17. Bölüm
Hoş geldiniz!
Umarım hepiniz iyisinizdir.
Sizi bölümle yalnız bırakmadan önce bir istekte bulunacağım. Lütfen, gözden kaçan ya da oylamadığınız bölümler varsa dönüp oylar mısınız?
Sizin oylarınız ve yorumlarınız benim için bir motivasyon kaynağı.
Keyifli okumalar dilerim ❤️
💫
"Sen iğrenç bir insansın!" diye bağırdığında oturduğum sandalyeden kalktım ve hızlı adımlarla kafenin dışına çıktım. "Ben hayatımda senin gibi birini görmedim!" diye bağırmaya devam ediyordu.
"Dur bir saniye." diye araya girmeye çalışsam da değişiklik olmadı.
"Ucube!" diye bağırdı.
"Feride!" diye karşılık verdim aynı ses tonuyla. "Hakaret etmeden, sakince derdini anlatamıyor musun?"
"Sana hakaretler bile yetmez." dedi gülerek. Gülüşündeki iticiliği hissetmemek mümkün değildi.
'Bir gün içerisinde kaç farklı kişiden hakaret işitebilirsin?' diye bir meydan okumanın içine girmiştim de benim mi haberim yoktu?
Tek tek de gelmiyorlardı. Gelince hep beraber saldırıp top tüfek ne varsa kuşanıyorlardı.
"Yalancı, iki yüzlü!" dediğinde iplerin koptuğu noktaya gelmiştik.
"Bana bak!" dedim tehditkar bir sesle. "O ağzını topla, insan ol. Beni zıvanadan çıkartma!"
Rüya sen böyle yumuşak başlı durdukça daha çok tepene çıkarlar kızım. İsteyene istediği dilden konuşmayı öğren artık.
"Varoşa bak varoşa. İstersen saç baş girelim birbirimize." kahkahası beynimde yankılanırken ben de etrafıma bakınıyordum. Kafamı vuracak bir duvar bulsam sorunu kökten çözebilirdim.
"Kimseyi sevemeyen, kalpsiz bir yalancı ile arkadaşlık yaptığıma inanamıyorum. Yüzümüze gülüp arkamızdan neler konuştun kim bilir?" diye bağırmaya başladığında söylediği her şey birbirine girdi.
Gözümün önünde sanki kalpsiz yazan bir tabela uçuşuyordu. Neon ışıklarla tabela yaptırsalar bu kadar etkilemezdi beni. Gözümün önünde uçuşan harfleri yok etmeye çalışıyordum. Gözümü kapatıyordum yine de gitmiyorlardı. Dayanamıyordum.
"Hadi anlat. Yürekli varoş seni. Neler atıp tuttun arkamdan?"
Hilal, ah Hilal! Bu kadarını yapman, benim özelimi başkalarına anlatman...
"Benim seni sevdiğimi nereden çıkarttın ki? Ben sana öyle bir izlenim mi verdim?"
Karşıdan bir süre ses gelmediğinde telefonu kulağımdan çekip ekrana baktım. Kapatmamıştı, muhtemelen diyecek bir şey bulamamıştı.
"O kadar zaman arkadaştık." dedi. Kendinden emin konuşmadığı için sesi kısa bir süre için titremişti. Emin de olmamalıydı zaten. Arkadaşlık kavramı ikimizin bir arada oturup konuşabileceği bir kavram değildi.
"Seneler önceydi Feride." dedim sakin kalmaya çalışarak. "Birbirimizi seviyor olsaydık arkadaşlığımız devam ederdi. Boş boş konuşup canımı sıkma benim." diye ekledim ve telefonu yüzüne kapattım.
Kafenin içerisine girmek için vücudumu o yöne döndürmüşken tekrar telefonumun çalmasıyla ekrana baktım. Utku arıyordu.
"Efendim?" dedim. Üst üste gelen aramanın tesadüf olmasını umuyordum. Utku'nun da gereksiz fikirlere kapılıp benimle ters düşmesi canımı yakardı.
"Sana bir kötü bir ilkinden daha da kötü haberim var." dediğinde gözlerimi yumdum ve başımı aşağı eğdim.
"Dinlemek istemiyorum desem değişen bir şey olacak mı?"
"I-ıh." dedi Utku. Gözlerimi açtım ve dinlemeye başladım. O konuşmaya başlayana kadar üç kez derin nefes almıştım.
"Hilal," dedi ve sustu. Sesindeki telaşı anlayabiliyordum. Muhtemelen Hilal ile Feride'nin konuşmasını duymuştu. Feride'nin tavrının tek açıklaması da buydu zaten.
"Devam etsene!" dedim sinirle. Öfkemin muhatabı o değildi, Hilal idi. Titremeye başlamış parmaklarıma dur demenin tek yolu sinirimi birinden çıkartmaktı.
"Neredesin?" dedi anlatmak yerine. Ters giden bir durum olduğunu anlamamak için salak olmak gerekiyordu.
Keşke salak olsaydın Rüya.
"Mahalleye yakın bir kafedeyim." diye cevapladım.
"Yüz yüze konuşmamız lazım Rüya." dedi Utku. Konuşamazdık. Şu an bunun için hiç müsait bir zaman değildi. Azad içerideydi. Giray içerideydi. Beni bekliyorlardı.
"Müsait değilim. Söyle buradan." dedim.
"Hilal senin durumunu herkese anlatmış." dedi.
Beyninden vurulmak ne demek tam bu dakikalarda anlamıştım.
Ayrıca bazı insanlar beyninden vurulsa da yaşamaya devam edebiliyordu, ben de onlardan biri olarak tarihe geçebilirdim.
Benimle çatışırken, gözünü kırpmadan sevemeyişimi yüzüme vuran kişinin bunu yaptığına şaşırmamalıydım.
Şaşırmıştım.
"Sa-" diyebildim sadece. Saçmalama demem gerekiyordu. Hedefim bu olsa da başarılı olamamıştım. Gözlerimin karardığını hissediyordum. Dayanmam gerekiyordu. Yıkılmayıp Hilal'e karşı durabilmem gerekiyordu. Hem zaten saçmalamıyordu ki. Hilal, bunu yapabileceğinin sinyallerini zaten vermişti. Ben o sinyalleri anlamamıştım.
"Herkes duydu Rüya. Okula dün başlayan birinci sınıflar bile seni tanıyor artık."
"Taner?" diye sordum telaşla. Taner duymamalıydı. Hızlıca başımı kafenin içerisine çevirdim. Azad'ı göremiyordum ama orada oturuyordu. Bana güveniyordu. Belki hiç güvenmiyordu ama şimdilik yanımdaydı.
Taner duymamalıydı.
"Herkes duydu Rüya. Taner dahil." dediğinde telefonu yüzüne kapattım ve hızla kafenin içerisine girdim.
Azad ve Giray bir şeyler konuşup gülüyorlardı. Ne konuştuklarını normalde merak etmem gerekirdi fakat vaktim yoktu.
Sandalyeye asılı ceketimle çantamı hızlıca aldım.
"Benim çok acil gitmem lazım." dedim Azad'a bakmamaya çalışarak.
"Nereye?" diye sordu Azad. Sorma diyemedim. 'Açıklasam yanımda olacak mısın?' diye soramadım da.
"Gitmem lazım, konuşuruz." diyebildim ve içeri girdiğim hızda kafeden çıkarak koşmaya başladım.
Nereye koştuğumu bilmiyordum. Gözümden akan yaşlar, rüzgarın da vurmasıyla yanaklarımı üşütürken ben yolunu kaybetmiş birinden farksız şekilde bilmediğim yollara sapıyordum. Ayağımın altından hızla kayıp giden asfalt, ardımda bıraktığım Azad'ı da yanında götürüyordu sanki.
Hızla terk ettiğim sokaklar kalpsiz diye haykırıyorlardı. Duyabiliyordum. Susturmak istiyordum. Herkesi, her şeyi susturup durdurmak istiyordum. Güvendiğim için inandığım için bu kadar pişmanlık duymuyor olmalıydım.
Karşıma çıkan banka oturduğumda içimde tuttuğum tüm isyanı serbestliğine kavuşturdum ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladım.
Yapamazdı. Hilal bunu yapamazdı. Yapmamalıydı. Benim üzerimde bırakacağı etkileri biliyordu. Nasıl bir savaşın içerisinde olduğumu da bu durumun beni nasıl yerden yere vurduğunu da biliyordu. Saklayıp içimde yıllarca büyüttüğüm bu sırdan nasıl kaçmak, kurtulmak istediğime o kadar yakından şahit olmuştu ki bana bunu yaşatmamalıydı.
Canımı yakmak için bu yolu seçmemeliydi.
Ayaklarımı yere vurduğumda dudaklarımın arasından havaya karışan çığlık ağlamamı daha da hızlandırdı.
Ben bunların hiçbirini hak etmemiştim.
Sen bunların hiçbirini hak etmedin Rüya.
Kesik kesik nefes almaya başladığımda başımı göğe kaldırdım. Gözümden süzülen yaşlar, açı değiştirdikleri için kulaklarıma doğru ilerlerken ben onların yolunun bitiş noktası olan kulaklarımda uğultu hissediyordum. Utku, verdiği haberin beni ne kadar etkileyeceğini biliyor muydu? Tek cümlede yıkılması gereken bir insan değildim ama dayanamamıştım.
Göğsümde hissettiğim sızının sebebini bulmalıydım. İhanete uğrayışım mıydı bu denli kendimi kaybetmeme sebep olan yoksa Taner'in Azad'a iletme ihtimali miydi?
Gök, huzurlu değildi. Huzur verdiğini söyleyen her bir bireyi ayrı ayrı karşıma dikip bağırmak istiyordum. Belki dinginlik, belki sessizlik ama huzur değil. Huzurdan uzaktaydı. Beni rahatlatmıyordu.
Ellerimi yüzüme kapatıp boğazımdan fırlamak isteyen çığlığı serbest bırakışımın hemen ardından başımı tekrar göğe çevirdim. "Lütfen," dedim fısıldayarak. "Lütfen bu bir kabus olsun."
Değişen hiçbir şey olmadı. Sol ayağımı sertçe yere vurduktan sonra "Neden?" diye bağırdım.
Neden sevgi ne demek bilmiyorum? Neden herkes gibi davranamıyorum? Neden?
Neden?
Neden?
"İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım." Azad'ın kulağıma dolan huzur verici ses tonu başımı gökyüzünden çekip sesin geldiği yöne çevirmemi sağladı. Bankın yaklaşık elli metre ilerisinde, simsiyah kıyafetleriyle karanlık bulanan sokakta karanlığın kendisi olarak duruyordu. Sol elini pantolonun cebine sokmuştu.
Huzur, gökte değildi. Azad'ın sakin konuşan ses tonu, huzurun diğer adıydı.
Bankın başına geldiğinde elini cebinden çıkarttı ve sesini çıkartmadan yanıma oturdu. Güldüm. Bu anı daha önce yaşamıştık. Hilal'e gitmek için evden çıktığım gün, bana yardım ettikten sonra onu bırakıp sahile gitmiştim. Yanıma gelmişti ve sesini çıkartmadan direkt yanıma oturmuştu.
"Komik olan ne?" dediğinde dudaklarımı birbirine sertçe bastırdım ve gözümden süzülen son damla yaşı da özgürlüğüne kavuşturmuş oldum.
"Komik olan ne? dedi bana bakmadan.
"Sence?" dedim gülmeye devam ederek. "Niye buradasın?"
Azad, bakışlarını üzerine karanlık çökmüş denizden çekip bana çevirdiğinde yutkundum. Ruh halini anlamıyordum. Bir an çok iyi oluyordu ama saniyeler sonrasında sinirlenebiliyordu. Onu hiç tanımadığımı bu ikileme girdiğim an fark ettim.
"Başın tekrar belaya girsin istemedim." dedi sakince. Bakışlarındaki ifade sakin olduğunu düşünmeme engel olsa da sesimi çıkartmadım.
"Tek başına bu kadar hevesle nereye gittiğini merak ettim."
Hatırladıklarım, düşünmem gereken olaydan beni sıyırıp aldığında tebessümümü Azad'ın görmemesi için başımı ters tarafa çevirdim.
"Neden burada olduğumu bu sefer sormayacak mısın?" dediğinde onun da hatırladığını anladım. Başımı iki yana salladım fakat o bunu görmemişti. Çünkü bana bakmak yerine karşısında duran park halinde duran arabaya bakıyordu.
Cebinden sigarasını çıkartıp dudaklarının arasına sıkıştırdı ve "Giray'ı arayıp haber ver istersen." dedi. "Seni aramak için farklı yollara ayrılmıştık."
Telefonumu elime alıp Giray'a eve gitmesini söylediğim bir mesaj gönderdim. Telefonumdaki cevapsız çağrıları da yeni görüyordum. Azad beş, Utku iki, Giray ise üç kez aramıştı.
Giray'ın küfür içeren mesajını okuduğumda ettiği küfürlerin bana olmadığını anlamam biraz zaman almıştı. Aynı tavırla cevap vermeye kalkıştığımda mesajı bir kere daha okumasam aramız bozulabilirdi. Ne olduğunu anlatacağıma dair sözü alana kadar da eve gitmeyi kabul etmemişti. En sonunda ikna olmuştu.
Utku'ya "Seni arayacağım." mesajını attıktan sonra Azad'a döndüm. Kaşlarını çatmış, sigarasını içiyordu. Bu görüntüsünün yanında gökyüzü çok daha huzurluydu.
"Ne oldu Rüya?" diye sordu. "Kimdi arayan?" diye de ekledi. Göz teması kurmuyordu.
"Okuldan arkadaşım." dedim. İsim versem tanımayacaktı. Gereksiz bilgiler edinmesi taraftarı değildim. Üstelik, olayın ne olduğunu asla söyleyemezdim. "Kimdi?" diye sordu tekrar.
"İsmini söylesem tanıyacak mısın?" dedim.
Uzun süredir Azad ile tartışmıyordun Rüya. İyi gelir sana da.
"Ağlamışsın. Yanımıza döndüğünde yüzün kireç gibiydi."
"Yüzüme bak öyle konuş!" diye çıkıştım. Bakışlarını yavaşça bana çevirdi. "Hangi arkadaş senin üzerinde böyle bir etkiye sahip Rüya?" dedi sert bir tavırla. "Ne oldu?"
Tek kaşını kaldırdı. Hesap soruyordu. Ne olduğunu merak etmiyordu.
"Sen bana hesap soramazsın." dedim. Azad, tepkime gülmeye başladığında ayağımı yere vurdum. Mümkün olsa Azad'a vurmak isterdim. İçimde birikmiş öfkenin hedefi olmak için üstün bir uğraş gösteriyordu.
"Soramam tabii." diye karşılık verdi. Alaycı gülümsemesi, göğsümdeki sızıyı körüklerken yeni durulmuş olan yaşlar canlandı. "Ben kimim ki?" dedi.
Başımı salladım. Önce onaylar gibi aşağı yukarı hemen arkasından da ne yaptığımı fark ederek iki yana salladım. Hareketsiz durmam gereken noktada fevri davranıp bir karşılık vermiştim.
"Bir telefon geliyor. Apar topar fırlayıp gidiyorsun. Peşinden geliyorum. Bir bankta ağlıyorsun."
Evet, tam olarak olay böyle gerçekleşmişti.
"Nedenini sormak hesap sormak değil ama sen o kadar öfkelisin ki herkese her şeye!" sigara paketinden bir dal daha aldı ve yaktı. İlk dumanı içine çektikten sonra da gülmeye başladı. "Nasıl olduğunu merak etmiştim. Aklımı yitirdim ben seni bulana kadar. Sense karşıma geçmiş bana ne diyorsun."
Bakışlarını tekrar karşısında duran arabaya sabitlediğinde başımı yere eğdim. Ağlamamın şiddetlenmesine engel olamamıştım. Onun söylediklerine ağladığımı sanabilirdi. Öyle düşünse de önemsemezdim. Birkaç saat sonra Taner'in onu aramasıyla aramızdaki her şey bitecekti.
Aramızdaki başlamamış her şey bitecekti.
Azad'ın telefon melodisi kulaklarıma ulaştığında hızla başımı kaldırdım ve ona baktım. Kalbimin atış sesini duyabiliyordum. Ben en azından kendime birkaç saat pay biçmiştim. Bu kadar erken olamazdı.
"Açma!" dedim panikle. Elini cebine atmış bir halde kaldı ve bana baktı. "Açma lütfen!" dedim.
Açarsan, sonsuza kadar göğe baksak ikimiz birden mutlu olamayız Azad.
Açarsan o telefonu, ben herkes gibi olurum Azad.
Açarsan eğer o telefonu, sevmek ne imiş ben hiç anlayamam Azad.
Dediklerimi duymazdan gelerek telefonu açtığında gözlerimi kapattım ve başımı tekrar yere eğdim. Beni dinlememesi, bizim sonumuzu getirebilirdi.
Başlangıcı olmayan hikayemizin sonunu...
"Müsait değilim çabuk söyle." dedi Azad.
Lütfen Taner. Arayan sen olma. Lütfen.
"Gelemem." dedi süren sessizliğin ardından. "Söyle." dedi.
Söylemesin.
Elini omzuma koyduğunda gözlerimi açtım ve yavaşça ona döndüm. Gözümü dahi kırpmadan ona bakıyordum. Nefes almayı unutmuştum. Telefon elinde değildi. Söyle diyişinin üzerinden çok kısa bir zaman geçmişti ama karşılık vermeden telefonu kapatmıştı.
"Ne olmuş?" diye sordum 'Açma!' diye sorduğum andaki paniğimle.
"Bana hesap mı soruyorsun?" dedi. Zoraki bir gülümseme yerleştirdim dudaklarıma. Söyleyecek tek bir kelimem yoktu. Beni, benim kelimelerimle vurmaktan keyif alıyordu.
Eliyle omzumdan tuttu ve geriye doğru çekti. Oturuşum dikleştiğinde sırtımın ağrıdığını fark ettim. Çekmeye devam etti ve banka yaslanmamı sağladı. Alt dudağım istemsizce dışa sarktığında gülümsedi ve yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına sıkıştırdı.
"Hesap sormuyorum." dedi. Ses tonu fısıltıdan biraz yüksekti. "Sormam da merak etme." diye ekledi.
İşaret ve orta parmağının tersi yanağımda hafifçe geziniyordu. Sert halinden uzaklaşmıştı. Gözlerimi birkaç saniyeliğine yumdum. Konuşmaya devam etsin, huzuru sımsıkı tutayım ve bırakmayayım istiyordum.
"Seni ne üzdü bilmek istiyorum. Çözebiliriz." dedi. Nefesi yüzüme çarpıyordu. Parmaklarının gezintisi durmadan devam ederken onların hükmedemediği, ulaşamadığı her alana nefesi değiyordu. Gözlerimi yavaşça araladığımda başını sağa hafifçe yatırmış bir şekilde beni izlediğini gördüm.
"Rüya." dedi sessizce. "Çözerim. Çözemeyeceksem neden buradayım?"
Çözemezsin Azad.
"Anlat." dedi. Parmakları içimde anlam veremediğim hislerin dolaşmasını sağlıyordu. Yüzümü yalayan nefesi ruhumu harekete geçiriyordu.
"Sinirini çıkartmak istersen benden çıkartabilirsin ama beni uzak tutarak değil." dedi. Gözlerimi tekrar kapattım. Yüzüme bakarak konuşmasını istemiştim fakat gözlerine uzun süre bakmaya dayanamıyordum. Onun gözlerinin parıltısı, beni önemsediğini haykırıyordu. Benim göz bebeklerimde o ışığı göremezse anlamaz mıydı?
"Beni yakın tut ki başına gelecek her kötülüğe karşı birlikte savaşalım. Canını sıkan her olayı tersine çevirelim."
"Arayan kimdi?" diye sordum alacağım cevaptan korkarak. Gözlerimi açamıyordum. Açarsam ağlardım. Neden ağladığımı anlatamazdım.
"Ercüment." dedi. "Ne dedi?" diye sordum.
Titriyordum. Taner, Metin'i aramış olabilirdi. Metin, Ercüment'e anlatmış olabilirdi.
Ercüment seni satmaz Rüya.
Azad'a yalan söylememi kabullenmezdi.
Önce seni arardı. Ercüment sana değer veriyor Rüya.
"Rüya." dedi Azad. Yanağımın üzerinde hissettiğim parmakları artık hissedemez olduğumda gözlerimi aralayacak gücü kendimde buldum. Gözlerimi açtığım anda da Azad yanağını yanağıma yasladı. Nefesi kulağımdaydı artık, yüzümde değil.
"Konuş benimle." dedi.
Kalbinin atış sesini Azad da duyuyor mudur Rüya?
"Önemli," dedim ve yutkundum. "Bir şey değil."
Azad yanağını yanağıma bastırdı. Konuşmak değil dakikalarca hatta belki de saatlerce böyle durmak istiyordum. O sormadığı sürece olayları hatırlamıyordum. Onun nefesine odaklanarak ömrümü geçirebilirdim.
Dünyadan soyutlandığım tek zaman dilimi onun nefesini hissettiğim andı. Konuşmadan dursak işte o zaman her şeyi çözebilirdik.
"Rüya." dedi tekrar.
İsmim, defalarca söylenmeye değer bir isimdi.
Değerdi ama sadece Azad'ın sesinden çıkıyorsa değerdi.
Midedeki kelebeklerin ne olduğunu bilmiyordum. Tek bildiğim, göğüs kafesimin sıkıştığıydı. Azad ile daralan mesafe göğsümdeki baskıyı arttırıyordu ve nefesim kesiliyordu.
Nefesin kesilmiyor Rüya. Nefes almayı unutuyorsun.
Azad yanağıma baskı yapan yanağını benden ayırdığında sesli bir nefes verdim. Dıştan bakıldığında yanlış anlaşabilecek bir durumdu. Onun beni yanlış anlayacağı bu kadar olay verken nefes vermek kafama en son takacağım durum olurdu.
"Rüya." dediğinde gülümsedim. "Azad." dedim.
Azad, ismin çok güzel. Benim sesimle can bulmasa da çok güzel.
Gözlerini kaçırdı ama başını çevirmedi. Nefesinin yüzümü ele geçirmesine izin verecek kadar yakınımda duruyordu.
Dudaklarını diliyle ıslattı ve gözlerini tekrar benim gözlerimle buluşturdu.
"Özür dilerim." dedi. Kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. "Ned-"
Tamamlayamadım. Neden özür dilediğini soracaktım, fırsat vermedi.
Dudaklarımda hissettiğim, az önce diliyle ıslattığı nemli dudaklar karşısında afalladım. Gözlerim fal taşı gibi açıldığında onun gözlerinin kapalı olduğunu fark ettim.
Onu öpmek istiyordun Rüya. Al sana fırsat.
Üzerimdeki şaşkınlığı attıktan sonra onun dudak hareketlerine uyum sağlamam çok zor olmamıştı. İncitmekten korkarcasına yavaş hareket ediyordu. Karşılık verdiğimi fark ettiğinde elimi elinin içine hapsetti.
Gözlerimi kapattım. Göğüs kafesimdeki baskının her saniye artmasına izin verdim. Nefes almanın o kadar da mühim bir olay olmadığına karar verdim. Azad'ın dudakları oksijenim olmak için yeterliydi.
Dudaklarımın üzerindeki baskının kalktığını fark ettiğimde gözlerimi açtım. "Bunun için özür di-"
Bu sefer konuşmayı bölen taraf ben oldum ve dudaklarımı Azad'ın dudaklarının üzerine kapatarak susturdum.
Onu öpmeye doymamıştım. Yüzümü yalayan nefesi, ağzımın içerisinde gezinirken kalbimin sıkıştığını hissettim.
Vücudum hiç tatmadığım tepkileri veriyordu.
Azad'ı öpene kadar kimseyi arzulamamıştım.
Yavaş ol Rüya. Sokağın ortasında bir banktasınız.
Başımı ağır hareketlerle geriye çektiğimde Azad'ın gülümsediğini gördüm. Temasımızdan dolayı zaten ıslanmış dudaklarını diliyle tekrar ıslattı ve alt dudağını ısırdı.
💫
Mahallenin tam ortasında, akşam saat 21.00 sularında, parmaklarım Azad'ın eline kilitlenmiş bir şekilde duruyordum.
Ne olduğunu, nasıl bu hale girip de bu konumda kendiğimi bulduğumu bilmiyordum.
Azad, gelen telefonun gün içerisinde yaşadığım duyguların patlamasını yaşattığına inandığından beni buraya sürüklemişti.
Telefon konuşmasının içeriğini anlatmak istemeyişime bir süre sonra saygı duymuş, tekrar sormamıştı.
Yarın, diğer gün, gelecek hafta ya da bir sonraki ay sormayacağının garantisi yok Rüya.
Elini sıktım ve güç almaya çalıştım. Saatler önce mahallenin ortasında bana sarılmanın hata olduğunu düşünüyordu ama şimdi elimden tutmuş beni buraya sürüklemişti.
Henüz evine girmemiş birkaç yargılayıcı göz üzerimizde gezinirken onlara bakmamak için Azad ile kenetlenmiş halde duran ellerimize baktım.
"Hazır mısın?" diye sordu. Sesi o kadar az çıkmıştı ki söylediğini zor anlamıştım.
"Neye?" diye sordum. Elimden tutup mahallenin ortasına çekmişti. Üst düzey ne olabilirdi?
"Herkese haddini bildirmeye." diye cevapladı.
Sessiz kaldım. Birkaç dakika kadar cevap vermemi beklese de benden bir geri dönüş alamayınca elimi saniyelik sıktı.
"Zeynep teyze!" diye bağırdı önce var gücüyle. Öylesine şiddetli bağırmıştı ki onun yerine ben boğazımda acı hissetmiştim.
Başımı kaldırıp apartmanların pencerelerinde gözlerimi gezdirmeye başladım. Sesi duyan, cama çıkıyordu.
"Zeynep teyze!" diye tekrar haykırdığında Zeynep teyzeden önce cama çıkan annemi ve Sinem'i gördüm.
Önce ailene ve arkadaşlarına haber vermen gerekmez miydi Rüya?
Gerekirdi de benim de haberim yoktu ki...
Zeynep teyze başını pencereden uzattığında Azad bu sefer "Reyhan abla!" diye bağırdı.
"Ne oluyor oğlum?" diye seslendi Azad'ın annesi. Aylin de başını camdan uzatmış bizi izliyordu.
"Bekle anne." dedi Azad sakince ve tüm gücüyle bir kere daha "Reyhan abla!" diye bağırdı.
Mahallenin başında olan kuaförden Reyhan abla çıkıp bize doğru yürümeye başladığında Metin ve Ercüment de apartmanlarından koşarak çıkmışlardı.
İkisi de nefes nefese kalmış bir biçimde birkaç saniye oldukları yerde durdular. Azad, gelmemeleri için elini durun anlamında havaya kaldırdı.
Özge, Ebru, anneleri, babaları... Hatta tüm mahalle, babam dahil camdaydı.
"Ne bağırıp duruyorsun?" dedi Reyhan abla. Bir sorun olduğunu anlamış olacak ki gülerek yöneltmişti sorusunu.
Azad boğazını temizledi.
"Güzel, herkes duyuyor." dedi yüksek bir sesle. Zeynep teyzeyi ve Reyhan ablayı çağırdığı andaki gibi bağırmamıştı ama sesi mahallede yankılanıyordu.
"Babam camda." dedim fısıldayarak. Bir sorun olacağından değildi. Benden duysun isterdim.
"El eleyiz Rüya." dedi Azad.
El elesiniz Rüya. Baba mı kaldı ortada?
"Haklısın." dedim.
"Öncelikle hepinizden özür dilerim. Bağırdığım için belki sizleri korkuttum." dedi Azad.
Azad balkon konuşması yapıyor farkında mısın?
"Söyle ne söyleyeceksen!" diye bağırdı Zeynep teyze.
Azad'ın ne için kendisine seslendiğini o kadar iyi biliyordu ki...
"Ben bu mahallede doğdum, burada büyüdüm. Annem oldunuz, babam oldunuz, teyzem oldunuz, abim oldunuz." dedi Azad ve derin bir nefes aldı.
Eliyle iyice elimi kavradığında bana baktı ve gülümsedi.
"Kısaca benim ailem oldunuz. Sadece benim değil, bu mahallede biz birbirimizin ailesi olduk."
"Ama!" diye bağırdı öfkeyle.
Bakışlarını Zeynep teyzenin penceresine çevirdi önce, arkasından Reyhan ablaya.
"Ama siz bugün bir aile için en önemli olgu olan saygıyı yitirdiniz!"
Bakışları sadece ikisi arasında dönüyordu.
"Ben saygısızlıktan hiç haz etmem!" diye ekledi.
Nefesimi tutmuş onu dinliyordum. Konuşmanın sonunun nereye varacağını, konuşma bittikten sonra neler olacağını merak ediyordum.
"Rüya benim kız arkadaşım. Bu saatten sonra ona hakaret edecek, saygısızlık yapacak, yerini ve haddini bilmeyecek kişiler önce benim karşıma çıkacak."
Bana baktı. Gülümsedi. Sessizce "Biliyorum sevgili değiliz. Kızma." dedi.
Ciddiyetimi kaybettim ve gülmeye başladım.
"Kimsenin, benimle bir ilişkisi var diye Rüya'ya hakaret etmesine saygı göstermem! Biz hala aynı kişileriz."
Sustu. Bakışlarını yukarı kaldırdığında baktığı yere çevirdim başımı.
Bizim daireye bakıyordu. Öylece durmuş, anneme ve babama bakıyordu.
Karanlık olduğu için mimiklerini çözemiyordum fakat bir tepki alacağımı da sanmıyordum. Hatta bana kızsalar çok hoşuma giderdi. Yıllardır istediğim buydu çünkü.
"Sinan amca," dedi Azad ve başını öne eğdi. "Bu konuşmayı yapmadan önce derdimi gelip belki de sana anlatmalıydım. Özür dilerim." dedi.
"Mevzu ne?" dedi Ercüment. Metin ve Ercüment'in yanımıza geldiğini o an fark ettiğimden yerimden sıçradım.
"Bazı kendini bilmezler kuzeni ile evde tek olduğu için Rüya'ya küfredip konuyu Azad'a bağladı." diye seslendi Giray camdan.
Tüm mahalleye anons mu etti o?
"Kim küfretmiş benim kızıma?" diye sordu babam Giray'a cevap olarak. Birbirlerini görmüyorlardı ama bağırarak iletişim kuruyorlardı.
"Alt komşunuz!" Giray'ın sesi mahallede yankılandığında bir uğultu yayılmaya başladı.
"Gel bana söyle söyleyeceklerini Zeynep hanım." dedi annem gülerek.
Gülüşündeki siniri hissediyordum.
"Gel bana konuş bakalım." dedi ve camdan içeri girdi.
"Anne!" diye seslendi Ercüment. Emine teyze başını salladı ve o da camdan kayboldu.
💫
"Başım çatlıyor." dedim başımı Azad'ın omzundan kaldırıp. Göz kapaklarım kapanmak için uğraşırken ben de onları açık tutmaya çalışıyordum. Başımı tekrar omzuna yasladım.
Azad elini saçımda gezdirmeye başladı. "Zor bir gündü." dedi.
Haklıydı. Çok zor bir gün olmuştu.
Ve ben Utku'yu arayıp onun yanına gitmek yerine Azad, Metin, Ebru, Özge ve Ercüment ile sahildeki eve gelmiştim.
Mahallede bir anda ortalığın karışmasıyla birlikte Remziye teyzeden gelen emir doğrultusunda mahalleden sürülmüştük.
Azad ve beni yalnız göndermek istemediklerinden olsa gerek peşimizden Ebru ve Özge'yi göndermişlerdi.
Hesaba katmadıkları olay ise Metin ve Ercüment'in de gelişinin çok uzun sürmeyeceğiydi. Keza gelişleri de çok uzun sürmemişti.
Azad ve beni yalnız bırakmak isteyerek bahçeye çıkmışlardı. Azad'a yaptığının yanlış olduğunu söylemem gerekiyordu belki ama ben yanlış bulmuyordum.
Bütün mahalleye bizi afişe etmesi bir yandan sinirimi bozuyordu ama diğer yandan da değer verdiğini hissettiriyordu.
"Uyumak ister misin?" dedi saçımı okşarken.
Gözlerim çoktan kapanmıştı. Uykuya dalmam için saçımı biraz daha okşaması yeterliydi.
"İstemiyorum ama uykum geldi." dedim. Oturduğum yerden kalktım ve zorlukla açtığım gözlerimi üzerine diktim.
"Biz de bahçeye çıkalım." dedim.
Azad gülümsedi ve "Fırsatın varken odalardan birini kap bence." dedi.
Elimi uzattım. Önce elime sonra yüzüme baktı. Oynayan adem elmasından yutkunduğunu anlamıştım. Elimi tuttu, ayağa kalktı.
Ellerimizi birbirinden ayırdım ve ağır adımlarla kapıya yürüyüp bahçeye çıktım.
Özge ve Metin el ele duruyorlardı. Aralarındaki ilişkiyi her geçen gün ilerlettiklerinin farkındaydım, sadece bu kadar ilerlediklerini bilmiyordum.
"Hiç öyle gözünü dikip bakma bize." dedi Özge. "Azad abi ile sevgili olduğunuzu en son biz mi öğrenecektik?"
Cevap vermek yerine verandada yere çökmüş Ebru'nun yanına oturdum. O, Özge gibi tepkili değildi. Yanına oturduğumu fark ettiğinde elini omzuma attı ve beni kendine çekti.
"Hep mutlu olun." dedi.
"Bir yanlış anlaşılmayı düzeltelim." dedim zorlukla konuşarak. Vücudumun uykuya ihtiyacı vardı. Konuşmayı başaramıyordum.
"Sevgili değiliz." dedim.
Ercüment'in kahkahası biraz olsun uykumun dağılmasına sebep oldu. Kahkahasının şiddeti her saniye artıyordu. Ona eşlik eden Metin'e kaşlarımı çatarak baktım.
Komik miydi?
"Hadi lan oradan!" dedi Ercüment ve Azad'ın koluna vurdu.
Azad ile göz göze geldiğimizde biz de gülmeye başladık. Saatler önce dudaklarımız birbirine kenetliydi, mahallede ellerimiz. Kimseyi ikna edemezdik.
Bu kişiler arkadaşlarımız olsa bile.
Ebru'nun omzuna başımı koydum ve gözlerimi kapattım. Soğuk hava tüm vücudumu titretmeye başladı. Uykumun açılması gerekirken soğuk beni daha da mayıştırıyordu.
"Sinan amca çok kızar mı sizce?" Azad fısıldayarak konuşmuştu. Duymamı istemediği alenen ortada olduğundan tepki vermek yerine duymazdan geldim.
"Sanmam." dedi Ercüment.
Haklıydı.
Yıllardır dairelerimiz karşılıklıydı. Bizim evden yükselen bir ses olursa bu ya ben oluyordum ya da Sinem.
Kimse babamın bağırdığını duymamıştı.
Sen de duymadın Rüya.
"İçeri geçelim mi?" diye sordu Ebru. Konuştuğunda, başımı yasladığım vücudun da titrediğini fark ettim.
"Olur." dedim ve yerden kalktım. Başımın ağrısı, gözlerimi açamayışım, tüm günün stresi sonucu saniyelik gözlerim karardı. Tutunmak için Ebru'ya doğru hamle yaptığımda boşluğa düşen elimle dengemi kaybettim.
Kolumu kavrayan el, kendime gelmeme yardımcı oldu. Gözlerimi hızla kapatıp açtım. Başım dönüyordu.
Başım dönmüyordu da biri sanki tüm vücudumu sallıyordu.
"Buradayım." dedi Azad.
Buradaydı.
Yanımdaydı.
Sesi, başımın dönmesini durdurmadı ama evimde gibi hissettirdi.
Sana değer veriyor, seni anlamaya çalışıyor ve her dediğini kabul etmiyor Rüya. Aradığın evin konumuna ulaştın. Varış noktasındasın.
Koluma verdiği destekle yürümemi sağlamıştı ve beni koltuğa oturtmuştu.
Başımı geriye doğru yasladım ve gözlerimi kapattım. Uyumamam için hiçbir engel yoktu.
"Rüya," diye seslendi Ebru. "Odaya geç uyu istersen."
"Olur." dedim ve gözlerimi aralayıp etrafa baktım. "İyi geceler."
Azad, koluma girdi ve beni ayağa kaldırdı. Gözlerim kapalı, ayakta uyumaya çalışarak odaya ilerliyordum. Yerinde durup elini karnıma koyduğunda gözlerimi açtım.
Kapıyı açmak için durmuştu.
Odada sadece bir tane çift kişilik yatak vardı. Başka eşya yoktu. Yatağın üzerine oturduğumda Azad karşımda ayakta duruyordu. Geriye doğru devrilmeyeyim diye de ellerimden tutmuştu.
"Gel yatırayım seni." dedi ve tek elimi bırakarak yorgana uzandı.
"Sen nerede uyuyacaksın?" diye sordum. Parfümünün kokusu beni uyku fikrinden uzaklaştırıyordu. Henüz tam anlamıyla ne koktuğunu çözemesem de aklıma not etmiştim. Markasını öğrenip notalarının ne olduğuna bakacaktım.
"Salonda uyuruz biz çocuklarla." diye cevapladı. İki elimi de bıraktığında ellerimi saçıma attım. Bu gece uyumak değil, sabaha kadar Azad ile muhabbet etmek istiyordum. Sabah işe gidecek olmasını da umursamıyordum.
Yarın sabah Taner Azad'a ulaşabilirdi. Biz, bir daha hiç konuşamayabilirdik.
"Burada kal," dedim ellerimi saçımdan çekip yatağın üzerine koyduğumda.
"Konuşuruz." diye ekledim.
Azad, elimden tutup beni ayağa kaldırdı ve yatağın kenarına kadar yürütüp oturttu. Çocukmuşum gibi davranıyordu. Kendim de yatabilirdim.
Konuşalım dedikten hemen sonra yatağa kıvrılışım çok tutarlı olmasa da yorgunluğumu atabilmenin en iyi yolu uzanmaktı. Azad da kusura bakmayacaktı.
"Kalayım mı?" diye sordu. Başımı yukarı çevirdim. Gözleriyle denk gelmeye çabaladım ve en sonunda başardım.
Kal diyebilirdim, evet diyerek sorusunu yanıtlayabilirdim. Bunları yapmadım ve sadece gözlerine baktım. Kalması gerektiğini anlayacağını umut ettim.
Azad, gözlerini kaçırdı ve odanın içerisinde gezdirdi. O gözlerle tekrar buluşmak uğruna başımı çevirmedim.
Bakışlarımı üzerinde hissediyor olmalıydı. Onun yerinde olsam ben hissederdim. Bakışlarımdan anlam çıkartıp yanımda kalması gerekiyordu.
Birbirimizi tanımanın yolu, konuşmaktan geçiyordu. Hiç hesapta yokken kendimizi bulduğumuz bu ev bir işe yaramalıydı.
Azad, bu kapıdan çıkmamalıydı.
Azad bu kapıdan çıkarsa eğer bir kez daha kal demezdim.
Bakışlarını bana çevirdi. Dudaklarını diliyle ıslattığında gülümsedim.
"Başını kaldır." dedi. Sorgulamadan dediğini yaptım ve başımı biraz havaya kaldırdım. Yatağa yan oturdu ve başımı dizine yasladı.
"Rahat edebilecek misin öyle?" diye sordum.
Amacın ne Rüya?
"Gayet rahatım." dedi.
Ellerini saçımda gezdirmeye başladığında gözlerimi kapattım. Konuşma bahanesiyle yanımda kalmasını istemiştim ama gözlerimi açık tutarsam bu huzur kaybolur sanıyordum.
Azad üzerime doğru eğildi, yorganı üzerime örttü.
"Örtme." dedim sessizce. "Zaten saçımı okşuyorsun bir de sıcak olursa kesin uyurum."
"Uyu zaten." dedi.
Gözlerimi açıp ona baktım. Yüzümü inceliyordu.
Elini saçlarımdan yanaklarıma kaydırdı. Gülümsedim.
"İyi mi böyle?" Azad gülmeye başladığında ben de güldüm.
İyiydi, çok iyiydi.
"Üzgünüm," dedi ve derin bir nefes aldı. "Yani," dedi ve sustu.
"Bunları konuşmayalım." dedim gülümseyerek. "Önemsiz konular."
Azad, üzerime doğru eğilip yanağıma bir öpücük kondurdu ve o noktada durdu. Başımı yavaşça dudaklarına çevirdim. Dudaklarımız karşılıklı durduğunda gülümsedim.
Birleşen dudaklarımız saniyesinde geri ayrıldı.
"Uyumalısın." dedi.
"Haklısın." dedim.
Uykudan kaçmadan kendimi onun kollarına teslim ettiğimde Azad'ın eli saçlarımdaydı.
Saç tellerimde gezinen parmakları, nerede olduğumu, kim olduğumu unutturuyordu.
Bugüne kadar hiç böylesine rahat bir şekilde uyutulmamıştım. Yastık yerine kullandığım bacakları tüm yastıklardan konforluydu.
Uykuyla uyanıklık arasında bir yerlerde kulağıma ulaşan "Senden hoşlanıyorum." cümlesi bir rüya mıydı yoksa gerçek mi?
Zihnimi tırmalayan yabancı alarm sesiyle gözlerimi araladığımda ilk anda odamda olmadığım için nerede olduğumu anlamasam da kısa süre içinde anımsamıştım.
Başımı hafifçe yukarıya çevirdiğimde başımda oturur vaziyette uyuyan Azad'ı gördüm.
Dizinden kayıp yatağa yayılmıştım, o ise aynı pozisyonda uyumuştu.
"Azad." diye seslendiğimde gözlerini araladı. Gözünün akı kıpkırmızıydı.
"Ne zaman uyudun?" diye sordum.
"Çok olmadı." dedi.
Tam neden diye sormak için yatakta doğrulmuştum ki odanın kapısı tıklatıldı.
"Azad?" diye seslendi Metin.
"Gel." dedim. Gelmemesi için herhangi bir engelimiz yoktu.
Metin, kapıyı araladı ve başını içeri uzatarak "İşe gitmem lazım, hazırsanız sizi de bırakayım." dedi.
Azad konuşmak yerine başını salladı ve elini yüzüne attı. Parmakları şakaklarına kaydı. Başı ağrıyor olmalıydı.
"Neden uyumadın?" diye sordum.
Çocuk oturarak nasıl uyusun Rüya? Salak mısın?
"Gece boyu sıçradın. İyi olduğundan emin olmak istedim." diye cevap verdi ve yataktan kalktı.
"Gitmemiz lazım hadi." dedi. Telefonundan saati gösterdiğinde kaderime küfrediyordum.
Saat henüz 08.00 bile olmamıştı ama çalışan insanlarla vakit geçirmek bu saatte uyanmama vesile oluyordu.
💫
GÖRÜŞMEK ÜZERE!
instagram: sonsuzlukicindea
twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro