16. Bölüm
Merhaba!
Birazcık gecikmiş bir bölüm oldu ama sonunda geldik ❤️
Ne zaman bölüm gününe karar vermeye çalışsam ters giden bir şeyler kesin oluyor...
Keyifli okumalar ❤️
Lütfen bölümleri oylamayı unutmayalım, olur mu?
Yorumlarda görüşürüz. ❤️
💫
Gözlerimi araladığımda göz kapaklarım benimle savaş içindeydi. Açılmak istemiyorlardı. Öylesine güzel bir rüyanın içinden çıkıp gerçek hayata dönmek istemiyorlardı. Haklılardı.
Gece boyu defalarca kez uyanmıştım ve birçok rüya görmüştüm. Hepsinin içeriği farklı olsa da ana teması aynıydı.
Azad...
Hatırlayabildiğim kadarıyla beş farklı rüya görmüştüm ve rüyalarımda o kadar mutluyduk ki bu durum bana çok ilginç gelmişti.
Azad tek başına, ben olmadan mutlu olabilirdi. Ben onsuz mutlu olabilirdim. Parçaları birleştirip ikimizi yan yana koyduğumda mutluluk bize çok uzak gibi geliyordu.
Elime telefonumu aldığımda saati görmemle yatakta oturur pozisyona geçmem bir oldu. Avuç içimle alnıma vurdum.
Tam 14 saat uyumuştum ve dersi de kaçırmıştım.
Göz kapaklarımın neden açılmamak için uğraştığını da neden bu kadar fazla rüya gördüğümü de şimdi anlayabiliyordum.
Ne zaman çok fazla uyusam asla uyanmak istemiyordum. Dün gece huzurla uyuduğum için bu kadar rahat uyumuş olmalıydım. Ne alarmı duymuştum ne de evdekilerin her sabah yaptığı gürültüyü.
Yataktan çıkıp banyoya girdiğimde rutin sabah işlerini hallettim ve mutfağa geçtim.
Karnım açtı ama yiyecek bir şeyler hazırlamaya gücüm yoktu sanki. Dolabın kapağını açtım, geri kapattım. Uzun uzun hazırlık yapmak istemiyordum. Kahvaltıdan nefret ediyordum.
Yüzümü yıkamama rağmen esnemeye devam ettiğim için kahve yapmaya karar verdim ve tezgahın üzerinde duran kahve makinasının fişini takarak üst kapağını açtım.
Çekmeceden çıkarttığım kahve filtresini bölmeye yerleştirdikten sonra 2 kaşık filtre kahveyi de filtrenin üzerine döktüm. Su haznesine bir kupa su ekledikten sonra da düğmesine basarak salona döndüm.
Henüz iki adım atmıştım ama vücudum uykuya o kadar alışmıştı ki ayakta durmamak için direniyordu. Kendimi koltuğa attığım esnada telefonumu elime aldım ve sosyal medyada gezinmeye başladım.
İzlediğim hikayeler de okuduğum tweetler de beni sıkmaya başlamıştı. Yerimden kalkıp demlenen kahvemi almaya mutfağa geçtiğimde kapının yumruklanmaya başlamasıyla yerimden sıçradım.
"Alacaklı geldi sanki!" diye bağırıp kapıya yöneldim. Israrla yumruklamaya devam ediyordu. "Geldim!" diye tekrar bağırsam da değişen bir şey olmamıştı.
Kapıyı öfkeyle açtığımda karşımda sırıtarak duran Giray'ı gördüm. Beni görür görmez de elindeki poşetleri yukarı kaldırdı.
Biri, içinde pizza kutusu olan poşetti diğeri ise market poşetiydi. İçindekileri seçemiyordum.
"Hoş geldim!" diye bağırdı neşeyle. Aklımı çıkartmıştı, kapıyı kıracak gibi çalmıştı ama bunlar onun için problem değildi. Karşımda boş boş sırıtıyordu.
"Nereden biliyorsun evde olduğumu?" diye sordum. Normal şartlar altında yani 14 saat uyumadığım şartlar altında benim şu an derste olmam gerekiyordu. Hatta dersten çıkmış bile olabilirdim.
"Şansımı denedim." dedi ve göz devirirken de ayakkabılarını çıkarttı. "İçeri al." dedim ayakkabılara bakarak. O da ayakkabılarına baktı ve sonra bana dönüp "Niye çalarlar mı?" diye sordu.
"Neden olmasın?" dedim. Umursamadan içeri girdi ve ayakkabılarını dışarıda bırakarak kapıyı kapattı.
Ben mutfağa ilerlerken o da salona doğru yol aldı. "Kahve içer misin?" diye seslendim. Ona yetecek bir kahvem de yoktu. İçmezse bana zahmet vermemiş olacaktı.
"Hayır ama bardak getir." diye karşılık aldığımda bir elime kahveyi doldurduğum kupayı diğer elime de boş bir su bardağı aldım ve salona girdim.
Giray yemek masasının üzerine poşettekileri tek tek çıkartmıştı.
Üç farklı cips, dört farklı bisküvi, altı tane çikolata, soğuk çay, soğuk kahve, kola ve yanlarında aşırı saçma duran beyaz çay ile maden suyu.
Beyaz çayı elime alıp havada salladım. "Bu ne?" dedim gülerek. Diğer elimi de maden suyuna attığımda kahkahamı durduramamıştım.
"Yedikten sonra maden suyu içip midede yer açıp devam mı edeceğiz?"
Başını onaylar bir şekilde sallarken gülmüyordu. Öylesine ciddiyetle bana bakıyordu ki kahkaham daha da şiddetleniyordu.
"İlla evde biri vardır biraz rahat ederim diye düşünüp geldim. Bıktım artık." diye isyan ederken pizza kutusunu açtı ve bir dilimi eline alıp ayakta yemeye başladı.
"Evde sorun mu var?" dedim. Bir yandan da sandalyeyi çekip oturmuştum.
Ağzındaki lokmayı çiğnerken bir yandan da elini havada sallıyordu. Yuttuktan sonra nefes aldı ve hızlı hızlı konuşmaya başladı.
"Bizim evde sorundan bol ne var ki? Giray aşağı Giray yukarı. Asla bitmiyor hakkımda konuşacak konuları. Bıktım, sıkıldım, usandım."
Konuşmayı bıraktı, önündeki su bardağına kola doldurdu.
"Ya dün akşam Aslı ile dışarı çıkmak istedim. Neymiş efendim ona kötü örnek oluyormuşum. Abisiyim ben onun. Abisi!"
Koladan bir yudum aldı. Oturdu.
"Bu kız lise üçüncü sınıfta hayatını bırakıp istemediği bir bölüm için iki yılını ziyan edip sürekli kaderine mi sövsün? İstemiyor. Tıp okumak istemiyor. İç mimar olmak istiyor bu kız niye anlamıyorlar?"
Konuşmasını bitirip cevap vermem için beklemeye başladı. Önümde duran kahveden büyük bir yudum aldım ve ne tepki vermem gerektiğini düşündüm.
Aile içinde yaşanan bir olay hakkında her ne kadar kan bağımız olsa da konuşmak bana düşmezdi. Amcamı da yengemi de tanıyordum, karakterlerini az çok biliyordum. Onlar için geçerli tek meslek doktorluktu ve çocuklarının doktor olmalarını istiyorlardı. Bunu isterken çocuklarının kişilik özelliklerini gözden kaçırıyorlardı.
Herkes doktor olamazdı. Bu mesleği yapmak düşünüldüğü kadar basit değildi.
"Aslı ne diyor bu duruma?" diye sordum. Ses tonumu olabildiğince düşük tutmaya çabalamıştım. Belki sesimdeki sakinlik ona da bulaşabilirdi.
"Anca gelip bana ağlasın o dengesiz. Bir kez ağzını açsa babama karşı sadece bir kez ya çok mu zor? Babam kararına saygı duyacak belki. Denemiyor bile."
İkinci pizza dilimini eline alıp hırsla ısırdığında ben de kahvemden bir yudum daha aldım.
"Korkuyordur." dedim ve gülümsemeye çalıştım. "Babanın sana verdiği cezaları görüyor. Senin yaşadıklarını görüyor. Korkuyor olmalı yani daha küçücük."
Giray kaşlarını çatarak bana baktığında elindeki dilimi paketin içine bıraktı ve kahkaha atmaya başladı.
"Arkasında kapı gibi Giray Yavuz var. Kimseden korkmayacak, dik duracak. Babamsa babam. Karşı gelmeyi bilecek!"
Haklıydı. Hayatının geri kalanını ilgilendiren bir konuda ailesine başını eğip her söyleneni kabullenmek zorunda değildi. Giray için bunları böyle dillendirmek kolaydı çünkü kendisi cesaret edebilmişti. Yakalayamadığı noktaysa beş sene okumaya çalıştıktan sonra cesaret etmiş olmasıydı.
"Giray," dedim ve sustum. Söyleyeceğim şey onun kalbini kırabilirdi. Sorgulu gözlerle baktığını gördüğümde tüm cesaretimi topladım, kırılmaması için dualar ederek konuşmaya başladım.
"İyi diyorsun güzel diyorsun. Evet kapı gibi arkasındasın da amcamın büyük bir tepki vermesi size neye patlar? Bunların hesabını yapabiliyor musun?"
Giray sinirle yumruğunu sıktı. "Babam evden atsa gider hamallık yaparım yine okuturum ben kardeşimi!"
"O işler öyle kolay değil!" dedim ve elimi masaya vurdum. Neden bu kadar öfkelendiğimi bilmiyordum.
"Kaç yaşına geldin tek bir iş deneyimin yok. Ayrıca niye amcam sizi evden atsın?"
Giray boş bardağa tekrar kola doldurdu ve gülmeye başladı. Gülüşündeki öfkeyi sezebiliyordum.
"Babamı hiç sinirli görmedin sen. Görsen neden ilk ihtimalin bu olduğunu anlardın. Amcam da babamdan farksızdır muhtemelen."
Farklıydı. Babam, normal bir insan bile değildi. Tüm sinirlerini ameliyatla aldırmış gibiydi ve Giray bunca yıl bunun farkına belli ki varamamıştı.
Cevap vermek yerine masanın üzerinde boylu boyunca uzanan abur cuburlar arasından bir seçim yapmaya karar verdim.
Gözüm her birinin üzerinde geziniyordu, ilgimi hiçbirinin çekmediğini fark ettiğimde de yerimden kalktım ve Giray'ın önünde duran kutudan bir dilim pizza aldım. Oturarak yemek yerine masanın etrafında dolaşmayı seçmiştim. Giray'ı sakinleştirmenin bir yolunu bulamazsam akşam evlerinde minik bir kıyamet kopabilirdi ve bu Aslı için iyi olmazdı.
Ben düşünmeye çalıştıkça Giray ya oflayarak dikkatimi dağıtıyordu ya da paketlere dokunup hışırtı çıkartıyordu. Elimdeki pizza bittiğinde tekrar sandalyeye oturdum ve ona bakmaya başladım.
Tüm enerjisinin altında yorulmuş bir beden olduğu belliydi. Mutlu gözüken ailelerin temel problemi içerideki sızıntıyı önlemek için geç kalmış olmalarıydı. Bizim ailemizde de onların ailesinde de sorunlar aslında yıllar önce patlak vermişti ama kimse o akıntıyı tıkamanın bir yolunu bulmak için uğraşmamıştı.
Var olan bir sorunu çözmek yerine bekletip iyice yerleşmesi, kanserli bir hücre gibi her yöne yayılması insanlara kolay gelen yöntemdi. Ertelemek, ilerledikçe daha kolay çözüleceğini düşünmek ortak yanlışımızdı. Çaba harcamaktansa akışına bırakıp tüm insan ilişkilerini mahvetmek ya işimize geliyordu ya da çözüm ararken karşılaşacağımız zorlukların daha kötü olacağı fikrine kapılıp boşlukta süzülüyorduk.
Aslı da eğer itiraz etmezse yaklaşık beş sene içerisinde abisinin kaderini yaşayacaktı. Doğal heyecanını yitirip sahte heyecan yükleyecekti üzerine ve herkese sahte davranacaktı. Hiçbir şey onun için eski güzelliğinde kalmayacaktı. Bunu fark ettiğindeyse Giray'a gidip dert yakınacak yüzü muhtemelen kalmayacaktı.
"Gitmedin mi okula?" Giray'ın seslenmesiyle gerçek evrene döndüğümde başımı salladım. "Uyanamamışım." diye cevapladım.
Seninki uyanamamak değil Rüya. Seninki kış uykusuna yatmak!
"Hayat devam zorunluluğu olmayana güzel arkadaş!" diye sitemle çıkıştığında kaşlarımı çattım. "Ne alaka?" diye sordum. Belki devamsızlıktan kalmıyorduk ama derslere gitmeyince de geçmek sanıldığı kadar kolay değildi.
"Biz sabahın köründe uyanalım, söve söve okula gidelim." dedi ve dakikalardır paketiyle oynadığı cipsi açtı. "Siz uykunuzdan ödün veremediğiniz için derse gitmeyin."
Dersinin öğleden sonra olduğunu sakın ağzından kaçırma. Bir daha susmaz.
Sahte bir tebessümle karşılık verdim ve önündeki pizza kutusuna uzanıp önüme çektim. Karnı doyduysa kutuyu ben devralabilirdim.
"Şu serseriyle aran nasıl?" diye sordu. Bakışlarımı üzerine diktiğimde de gülmeye başladı. "Bakma bana öyle öldürecekmiş gibi!" dedi ve gülmeye devam etti.
Öldürecek gibi bakmıyordum. Azad ile serserilik arasında herhangi bir bağ yoktu ve bunu kabullenmesini istiyordum.
Bu işi konuşarak mı yapsan Rüya?
"Azad serseri değil. Sen daha serserisin." dedim. Aslında Giray ve Azad kıyaslandığında Giray onun yanında tam bir ana kuzusu kalıyordu. Hatta bu durum Azad ve Giray karşılaştırmasında değil Giray ve herhangi bir insan kıyasında da aynıydı.
"Benim nerem serseri ya?" diye sordu. Haklı olduğu için sorusunu yanıtsız bıraktım.
Karnımı doyurduktan sonra kendimi koltuğun üzerine atmıştım. Giray da atıştırmalıklarını kucağına alıp koltuğa oturdu ve onları da yanına oturttu.
Televizyondan Netflix'e bağlandım ve izleyecek bir şeyler seçmek için bakınmaya başladım. Giray ile ortak bir şeyler izlemek istediğim için devam ettiğim dizileri pas geçtim.
"Film önerin var mı?" diye sordum ona bakmadan. Bir diziye başlamamız gereksiz olacaktı. Sessizlik devam ettiğinde ona döndüm. Sol işaret parmağını şakağına dayamıştı. Düşünüyor olmalıydı.
"Yok." dedi en sonunda.
Bunun için mi beklettin bu kadar?
"Film izlemeyelim, oyun oynayalım." dedi. Oynamakta sorun yoktu da oyun oynamak için herhangi bir aletimiz yoktu. Bizim evi kendi evi mi sanıyordu?
"Ne oynayacağız?" diye sordum. Gözlerini bir süre salonun her köşesine değdirdi ve bana baktı.
"Oynayamayacağız." dedi. Dudaklarını büzdüğünde güldüm. Tekrar odağımı film arayışına çevirdim ama ilgimi çeken hiçbir şey bulamıyordum.
Televizyonu kapattım ve telefonumla ilgilenmeye başladım. Giray da aynı hareketi yaptığı için alınacağını düşünmüyordum.
Zaten buraya vakit geçirmeye gelmemişti. Evdeki vaktinden uzaklaşmak için gelmişti.
"Dışarı çıkalım mı?" diye sordu yalvarır bir ses tonuyla. Hava almanın iyi geleceğini düşünerek kabul ettim ve odaya geçtim.
Dün akşamdan bu yana Azad ile hiç konuşmamıştık. Saate baktığımda işten çıkmasına da az kaldığını düşünerek mesaj attım.
"Nasılsın?"
Bu resmiyet neden Rüya?
Mesajı artık göndermiştim geri dönüşü yoktu. Resmiyetten uzaklaşmamı gerektirecek bir olay da yoktu.
Gerçekten yok mu?
Dolabı açıp elime geçen ilk kazağı aldım ve siyah pantolonumu da çıkarttım. Haki rengindeki kazak bir süredir giymediğim için ilgimi çekmemişti ama kombin yapmaya üşendiğimden üzerime geçirdim.
Havalar soğumaya başlamıştı. Her ne kadar sonbaharı yaşıyor olsak da kış bu yıl erken gelmişti. Kış aylarından nefret eden kişiliğim bu durum için yas tutmaya şimdiden başlamıştı.
Üzerimi giyindiğimde saçımı açtım ve tekrar dağınık bir topuz yaptım.
Masanın kenarında duran siyah kol çantamı da elime aldığımda hazırdım.
Odanın kapısını açtığımda telefonum çalmaya başladı. Arayana şaşırmamıştım.
"Efendim?" dedim gülerek.
"İyiyim, sen nasılsın?" Azad'ın konuşmasıyla gülüşüm şiddetlendi. "Ben de iyiyim." diye cevapladım.
Azad, mesaj konusunda asla istediğim şekilde davranmayacaktı. Bir kez daha kanıtlamıştı.
"Tamam o zaman, görüşürüz." dedi. Güldüğünü anlayabiliyordum.
"Görüşürüz." dedim ve telefonu kapattım.
Sesini duymak iyi gelmişti. Mesajda her duygunun geçmiyor olmasından mı kaynaklanıyordu bu tavrı yoksa teknoloji düşmanı mıydı emin olamıyordum. Defalarca kez konuşulacak bir konu olarak da görmediğimden tekrar açılacak, bahsi geçecek bir durum değildi. Kendi çıkarımlarımla yoluma devam etmeliydim.
"Hadi!" diye seslendim Giray'a. Yanıma ulaştığında ayakkabılıktan siyah spor ayakkabımı aldım ve kapıyı açtım. Ayakkabıyı yere koyduğumda Giray'ın küfrettiğini duydum.
"Siktir!" diye bağırıyordu. "Siktir ya hayır!"
"Ne oldu?" dedim. Başımı hızla ona çevirmiştim.
"Ayakkabılarımı içeri aldın mı sen?"
Sorusunu duyar duymaz başımı tekrar kapının önüne çevirdim. Almamıştım. Ona almasını söylemiştim, o da almamıştı.
Şimdiyse kapının önünde sadece benim ayakkabılarım duruyordu.
"Almadım." dedim. Başta gelen ilk şaşkınlığı üzerimden atmıştım.
"Ya mahallenizin de..." dedi ve sustu.
"Ben sana söylemiştim." dedim sakince. Benim sakinliğimin aksine o fazlasıyla öfkeliydi.
"Lan almadım diye çalmak zorundalar mı?"
Gülmemi engellemek için dudaklarımı içe kıvırdım ve yanağımı dişlemeye başladım.
Kahkaha atmak istiyordum. Tepkileri o kadar komikti ki...
"Kim çaldı?" dedi telaşla.
"Nereden bileyim kim çaldı?" diye cevapladım. Biraz daha konuşursam kahkaha atacaktım.
Fazla ses çıkartmış olacağız ki karşı kapı açıldı. Ercüment'in annesi Emine Teyze başını uzattı ve bize baktı.
"Ne oluyor kızım?" diye sordu.
"Ayakkabımı çaldılar!" diye bağırdı Giray. O bağırdıkça benim gülme isteğim artıyordu.
"Kapıda mı bıraktın?" diye sordu Emine teyze.
Daha fazla dayanamayacaktım. Ellerimle yüzümü kapattım ve gülmeye başladım.
"Rüya!" dedi Giray. "Şaka yapıyorsan çıkart ayakkabılarımı!"
Ellerimi yüzümden çektim. Artık gülüşümü saklamıyordum. Gülmekten gözümden gelen yaş Giray'ın daha da sinirlenmesine neden oldu. "Rüya!" dedi tekrar.
"Saçmalama. Neden saklayayım ayakkabını?" dedim. Cümlemin sonu gülüşüm dolayısıyla boğuk çıkmıştı.
"Ayağın kaç numara oğlum?" diye sordu Emine teyze. "Bizde varsa ayakkabı vereyim idare etsin."
"Sağ ol Emine teyzem." dedim gülümseyerek. "Hemen mahallenin başında oturuyorlar zaten hallederiz biz."
"Biliyorum kızım da oraya kadar nasıl gidecek?" dediğinde elimi havada salladım ve gülmeye devam ettim.
"Peki madem." dedi ve Giray'a baktı. "Geçmiş olsun oğlum." dedi.
Emine teyze kapıyı kapattığında Giray'ın sinirden kızarmış suratı kahkaha atmama sebep oldu.
"Gülme!" diye bağırdı. "Jordan o ayakkabılar! Babam zaten benimle ters. Asla vermez parasını."
"Geri zekalı! 'Jordan o ayakkabılar.' demeyi biliyorsun ama içeri almıyorsun."
Giray, ayakkabılığa gidip babamın ayakkabılarına baktı. Numarası mı aynı değildi yoksa ayakkabıları mı beğenmedi anlamadım. Babamın siyah terliğini eline aldı ve kapının önüne bıraktı.
"Yarın öbür gün bu mahalleden birinde o ayakkabıları göreyim bak ne yapıyorum!" dedi.
Ayakkabılarımı giyip gülerek merdivenlerden peşinden inmeye başladığımda alt katta Zeynep teyzeyi gördüm. Kapısını açmış, eşikte dikiliyordu.
"Rezillik." dedi ve başını sallamaya başladı. Ne olduğunu bile anlamadan "Utanmıyorsun anladık, bu kadar açık yapma!" diye bağırdı.
Giray bana baktı. Ben de anlamsızca ona bakıyordum.
"Yüzüne tükürmek lazım." dedi Zeynep teyze. Kaşlarımı çattım.
Bana mı diyordu tüm bunları?
Günaydın Rüya.
"Sorun mu var Zeynep teyze?" dedim. Sesim sakin çıkmıştı ama içinde gizli nefret tüm katı kaplamıştı.
Ağzıyla tükürür gibi bir hareket yaptığında "Ne oluyor?" diye bağırdım.
Bu kadın saygı hak eden biri değildi. Benden saygı bekliyorsa da çok uzun bir süre beklediği saygıyı bulamazdı.
"Orospu!" dediğinde bir adım öne atsam da Giray kolunu uzatarak beni durdurdu.
Bu kadın Hatice teyzenin yarım bıraktığı işi belli ki benim tamamlamamı istiyordu.
"Ağzını topla!" diye bağırdım ben de karşılık olarak. Bu gücü ve cesareti kim ona verdiyse onun da karşısına çıkmak gerekiyordu.
"Rüya?" Emine teyzenin yukarıdan seslenmesiyle sanki görebilecekmişim gibi başımı yukarı çevirdim.
"Ahlaksız! Bir de üstüme yürüyor!"
Zeynep teyzenin cümlesinin üzerine merdivenlerde ayak sesi duyulmaya başlandı. Emine teyze hızla aşağı inmiş, merdivenin ortasından bize bakmaya başlamıştı.
"Derdin ne senin?" diye sordum. "Açık açık söyle."
Karşımdaki kadının yaşı bu kadar büyük olmasa şimdiye çoktan üzerine atlamıştım. Ona duyduğum saygıdan değil, onun yaşındakilere duyduğum saygıdan kendimi durdurmaya çalışıyordum.
"Mahallede adın kevaşeye çıkacak diye bekledim yıllarca. İçinde vardı biliyordum. Bugüne kısmetmiş." diye bağırdı ve ellerini dizine vurmaya başladı. "Komşular! Yetişin! Rüya yoldan çıktı!"
Sinirimden gülmeye başladım. Bu kadın aklını kullanmıyor muydu? Ne anlatıyordu?
"Zeynep!" dedi Emine teyze. "Gir evine." diye de ekledi.
"Eve erkek atmanız eksikti, onu da tamamladınız. Dün Azad'ın kucağında bugün ne idiği belirsiz bu çocuk. Yarın da Ercüment'in kucağına geçer."
Zeynep teyze konuştukça benim sinirim artıyordu ve gülüyordum. Derdini anlamıştım. Söyledikleri de artık zerre umurumda değildi fakat Azad ile bizi kim görüp hemen yetiştirmişti?
Zeynep teyzenin bilmesi demek, tüm mahallelinin bilmesi demekti.
"Zeynep rezil etme kendini daha fazla." dedi Emine teyze.
Giray asla sesini çıkartmıyordu. Sadece olası bir atağıma karşılık elini önümde tutuyordu.
"Ercüment'i de yoldan çıkartmasın bak. İki kardeşi birbirine düşürür bu." dedi Zeynep teyze.
"Yeter!" diye bağırdım.
"Önce Azad'a, Metin'e, Ercüment'e bulaştın. Yetmedi dayak yedin. Yetmedi bana mı geçti sıra? Sen misin ahlak bekçisi? Sen kimsin ya?" dedim tüm sinirimle.
"Anam mısın babam mısın? Benim hakkımda konuşacak cesareti kim veriyor sana?"
Giray'ın bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. Bakışlarımı ona çevirmektense Zeynep teyzenin üzerine dikmeye devam ettim.
Sağ elimin işaret parmağını kaldırdım ve havada sallamaya başladım.
"Eğer," dedim ve gülümsedim. "Bir kez daha benim adımı ya da Sinem'in adını o dedikodu yuvası olmuş leş ağzına alırsan seni pişman ederim."
Cümlemi bitirdikten sonra da Giray'a döndüm. "Yürü Giray, gidiyoruz."
Merdivene yöneldiğimizde de apartman boşluğunda Emine teyzenin sesi yankılandı. "Amcasının oğlu o çocuk! Annesi babası kızlarıyla böyle konuştuğunu duysa ne olur biliyor musun?"
Muhtemelen hiçbir şey olmaz Emine teyze. Sen beni onlardan daha çok savunursun.
"Git ayakkabı giy." dedim apartmanın önüne geldiğimizde Giray'a. Öfkeyle konuşmuştum. Hıncımı ondan çıkartmak istemiyordum ama kendime de engel olamıyordum.
Cevap vermeden yürümeye başladı. Ellerimi göğsümde kavuşturmuş bir halde tam ortada dikiliyordum.
Yanıma yaklaşan Reyhan ablayı gördüğümde yalancı bir tebessümle ona baktım ve başımı başka yöne çevirdim. Zeynep teyze ile yaşadığım gerginliğin üzerine muhatap olmak istediğim en son kişi Reyhan ablaydı.
"Hiç selam sabah yok." dediğinde gözlerimi saniyelik yumdum ve tekrar açtım.
"Selam." dedim ona bakmadan.
Düne kadar hepsiyle muhabbetimi en alt düzeyde tutup yoluma bakıyordum. Şimdi Azad'ın hayatıma girmesi onların da girmesine neden olmuştu. Bu durum hoşuma gitmiyordu.
"Aman burnu düşse yerden eğilip almayacak şuna bak." dedi Reyhan abla gülerek.
Yanıma kadar gelmişti ve ona bakmamı mecbur kılarak karşıma geçti.
"Bu deyimin yeri burası mı tam olarak?" diye sordum. Gülümsemeye çalışıyordum.
"Seni anlatıyor işte. Yerinin önemi var mı?" dedi ve kahkaha attı.
Cevap vermek yerine başımı çevirdim ve Giray'ın bir an önce yanımıza gelmesini diledim. Eğer gelirse, o benim kurtuluş biletim olacaktı.
"Sen de ne yere bakan yürek yakanmışsın kız!" dedi Reyhan abla ve tekrar kahkaha attı.
Bakışlarımı ona çevirdiğimde kaşlarım istemsizce havalandı. "Özlü söz söyleme günü de benim mi haberim yok?" diye sordum.
Şartlar normal olsaydı Reyhan abla ile eğlenirdim ve yoluma bakardım. Açıkça veya üstü kapalı şekilde şahsıma edilecek hakaretleri kabul etmek için ters bir gündü.
"Kız," dedi ve yumruk yaptığı elini sol koluma koyarak hafifçe ileri itti. "Bana çemkiriyordu Azad daha geçen gün. Sarmaş dolaşmışsınız dün mahallede."
Ağzından çıkan her kelimeyi bilinçli olarak bastırarak söylemişti. İçimden sürekli 'Ya sabır!' diye tekrarlarken Giray'ın gelmesini bekliyordum. Gelirse bu eziyeti bitirecektim.
"Gözümüzün önünde ne yangınlar varmış da haberimiz olmamış." dedi.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Damarlarımda akan kan hızlanmıştı. Vücudum sessiz kalışıma isyan ediyordu.
Susma artık Rüya!
"Reyhan abla," dedim gülümsemeye çabalarken. "Yıllardır belirli bir hukukumuz var. Neden zorluyorsunuz siz beni?"
Reyhan abla gülmeye başladı. Dakikalarca süren gülüşü, gözünden yaş gelmesiyle sonlandı.
"Ne yapıyormuşuz pardon? Ayrıca biz kimiz? Ben tekim burada."
"Kimden ne duyup kimlere yetiştirdiniz bilmiyorum ama kimsenin bana hakaret etmeye hakkı yok." dedim.
Kimin gördüğü aslında benim için önemsizdi. Gören kişi, anlatan kişi değildi problemim. Karşıma geçip saçma sapan konuşan bu iki kadın haddini aşıyordu.
"Küçüğünüzüm, abla diyorum teyze diyorum. Saygı göstermek istiyorum ama beni çok zorluyorsunuz." dedim.
Sesimde kızgınlık değil yorgunluk vardı. Ortada hiçbir şey yokken dönmeye başlayan bu dedikodular başımı fazlasıyla ağrıtacaktı ve ben bunun yaşanmasını istemiyordum.
"Ne dedim sanki ben sana?" dedi Reyhan abla.
Zeynep teyze kadar açık oynamazdı o kartlarını. Her zaman kıyıda köşede geri dönüş için bir pay bırakırdı. Bu yüzden de şu an masum ayağına yatıyordu.
"Ya Reyhan abla Allah aşkına bana yapma bari." dedim ve başımı sallamaya başladım.
Giray en sonunda geldiğinde koluna girdim ve Reyhan ablayla vedalaşmadan yürümeye başladım.
"Aman Azad oğlum görmesin sizi böyle. Kalbine iner." dedi Reyhan abla alayla.
Muhtemelen o da Giray'ın kuzenim olduğundan haberdar değildi.
Giray kolumdan çıkıp Reyhan ablaya döndü. "Siz hep böyle iğrenç insanlar mısınız?" diye sakince sorduğunda şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
Tepki vermesini beklemiyordum.
"Anlamadım?" dedi Reyhan abla. Kaşlarını çatmıştı.
"İnsanlar mahalle kültürünü sevdikleri kadar nefret ediyorlar. Neden biliyor musunuz?" diye sordu Giray. Elimi koluna koyduğumda da kolunu geri çekti. Sus demeye çalışmıştım. İki kadının arasına giren erkek her zaman kötü anılırdı.
Gerçi Giray kötü anılmayı ya da iyi anılmayı pek önemsemiyordu.
Reyhan abladan cevap gelmeyince Giray devam etti. "Her yan yana gördüğünüz karşı cinsin dedikodusunu çıkarttığınız için bu ülkede kız çocukları namus denilen kelimenin arkasına sığınılıp öldürülüyor!"
Reyhan abla ağzını açıp tam konuşacakken Giray devam etti.
"Kuzeniyle aynı evdeymiş. Arkadaşıyla sokakta görülmüş. Sevgilisi varmış yokmuş. Size ne? Bu kızın hayatında sizin yeriniz ne? Siz kimsiniz ki kendinizde bunu hak görüp konuşma cesareti buluyorsunuz?"
Reyhan abla "Edepsiz!" diye bağırdığında Giray kahkaha attı.
"Az önce o kadının saçma sapan hakaretlerine sustum ama o da duysun!" diye bağırdı Giray. Etrafıma baktığımda camdan dışarı uzanmış birkaç kafayı gördüm.
"Benim ailem hakkında." diye bağırdı Giray ve etrafına baktı. "Annem, babam, kardeşim, kuzenlerim, amcam, yengem!" diye devam etti.
"Bizim hakkımızda ileri geri konuşma cesaretini bir kere daha gösterebilecek yürekli insan önce benim karşıma çıksın! Herkes kendi işine bakacak!"
Cümlesini bitirince de koluma girdi ve mahallenin girişine doğru hızla yürümeye başladı.
"Oha!" dedi sessizce. "Kendimden beklemediğim bir performanstı."
Gülmemek için kendimi sıkıyordum. Az önce o sinirle konuşmuşken şimdi böyle tepki vermesi Giray'ın gözümde neden hiç olgunlaşamadığını kanıtlıyordu. Çünkü Giray, en fazla üç dakika ciddi kalabiliyordu.
💫
Azad, Giray ve ben anlamsız bir üçlü olarak mahalleden biraz uzakta bir kafede kahve içiyorduk.
Mahalleden çıkmış nereye gideceğimizi düşünürken Azad aramıştı. Yaşanan olayların onun kulağına gitmemesi imkansızdı tabii ki fakat bu kadar erken gitmesini de beklememiştim.
Ne olduğunu sorgulamaya başladığında da aklıma gelen ilk mekanın ismini söyleyip oraya gelmesini istemiştim.
Şimdiyse Azad karşımda, Giray solumda oturuyordu. Yaşanan olayları, hakaretleri dile getirmeden sitemle anlatmıştım ama eksik bıraktığım her boşluğu Giray tamamlamıştı.
"Of!" dedi Azad tüm olayları dinledikten sonra. Dirseğini masanın üzerine koydu ve yeni çıkmaya başlamış sakalını sıvazladı.
"Neyse, aman." dedim gülümsemeye çalışarak. Olayların üstünden bir kez daha geçince sinirlenmek yerine kırıldığımı fark ettim.
Zeynep teyze, ben kendimi bildim bileli alt komşumuzdu. Mahalleye bir ay erken gelmiş olsak eline doğmuş olacaktım. Çocukluğumu bilen, benimle vakit geçiren birinin bana böyle hakaretler etmiş olmasını kaldıramıyordum.
Reyhan abla ise lise dönemimde sıklıkla muhabbet ettiğim insanlardandı. Güldüğü zaman eğlenceliydi de sivri dilini çıkartmak istediği zaman karşısındakinin kim olduğuna bakmazdı.
"Biliyordum böyle olacağını." dedi Azad ve iki elini havaya kaldırdı. "Aklımdan çıktı ama sana sarılırken. Yoksa yapmazdım böyle bir hata." dedi.
"Sevgili olmanız hata mı?" dedi Giray. "Yetişkin iki insanın ne yaptığından kime ne?"
"Sevgili değiliz." diye düzeltti Azad. Bakışlarımı ona çevirdiğimde de göz kırptı.
"Evet, sevgili değiliz." dedim gülerek.
Azad sana ve sınırlarına saygılı Rüya. Saygısı asla eksilmiyor.
"Bari hazır adınız çıkmışken sevgili olun. Boşa gitmesin." dedi Giray ve öfkeyle arkasına yaslandı.
Neden birden sinirlendiğine anlam veremedim.
"Rüya kendini ne zaman hazır hissederse o zaman sevgili oluruz." diye cevapladı Azad.
Gülümsemek dışında bir şey yapamıyordum. Kendimi buna nasıl hazır hissedeceğimi de bilmiyordum. Sadece gözlerine baktıkça gülümsemek istiyordum.
Bir de öpmek istiyorsun Rüya, aramızda yabancı yok açık konuşabiliriz.
Evet, bir de onu öpmek istiyorum.
"Öncelikle," dedi Azad ve boğuk çıkan sesini düzeltmek için öksürerek boğazını temizledi.
"Herkesin ağzının payı tek tek verilir."
"Aynen aslanım." dedi Giray. 'Aslanım' kelimesinin üzerine bilerek bastırmıştı.
"Ama sen karışıp her şeyi daha da bok etmesen mi?" diye ekledi.
Azad derin bir nefes aldı ve bakışlarını bana çevirdi. Üstün bir çabayla sabır gösterdiğinin farkındaydım.
"Az önce iki yetişkinsiniz diyordun. Nasıl bir modelsin sen anlamıyorum." Azad, bana bakarak konuşuyordu ama sözleri Giray'ı hedef alıyordu.
Giray masanın üzerine dirseklerini koydu ve öne eğildi. "Ne yapacaksın söylesene? Çok merak ettim." dedi yapmacık bir tavırla.
"Bırak orası da bende kalsın." dedi Azad.
"Kalsın aslanım." diye cevap verdi Giray ve Azad gülmeye başladı.
Gülerken başını masaya eğiyordu. Gözlerime gözlerini dikip uzun süre gülebildiği henüz olmamıştı. Gülmeyi kestikten sonra da ciddi bir ifadeyle Giray'a baktı.
"Aslanım dışında bir kelime yüklenmedi mi sana?" diye sordu.
Ben de gülmeye başladığımda Giray'ın bozulduğunu fark ettim. Suratını asmış, kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
Kaşlarını çatması bende fiziksel bir değişime neden olmadığında Azad'a döndü.
"Yüklenmedi. Güncelleme geldiğinde her şeyi sıfırdan sende denerim ama dert etme."
Azad, Giray'ın cümlesiyle gülmeyi kesmiş olsa da gülmemek için kendini sıktığının farkındaydım. Giray sert konuşmaya çalışıyordu ama sadece çalışıyordu. Çabasının sonucu bize ulaşmıyordu.
"Plaza çocuğu o." dedim. Masada gülen tek kişi kalmıştım. "Anlamaz öyle laflardan. Öğrenmiş bir tane sürekli kullanıyor."
"Öğretiriz ya." dedi Azad gülümseyerek. Giray'ın cephesinden hala olumlu bir tepki gelmediğini görünce de sağ elini Giray'a uzattı.
"Öğretirim, anlaştık mı?" dedi. Giray anında ruh halinden sıyrılıp gülerek elini uzattı ve Azad ile tokalaştı.
"Bence ben seni hiç sevmeyeceğim." dedi elini çekerken.
"Bence sen bu mahallede en çok beni seveceksin." diye karşılık verdi Azad.
Giray yerinden kalktı ve "Lavaboya gidiyorum." diyerek ikimizi masada tek bıraktı.
Kahve fincanının yanına koyduğum elime Azad'ın uzanmaya çalıştığını fark ettiğimde elimi masanın üzerinde ona doğru ilerlettim. Avuç içi, elimin üzerine temas ettiğinde bakışlarımı gözlerine diktim.
"Üzüldün mü?" diye sordu.
Üzülmüştüm.
Sinirlenmiştim ama üzülmüştüm de. Böyle bir muameleyi hak etmediğimi biliyordum. Kimse bu davranış şekillerini hak etmiyordu. İnsanlar o kadar acımasızlaşıyordu ki karşılarındaki kişileri asla düşünmüyorlardı.
Benim bir kalbim vardı. Her ne kadar Hilal olmadığını söyleyerek beni şüpheye düşürmüş olsa da benim üzülen, kırılan, paramparça olabilen bir kalbim vardı.
Bugün yıllarca saygı duyduğum, teyze diye seslendiğim alt komşumuz kalbimi parçalayıp elime vermişti.
Ondan nefret eden herkesin aksine çocukluğumda onun iyi bir insan olduğunu düşünmüştüm. Gençlik çağlarımda iletişimimi azaltmıştım. Bugünse bağımız sonsuza dek kopmuştu.
Alt komşum bir anda düşmanım olmuştu.
"Üzüldüm." dedim alt dudağımı dışa sarkıtarak. Azad'a nazlanmak istiyordum. Böyle bir hakkım var mıydı hiçbir fikrim yoktu. Sadece içimden böyle davranmak geliyordu.
"Üzülme." dedi Azad ve elimi sıktı.
"Ben buradayım, kimse seninle ileri geri konuşamaz."
"Konuştu." dedim gülerek. Beni itip yere düşüren bir çocuğu anneme şikayet ediyordum sanki. İçimi kaplayan güven hissi tam olarak o yıllarda yaşadıklarımı hatırlatıyordu.
"Geçer." dedim konuyu kapatmak için. Geçerdi çünkü. Sözlerin açtığı yaralar kapanmazdı ama unutulurdu. Benzer olaylar yaşanana kadar da ince bir sızı olarak kalırdı yürekte.
Silinmezdi yaşananlar, izler geçmezdi. Her şey yerli yerinde dururdu da insanoğlu yaşamına devam edecek yol bulurdu. Acılarını bir dolaba kaldırırdı ve yenisini oraya ekleyene kadar dolabı açmazdı.
Dolap açılana kadar içeriden aynı sesler tekrar tekrar ve tekrar yükselirdi belki ama kulaklarını tıkardı yaşayan. Ya da hiç tıkamazdı. Kurban rolüne kendini kaptırıp acılarıyla birlikte o dolabın içinde çırpınıp dururdu.
Ben kurban rolüne giremezdim. Eğer çaresizlik içinde savrulacağım bir durum seçecek olursam da bu asla işittiğim hakaretler olmazdı.
Özel olarak yaptırdığım dolabın içine girerdim. Bomboş, sessiz, rutubetli dolap. Sevginin ne olduğunu bilmediğimi düşündüğüm her gün bir çentik atardım. Aşkı tatmadığım için de orayı hiçbir olguyla dolduramazdım.
Boyumdan büyük, terk edilmiş o dolabın içerisinde günlerce yaşardım.
Yapmayacaktım. Hiçbir soruna boyun eğmeyecektim.
Elimde hissettiğim el, benim o boş kalmış dolabımı bir keserle parçalayıp yok edecekti. Orayı düşünmeye ihtiyacım kalmayacaktı.
Biliyordum ki Azad, bana sevmeyi öğretecekti. Yüreğimi eliyle öylesine saracaktı ki aldığım her nefeste ona teşekkür edecektim.
Bir gün hayatımdan çıksa dahi onun yeşerttiği çiçekleri büyütecektim.
Biliyordum. Azad benim miladım olacaktı.
"Ben gidince konuşursunuz sanmıştım. Susmak için mi buluşuyorsunuz siz?"
Giray'ın konuşmasını duyduğumda başımı ona çevirdim. Düşüncelere daldığımda gerçek dünyadan soyutlanıyordum ve bu özelliğimden asla vazgeçemiyordum.
Azad, Giray'ın söylediğine gülmüştü. Aslında komik değildi. Kuzenimle arasını iyi tutmak için rol yapıyor olabilirdi.
"Konuştuk." dedi Azad.
"İyi yapmışsın birader." diye cevap verdi Giray ve bu benim de gülmeme sebep oldu.
"Güncelleme mi geldi?" diye sordum ona dönüp. Tüm dişlerini göstererek sırıttı ve hızla başını aşağı yukarı salladı.
"Birader kelimesini yeni öğrenmiş olamazsın ya!" dedim hayretle.
"Kızım kelimede sorun yok, kullanma gereği duymayınca unutuyor insan." diye cevapladı.
Kendiyle gurur duyuyordu. Dik oturuyordu. Gereksiz bir kelime için bu kadar gaza gelmesi mantıksızdı. Azad ile üç kez dışarı çıksalar, bir kez de mahalle kavgasına karışsa Giray'ı kimse durduramazdı. Yıllardır bu anı bekliyormuş gibi bir tavırdaydı.
Telefonumun titremeye başlamasıyla birlikte elimi Azad'ın elinden kurtarıp masanın üzerinde ters duran telefonu çevirdim. Tanımadığım bir numara aradığı için de meşgule attım.
Aynı numara bir daha aradığında önemli bir durum olduğunu düşünerek, biraz da merakıma yenik düşerek telefonu açtım ve kulağıma dayadım.
"Rüya?" dedi karşıdan gelen ses. Tanıdık geldiği kadar yabancıydı da.
"Feride?" dedim şansımı denemek için.
"Feride ya Feride!" dedi. Neden tanıdık geldiğini anlamıştım. Üniversitenin ilk senesinin başlarında birkaç ay vakit geçirmiştik ve sonrasında anlaşamayarak arkadaşlığımızı kesmiştik. Yabancı gelme sebebi de sınıfta nadiren konuşmasını duymam haricinde yıllardır sesini duymamış olmamdan kaynaklanıyordu.
"Efendim Feride?" dedim merakla. Beni aramasının hiçbir mantığı yoktu. İşi düşse dahi aramazdı.
"Sen iğrenç bir insansın!" diye bağırdığında oturduğum sandalyeden kalktım ve hızlı adımlarla kafenin dışına çıktım. "Ben hayatımda senin gibi birini görmedim!" diye bağırmaya devam ediyordu.
"Dur bir saniye." diye araya girmeye çalışsam da değişiklik olmadı.
"Ucube!" diye bağırdı.
💫
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
GÖRÜŞMEK ÜZERE!
Bölüm duyuruları ve alıntılar için beni instagram ve twitterdan takip edebilirsiniz.
twitter: sonszlukicinde
instagram: sonsuzlukicindea
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro