13. Bölüm
Hoş geldiniz!
Fazla erken gelen bir bölüm oldu sanki...
Bölüm şarkımız:
Haramiler - Mavi Duvar
İlk kez bir bölüm şarkısı veriyorum. Neden bu şarkıyı seçtiğimi spoiler olmaması adına bölüm sonuna yazdım.
Keyifli okumalar ❤️
Oy ve yorumları unutmayalım.
💫
"Der Nazım Hikmet Ran." diye ekledi. "Sen, herkes gibi olmak ister misin?"
💫
Herkes gibi olmak. Azad'ın gözünde herkesleşmek benim için gerçekten önemli miydi? Onun beni herhangi biri gibi görmesi benim hayatımın olağan akışını yerinden savurabilir miydi? Savuramazdı. Ben, o dudaklara yaklaştıkça savrulabilirdim ama onun hayatında bir yerimin olmaması beni savuramazdı.
İnsanların hayatında çok da yer edinen biri olmamıştım hiçbir zaman. Olmak da istememiştim. Kısıtlı çevremle sürdürdüğüm yaşantım bana yetiyordu. Fazlalık demek, kaos demekti.
Yeni insanlarla tanışmak, onları da sevemeyeceğimi fark etmem anlamına geliyordu. Bu yüzden arkadaş edinmiyordum. Onları, istedikleri şekilde sevemezdim. Sevsem de onlar gerçek beni fark ettiklerinde hayatımdan kaçıp gidebilirlerdi. Biliyordum ki Ebru ve Özge öğrense, onlar da bulaşıcı hastalık taşıyormuşum gibi benden hızla uzaklaşırlardı.
Ya da, olmayan kalbimi öne sürerlerdi.
Azad, gözlerini üzerimden çekmeden dikkatle beni izliyordu. Belki de kesintisiz bakarsa ne düşündüğümü öğrenebileceğini sanıyordu. Öğrenemezdi. Ben bu düşünceleri anlayabilmek için yirmi yılımı vermiştim. Dıştan bir gözle bakıp algılayabilmek o kadar basit bir iş değildi.
"Senin için önemli mi?" dedim durgun bir sesle. Hayatında özel bir yer ayırmış mıydı bana mesela? O yeri mi boş bırakacaktım? "Herkes gibi olmuşum ya da olmamışım ne fark eder ki?"
Oturduğum banktan kalkıp birkaç adım atmıştım. Sorum ona değildi, insanlığaydı. Kendimi dışlanmış hissetmeme onların uçan kuşu, yürüyen böceği seviyor oluşları sebep olmuştu. Benim bir suçum yoktu. Benim yerime bu duyguları Azad da hissedemiyor olabilirdi. Ben onu dışlamazdım. Bunu yaşayan kimseyi dışlamazdım.
Beni dışlıyorlar mıydı?
Öğrenseler, içlerinde barındırmazlardı.
Azad, yanıma gelip elini sağ omzumun üzerine koydu. Gözlerimden yavaşça süzülmeye başlayan yaşları fark etsin istemediğim için ben de başımı sola doğru çevirdim. "Önemli olmasa sormazdım." dedi. O dizeleri, sakin sesiyle gökyüzüne ulaştırırken bile bu kadar narin çıkmamıştı ses tonu. Eliyle de hafifçe omzumu sıkmıştı.
Önemli olmasan sormazdı Rüya.
"Neden önemliyim?" dedim. Gözyaşlarımı durdurmayı başarmıştım ama sesimin titreyeceğini hesaba katmamıştım. Azad, sağ omzumda duran elini sol omzumun üzerine koyup beni kendine çekti. Başım, göğsüne yaslandığında gözlerimi kapattım. Azad'ın göğsünde huzur bulmamalıydım.
Azad'ın göğsü huzurun adresi olamazdı. Ama oluyordu.
Ciğerlerime derin bir nefes doldurduğumda hissettiğim koku ne denizin kokusuydu, ne etrafın kokusu. Burnuma ulaşıp gözlerimi anlık da olsa açmama sebep olan koku Azad'ın kokusuydu.
Defalarca kez içime çektiğim kokunun ne olduğunu anlamıyordum. Kokladıkça koklayasım geliyordu. İçime çektikçe, göğsüne daha da sokulasım geliyordu. Gözlerimi sımsıkı kapatıp tekrar ve tekrar içime çektiğim koku gülümsememe sebep oldu. Parfümü, o kadar ferahtı ki...
Şu an utanmıyor olsam, başımı göğsünden kaldırıp markasını sorardım. Hangi notalar kullanılmış, bu kokuyu ortaya ne çıkartmış tek tek incelemek isterdim. Yapamazdım, utanıyordum.
Çenesini başımın üzerinde hissettiğimde yavaşça başımı göğsünden kaldırıp yüzüne baktım. "Önemlisin." dedi içten olduğunu düşündüğüm bir gülümsemeyle. "Hep önemli kal, olur mu? Herkes gibi olma." dedi.
"Çok dengesizsin." dedim. Yüzündeki gülümsemesi silinmişti. Belki kızmıştı. Haklı olabilirdi ama bu dengesiz olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Onu öpmedim diye yanımdan sinirle gitmiş, Aylin'in bana sarılmasına izin vermemiş, hiçbir şey olmamış gibi davranarak arabama binmişti. Şimdi de karşıma geçip herkes gibi olma diyordu.
Sen demiştin ya herkes gibisin diye Azad...
"Dengemi bozuyorsun." dedi. "Normalde çok tutarlı bir insanımdır."
Gülerek başımı salladım. Tek bir tutarlı hareketini görmemiştim. Günün birinde bahsettiği yönünü görmeyi çok istiyordum. "Değilsin." diyebildim. O da gülüyordu. "Ben seni tanıyamıyorum, çok değişiksin." dedim.
Değişik dışında bir kelime bulamamıştım. Bulsaydım eğer kesin argo bulurdum ve yine aramızda bir tartışma çıkardı.
"Tanımaya çalışmıyorsun, benim aksime." dedi. Arkasını döndü ve kalktığımız banka oturdu. Beni tanımaya mı çalışıyordu? Yanlış yollardan hedefe ulaşmayı denediğini bilmesi gerekiyordu. Huzursuz hissettiğim ortamda bulunmazdım. Azad ile yaşadığımız sorunlar da huzursuz bir ortam yaratıyordu.
Azad'ın yanında huzurlu hissediyordum.
En azından kokusunu aldığımdan beri.
"Sen ne biliyorsun ki benim hakkımda?" diye sordum banka otururken. Güldüğünde ben de güldüm.
"Utku'nun sevgilin olmadığını biliyorum." dedi ve gülüşü yerini kahkahaya bıraktı. "Ama neden sevgilin olmayan biriyle sarılıyorsun bilmiyorum."
"Yine geldik Utku'ya." diye cevapladım.
"Biriyle sarılmak için sevgili olmaya gerek yok." dedim sakin ve kısık bir sesle. "O kadar şiir okuyorsun ama bundan haberin yok."
Azad, alayla gülümseyip ellerini saçına attı. Ona bakmak istemiyordum. Ona bakınca, garip hislerle karşılaşıyordum.
Ona bakınca onu öpmek istiyordum.
"Şiir ile alakası yok bu durumun." dedi ve arkasına yaslandı. O da bana bakmıyordu.
"İnsanlar birbirleriyle arkadaş olabilir, sarılabilir, birbirlerinin evinde kalabilir." dediğimde Azad kaşlarını çatıp bana dönmüştü. "Kötü günlerinde destek amaçlı da sarılabilirler. Normal bir günde de çok eğlendikten sonra sarılabilirler."
"Görüşürüz sarılması ayrı bir şey, sarıp sarmalamak ayrı." dedi. Gözlerini kaçırmıştı.
Utku'ya neden bu kadar takılmıştı bilmiyordum.
"Ayrıca," dedi ve ifadesiz halde gözlerime bakmaya başladı. "Sarılmaya bile tamam diyelim, sevgili olmayan erkek ile kızın aynı evde ne işi var? Niye birlikte kalsınlar?"
"Yobazsın." dedim. "İki sevgili aynı evde kalabiliyor da iki arkadaş mı kalamıyor?"
Azad, beni onaylarcasına başını salladığında hayrete düşmüş bir şekilde ona bakıyordum.
"Bana ters Rüya." dedi net bir şekilde. "Bana bir kız arkadaşımla sarılmak da ters mesela. Bana uymuyor."
Az önce sarıldın Azad.
Bakışlarını benden çekip ayağa kalktığında ben de hareketlerini takip ederek kalktım. Yine neye sinirlenmişti hiçbir fikrim yoktu.
"Nereye?" diye sordum ama cevap vermedi. Arabanın tersi yöne yürüyorduk. Yarın dersim vardı ve Sinem de Yakup ile beni bekliyor olabilirdi.
Gitmem gerektiğinin bilincindeyken adımlarım Azad'ın peşinden gidiyordu.
Sahilin kalabalığını atlatıp, daha sakin kısma geçtiğimizde Azad durur sanmıştım ama yanıldım. Durmuyordu.
Yanımızdaki küçük kafeler de hızla yok olurken yavaş yavaş insansız alanlara doğru yürüyorduk.
"Azad!" diye seslensem de umursamamıştı.
Ayak bileklerimde hissettiğim acı, onun hızına yetişmek için koşar adım yürümemden kaynaklanıyordu. Gücümün tükendiğini hissettiğimde olduğum yerde durdum ve ellerimi üst bacağımın üstüne koyarak eğildim.
Nefes nefese kalmıştım.
"İyi misin?" Azad'ın ilgisini çekebilmem için ona seslenmem çok da önemli değilmiş. Yürümeyi kesmem gerekiyormuş.
"Nereye gidiyoruz? Yoruldum." dedim. Gülümseyerek bana baktığını gördüm. Hemen arkasından da yanıma ulaşmıştı.
"Çok mu yoruldun?" diye sordu. Başımı hızla aşağı yukarı salladığımda hala nefesim düzene girmemişti.
Azad'ın elleri dizimin arkasına ve enseme temas ettiğinde kendimi havada bulmam bir saniye bile sürmemişti.
"Azad!" dudaklarımın arasından kaçan çığlığı önleyememiştim. Ne yapmaya çalışıyordu? Kendi dengesizliği yetmiyormuş gibi beni de alt üst ediyordu.
"Azad bıraksana beni!" diye bağırdım tekrar. Hızlı adımlarla ilerlemeye devam ediyordu. Düşmekten korktuğum için iki elimi boynuna sarmıştım ama beni bırakması için bağırıyordum.
"Yorulmuştun." dedi gülerek ve dizimin altındaki elini biraz daha ilerleterek tam olarak sardı. Düşmekten korktuğumu anlamış olmalıydı.
"Şu an kucağındayım, birbirimize sarılıyor olmamız daha masum bir hareketti ama sana ters. Bu yaptığın da ters değil mi?" diye söylendim. Art arda nefes bile almadan konuştuğumda benim yerime Azad nefes almıştı.
Başını iki yana salladığında yüzündeki gülümsemeyi net olarak izlememe fırsat olmamıştı. Hızlı yürüyüşünün ve rüzgarın etkisiyle savrulan saçı, bir tutam alnına düştü. Boynuna sardığım ellerimden tekini bırakarak saçını yukarı doğru kaldırdım.
"Yoruldun diye seni taşıyorum, onun dışında hala ters benim için." diye cevapladı ve olduğu yerde durdu. Dizlerini biraz kırıp beni bıraktığında ben de etrafıma bakıyordum.
Sahilin sonuna kadar gelmiştik. Etrafta dört beş tane müstakil ev vardı. Onlar da birbirilerine bir hayli uzaktı ve sadece tekinin ışıkları yanıyordu.
"Seni tanımak istiyorum." dedi Azad. Aramızdaki mesafe, nefesini yüzümde hissedebileceğim kadar dardı.
Nefesini hissetmek bana iyi gelmiyor.
"Buraya gelmeden tanışamıyor muyduk?" diye sordum. Gülmeden, mimik oynatmadan. Aynı onun surat ifadesinde olduğu gibi ifadesiz ama soğukluktan uzak bir tavırla.
Omzuma dokunup beni kibarca arkaya çevirdiğinde neye bakmam gerektiğini anlamamıştım. Eli hala omzumdaydı ve alıp verdiği nefesleri hissediyordum.
Omzumdaki elini çekip öne doğru uzattı ve işaret parmağıyla ışığı yanmayan evlerden tekini gösterdi.
"Birlikte vakit geçirelim." dedi. "İkimiz, kimse olmadan. Mahalleden uzak."
Ses tonu ruhumu okşuyordu. Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatarak derin bir nefes aldım. Bu zamana kadar bu ses tonuyla konuşsaydı, hiç tartışma yaşamazdık.
"Hani sana uymazdı?" diye sordum zorlukla. Bu sırada o da omzuma destek vererek beni kendine çevirmişti. Gözlerinde yanan ateşi görüyor muydum yoksa bu benim gözümden çıkan ateşin ona yansıması mıydı çözemiyordum.
"Uymaz." dedi gülümseyerek. "Hani bir erkekle bir kızın aynı evde kalmasına karşıydın?" diye sordum.
Gülümsemiyordum.
"Uymaz." dedi tekrar ve dudaklarını ıslattı. "Bahçede otururuz o zaman, eve girmeyiz."
Derin bir nefes aldım ve başımı denize doğru çevirdim. Buz gibi çıkan ses tonunu duymak için her şeyimi verebilirdim. O ses tonu, beni kendime getirirdi. Neden burada durmamam gerektiğini hatırlatırdı.
Şu an işittiğim ses ise bana yapmam gerekeni değil yapmamam gerekeni haykırıyordu. Kaçamıyordum, kurtulamıyordum. Bu sesi sabaha kadar duymak istiyordum.
"Araba bende," dedim benim bile zor duyduğum bir şekilde.
"Sorun yok." dedi. "Söyleriz Metin'e sabah babanı işe götürür."
Sonunda o tondan çıkmış, kendi tonunu yakalamıştı. Beni ele geçiren soyut varlıktan kurtulmuştum. Zincirlerimi çözüp bakışlarımı ona çevirdim.
"Taksimetreyi de açsın istersen." dedim ters bir ifadeyle.
Metin'in iş ahlakının ben Azad ile vakit geçireceğim diye babamı taşımak olduğunu sanmıyordum.
Konu Azad ise Metin için hava hoş Rüya.
"Açmaz." dedi Azad. Parmak uçlarını kolumun üzerine koyduğunda istemsizce kolumu çektim.
"Ama sen bilirsin." Azad, tekrar ruhumu ele geçirdiğinde yutkundum. Kalmak istiyordum. Onunla vakit geçirmek, onu tanımak istiyordum.
Babamla zıt olan her yönünü keşfe çıkmak istiyordum.
Birkaç adım geri çekilip telefonumu cebimden çıkarttım ve saatin geç olduğunu umursamadan babamı aradım.
"Kızım?"
Babamın sevgi sözcüğü kullanmamış olmasıyla rahatladım.
"Sinem geldi, sen neredesin gecemin güzelliği?"
İsmim Rüya diye bana böyle hitap etmesine gerçekten gerek var mıydı? Rahatlamam da çok uzun sürmemişti, yumruğumu istemsizce sıktığımda denizin sonsuzluğuna doğru çığlık atmak istiyordum.
"Ben bu gece arkadaşımda kalacağım. Arabayı getiremesem sorun olur mu senin için?"
"Hayır birtanem keyfine bak."
Telefonu kapattığımda gözlerimin dolduğunu fark ettim ve Azad'ın birkaç adım gerisine çekildim.
İlgili olmak sürekli gereksiz sıfatlar kullanmak mı yoksa hangi arkadaşımda kalacağımı sormak mı baba?
"Sorun mu var?" Azad'ın seslendiğini duyduğumda başımı hızla iki yana sallayarak gökyüzüne çevirdim yüzümü.
"Ben istemiyorum seninle tek kalmak." dedim birden. Etkisinden çıkmışken tekrar o çukura dönmemem gerekiyordu.
Konuşacak paylaşacak bir şeyimiz yoktu. Tüm geceyi bilmediğim bir evde üç gündür tanıdığım bir adamla geçirmek de ne yazık ki benlik değildi.
"Ben seni nereden tanıyorum ki? Ne kadar tanıyorum ben seni?"
"Neden seninle kimin olduğunu bilmediğim bir evde vakit geçireyim?"
"Gidiyorum ben!"
Araya girmesine vakit vermeden cümlelerimi hızla kurmuştum ve şimdi de yanından hızla geçip yürümeye başlamıştım.
Azad'ın adım seslerini duyduğumda daha da hızlanmaya çalışsam da pek etkili olmadı ve yanıma ulaşabildi.
"Tamam," dedi teselli etmeye çalışır gibi. "Tamam sakinleş."
Olduğum yerde durup ona döndüm. Durduğumu anlık olarak fark edemediğinden olsa gerek yaklaşık üç adım ötemde durabilmişti.
"Sakinim ben." dedim.
Neye kızdın Rüya? Azad'a mı? Babana mı?
"Bizimkileri de çağıralım istersen." dedi sessizce. Beni kızdırmak istemiyordu.
"Ebru, Özge, Metin, Ercüment? Onlar da gelsin mi?"
Kaşlarını kaldırmış, beni ikna etmeye çalışıyordu. Elimi alnıma attım. Ebru'nun annesi hayatta izin vermezdi.
Eve dönmeyecektim. Azad ile tek kalmak da istemiyordum. Bu yüzden şansımı deneyebilmek adına telefonu elime alıp kızlarla olan gruba girdim.
"Annelerinize bende kalacağınızı söyleseniz izin çıkar mı? Evde olmayacağız ama."
Mesajı attıktan sonra, ne kadar saçma cümle kurduğumu fark ettim.
💫
Ebru ve Özge, sancılı bir süreç geçirmiş olsalar da annelerini kandırmayı başarıp evden çıkmışlardı. Metin ve Ercüment'in gelmesi içinse Azad'ın birkaç cümlelik telefon konuşması yetmişti.
Onları beklerken, ağır adımlarla sahili tekrar yürümüş ve arabayı alarak evin olduğu yere dönmüştük.
Başlangıçta herkes eğleniyordu. Metin ve Özge yakaladıkları fırsattan dolayı mutluydu. Ercüment, gelirken aldıkları biralar sayesinde hayatta kalmayı başarıyor ve sürekli bir şeyler atıştırıyordu.
Azad ve ben, onlara ayak uyduramamıştık. İkimiz de bir köşeye çekilmiş sessizce muhabbetlerini dinliyorduk.
İkinci biramı bitirdiğimde yerimden kalktım.
Ercüment'in babasına ait olduğunu öğrendiğim ev bir süredir kiracı bulamadıkları için boştu ve eşyalı olması da bizim açımızdan avantajlı olmuştu.
Tek katlı, küçük bir evdi. Amerikan mutfak dizaynından dolayı salon ve mutfak iç içeydi. Salondan çıkar çıkmaz sağda ve solda odalar vardı. Hemen onların arasında ise tuvalet ve banyo bulunuyordu.
Açık kahverengi L koltuğun karşısında plazma televizyon bulunuyordu. Yerde halı yerine ince, bej rengi bir kilim vardı.
Parkeler üzerine bastıkça ses çıkartıyordu. Eskidiğini fark etmemek imkansızdı.
Ada tezgaha yöneldim. Siyah, mat tezgah eve farklı bir hava katıyordu. Ada tezgahın aksine mutfak dolapları bembeyazdı.
Tezgahın üzerinde duran cips paketlerinden birini alıp buzdolabını açarak üçüncü şişemi aldım ve kimsenin dikkatini çekmemeyi umarak salondan çıktım ve dış kapıyı açtım.
Tenime vuran soğuk, ceketimi almam gerektiğini haykırsa da yalnız kalmak istiyordum ve içeri dönersem fark ederlerdi.
Bu yüzden kapıyı aralık bıraktım ve verandanın merdivenin çökerek oturdum. Mermerin soğuğunun içimi delip geçeceğini fark ettiğimde etrafıma bakınmaya başladım.
Verandaya asılı duran, şal tarzı kumaşı fark ettiğimde şişeyi ve cips paketini kenara bıraktım.
Kumaşı alıp, oturacağım yere serdiğimde artık hazırdım. Rahatça oturabilirdim.
Şişenin kapağını açmadığımı fark ettiğimde kendi halime gülmeye başladım.
Tüm düzeni kur ama basit bir şişe kapağını açama.
Şişe kapağını merdivenin ucuna dayayıp avucumun kenarıyla vurmaya başlasam da açılmadı. Elimin sızlamasıyla birlikte açmaya çalışmaktan vazgeçtim ve dizime sarıldım.
Titriyordum.
Birden omzuma bırakılan battaniyeyle irkildiğimde başımı kaldırdım.
"Açamamışsın şişeyi." dedi Ercüment ve cebinden çıkarttığı çakmak ile saniyeler içinde kapağı açtı.
Gülümsemem yüzüme yayıldığında yanıma oturdu.
"Küçükken daha çok vakit geçiriyorduk değil mi?"
Çocukken Ercüment ve ben, ayrılmaz ikiliydik. Kızlarla oyun oynamayı ne zaman bıraksam onun yanına koşup onunla oyun oynamak istiyordum.
Misket oynadıklarını ilk gördüğüm zaman ağlayarak kendimi zorla aralarına aldırmıştım ve Ercüment'in bana öğretmesini sağlamıştım.
Futbol oynamak için ne zaman taşları kale diye koysalar ben o dakika yanlarına ulaşır, beni oynatmazlarsa da taşa tekmeyi savurup kalelerini yıkardım.
Zaman zaman Ercüment'i bebeklerle oynamaya bile ikna etmişliğim vardı.
"Öyleydi." dedim zihnimde canlanan hatıraların tebessümüyle.
"Abi diyordun bana o zaman." dedi.
Kahkaham bahçede yankılanırken Ercüment'in kahkahası da benimkine eşlik etmişti.
"Ercüment abi, ben de oynayacağım!" dedim küçüklüğümü taklit ederek.
O yaşlardayken Ercüment, gerçekten abim gibi hissettiriyordu. On iki yaşıma geldikten sonra, onun da kendi çevresini oturtmasıyla artık abilik görevi kalmadığı için o sıfatı kaybetmişti.
"Çocukken mutluyduk." dedim.
Çünkü çocukken sevemediğimin bilincine varamamıştım.
"Ercüment abin mutlu ediyordu seni." dedi ve cips paketini açtı. Ağzının boş durmasını sevmediğini anımsamıştım. Küçükken de sürekli yemek yiyordu, annesi evde olmazsa da diğer komşuların kapısına dayanıp çekinmeden istiyordu.
"Artık abin olmadığım için mutlu edemem."
Onun gülerek kurduğu cümle nedense benim ağırıma gitmişti. Şişedeki sıvıdan bir yudum içtim ve derin bir nefes aldım.
Markasının yazılı olduğu kağıt ıslandığı için tırnağımla yavaşça kenarını kazıdım ve kaldırdım.
"Neden dışarıdasın?" diye sordu. Omuz silkerek yanıtladım.
İnsanların sorularına yanıt verdiğimde, onlar bu yanıtı geçerli bulabilsinler diye daha farklı olaylar anlatmam gerekecekti.
Özge ve Ebru bilmiyorken ilk öğrenecek kişi de maalesef Ercüment olamazdı.
"Sana bir soru sorabilir miyim?" dediğinde başımı ona çevirdim. Bakışlarımdaki onayı hissetmesini bekliyordum.
"Azad ile aranızda bir şey mi var?"
Gözlerim hayretle açıldığında Ercüment bakışlarını kaçırdı. Her türlü soru bekliyordum ama bu onlardan biri değildi. Elimde tuttuğum şişeyi tekrar dudaklarıma götürdüğümde hızla içtim.
"Senin arkadaşın olan o." dedim gülmeye çalışarak. "Ona sorsana."
Bana sorma Ercüment, cevabı bende değil.
"Sen daha eski arkadaşımsın." dedi ve elimde tuttuğum şişeyi alarak kendisi içti. "Arkadaşın olarak söylüyorum," dedi şişeyi benden uzak olan sol tarafına koyarken. "Sarhoş olacak kadar içmemelisin."
"Olmam." dedim.
Olurum.
"Sorumu yanıtla ikna olayım." dedi ve tekrar şişeyi kafasına dikti. Saniyeler içinde boş şişeyi ortamıza koyduğunda battaniyeye daha sıkı sarıldım.
"Ona sor." diyebildim. Beş yaşındaki bir çocuk, benden daha iyi yanıtlardı bu soruyu.
Aramızdaki şişenin yeşilliği gözümü kamaştırırken içeri dönüp bir tane daha almak istiyordum. O sıvı, benim duygularımı getirebilirdi. O yeşil şişenin içindeki vücudumu ele geçirmek için yanıp tutuşan sıvı, Azad'ı anlamama yardımcı olabilirdi.
Olmalıydı.
"Karşı komşum olan sensin. Seninle kaç çocuk dövdüm ben, nasıl arkadaş değiliz?"
Kahkaham bir öncekinden daha kuvvetli çıktı boğazımdan.
Sekiz yaşındayken mahalleden bir çocuk ben ne zaman koşsam arkamdan taş atıyordu. Benden bir yaş küçük olduğu için onun bebek olduğunu düşünüyordum ve nazik bir dille konuşarak uyarmaya çalışıyordum. O ise, ben ne zaman uyarsam sonrasında daha büyük bir taş atıyordu.
Günler geçerken, onun bu hareketini bırakmayacağını fark ettiğim için hep ondan uzak durarak oyun oynuyordum. Bir gün, yerden söktüğü kaldırım taşı beni az bir farkla ıskaladığında kendime hakim olamamıştım.
Çocuğun üzerine atlamamla başlayan kavga, Ercüment'in dahil olmasıyla devam ettiğinde araya ailelerimiz de girmek zorunda kalmıştı.
Ercüment yaşı büyük olduğu için fırça yerken ben olayı hasarsız atlatmıştım. Çocuk ve ailesi ise bir ay içinde taşınıp gitmişlerdi.
"Kendi kaşınmıştı." dedim. Hala gülüyordum. Gözümden yaş geldiğini hissettiğimde zorlukla da olsa kendimi durdurdum.
"Bence," dedim ve iç çektim. "Aramızda bir şey yok."
"Düne kadar konuşmuşluğunuz yok sizin. Küçükken bile birbirinizden uzaktınız." dedi Ercüment.
Bu soruları arkadaşına sorsaydı ya?
"Ona göre vardır belki. Aralarına alıp anlatmıyorlar mı sana? Metin ve Özge de konuşuyor."
Dilini eşek arısı soksun Rüya. Senin mi üstüne vazife bunu söylemek?
"O kadarını anladım. Salak değilim." dedi.
Artık neşeli konuşmuyordu. Belli ki ona anlatmamalarına bozulmuştu.
"Anlatmıyorlar mı sana?"
Şaşkınlıkla ona bakıyordum. O ise, toprak zeminin üzerinde yeni yeni filizlenmiş çimleri seyrediyordu.
"Her şeyi değil." dedi ve gülümsedi. "Seninle ilgili bir durum vardı ama çözemiyordum. O yüzden sana sordum."
Ercüment'e üzülebileceğimi hiç düşünmezdim. Arkadaşları yüzünden üzülebileceğimi.
"Onu özlüyorum." dedi Ercüment. "O varken kendimi dışlanmış hissetmiyordum."
"Ercü," dedim ve elimi kolunun üzerine koydum.
O'nun seslendiği gibi seslenme Rüya. Üzülür.
"Ben de özlüyorum." dedim.
Konusunun açılması bile bir fırtına çıkartıyor sanki tüm evrende. Hızlı hızlı esmeye başlayan rüzgar, ağaçların dallarını hareketlendirirken varlığını hissedebiliyordum. Ulaş sanki havanın içine karışmış ruhuyla bizi dinliyordu. Hakkında güzel konuşalım ve duysun istiyordu.
"Beni suçluyorlar, o yüzden anlatmıyorlar hiçbir bok." dedi Ercüment ve avuç içiyle merdivenin mermerine vurdu. Çıkan ses elinden değildi, acıyan yeri de avuç içi değildi. Hepsi kalbinden geliyordu.
Oluk oluk kan akıtan kalbi, arkadaşının hasretiyle yanıp tutuşuyor olmalıydı.
"Saçmalama." dedim aniden. "Seni neden suçlasınlar? Yapmazlar."
Nereden biliyorsun Rüya?
"Yüzüme karşı söylediler Rüya. Teselli verme boşuna."
Ulaş'ın Ercüment yüzünden öldüğünü düşünmeleri aptallıktan öte değildi. Ercüment de onunla birlikte, o gece ölebilirdi. Şu an nefes alıyor diye ona bunu yaşatmaya hakları yoktu. Ne diyeceğimi bilemez bir halde elimi Ercüment'in bileğine bıraktım. Kelimelerin tükendiği yerde devreye bedenim girmişti.
Elinin üzerinde destek veren bir el hissetmek her zaman iyi gelirdi.
"Ben zorladım." dedi. Sesi çatallı çıkıyordu. Acı içinde kıvrandığını anlayabiliyordum, müdahale edemiyordum. "Yarışalım dedim, korkaksın dedim, büyü artık dedim."
"Beni suçlamakta haklılar."
Elim, Ercüment'in bileğini sıkıca kavradığında konuşmamam gerektiğini anladım. İçini dökmek istediği alenen ortadaydı. İzin verdim. Zehrini akıtıp, yaşamına devam edebilmesi için sustum ve dinlemeye devam ettim.
"Ulaş motor ehliyeti bile almak istememişti. Onu da ben aldırttım. Ben öğrettim, heveslenmesini sağladım." alayla güldü. "O gece yalvar yakar dışarı çıkarttım. Başta amacımız sadece gezmekti yemin ederim." Bileğini biraz daha sıktım. Ben buradayım deme şeklimdi.
"O boş araziye geldiğimizde gözüme çok uzun geldi. Yarışılabilecek düzeydeydi. Ben sadece eğlenmek istemiştim Rüya, onun katili olmak değil."
"Katili değilsin." dedim. "Sen kimseyi öldürmedin."
"Öldürdüm!" diye bağırdı. "Ben en yakın arkadaşımı öldürdüm."
İki elini de öne uzattı ve önce avuç içlerine baktı sonrasında tersine çevirdi. "Onun kanı bulaştı benim elime, üzerime. Ailesinin ahı var üzerimde."
Ellerini tekrar indirdi ve bir kez daha bağırdı. "Ben süt kardeşimi öldürdüm!"
Gözlerimden akmaya başlayan yaşlara durmaları için yalvarıyordum. Ağladığımı görürse, daha da üzülecekti ve düştüğü durumdan asla kendini sıyıramayacaktı. Azad'a seslenmek istesem de korktum. Metin'in Yakup'un bıçaklandığını duyduğundaki tepkileri düşüyordu sürekli zihnime. Ercüment araya girmese belki de Azad'a vuracaktı.
"Yeter." dedim titreyen sesimle. Devamını duymak istemiyordum. Ulaş, hepimizin canını yakmıştı. Ulaş, düşmana bile yürek sızısı verecek bir şekilde ölmüştü. Defalarca kez bu hikayeyi duymak istemiyordum.
Ulaş seni seviyordu Rüya. Etrafındaki insanların seni sevdiği gibi de değil. Anlayarak, dinleyerek seviyordu. Sadece Ercüment değil sen de bir dost kaybettin. Bırak aksın gözünden süzülen yaşlar. Bırak onlar da tutsun bu yası bir kez daha, bir kez daha ve bir kez daha...
"Yarışa başladığımızda bir anda hızlandı. Boynuz kulağı geçiyormuş işte..." dedi ve gözlerini kapattı. Sanki o günü yaşıyordu.
"Ne olduğunu anlamadan bir ses duydum, düşme sesiydi. Hızımı daha da arttırdığımda düştüğü yere yaklaşan bir araba gördüm. Gözüme dolan farlar kendimi sağa atmama sebep oldu. Dengemi kaybedip düştüğüm esnada bir ses daha duydum ama..."
"Benden gelmiyordu."
Gözlerini açtığında, beyaz olması gereken kısmın kıpkırmızı olduğunu gördüm.
"O gelen araba üstünden geçti."
"Azad!" diye bağırdım içeriye doğru. Ercüment titremeye başlamıştı. Bedeni yanımdaydı ama ruhu bambaşka bir yerdeydi. Kendinden geçmişti. Azad'a seslendiğimi bile fark ettiğini sanmıyordum. "Paramparça oldu benim kardeşim." dedi bağırarak. "Benim yüzümden öldü."
"Beni suçladılar. Metin, Azad, ailem, ailesi... Herkes beni suçladı." Nefes almakta zorlandığını fark ettiğimde bir kez daha Azad'a seslendim. "Nefes al." diye mırıldanıyordum. Ona ulaşamıyordum. Ercüment, beni duymuyordu.
"Ulaş da beni suçladı her gece rüyamda."
Azad'ın koşarak kapıdan çıktığını gördüğümde yerimden kalktım. Onun hemen arkasından Metin ve kızlar çıktı kapıdan. Titreyen, nefes almakta zorlanan, "Benim yüzümden öldü." diye bağıran Ercüment'i fark ettiklerinde Azad'ın kaşları çatık bir şekilde bana baktığını fark ettim.
"Ne bakıyorsun? Bir şey yap!"
Metin öne atılıp Ercüment'in koltuk altlarına kollarını geçirdi ve onu havaya kaldırdı. Ayağa kalkarken ayağı bira şişesine çarptı ve hızla ileriye savrulan şişe parçalara ayrıldı.
Ne olduğunu anlayamadığım kadar kısa bir süre içerisinde Metin Ercüment'i odalardan tekine sokmuştu ve içeri girmemize de izin vermemişti. Yüzümüze çarpılan kapıyla birlikte Azad'a baktım. Onun da öfkeli bakışları benim üzerimdeydi.
Kolumdan tutup beni evin dışına doğru çekmeye başladığında hızla kolumu çekmeye çalışsam da başarılı olamadım. Sadece kolum acımıştı.
Verandaya çıktığımızda evin kapısını kapattı ve kolumu bıraktı. "Ulaş hakkında mı konuştun onunla?" dedi. Burnundan soluyordu. O kadar sinirliydi ki cevap versem mi vermesem mi ikileminde kalmıştım.
"Cevap ver Rüya!" dedi. Beni bu eve gelmeye ikna ettiği ses tonunu özlediğimi fark ettim. Sinirlendiğinde kendinden geçiyordu. Ne yapacağımı bilemez bir şekilde bakakaldım. Ellerimi koyacak yer bulamıyordum. "O açtı konuyu." dedim sessizce.
"Neden izin verdin konuşmasına?" diye sordu. Siniri azalmıştı ama yerine hüzün gelmişti. Kirpiklerine kadar o acıyı hissettiğini anlayabiliyordum. "Bilmiyordum." dedim kekeleyerek. "Ben böyle bir etki yaratacağını düşünemedim."
Azad, önümden yürümeye başladı ve verandadan inerek bahçeye ilerledi. Peşinden gitmeye başladım. Büyük bir bahçe değildi. Ağaçlar yapraklarını dökmeye başlamıştı, çiçekler tek tek solmuştu. İlgisiz kaldığı belliydi. Ağaçların biraz ilerisinde duran çardağa oturduğunda ben de kısa bir süre sonra yanına ulaşmıştım ama oturmak yerine masaya yaslandım.
"Kendini suçluyor." dedi. Yüzüme bakmıyordu. Etrafı inceliyordu. "Sizin yüzünüzden." dedim.
Haddin olmayan işlere burnunu sokma Rüya.
"Hata yaptık, üzgündük." Derin bir nefes aldı ve gözümün içine baktı. Gözlerinde gezinen pişmanlığı görüyordum ya da gördüğümü sanmak istiyordum. "O gece," dedi ve yerinden kalktı. Üç adım ileri attı ve hemen sonrasında arkasını dönerek aynı adımları tekrarladı, eski yerine geldi.
"Yanımıza geleceklerdi. Halı sahaya gidecektik." dedi ve sol eliyle yanağına hızlı sayılmayacak şekilde vurdu. "Gece 12.00-01.00 arası kiralamıştık sahayı. Takımlar hazır... Ercüment ve Ulaş gecikmeyeceklerini söyleyip gittiler."
"Anlatma Azad." dedim. Ercüment'in girdiği hale girmesini istemiyordum. Belki de anlatmak, zehri yaymak demekti. Rahatlamayla uzaktan yakından alakası yoktu.
"Anlatmazsam onu suçlayan insanlar olarak tanıyacaksın bizi." dedi Azad. Tekrar üç adım ileri gitti üç adım geri geldi. Sürekli dönüp duruyordu.
"Gece yarısına doğru Ulaş'ı aradım, telefonu kapalıydı. Ercüment'i aradım, açmadı." dedikten sonra yaslandığım masanın ayağına sert bir tekme attı. "Defalarca kez aradık." dedi.
Ercüment'e vermek istediğim desteği vermeliydim. Elimi bileğine değil direkt olarak eline attım. Elini tutmak değildi amacım ama izin verdi ve avuçlarımız birleşti.
"Ben kardeşlerimi maça beklerken, tekinin ölüm haberi geldi Rüya." dedi gözüme bakarak. Yine kendini sıkıyordu. Babasını anlatırken yaptığı gibi yapıyordu. Bıraksa, ağlayacaktı. Birikmişliklerini içinden atacaktı. Dişlerini sıktığını çenesinin kasılmasından anlayabiliyordum.
"Ercüment aradı, kimseye haber vermeyin hastaneye gelin dedi."
Azad'ın elini sıkıca kavradım. Hareketime karşılık o da elimi sıktı ve ardından gevşetti.
"Hastaneye bir gittik..." dedi ve sustu. Omuzları yukarı kalktı, indi. Derin nefes aldı, verdi. Elimi sıktı, gevşetti. Gözlerime baktı, gözlerini kaçırdı. "Öldü dediler."
"Azad..." diye seslensem de gözlerimin içine bakmadı. Sadece elimi sıkarak karşılık verdi. Beni duyuyordu, cevap vermek istemiyordu.
"Forvete koyarız, karşı tarafın kalesini otobana çevirir diye beklediğimiz çocuk mezara konuldu."
"Olayın aslını öğrendiğimizde, işte o zaman Ercüment'in karşısına çıktım. Ağlıyordu, sürekli kendini suçluyordu. Kardeşim o benim diyordu. Başını eğmişti utanıyordu."
Elimi Azad'ın elinden çekip koluna sardım. Hareketimle bir anlık dikkati dağıldı ve bana bakıp gülümsedi. Zorlukla gülümsediği, her mimiğinden belliydi. Tüm vücudu ağlamak için ona yalvarıyordu ama o gülüyordu.
"Yirmi yaşındaydım ben. Hani derler ya kanının deli aktığı zamanlar diye, işte o zamanlardı tam. 'Sen de ölseydin. Onun yerine sen ölseydin.' dedim."
Dudaklarım şaşkınlıkla aralandığında kolundan elimi çekmek istesem de kolunu gövdesine yaslayarak engel oldu. Ercüment'in yaşadıklarında onların da suçu vardı. Bu sorumluluğu tek başına üstlenmek zorunda değildi. Bu yası tek başına tutmamalıydı ama Azad ve Metin, ona bunu yaşatmışlardı.
"Dört yıldır özür diliyorum o cümleler için. Beni affettiğini sanmıştım. Beni affetmiyorsa da kendisini affetsin istemiştim."
Gözlerim tekrar dolduğunda kolumu yavaşça Azad'ın kolundan kurtarıp arkamı döndüm. Ulaş, bizim de yaramızdı.
Yaşamı son bulduğunda benden dört yaş büyüktü. Yaşıyor olsaydı, küçüklüğünü çok sevdiği iki kız kardeşin yanında olurdu. Sinem, Ulaş abisini hep çok sevmişti. Evden kaçıp onlara gittiği zamanlarda mahcup bir şekilde kapılarını çalıp Sinem'i isterdim. Ulaş ise Sinem'i vermek yerine beni de eve alırdı. Yaşını unutur, bizimle saatlerce oyunlar oynardı.
Biri bizi üzerse, karşısına dikilirdi. Aramızda oluşan bağın sebebi Sinem olmuştu. En çok Ulaş'ı severdi. Hayranlığını sürekli belli eder ve ileride Ulaş abisiyle evleneceğini söylerdi. Ulaş ise her seferinde Sinem'i alaya alırdı ve evlenmeyeceğini, onu bekleyeceğini söylerdi.
Haberi aldığımızda Sinem'in nasıl kendini kaybettiğini hatırlıyorum. Hayranlık duyduğu birini on dört yaşında kaybetmişti. Çocukluğunu yeni atlatmış, Ulaş abisiyle motor süreceği günleri bekliyordu. Evlilik hayallerini kenara fırlatmıştı. Onun gibi olmak istiyordu sadece.
'Benim Ulaş abiden neyim eksik? Motor da sürerim, evime de bakarım."
Küçücük bedeniyle ev geçindirmenin kolay olduğunu düşünüyordu. Oysa Ulaş babasız büyümüş, annesinin küçük oğluydu. Mahallede anlatılanlara göre çocukluğunda evde tek kaldığı bir dönem kolonya şişesini kırmıştı ve annesi çok üzülecek diye ağlayarak bakkala koşup ücretsiz kolonya vermesini istemişti.
Mahallelinin hassas karnıydı o.
"Özlüyorum." dedim gülümseyerek. "Kendine has tavrını çok özlüyorum."
"Hepimizden farklıydı o." Azad, zoraki tebessümüyle eşlik etmişti söylediklerime ve zorla bir cümle kurabilmişti.
"Ercüment'e başınızdan geçen olayları anlatmıyor musunuz?" diye sordum. Sorgulu gözleri, kaşları çatık bir şekilde gözlerimi bulduğunda çekinmeden konuşmaya devam ettim. "Onu suçladığınızı düşünüyor, dışlanmış hissediyor. Metin ve Özge'nin durumunu ağzımdan kaçırdım ve seninle aramda bir şey olup olmadığını sordu. Konu oradan açıldı." dedikten sonra derin bir nefes aldım.
Araya girmemesi için hızla konuşmuştum.
"Aramızda bir şey var mı?" diye sordu Azad.
Yıkılsın dünya koymaz ki bana moduna girmişti.
Cevap vermektense başımı çevirip eve doğru baktım. Pencereden bize bakan Ebru ve Özge'yi gördüğümde merak duygularının tavan yaptığını anlamam hiç zor olmadı. "Kızlar da merak etti."
Azad ile eve girdiğimiz andan beri salonun içerisinde derin bir sükunet vardı. Eğlenceli başlayan akşam, karanlığını üzerimize serip köşesine çekilmişti. Üzerimde hissettiğim ağırlık uykum olduğundan değil, Ercüment'in ruh halinde payım olduğunu düşünmemdendi. Yaklaşık kırk dakikadır süren sessizliği bölen odanın kapısının açılma sesi olmuştu.
Ercüment, kapıdan başını uzatıp bize baktığında gülümsedim. En azından artık ağlamıyordu.
Azad'ın yanına oturduğunda Azad elini onun omzuna atarak kendisine çekti ve boşta kalan eliyle de Ercüment'in saçını dağıttı. "Sakın," dedi gülümseyerek. "Salak salak düşüncelere kapılma bir daha. Seni çok seviyoruz."
Ercüment, kendini Azad'ın kolundan kurtarmaya çalışıyor bir yandan da saçını dağıtan elini itiyordu. "Lan Metin!" diye haykırdı. "Beni suçlamıyorsan şu itin elinden kurtar beni."
Metin yerinden kalkıp yanlarına ulaştığında Ercüment'in ellerini tuttu. "Suçlamıyorum ama iyi bir dayağı hak ettin." Metin kahkahalarla gülmüyor olsa onu ciddiye alırdım.
Metin, Ercüment'in ellerini tutuyordu Azad ise yavaş yavaş yanaklarına tokat atıyordu. Ercüment başını ne yana çevirmeye çalışsa Azad bir yolunu bulup yine vuruyordu. Onların kahkahaları salonun içerisindeki soğuk havayı dağıtırken biz de gülmeye başlamıştık.
"Oğlum vuruyorsan sert vur bari, gururum inciniyor böyle!"
Özge yerinden kalkıp Metin'i çekmeye çalışırken Ebru da ona destek verebilmek amacıyla yanına gitti. Biri bir kolundan, diğeri diğer kolundan tutmuş çekmeye çalışıyordu. Ben de yerimden kalkıp Azad'ın yanına gittim. Tokat atmaması için ellerini tutmaya çalışıyordum. Bir elini tutuyordum, diğeriyle vuruyordu.
Kızlar Metin'i geri çekmeyi başardıklarında Ercüment de atik bir hareketle aniden kalkınca hem Azad dengesini kaybetmişti hem de ben. Kızlar Metin'i geriye doğru sürükleyerek götürmeye çalışırken Metin'in ayağıma çarpması da kaybolmuş dengeme fırsat yaratarak düşmemi sağladı.
Azad'ın kucağında, onunla burun buruna kaldığımı fark ettiğimde Azad tüm dişlerini göstererek gülümsüyordu. Kulağıma yaklaşıp fısıldadığında huzur veren sesi de geri gelmişti.
"Herkesin içinde olmaz Rüya."
💫
Umarım beğenmişsinizdir.
Şimdi gelelim bölüm şarkısının açıklamasına...
Bölümde geçen Ulaş karakteri, kurguya eklenmiş gerçek biri. Her karakter hayal ürünü ama Ulaş gerçek.
Onun hakkında anlatılan her şey gerçek. Sadece ölüm şekli kurguya uydurabilmek adına çok az değiştirildi.
Normalde bu bölüme, herhangi bir karakter eklenecekti ve kendisi bu üçlünün arkadaşı olacaktı ama istedim ki dünyada kimse artık onu tanıyamayacaksa bir yerlerde yaşasın.
Birileri onun adını duysun, onun var olduğunu bilsin. İsminde dahi değişiklik yapmadım. Kendi ismini taşıyor.
Onu tanıyın, onu anın istedim. Altın gibi kalbi olan pırıl pırıl bir gençti.
Rüya, Ercüment, Azad, Metin... Kurgudaki herkes gibi ben de onu çok özlüyorum. Özlenmeye değen, halı sahaya beklenirken geri dönemeyen biriydi.
Birilerinin eline kan bulaştı evet ama o kişi hiçbir zaman arkadaşları olmadı.
Fazlasıyla duygusal olduğum bir bölümdü. Eğer şu an bu satırları okuyabiliyor olsaydı bana sarılıp benimle gurur duyduğunu söylerdi.
Gittiğin yerde huzurla uyu, artık seni sadece ben tanımıyorum, ailen tanımıyor, kısıtlı çevren tanımıyor. Seni, bu satırları okuyan herkes tanıyor.
Mavi duvar, Ulaş'ın en sevdiği şarkıydı. Onun yerine ben sürekli dinliyorum.
Haftaya görüşmek üzere!
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro