Gözüme baka baka kur yapıyordu. Tekrar kahkaha atmaya başladığımda onların gülmediğini fark ettim. Kaşlarını çatmış tek tek birbirlerinin yüzüne bakıyorlardı. Omzumda hissettiğim el ile başımı çevirdiğimde Utku'yu gördüm.

"Rüya? Ne oluyor?" dedi.

Utku ismimi telaffuz eder etmez bakışlarımı üç avanak arkadaşa çevirdim. Köse olan sandalyesini hızla uzaklaştırdı. Mehmet, kaşlarını kaldırdı ve bir bana bir Utku'ya bakmaya başladı. Küpeli de "Hasiktir!" diye mırıldandı.

"Ece ben." dedim Utku'ya. "Bu beyler Rüya'nın beyinsiz olduğunu düşünüyordu. Sohbetlerine katılmak istedim."

Utku gülmemeye çalıştı ama başarılı olamadı. Çocukların gözünün içine bakarak kısa bir kahkaha attı. "İçer misin?" çayı uzattım. "Enayi parası olunca daha güzel oluyor tadı."

"Biz," dedi köse. Devamını getiremedi. Şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuşlardı.

"Siktirin gidin lan!" dedi Utku sessiz ama kararlı bir sesle. Üçü aynı anda yerlerinden fırladığında "Beyler," diye seslendim. "Bir dahakine kim hakkında konuştuğunuzu öğrenin."

Kantinden hızla çıktıklarında Utku da karşıma oturdu. "Arkadaşlarım seni sordu. Kötü anlamda değil. İyi olup olmadığını merak etmiş bir iki tanesi."

Başımı salladım ve gülümsemeye çalıştım. "İnsanlık ölmemiş diyorsun."

"Tek falsolu arkadaşım Hilal oldu şahsen. Ben iyi insan seçerim." dedi Utku ve hemen arkasından söylediği için pişman oldu. Yüzündeki mimiklerden üzüldüğünü fark edebiliyordum.

"Aramadın." dedi Utku. Ciddi konulara gelmiş olmalıydık. Espri yapma çabasına girmiyordu, ellerini birleştirmişti ve masanın üzerine bırakmıştı. Şimdi kaçtığım gerçeklerle yüzleşme zamanıydı.

Hakkımda konuşulması beni ilgilendirmiyordu. Belki ilgilendiriyordu fakat hayatımda herhangi bir izi olmayan insanların bana düşman olmasını bir yere kadar görmezden gelebilirdim. Arkadaş edinmek ile ilgili bir isteğim olsaydı tek arkadaşım Hilal olmazdı. Yıllardır sınıftaki çoğu kişiyle iletişimim iyiydi. Tercih etmiyordum.

"Unutulacak. Üç gün konuşulacak üç hafta sonra unutulacak." dedi.

"Ben unutmayacağım Utku. Onun bana yaşattığını unutmayacağım."

"Başın öne eğilmesin aldırma Rüya aldırma!" dedi gülerek. Mırıldanmaya başladığı şarkının bağlanışının ismim olması benim de gülümsememi sağladı.

Utku konuşmaktan çekinir bir şekilde dudaklarını aralayıp tekrar kapatıyordu. Söyleyeceklerinin ne olduğunu az çok tahmin edebiliyordum. Hilal'e sıralayacağı sitemler de beni teselli etme çabası da herhangi bir işe yaramayacaktı. Boş telkinler vermektense susmayı tercih ediyor olmalıydı. Söylenecek çok fazla bir şey yoktu. Üzerinde konuşulması gereken her olaydan kaçtığım gibi bunu da kaçarak çözmeliydim.

Susmak, güçsüzlük göstergesi değildi gözümde. Susmazsam ne kadar ileri gidebileceğimi kestiremiyordum.

"Yapacak bir şey yok." dedim ve ellerimi göğsümde kavuşturup arkama yaslandım. Umursamaz gözükürsem benim için telaşlanan arkadaşımı da biraz rahatlatabilirdim.

O yine dudaklarını araladı ve kapattı. Yüzünde beliren kırgın tebessüme aynı şekilde karşılık verdim. Utku'nun sınıfından olup, birlikte alttan aldığım derse girdiğim insanların bize baktığının bilincindeydim. Utku için kötü bir sona bağlanacak herhangi bir olay istemiyordum. Onun da arkadaşları, tanıdıkları tarafından dışlanması benim katlanamayacağım noktalardan biri olurdu.

"Rüya?"

İsmimin seslenmesiyle Utku'ya söyleyeceklerimi erteleyerek başımı sesin geldiği yöne çevirdim. Taner, seslendikten sonra yürümeye devam etti ve masaya gelip oturdu.

Şimdi ne yapacaksın Rüya?

"Selam." dedi. Utku kaşıyla kalkıp kalkmaması gerektiğini bana soruyordu. Elimle oturmasını işaret ettim ve Taner'e döndüm.

Taner masaya oturduğu esnada fakülte kantinine giren Hilal, gözlerini bize diktiğinde güldüm. Ellerimi ceketimin cebine soktum ve öyle oturmaya devam ettim. Taner uğruna yaptığı her şeyin sonucunda Taner benimle aynı masada oturuyordu. Azad ile buluşmama sinirlenip ortalığı ayağa kaldırmış oluşunun sonunda Taner, Azad'a haber uçurmak için masamda oturuyordu.

Ona sinirli olmam gerekirken ona acımaktan kendimi alamadım. Uğrunda şerefini devre dışı bıraktığı oyunda bana düşman edebildiği insanlar hayatım için önemli değildi.

Bakışlarımı Hilal'den çekip Taner'e yönelttim. Dizini titrettiği için titremeye başlayan masa sinirlerimi yerinden oynatsa da tepki vermek yerine konuşmasını bekledim.

Uzayan sessizlik, zihnimdeki düşünceleri birbirine karıştırdı.

Ya Azad'a çoktan söylemişse? Azad, gece boyu rol yapmış olabilir.

Olamazdı. Azad, benimle oyun oynamazdı. Öğrenmiş olsaydı eğer bunu yüzüme vurmaktan çekinmezdi.

Nasıl bu kadar emin konuşuyorsun Rüya? Sen Azad'ı ne kadar tanıyorsun?

Tanımıyordum. Geçirdiğimiz kısa zaman zarfı içerisinde onun karakteri hakkında az da olsa fikir sahibi olabilmiştim. Ben Azad'ın yol haritasında labirentleri aşarak sonuca ulaşmaya çalışan basit bir oyuncuydum. O labirenti aşabilirsem bunun sebebi Azad'ın bana öğrettiği kişiliği olacaktı. Bu zamana kadar tanıdığım kadarıyla da o bana böyle bir konuda yalan söylemezdi.

Öğrenirse sence neler olur Rüya? Olayın ciddiyetinin farkında mısın?

Ben de Taner gibi istemsizce dizimi titretmeye başladığımda Utku ile göz göze geldim. Titreyen sadece dizim değildi. Ellerimin titrediğini fark etmeme sebepleri ceketimin cebine onları saklamış olmamdı.

Korkuyordum.

Azad, benim için sevgi kapısına giden tek yoldu. Sevemeyecek olsam dahi bu kapıyı zorladığımı bana anlatabilecek tek kişiydi.

O, öğreneceği gerçekler karşısında bana belki saygı duyardı. Sevgi ise ikimizin arasında bir daha asla lafı geçmeyecek bir duruma dönüşürdü.

"Olay ne?" Taner, hesap sorar gibi konuştuğunda derin bir nefes aldım. Normal şartlar altında, arada Azad olmasa Taner'in bu sorusuna onu kovarak cevap verebilirdim. Bana hesap sorma yetkisini kimden aldığını sorgulayabilirdim. Tüm bunları yapmayıp derin bir nefes alışımdaki tek nokta Azad'ın varlığıydı.

Ah Azad... Gerçekten kendini bana sevdirebilecek misin?
Ben gerçekten sevebiliyor muyum?

"Sorun yok." diye cevapladım.

Sorun, sandığımdan daha büyüktü ama halledemeyeceğim bir mesele değildi. Sonuçta yirmi yıl ailemden birini sevip sevmediğimden emin olamayışımı bile halledebilmişken tüm İşletme bölümünün hakkımda konuşmasını da halledebilirdim.

"Rüya," dediği esnada lafını böldüm. "Azad abiye söylemem gerek diyeceksin biliyorum."

"Öncelikle teşekkür ederim ilk olarak benimle konuşmayı tercih ettiğin için. Fakat ortada dönen lafların doğruluğuna inanacak kadar saf olduğunu düşünmüyorum. Zamanı gelince bu dedikoduyu kim yaydı ve amacı neydi öğreneceksin."

Göz ucuyla Utku'ya baktım. Doğru yolda olup olmadığımı kontrol etmekti amacım. Utku'nun göz kırpıp gülümsemesiyle yok olmak üzere olan cesaretimi tekrar topladım ve Taner'e döndüm.

"Sen her şeyi Azad abine gidip anlatırsan biz kendi aramızda Azad ile ne konuşacağız?"

Utku'nun gülümsemesiyle cümlemi noktaladığımda oturuşumu daha da dikleştirdim. Tek dileğim Taner'in beni mantıklı bulmasıydı.

"Haklısın." dedi. "O zaman bu olayı anlatmayı sana bırakıyorum."

"İyi olur. Ben anlatayım ki bu kadar boş muhabbeti bunca insan nasıl çevirebilmiş bunu tartışalım onunla."

Taner anladığını belli etmek istercesine başını salladı. Yerinden kalkmak için hareketlendi, hemen arkasından tekrar oturdu. "Neden böyle bir olay dönüyor şu an?" diye sordu.

Utku kaşlarını çattı. Taner'in varlığından rahatsızlık duymuyordu, Taner'in abartıp sınırını aşmasından rahatsızlık duyuyordu. Bakışlarındaki öfkeyi görebiliyordum. Kaşlarımı kaldırdığımda başını yana çevirdi ve ağzını açmadan oturmaya devam etti.

"Çok komik ama senin yüzünden." dedim.

Hilal ile Taner arasında herhangi bir ışık görmüyordum. Bu kısımda bir şüphem yoktu. Sadece Hilal'in durmayacağını biliyordum. Taner ile iletişime geçip benim masamda oturduğu için kendi yanına çekmeye çalışacağından emindim. Bu yüzden Taner ondan ne kadar uzak durabilecekse o kadar uzak durmalıydı.

Sorgulu bakışlarını daha fazla bekletmemek için konuşmaya başladım.

"Dedikoduyu yayan kişi Hilal. Hani sürekli yanımda olan kız var ya işte o."

Taner'in kaşları daha da çatıldı.

"Kendisi sana aşıktı ve Azad'ın da bir fotoğrafını görmüştü. Onu da çok beğenmişti. Senin bana selam vermen de benim Azad ile buluşmam da kendisini kaybetmesine sebep oldu ve önce benimle tartıştı sonrasında da olur olmadık iftiralar attı üzerime. Sen bana selam vermeseydin o gün hiçbir şey olmazdı."

"Bilmiyordum." dedi Taner mahcup bir tavırla.

Utku söylediklerimden nedensizce keyif almıştı. Anlattığım olayları gülerek dinliyordu. Her ne kadar Hilal bana iftira atmamış da olsa bunu karşısına geçip kabulleneceğim kişi Taner olmazdı.

"Hatta sen beni Utku ile sarılırken görüp Azad abiciğine söylemiştin ya. O gün başlamıştı olaylar. Hilal'in çirkin söylemleri o kadar canımı sıkmıştı ki Utku da beni teselli etmeye çalışıyordu."

Taner bakışlarını Utku'ya çevirdiğinde Utku elini havaya kaldırdı ve selam verircesine salladı. "Memnun oldum, ben Utku!" dedi. Taner dudaklarını içe kıvırdı ve başını önüne eğdi. "Galiba her şeyi çok yanlış yorumluyorum."

"Bak duyduklarının da gördüklerinin de mantıklı açıklamaları var. Bana sorabilirsin yani öncesinde."

Taner tekrar özür dileyip yerinden kalktı. Utancının farkındaydım. Üzerine gitmek istemediğim için ben de ona teşekkür ettim. Bir süre daha Azad konusunu kurtarabilmiştim.

Taner arkasını dönüp giderken Utku'nun kendisine seslenmesiyle durdu.

"Duyduğuma göre sen her dersin notunu bilgisayarında saklıyormuşsun." dedi. Taner olumlu yanıt verdiğinde Utku tüm dişlerini göstererek sırıttı ve bana baktı.

"Notları bana gönderir misin?"

Taner'in bu istekle ne kadar sinirlenebileceğini tahmin edebiliyordum. Notlarını kimseyle paylaşmayan biriydi. Hatta ona yalvaran, para teklif eden insanlar oluyordu ama o asla notlarını paylaşmıyordu. Utku, bilgisayarda tutulan notları öğrendiği kişiden bunu da öğrenmişti büyük ihtimalle. Öğrenmişti öğrenmesine ama bu bilgiyi bilerek zihninden silmişti.

"Olur," dedi ve telefonunu cebinden çıkartarak bir şeyler yazdı. Telefonu Utku'ya çevirdi. "Bu benim mail adresim. Akşam mail at, hepsini göndereyim."

"Ama!" dedi sitemle. "Başka kimsede olmayacak bu notlar."

Utku'dan onayı aldıktan sonra da hızla kantinden çıkıp gitti. Utku notları alışının mutluluğunu yaşıyordu. Taner ise bu atağın üzerine bir daha kimseye karşı utanç duymak istemiyor olabilirdi.

Utku yerinden fırlayıp iki çay alıp tekrar geldiğinde mutluluğundan hiçbir eksilme olmadığını gördüm.

"Bu kadar mı güveniyorsun Taner'in notlarına?"

"Makro notları gelince senin de yüzün gülecek eminim."

Çay bardaklarımızı havada tokuşturduğumuzda Utku'nun mutluluğunu seyretmeye başladım. Bu kadar kolaydı işte. Mutluluğa büyük anlamlar ithaf edip arkasından yere çakılmaya gerek yoktu.

Ders notu Utku'yu bu kadar mutlu ediyorsa Azad'ı yüreğimin tam ortasında hissedebilmek kim bilir bana ne kadar mutluluk verirdi...

Mutluluğa büyük anlam yükledin Rüya. Kendinle çelişiyorsun.

Evet, Azad benim için büyük bir anlamdı.

"İyi yırttın." dedi Utku. "Düşünsene söylediğini..."

"Hilal'in sebebini de verdik, hayatta söylemez. Üstelik seninle sarılmamızı yanlış anlayıp Azad'a yetiştirmesinin ne kadar yanlış olduğunu da öğrenmiş oldu."

"Hilal durmayacak." dedi ve başını soluna çevirdi. Aynı tarafa döndüğümde masada tek başına oturmuş bir halde bizi izleyen Hilal'i gördüm.

"Beni yalnız bırakmak istemişti kendi yalnız kaldı. Bir ömür yeter bu ona." diyerek mırıldandım.

💫

Ebru ve Özge ile birlikte dün Azad ile oturduğumuz mekanda kahvelerimizi içerken aklımı çelen sorunlardan biraz olsun uzaklaşmayı başarabilmiştim.

Taner ile konuşmak içimi rahatlatmıştı. Okuldaki meseleyi rafa kaldırıp mahalledekine dönebilirdim.

Havadan sudan konuşmalarımız asıl konuya girmememiz için gösterdiğimiz çabadan kaynaklanıyordu. Üçümüz de itiraf etmek istemiyorduk ve rahat davranmaya çalışıyorduk ama gergindik.

Dün akşam yaşanan olayın nereye gideceğini kestiremiyordum. Ailemden yana bir sıkıntım yoktu. Adım kadar emindim, babam yine sevgi sözcüklerini sıralayarak bir şeyler söyleyecekti.

Belki konuyu hiç açmayacaktı...

Gereksiz muhabbetlerin sonuna geldiğimizde üçümüz de kahvelerimize odaklanıp sessizliğe büründük.

Telefonumun çalışıyla daldığım yerden sıyrıldığımda Azad'ın çağrısını yanıtladım ve telefonu kulağıma yasladım.

"Nasıl gidiyor?" Azad, neşeli değildi. Sesinden ters giden bir durum olduğunu anlayabiliyordum.

"İyi, senin?"

"İyi."

Tek kelimelik yanıtından tatmin olmadım ve "Bir sorun mu var?" diye sordum.

"İşle alakalı sıkıntılar. Keyfim kaçtı, sesini duymak için aradım."

"Anladım, sorun çözülür umarım." dedim. Başka ne diyebileceğimi bilmiyordum.

Sesimi duymak için aradığını söylemesi gülümsememi sağladı.

"Kızlarla oturuyoruz, istersen sonra konuşalım."

"Olur, selam söyle." dedi ve vedalaşma faslını geçirdikten sonra telefonu kapattı.

"Azad'ın selamı var." dediğimde Ebru ve Özge başını salladı. Birbirlerine baktılar ve tekrar bana döndüler.

Ben eve henüz gitmemiştim. Mahallede neler olup bittiğini bilmiyordum. Ebru dersi bitince evine dönmüş olmalıydı. Özge de bugün için işten izin almıştı.

"Dökülün, neler konuşuluyor mahallede?"

Soruyu yönelttiğimde Özge dudaklarını büzdü, Ebru oturduğu yerde dikleşerek konuşmak için kendine uygun bir pozisyon yarattı.

"Nereden başlayayım ki?" dedi. "Annelerimizden mi yoksa mahallenin genel kitlesinden mi?"

"Annelerinizden." diye yanıtladım kısaca. Mahallelinin tepkisinden daha önemli olan Ebru ve Özge'nin annelerinin düşünceleriydi.

"Azad sizin abiniz, nasıl oldu böyle bir şey? Ne kadardır gözümüzün önündeki olayları kaçırıyoruz biz?" Ebru, annesinin taklidini yaparak kelime değiştirmeden bana aktardı.

Remziye teyzenin tepkilerini, hareketlerini gözümde canlandırabildiğim için gülümsedim. Yakalayamadığı nokta ise Azad'ın benim ya da bizim abimiz olmayışıydı.

Yıllardır karşı çıktığım, söylemeyi reddettiğim kelime karşıma dönüp dolaşıp geldiğinden sinirlerim bozuldu. Saygım Remziye teyzeye sonsuz olduğu için tepki vermedim.

"Beni yaktın kızım asıl." dedi Özge ve sol elini yumruk yaparak yanağına koydu. "Annem Metin ya da Ercüment abi ile aramda bir şeyler olduğunu düşünüyor."

"Yanlış düşünmüyor. Evde isimlerini anarken Metin'in sonuna abi eklememen gerçeği öğrenmesini sağlayacak zaten." dedim gülerek.

Özge benim gülüşüme bozuldu ve göz devirdi.

"Şimdi asla rahat vermez bana. Nasıl görüşeceğim ben Metin'im ile?"

Ebru umarsızca kahkaha atmaya başladı. Sahiplik eki benim de komiğime gitmişti ama Özge daha fazla kızmasın diye gülmemek için yanağımı dişliyordum.

"Vallahi annem çok kızdı sana. Herkes miymiş ki o herkesle haberi olmuş? Kırıldı. Gönlünü alman lazım." Ebru, tüm ciddiyetiyle konuşurken derin bir nefes aldım ve alt dudağımı dışa doğru sarkıttım.

"Henüz kendi ailemle konuşmadım. Sinem'i atlatayım da sıra sizinkilere de gelir."

Sinem aklıma geldiğinde aynı evde yaşamamıza rağmen onu ne kadar uzun süredir görmediğimi fark ettim. Eskiye nazaran en azından konuşabilmeye başladığımız günden beri aramızda farklı bir bağ oluşmuştu.

Sevgi eğer Sinem'e karşı hissettiğim şey ise ben sevebiliyordum.

Eğer sevgi tam olarak buysa, ben annemi de babamı da sevmiyordum.

Seninki Sinem'e karşı ilgi ise sadece ne olacak Rüya? Sevgiyi farklı duygularla karıştırmak senin için olağan bir durum.

"Mahalleli," dedi Özge ve devamını anlatmayı Ebru'ya bıraktı.

Ebru bir süre Özge'ye kaş göz işaretleriyle devam etmesini anlatmaya çalıştı ama Özge iki elini havaya kaldırdı hemen arkasından da omuz silkti.

"Mahalleli ikiye ayrılmış durumda." dedi bir çırpıda Ebru.

Tahmin etmediğim bir durum değildi. İki ayrı safın birinin başını muhtemelen Zeynep teyze ve Reyhan abla çekiyordu. Diğerinde ise en önde Hatice teyze ve Emine teyze olmalıydı.

En azından Azad'ın annesinin seni kabul edeceğine ikna etmişsin kendini. Bu da bir başarıdır kızım. Kim tutar seni...

"Olumsuz karşılayıp, Azad'ı ve dolayısıyla seni saygısız bulanlar var. Diğer tarafta da iki yetişkin insanın birlikte olmasında bir sorun görmeyen ama herkesin gözüne sokmamanız gerektiğini düşünen bir kitle var."

"İyi de ben de bilmiyordum Azad'ın ne yapacağını!"

Yükselen sesim kendimi savunmaya çalıştığımın habercisiydi. Kızlara karşı böyle bir savunma yapmama gerek yoktu. Umurlarında değildi. Bizim sevgili olup olmamamıza mahallelinin verdiği türde bir tepki asla vermezlerdi.

"Tamam da işte kim nereden bilsin?"

Özge, muhtemelen annesinin görüşünü savunuyordu. Belki de kimlerin bu görüşte olduğunu belli edip laf etmemem gerektiğini ima ediyordu.

"Annem toparlar durumu. Bir süre mahallelinin gözüne batmayacakmışsınız." dedi Ebru.

Ofladım ve ellerimi masaya yavaşça vurdum. "Mahalleden mi sürecekler sanki?"

Öfkem, tüm vücudumu ele geçirip düşünme işlevimi yitirmeme sebep olurken tepkimin anlamsız olduğunu fark etsem de kendimi durduramadım.

"Kime ne? İster Azad ile olurum ister başkasıyla. Kan bağı mı var aramızda? Biz yanlış bir şey mi yapıyoruz? Özge? Metin ile arandaki durum yanlış mı?"

Nefes almadan sıraladığım sorular karşısında Ebru'nun halime üzüldüğünü anladım. Üzülüyordu çünkü hayatımda ilk kez birini görüyordu. Belki içimdeki hislerle olan savaşımı anlıyordu. Hiçbir şey anlatmasam da hissediyor olabilirdi. Bakışlarımdaki çaresizliği görmüş olmalıydı.

Arkadaşlık, bazı olayların ne olduğunu anlatmadan da hissetmekti. Özge için bu konuda umudum yoktu. Ebru, beni anlamalıydı.

Ebru beni anlamış olmalıydı. Anlarsa, yanımda dururdu.

Yine farklı konuya saptın Rüya. Tek olayda sabit kal.

"Kimse size bunun yanlış olduğunu söyleyemez. Kimsenin de haddi değil zaten ama Rüya biliyorsun," elini elime uzattı Ebru.

"Mahallede adım attığında, bakkala girdiğinde, evine dönerken... Sana yönelecek bakışları, hakkında fısıl fısıl konuşacak insanları... Bu durumu onaylamayan, onaylamama lüksünü kendinde bulan herkes sana da Azad abiye de rahatsızlık verecek."

"Biliyorum." dedim ve iç çektim. "Ne yapabilirim kızlar? Kadın ağzına geleni saydı. Azad'a o kadar detaylı anlatmamıştım ama Giray eksikleri kapattı."

"Azad abi de haklı." dedi Özge. "Bu ne ya herkesi haklı bulmak için mi geldim ben bu dünyaya?" Özge'nin kendine sitemi masadaki gergin havayı dağıtarak hepimizi güldürdü.

"Ben yanındayım." dedi Ebru ve sonrasında bakışlarını Özge'ye çevirdi. Sağ işaret parmağını ona yöneltti. "Senin de yanındayım. Eğer Metin ile çıktığın bu yoldan eminsen cümle alem karşında dursun ben senin yanındayım."

"Kimse benim kardeşlerimin de eniştelerimin de canını sıkamaz."

Ebru, konuşmasını bitirdikten sonra gururlu bir gülümsemeyle arkasına yaslandı.

"Bu yakında Azad abi gibi mahallenin ortasına geçip had bildirir." Özge gerçek kimliğine dönüp konuşmalarıyla bizi güldürmeye başladı.

"Of!" dedi Ebru ve güldü. "Azad abi harbi delikanlıymış. Fos çıkmadı. Boşa abi demiyor bunca insan."

"Metin daha delikanlı merak etme." dedim Özge'yi teselli etmek istercesine. "Sizin ilişki ortaya çıksa Metin mahallede bağırmak yerine çiçekle çikolatayla istemeye gelir seni. Yazıyorum buraya." cümlemi bitirdikten sonra parmağımı masanın üzerinde kaydırdım.

"Daha çok erken." diye cevapladı Özge ama yanakları çoktan al al olmuştu bile.

Özge, Metin bugün evlenmek istese bir saniye beklemez direkt evlenirdi...

💫

Sonunda kaçtığım ama dönüp dolaşıp oturacağım yemek masasına gelmiştim. Sadece çatal ve bıçakların sesinin duyulduğu ortamda kendimi istemsizce kastım.

Gerginliğimin sebebi herhangi bir tepki almayacağıma emin oluşumdan kaynaklanıyordu. Şu an ailemden biri beni şaşırtarak kızsa sevinirdim.

Normal standartlarda bir ailede olsaydım da yetişkin olduğumu iddia edebilirdim.

Demek ki herkes gerçekten de kendisinde olmayanı arıyordu.

Sinem yemek yemeyi bırakıp bana bakmaya başladığında bakışlarındaki kırgınlığı gördüm. Belki de öyle algılamak istedim. Bilmiyordum.

"Tuzu uzatır mısın?" dedi. Uzattım. Başımı tabağıma çevirdim. Onunla göz göze gelmek istemiyordum.

"Gelelim konumuza." dedi babam. Sinem'in sessizliği bozması onun konuşmasına vesile oldu.

Bakışlarımı ona doğru çevirdiğimde gülümsediğini gördüm. Anneme baktım. Onun da yüzündeki ifade aynıydı.

Hiç değişmeyeceklerini, onları asla farklı bir kişiliğe sokamayacağımı bir kez daha anlamıştım.

"Gelelim." dedim ve elimdeki çatalı bıraktım. Bir yudum su içtikten sonra babama baktım.

"Hayırlı olsun bebeğim."

Babamın cümlesinde ima bulmaya çalıştım. İroni yapıyor olma ihtimaline sımsıkı tutundum ve cümleleri ile bakışları arasında bir gezintiye çıktım.

Bulamadım.

Gayet normaldi.

"Ama keşke biz önceden öğrenseydik."

"Katılıyorum! Demek ki Azad abi duyurmak istemese haberimiz olmayacakmış!" Sinem'in siteminin neye olduğunu anlayabiliyordum fakat babam ile aynı frekansta olmadığını o anlamıyordu.

Sinem sitem ediyordu, babam gülümseyerek soru soruyordu.

Sinem gelişmeleri öğrenmek istiyordu, babamın pek umurunda değildi.

Sinem beni önemsiyordu. Babamın beni önemsediğine dair elimde bir kanıt yoktu.

"Azad Zeynep teyzenin yaptıklarını duyunca yerinde duramadı. Her şey çok yeni zaten. Bilsem böyle olacağını tabii ki ilk size söylerdim."

Söylemezdim.

Muhtemelen sadece Sinem'e bilgi verirdim. Annem ile babamın bilip bilmemelerinin gözümde pek değeri kalmamıştı.

Beni yönlendirebilecek insanlar değillerdi. Başım sıkışsa, onlara gitmezdim. Başım sıkışana kadar yürüdüğüm o yolun bana yaşattığı eksileri bana açıklayabilecek durumda insanlar değillerdi.

Bu yüzden de onlardan uzak oluşumu, kaçma çabamı kabullenmek zorundalardı.

"Ay abla! Annemi görmen lazımdı. Bir fırlayışı var alt kata. Zor tuttuk."

Annem beni savunurmuş...

Sinem, konu dedikoduya gelince kırgınlığından sıyrılıp heyecanla konuşmaya başlamıştı.

"Abartıyor." dedi annem gülerek. "Kızımla nasıl konuşması gerektiği hakkında bir ders verdim sadece. Sınav yaparsam 100 alabilecek kadar anladı."

Onlar gülerken ben gülümsemekle yetindim.

Komik olduğu için gülmektense tebessümümle içten bir teşekkür yolladım anneme. Kırılan ümitlerimi yeşertmek için açık bir kapı bırakmıştı.

"Afiyet olsun." dedi babam ve hepimize gülümsedi. Yerinden kalkarken anneme attığı öfkeli bakışlar yerimde kıpırdanmama sebep oldu.

Hoşuma gitmemişti.

Bana kızması için uğraşıyordum. O bakışların hedefi annem olmamalıydı. Annemin moralinin bozulduğunu da anlamam çok uzun sürmedi. İlk kez, birbirlerine böyle baktıklarını görüyordum.

Babam mutfaktan çıktıktan sonra fısıldayarak "Bir sorun mu var anne?" diye sordum.

Başını olumsuz anlamda iki yana salladı ve masadaki tabakları toplamak için hareketlendi.

"Ablamla toplarız biz." dedi Sinem. Annem mutfaktan çıkar çıkmaz da başını bana çevirdi.

"Neden bana anlatmadın? Ne zamandır sevgilisiniz? Azad abiye de aşk olsun hadi sen söylemedin o söyleseydi bana. Yakup da kesin biliyordu. Onun da canına okuyacağım."

Sinem hiç ara vermeden konuşurken ağzım hayretle açılmış bir halde onu seyrediyordum.

"Yavaş Sinem. Yavaş."

"Şimdi burayı toplayacağız. Sonra balkonda kahve içerken konuşacağız. Tamam mı?"

Başımı sallamakla yetindim.

...

Sinem'in yaptığı kahveden ilk yudumu aldım ve gülümseyerek mahalleye baktım.

Azad, apartmanının önünde Ercüment ve Metin ile oturuyordu. Bakışlarımı onların üzerinden çekmeye çalışsam da asla Sinem'e odaklanıp ona bakamıyordum.

"Hadi anlat artık."

Ses tonu yalvarır gibi çıkıyordu. Güldüm. "Sevgili değiliz."

"Ya abla karşında çocuk mu var senin? Anons geçtiniz bana sevgili değiliz tatavası yapıyorsun. Ayıptır!"

"Sinem!" dedim uyarıcı bir sesle. "Düzgün konuş ablanla."

Verdiğim tepkiyle kaşları çatıldı. Parmaklarını çıtlatmaya başladığında sinirlendiğini anladım. Eğer müdahale etmezsem birazdan balkonda bir kıyamet kopacaktı ve mahalle bizi dinleyecekti.

İyi alıştın el aleme reklam olmaya Rüya.

"Gerçekten sevgili değiliz. Evet aramızda bir şey var ama ne olduğunu bilmiyoruz."

"Abla normal insanlar bu işi sevgililik kurumuna dahil ediyor ama yine de keyfiniz bilir tabii ki."

Dalga geçiyordu. Yüzümü garip şekillere sokarak onu taklit ettim ve başımı tekrar Azad'ın bulunduğu yere çevirdim. Balkona doğru baktığını gördüğümde de el salladım.

Azad da aynı şekilde karşılık verdi ve eliyle gel anlamına gelecek bir işaret yaptı.

Kahveyi havaya kaldırdım. Hemen arkasından Sinem'i işaret edecektim ki o bana fırsat vermeden oturduğu yerden kalkarak Azad'a el salladı.

Azad baş parmağını havaya kaldırdıktan sonra da Metin ve Ercüment ile olan muhabbetine devam etti.

"Tüh! Yakup yokmuş." dedi.

Birkaç saniye düşündü.

"Ne demek Yakup yok?"

Telefonunu eline aldı ve tuş kilidini açtı.

"Yakup bana Azad abilerle olacağım dedi. Yalan mı söyledi bana?"

Telefonu kulağına koydu. Kısa bir süre içinde açılan telefon ile Sinem hız kesmeden konuşmaya başladı.

Çocuğu hemen yalancı ilan etmiş, ona güvenmemesi gerektiğini bildiğini söylemiş, ağzına geleni saymıştı.

"Nasıl yalan değil Yakup?" diye sitem ettiği esnada gülmeye başladım.

Yakup, telefonunu başıyla omzu arasına sıkıştırmış bir halde elinde poşetlerle Azadlar'ın yanına ulaşmıştı.

Telefon Yakup'un kulağından Azad'ın kulağına geçtiğinde Sinem "Azad abi?" dedi telaşla.

Yerinden fırlayıp aşağıya baktığında kahkahalarımı tutamadım. Kızgın bakışları bana çevrilse de hiç oralı olmadım. Çocuğu dinlemeden ahkam kesmemesi gerektiğini biliyor olmalıydı.

"Haklısın Azad abi." dedi.

"Abi ben yanınızda göremeyince, yalan söyledi sandım."

"Haklısın."

"Evet abi biliyorum."

"Evet Azad abi, keskin sirke küpüne zarar. Evet, öfkeyle kalkan zararla oturur."

"Tamam, söylerim."

"Tamam Azad abi, geliriz."

Kıpkırmızı bir suratla telefonu kapattığında gülmekten ağrımaya başlayan karnımı tutuyordum.

"Gülme!" diye çemkirdi.

Güldüğüm şey Yakup ile yaşadığı durumdan çok Azad ile aralarında geçen deyimler ve atasözleri tekrarıydı.

"Üniversite sınavına hazırlık." dedim kahkahalarımın arasından.

Sinem ellerini göğsünde kavuşturdu ve suratını asarak oturmaya başladı.

"Aşağı çağırdı bizi."

"Niye biraz daha mı atasözü öğretecekmiş?"

Kahkaham gözümden yaş gelene kadar devam etti. Sinem de birkaç dakika sonra benimle gülmeye başladı. Sürekli Azad'ın söylediklerini taklit ediyordu.

O konuştukça ben daha çok gülüyordum.

Gözümden akan yaşları sildiğimde Sinem tarafından zorla dışarı sürüklenmiştim. Üzerimdeki eski tişört ve gri eşofman altıyla korkunç gözüküyor olsam da onu üzerimi değiştirmeye ikna edememiştim.

Bir an önce Yakup'un gönlünü almak istiyordu.

Kapıya indiğimizde Azad sarılmak için uzandı, sonrasında vazgeçti.

"Çok güldük çok ağlayacağız." dedi Sinem Yakup'un sinirli olduğunu fark ettiğinde.

Yakup ile bizden uzağa yürümeye başladıklarında telefonumdan gelen mesaj bildirimiyle telefonun kilidini açtım.

"Bu daha başlangıçtı. Daha çok zıtlaşacağız."

Hilal'den gelen tehdit mesajını dert etmeyi ilerleyen saatlere bıraktım ve Metin ile Ercüment'in ortasında duran poşetten bir tane çikolata alarak paketini açtım.

Azad, içtiği sodayı uzatsa da kabul etmedim.

Tam o anda bir şeyler oldu.

Yanımdan rüzgar gibi geçen biri Ercüment'in elindeki şişenin düşüp parçalara ayrılmasına sebep oldu.

Ercüment'in yüzünü hedef alan yumruk yüzü ile buluştuğunda dudaklarımdan çok sesli olmayan bir çığlık koptu.

Yediği yumruğun etkisiyle yalpaladı ve sırtı sert bir şekilde duvara çarptı. Ercüment ne olduğunu anlamayarak etrafına baktı.

Yakasına yapışmış Giray'a elini bile kaldırmadan öylece durdu. Yediği yumruk da duvara kıstırılmış olmak da önemsiz gibi duruyordu. Kurtulmak için çaba göstermiyordu.

"Senin canını alırım lan canını!" diye bağıran Giray yerimden sıçramamı sağladı.

Yardım isteyen gözlerle Azad ve Metin'e baktım.

Araya girmediler.

"Azad bir şey yap." dedim fısıltıyla.

Cevap vermek yerine sadece bana baktı.

Ben ise o bakışlardan hiçbir şey anlamadım.

💫

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim.

GÖRÜŞMEK ÜZERE!

instagram: sonsuzlukicindea
twitter: sonszlukicinde

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro