11. Bölüm
Keyifli okumalar dilerim ❤️
Oy vermeyi unutmayalım.
Yorumlarınızı bekliyorum ❤️
💫
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
💫
Arabaya zor bela gelebilmiştim. Utku, beni sakinleştirmek için onca yol denemişti ama hiçbiri bir işe yaramamıştı.
Ne olduğunu sürekli bana sorup duruyordu ama benim tarafımdan bir cevap gitmiyordu ona.
Kalpsiz değildim, kalbim şu an varlığını bana öylesine hissettiriyordu ki gerçekten kalpsiz olmak istiyordum.
Hilal gerçekten beni üzmek istemiş miydi? Yoksa beni gerçekten kalpsiz sandığı için üzülmeyeceğimi mi düşünmüştü?
Parmaklarımın uyuştuğunu fark ettim. Bağıra çağıra ağlamamak için kendimi o kadar sıkıyordum ki vücudum da bir yerden tepki vermeye başlamıştı.
Parmaklarımı yumruk haline getirip bacağıma bastırdım. Uyuşmamalılardı. Onları ilgilendiren bir durum yoktu. Uyuşmamalılardı.
Utku'nun sesini işitsem de tam olarak ne dediğini anlamıyordum. O kadarı ulaşamıyordu. Telaşlı olduğunu anlayabiliyordum ama ne olup bittiğini anlayamıyordum.
Sakinleşmeliydim.
Sakinleşemiyordum.
Taner ile ilk konuşmam az önce bana selam vermesi olmuştu. Bundan ibaretti. Dışarıdan nasıl gözüktüğünü bilmiyordum fakat Hilal'in aşık olduğunu iddia ettiği birine yönelecek halim yoktu.
Üstelik böyle biriyken...
Taner'e ve Azad'a aynı anda sinirlenmiş olmasıysa saçmalığın daniskasıydı. Eğer bekleseydi, dinleseydi Taner'in Metin'in kuzeni olduğunu söylerdim.
Telefonumu açmaması, bugün yüzüme bakmaması tamamen Azad ile ilgiliydi. Taner'in selam vermesini pek de umursamamıştı belki de.
Utku'nun elini kolumda hissettiğimde kendimi daha da sıktım. Artık ağlamayı kesmek zorundaydım.
Hilal için üzülmüyordum. Dost bildiğim insanın, problemimi acımadan bana karşı kullanmış olmasına üzülüyordum.
Beni bıçaklayacağı hançeri onun eline ben teslim etmiştim.
Utku'nun eli, kolumu sıvazlamaya başladığında başımı direksiyonun üstüne yasladım.
Utku da yarın beni, benim anlattıklarımla vurabilirdi.
Gözlerimdeki yaşlar, akmaktan yorulduğunda derin bir nefes alarak başımı kaldırdım. Torpidoya uzanıp içinden peçete aldım ve yanaklarımı kuruladım.
Dikiz aynasında gördüğüm yansımam, korkunçtu.
"Rüya?" dedi Utku sessizce.
Göz ucuyla ona bakmakla yetindim. Konuşursam, ağlardım. Ağlamaktan nefret ediyordum.
"Ne oldu?" diye sordu çekingen bir tavırla. Tek eli hala kolumun üzerindeydi. Bana destek olmaya çalışıyordu.
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
Bakışlarımı bacağıma yönelttim ve hemen arkasından da gözlerimi kapattım.
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
Utku'nun çaresiz sesi kulaklarıma dolduğunda gözlerimi yavaşça aralayarak anahtarı çevirdim ve arabayı çalıştırdım.
"Seni eve bırakayım." dedim titreyen sesimle.
Tek titreyen sesim değildi, ellerim ve dizlerim de titriyordu.
"Seni iyi bir duruma getirmeden eve gitmiyorum." dedi. Ses tonundaki kararlılık yaşların tekrar gözlerime hücum etmesine neden oldu.
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
Zihnimde sürekli dönen düşünce, göğüs kafesime darbe üstüne darbe bindirirken başımı iki yana sallamakla yetindim.
"Rüya!" dedi o da sinirle. "İyi değilsin diyorum, istersen hiç konuşma ama bir yere gitmiyorum."
Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.
"Ben bu kalpsizlikle seni hak etmiyorum." dedim.
Kelimeler dudaklarımın arasından benim iznim olmadan süzülüp Utku'nun kulaklarına dolarken sadece yutkunmakla yetindim.
Zihnim ve ses telim arasındaki ayarı kaçırmasaydım, onu gitmeye daha kolay ikna edebilirdim.
Dakikalardır düşündüğüm o cümle, sesimle form kazanıp kulaklarıma dolunca başımı arabanın camına çevirdim ve kampüs içinde yürüyen insanları izlemeye başladım.
Aynı şemsiyeyi paylaşarak yanımızdan geçen iki kız arkadaş, gözlerimi devirmeme sebep oldu.
İnsanlar sadece şemsiyeyi değil, evlerini, hayatlarını paylaşıyorlardı. Ben arkadaşımla bir çöp bile paylaşamamıştım.
Paylaşabildiğim en önemli derdimin bıçak yarasıysa hala sırtımı sızlatıyordu.
Geçecek miydi?
Geçecekti.
Neler geçmemişti ki?
"Öyle bir şey yok." dedi Utku. Yaşadığı şaşkınlığı belli ki üzerinden daha yeni atabilmişti.
"Öyle bir şey yok." diye tekrarladı kendini sessizce.
Cevap vermek yerine, arabanın kapısını açarak dışarı çıktım. Temiz hava almam gerekiyordu.
Mesela şu an sadece yağmur damlalarının beni ıslatmasını dert edinmeliydim. Islaklıktan nefret ederdim, aynı ağlamaktan nefret ettiğim gibi.
Utku da peşimden arabadan inip yanıma geldi. Konuşmak yerine elini omzuma atıp, başımı göğsüne yasladı.
Gözlerimi birkaç saniyeliğine kapatıp, her şeyi unutmak istedim. Düşüncelerim beni bu durumdan çıkartırdı, biliyordum.
Zihnimin bana sunacağı seçenekleri beklerken telefonumun titremeye başlamasıyla dikkatim dağıldı. Arayan kimse, beklemek zorundaydı.
Kimseyle konuşmak istemiyordum. Bulunduğum konum bana huzur veriyordu.
Utku, bana her zaman huzur veriyordu.
Benim bir kalbim var ve Utku'yu hak ediyorum.
Cebimde hissettiğim titreşim durdu ve saniyeler geçmeden tekrar telefonum çalmaya başladı.
Utku'nun kolundan kendimi kurtarıp telefonu çıkarttığımda arayan kişinin Hilal olduğunu gördüm.
Açmak istemiyordum.
Açmadım.
Bir kez daha aradı, yine açmadım. En sonunda, zehirli dilinden çıkacak kelimeleri duymak istemediğimi anlamış olacak ki aramaktan vazgeçti.
Utku, boşta ve havada kalan kolunu tekrar bana sardığında bu sefer omzuna yatmamış, sıkıca sarılmıştım.
Yanımda olduğunu biliyordum, ona karşı negatif bir düşüncem de yoktu. Bu yeterliydi. Bu kadarı benim için yetiyordu hatta artıyordu bile.
Gözlerimi kapatıp kollarının arasındaki yerimi korumaya devam ettim. Dün, annemin dakikalar sonra sarılmayı bırakması gibi o da vazgeçer ve bırakır sanmıştım.
Bırakmadı.
Annemin yaptığı gibi benden ilk vazgeçen o olmadı.
Derin bir nefes alıp kollarından kendimi kurtardığımda gülümsedim. Dudaklarım, yukarı doğru kıvrılmamak için benimle savaş verirken ben kendimi zorladım ve onları yukarı kıvırmayı başardım.
"Daha iyi misin?" dedi Utku.
Cevap veremeden telefonumun titreşimini tekrar hissettiğimde göz devirdim ve ekrana baktım. Arayan yine Hilal idi.
"Ne var?" diyerek cevapladım aramasını.
Kulaklarıma dolan ağlayan ses, yutkunmama sebep oldu.
Yumuşamamalıydım. Bana sayıp döktüğü onca laftan sonra onu düşünmemeliydim.
Kendime engel olamadım.
"İyi misin?" dedim. Sesime karışmış nefret duygusunu saklayamamıştım.
Saklayabilecek olsam da saklama gereği duymazdım.
"Rüya," diyebildi Hilal kesik kesik. Bakışlarımı Utku'dan kaçırıp ayakkabılarıma diktim.
Hıçkırıkları arasından doğru düzgün konuşamıyordu. Göğsümün içindeki sızı, ince ince ciğerime dolarken derin nefes bile alamadım.
Her derin nefes alma çabamda, vücuduma yayılan ağrı kesik kesik nefes almama sebep oluyordu.
"Özür dilerim." dedi Hilal kekeleyerek.
Ağlaması şiddetlenmişti.
"Ne oldu?" dedim sakin tutmaya çalıştığım ses tonuyla.
Ben ciğerim çıkana kadar ağlamıyorken sana ne oluyordu?
Utku'nun meraklı gözleri üzerimde dolaşıyordu. Dudaklarımı içe doğru kıvırdım ve iki kaşımı da kaldırarak ona baktım.
Kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
Hilal ise konuşmuyordu.
Tekrar ne olduğunu sormak istemediğim için sessiz kalarak konuşmasını bekledim.
Dakikalardır sadece ağlama sesini dinliyordum.
"Rüya," dedi tekrar zorlukla.
"Özür dilerim."
"Dileme!" diye bağırdım. Öfkem, tüm benliğimi ele geçirmek üzereydi ve Hilal sanki yanımdan geçerken bana çarpmış gibi özür diliyordu.
"Sakın." dedim dişlerimin arasından. "Benden özür dileme!"
Utku, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Hilal'in aradığını görmüştü. Onunla böyle konuşmamı beklemediğini anlayabiliyordum.
Hilal'in ağlaması şiddetlenirken ben de ayağımı yavaşça arabanın ön tekerine vuruyordum. Biraz daha beni çileden çıkartırsa tekmeyi direkt arabaya geçirebilirdim.
"Hatamı telafi etmek istiyorum." dedi Hilal. Ağlayan sesini terk etmiş, yerine sevimli bir ses tonu takınmıştı.
Ani ruh değişimlerini düne kadar anlayışla karşılayabilmişken bugün anlayıştan çok uzaktaydım.
"Etme." dedim gülerek. "Bir kez içinden geçenleri döktün, tekrarlamana izin vermem."
Cevap beklemeden telefonu yüzüne kapattığımda sol elimi saçıma atmıştım. İnsan içinde olmasak avuçladığım saç tellerinin hepsini çekiştirip bağırmak isterdim.
Çiseleyen yağmur hızını arttırmaya başladığında arabanın kapısını açarak tekrar arabaya bindim. Utku da sesini çıkartmadan yan koltuğuma geçti.
Bileğimdeki tokayla saçımı topladım. Ensemde hissettiğim saçlar, sinir kat sayımı arttırıp direksiyona vurmama sebep olduğunda Utku sadece başını iki yana sallamakla yetindi.
Saçımı çözüp bu sefer topuz yaptım. Arabanın camını biraz aralayıp içeriye hava girmesini sağladım.
"Gidiyoruz." dedim Utku'ya.
Nereye gittiğimizi sormadı, Hilal ile ne oldu diye sormadı, anlatacak mısın diyerek üstelemedi de. Sadece kemerini takıp arkasına yaslandı.
💫
"Onunla konuşmalısın." dedi Utku sinirle.
Arabayı çektiğim tenha sokakta kimse yoktu. Araç bile geçmiyordu. Rastgele ilerlediğim yollardan birindeki sokağa sapmıştım ve daha fazla araba kullanmaya gücümün yetmeyeceğini fark ederek park etmiştim. Utku, soluksuz bir şekilde Hilal'in yaptıklarını dinlerken konuşmamın sonuna doğru parmaklarını çıtlatmaya başlamıştı.
Çenesinin kasıldığını fark ettiğimde derin bir nefes alarak, kendi düşüncelerimi konuya katmadan susmuştum. Daha fazla sinirlendirmek istemiyordum. Bu ortama sinirli tek bir kişi yetiyordu.
"Ne konuşayım Utku?" dedim. Sesimdeki hayal kırıklığı kendini gizlemiyordu aksine hislerimi bağırıyordu. "Allah aşkına ne konuşayım?" diye ekledim.
Utku, arabanın kapısını açıp indiğinde yaklaşık bir dakika oturduğum yerden onun hareketlerini izledim. Cebinden çıkarttığı sigarasını bir süre elinde çevirmişti ve hemen sonrasında dudaklarının arasına sıkıştırmıştı.
Kapıyı aralayıp dışarı çıktığımda ellerimi göğsümde kavuşturup onu izlemeye başladım. Dumanı üflerken başını geriye doğru atıyordu ve yukarı bakıyordu. Hemen arkasından başını tekrar öne eğip bir duman daha çekip aynı hareketi tekrarlıyordu. Kısa sürede yarıladığı sigarasına bakarken başımı iki yana salladım.
"Ölmek mi istiyorsun erkenden?" diye sordum.
Utku, sorumla afalladı ve önce bana sonra parmaklarının arasında tuttuğu sigaraya baktı. Yarım ağız güldü. İçten bir gülüş değildi. Gülmek için, gülüyor gibi gözükmek için yapmıştı.
"Birazdan ölmeyeceğimin bir garantisi var mı?" dedi.
Hemen arkasından da izmariti yere atarak ayağıyla ezdi. "Yok." dedi ve kendisini cevapladı. Haklıydı. Her an ölebilirdik ama bunun farkına varmak gerekiyordu, ölmek için çaba harcamak değil.
"Memento mori." dedi gülerek ve dirseğini arabanın tavanına dayadı. Kaşlarımın çatıldığını fark etmesiyle tebessüm yerini düşük ses tonuyla kahkahaya bıraktı. İki elimi yana açıp alt dudağımı dişlemeye başladım. Ne dediği hakkında bir fikrim yoktu.
"Ölümü hatırla." dedi ve kollarını arabanın tavanından çekip geriye çekildi. "Ama konumuz bu değil, Hilal ile konuşacaksın." dedi.
Derin bir nefes alıp sırtımı arabanın kapısına yasladım, Utku'ya sırtımı dönmüştüm. Eğer sırtımı dönersem yokmuş gibi davranabilirdim. Görmüyordum.
"Rüya?" diye seslendi.
Görmüyordum ama duyuyordum.
Başımı iki yana salladığımda onun tarafından nasıl gözüktüğüme dair bir fikrim yoktu. Çocuk gibi ellerimi göğsümde kavuşturmuş söylediklerine itiraz ediyordum. 'Bana ne bana ne!' diyerek bağırıp iki ayağımı da zıplayarak yere vursam tam olacaktı. Böylesi eksik kalmıştı.
"Arabaya biniyorum." dedi ve ardından kapının açılıp kapanma sesi doldu kulağıma.
Bırak konuşmayı, Hilal'i bir daha görmek bile istemiyordum. Onun yüzünü gördüğüm her an sadece olmayan kalbim canlanacaktı gözümün önünde. Omuzlarımın düşmesine engel olamadığımda iki elimi de yüzüme kapatarak biraz öyle durdum. Başıma giren ağrı, düşüncelerime engel olurken tek yapabildiğim elim yüzümde durmak olmuştu.
Özür dilemişti, yüzsüz gibi özür dilemişti.
Ağzına geleni sayıp sonra özür dileyen insanlardan midem bulanıyordu. Azad geldi aklıma. O da Sinem'i de beni de yaralamıştı ve sonrasında mucizevi bir kelimeyle her şeyi düzeltebileceğini sanmıştı.
Düzeltemezdi, düzeltemezlerdi.
O kadar kolay değildi.
Arabaya bindiğimde telefonu cebimden çıkartıp Hilal'i aradım. Açar açmaz sadece konum atmasını söyledim ve telefonu yüzüne kapattım. Konuşulmalıydı. O, içindeki zehiri akıtmışken ben burada oturup arkasından yas tutamazdım.
"Konuşacağım." dedim Utku'ya. "Bırakayım mı seni eve?"
Utku, başını sağa ve sola salladı. "Yanındayım." dedi. "Tekrar kalbinin kırılmasını istemiyorum." diye de ekledi.
Gaz pedalına farkında olmadan yüklenirken hızım da her saniye katlanarak artıyordu. Utku, arada öksürerek bazen de "Rüya!" diye bağırarak uyarıyordu.
Girdiğim makaslar, arkamdan kornasına yapışan şoförler ya da edilen küfürler umurumda değildi. Bir an önce bu işi halletmek istiyordum. Dilediği özürü de, bana söylediklerini de Hilal'e tek tek yedirmek istiyordum. Başarabilecek miydim? İşte onu bilmiyordum.
"Lan trafik magandası!" diye bağırdı Utku. Onun bağırmasıyla ayağımı yavaşça gazdan çektim. Göz ucuyla ona bakıyordum. "Öldürecek misin bizi?" dedi.
Koltuğa yapışmış, beni izliyordu. Dudaklarımın arasından kaçan kıkırtı onun da iç çekmesine sebep olmuştu. "Ölesim yok." dedi keskin bir ses tonuyla.
"Benim var." dedim ve ona bakıp güldükten sonra tekrar yola döndüm. Utku, cevap vermemişti. Belki göz devirmişti belki de benden bıkmıştı. Bilmiyordum. Eğer benimle arkadaşlık kurmak istemezse onu da anlayışla karşılardım. Kimseyi sevmediğini söyleyen birinin arkadaşlığına güvenmek için ortada bir sebep yoktu.
Hilal gibi davranacağına şimdiden hayatımdan çıkabilirdi.
"Hilal de senin arkadaşın." dedim. Yanımda olması ne kadar hoşuma gidiyor olsa da aklıma kurcalayan bir problemdi. "Neden onun yanında değilsin de benim yanımdasın?" diye ekledim.
Böyle bir zorunluluğu yoktu. Bizim aramızdaki sorun, Utku ile Hilal'in arkadaşlık ilişkisini etkilememeliydi. Ortaokula giden, yeni ergenliğe girmiş biri olsam Utku'nun taraf tutmasını isterdim fakat yetişkin bireyler olduğumuz gerçeğini göz önüne alırsak onun da bunu yapmaması gerekirdi.
"Hilal ile senin sayende tanıştım." dedi Utku gülerek. Az önceki korkusunu üzerinden atmıştı. Korkusunu atlatmasında yavaşlamamın payı yok diyemezdim.
"Sen yokken Hilal ile selamlaştığım gün sayısı bile bir elin parmaklarını geçmez. Benim dostum sensin, o ise tanıdığım biri." diye ekledi.
"Ben arkadaşlarımı yalnız bırakmam."
Başımı aşağı yukarı sallamaya başladım ve Hilal'in gelmemi istediği kafenin önüne park ettim.
Utku'nun açıklaması beni tatmin etmişti. Hilal ile benim dışımda hiçbir ortak paydaları yoktu. Sadece bu olaya müdahil olmasını istemiyordum, en azından Hilal ile konuştuğum esnada yanımızda olmamalıydı.
"Gelmiyorum." dedi ne düşündüğümü anlamış gibi. "Buradayım ama, konuşmak istersen diye." dedi çaprazımızda duran kafeyi parmağıyla işaret ederken.
En içten tebessümümü yüzüme yerleştirip ona baktığımda onun yüzünde buruk bir tebessüm vardı.
Hilal ile konuşacaklarımı zihnimde yerine oturtmaya çalışsam da başaramıyordum. Oturduğu masaya doğru adımlarken kaşlarımın çatık olmasının sebebi konuya nereden gireceğimi düşünmemden kaynaklanıyordu, onunla bir alakası yoktu.
Sandalyeyi çekip otururken konuşmayı başlatan kişi olmaktan vazgeçmiştim. O konuşabilirdi, o başlayabilirdi. Benim için problem yoktu.
Ellerimi masanın üzerinde birbirine kenetlediğimde gözlerinin içine bakmaya başladım. Yüzümde hiçbir ifade yoktu. Boş bakışlarım Hilal'in yüzünde gezinirken o da oturduğu yerde kıpırdanıyordu. Yanımıza gelen garson, Hilal'in siparişini masaya bıraktıktan sonra bana baktı.
"Teşekkürler, bir şey almayacağım." dedim.
Nezaketten de uzak biri vardı karşımda. Yanına geldiğimi bilmesine rağmen siparişini önceden vermişti. Herhangi bir şey almama sebebiminse bununla bir alakası yoktu. Oturmayı düşünmüyordum.
"Özür dilememi istemiyorsun." dedi Hilal. Konuşurken önündeki kahve kupasının etrafına ellerini sarmıştı. Tepkisizce onu dinlemeye devam ettim. Söylediğinde cevap vereceğim bir yer yoktu. Üstelik Hilal bu ifadesizliğimden çok daha kötüsünü hak etse de bununla yetiniyordum.
"Nasıl affettireceğim ben kendimi sana?" dedi.
Masaya doğru iyice yaklaştım. Hilal ile aramdaki mesafe de giderek azalıyordu. Sorusunu sorduktan sonra kahvesinden bir yudum almıştı. Kaşlarımı yukarı kaldırıp indirdim. Ne diyeceğimi bilemiyordum. Az önce kızgındım ama karşımda kendini affettirmek isteyen, üç yıldır en yakınım olmuş kişi oturuyordu.
İkinci şansı hak ettiğini düşündüm o an. Gözlerindeki ifade gerçekten samimi gelmişti.
Seni bir kez darma duman eden, ikincide öldürür Rüya.
"Boş ver." dedim ve omuz silktim. Eğildiğim masanın üzerinden kendimi çekip sırtımı iyice sandalyeye yasladım. Birbirine kenetli ellerimi çözerken sağ ve sol elimin işaret parmaklarını da masaya vurarak ritim tutuyordum. "Değmez." diye de ekledim.
Hilal, şaşkınlıkla bana bakıyordu. Dudaklarını araladı, konuşamadan geri kapattı. Kaşları bir çatılıyor bir normal haline dönüyordu. Ne yapacağını bilemez halde, karışmış aklıyla beni izliyordu.
"Değer senin için." dedi. Aniden dolan gözleri, bakışlarımı ondan kaçırmama sebep oldu. Üzüldüğünü görmek istemiyordum. O bana düşman oldu diye ona düşman olmak zorunda değildim. Buraya gelirken tırnaklarımı çıkartmıştım ve tek amacım ona saldırıp kalbini kırmaktı.
Ama yapamazdım.
Bunca yıllık dostluğumuzda ben ona karşı koz biriktirmek amacıyla hareket etmemiştim. Yaşadıklarımız, konuştuklarımız, birbirimize güvenip anlattıklarımız bugün birbirimize karşı cephane olmamalıydı.
Bize de dostluğumuza da yakışmazdı.
Zaten hiç dost olmamışız ki.
Derin bir nefes aldım ve parmaklarımla masaya vurmaktan vazgeçtim. Bakışlarımı tekrar ona çevirdiğimde gözlerinden süzülen yaşlar yutkunmama sebep oldu. Biz bunca yılı boşuna geçirmemiştik. Biliyordum, o da bana değer veriyordu.
"Bir süre vakit tanıyalım birbirimize." diyebildim sadece. Kendimi sevgilisiyle ara verme konuşması yapan insanlar gibi hissediyordum. Arkadaşlığımıza verdiğimiz aranın bir dönüşü olmayabilirdi ve bu ne sonuç doğururdu bilmiyordum.
"Rüya bak dinle beni," dediği esnada oturduğum sandalyeden kalktım.
Ayrılık konuşması dramı çekecek bir ruh halinde değildim. İki medeni insan olma isteğimin kaçmaması için Hilal'in medeni kalması gerekiyordu.
"Başka zaman konuşuruz." diyebildim sadece. Sırtımı ona döndüğümde arkamdan gelen "Ne zaman?" sorusunu duymamış gibi yaparak kafeden dışarı çıktım.
O kadar iradeli bir insandım ki onun da kalbini kırayım düşüncesiyle girdiğim mekandan neredeyse onu affederek çıkıyordum. 'Kainatın en keriz insanı' ödülü varsa kesinlikle hak ediyordum.
Utku, arabanın önüne yaslanmış bana bakıyordu. Sağ gözünü kırpıp başını salladığında derin bir nefes aldım.
"Tartışmadık, dostluğumuza ara verdik." dedim.
Utku'nun kahkahası sokağı inletirken ben de gülmeye başladım. "Sevgili misiniz siz?" dedi kahkahasının arasından. Eğlendiğini gözlerinin içinin gülüyor oluşundan anlamıştım.
"Geç oldu, gidelim artık." dedim bıkkın bir nefes verirken. Yorulmuştum. Hiçbir şey yapmadan, bomboş geçirdiğim günün sonunda yorulmuştum. Cebimden telefonumu çıkartıp saate baktığımda saatin beşi geçtiğini gördüm.
"Yok mu 101'imiz?" dedi Utku.
Keyfimin yerine gelmiş olması ya da en azından artık ağlamıyor, bağırmıyor olmamdan cesaret almış olmalıydı. Alt dudağımı dışa sarkıttım. Kararsızdım. Hem eve koşup yatmak istiyordum hem de oyun oynamak istiyordum. Sessizliğimden cesaret bulmuş olacak ki "Gidiyoruz o zaman? Ben arayayım bizim ekibi." dedi.
"Bir dahakine." demekle yetindim.
💫
Tam yirmi üç dakika olmuştu.
Azad'a "İyi misin?" mesajını atışımın üzerinden kırk dakika, onun bana görüldü atışının üzerinden ise yirmi üç dakika geçmişti.
Her seferinde mesajım görülüp cevaplanmadan öylece kalacak mıydı? Ben sürekli attığım mesaj için pişman olup silme gereği mi duyacaktım?
Geçen mesajda yaptığım gibi bunu da silmeyecektim. İnsanlık yapıp nasıl olduğunu sormuştum ve aynı insanlığı görememiştim.
Telefonu bırakıp bilgisayarımı kucağıma aldığım esnada telefonumun titremeye başlaması, göz devirmeme sebep oldu.
Ekranda yazan 'Azad Gümüşay' ismi ise kaşlarımın hayretle havalanmasını sağladı.
Sanırım mesajlara cevap vermek gibi bir huy henüz edinmemişti.
Telefonu açıp ses çıkartmadan kulağıma yasladığımda Azad'ın "İyiyim." demesiyle gülmeye başladım.
Sinirden gülüyordum.
"Mesajlara cevap vermek kitabında yok mu senin?" dedim.
Alkollü değildim, sevgilim olmadığını da biliyordu. Mesajıma cevap vermemesi için hiçbir sebebi kalmamıştı.
"Yok." dedi. Sesindeki tersliği hissedebiliyordum.
Yatağın üzerinden kalkarak odanın içinde turlamaya başladım. Uzayan sessizlik, gerilmeme sebep olurken midemdeki bulantı da bana eşlik ediyordu.
"O çocuğun sevgilin olmadığına emin misin?" dedi gülerek.
Gülüşünde saklı olan bir şeyler vardı. Bana hesap soruyordu.
"Anlamadım?" dedim sinirle.
Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum. Beni sürekli çileden çıkartacak yeni bir cümleyle çıkıyordu karşıma.
Üstelik ne hakla bana sürekli olmayan sevgilimle ilgili konuşabiliyordu.
"Müsaitsen aşağı gel, öyle konuşalım." dedi.
İyi olup olmadığını merak edişim bile bir şekilde aramızda bir gerilime sebep oluyordu. Azad hayatıma girmeden önce çok daha sakin bir kişiliğim vardı.
Anlamlandıramadığım bir şekilde hem onunla konuşmak istiyordum hem de yüzüne doğru haykırıp bir daha onu görmemek istiyordum.
Aniden değişen tavırları, bana fazlasıyla garip gelen bakışları, eski sevgilisiyle bir gece önce konuşan kendi değilmiş gibi bana durmadan Utku'yu sorması...
Aynı frekansı paylaşmıyorduk.
"Müsait değilsin galiba?"
Konuşmasıyla birlikte başımı hafifçe iki yana salladım. Düşüncelerimden sıyrılma yöntemi olarak bu hareketi seçmem komik geliyordu.
"Geliyorum." dedim ve cevabını beklemeden telefonu kapattım.
Vakit kaybetmeden evden çıkıp mahalleye indiğimde Azad'ın kendi apartmanının önünde durduğunu gördüm.
Siyah gömleğinin eteğinin bir ucu pantolonunun içindeyken diğer ucu dışarı çıkmıştı. Gömleğinin kıvırdığı kolları, görüntüsündeki resmiyeti silmeye çalışıyor gibiydi.
Simsiyah saçları dağılmıştı.
Baştan aşağı yine karanlıklar içerisindeydi. Giyim tarzını sanki esmer tenine göre belirlemişti.
Açık renk kıyafetlerin koyu teninin üzerinde ne kadar iyi duracağını fark ettiğimde başımı öne eğerek gülümsedim.
Yanına doğru yürümeye başladığımda onu incelemeyi bırakıp sadece yürüdüğüm yola odaklandım. O da, ona yürüdüğümü gördüğünde aramızdaki mesafeyi koruyarak yürümeye başladı.
Ebru, Özge ve Metin'in yanına gittiğimiz alana doğru hareketlenmesini beklerken o aksi yönde yürümeye başlamıştı.
Nereye gittiğini merak etsem de seslenmedim, yanında yürümek için de adımlarımı hızlandırmadım.
Neden yan yana yürümediğimizi tahmin edebiliyordum. İkinci Reyhan vakası yaşamak istemiyordu muhtemelen.
Mahalleden çıkıp, apartmanların arkasındaki boşluğa yöneldiğinde nereye gittiğimizi anlamıştım.
Sinem'i ağlarken gördüğü yere gidiyorduk.
Sinem ile dertleştiği o noktaya götürüyordu beni.
Adımlarını bazen hızlandırıp bazen de yavaşlatıyordu. Benim hızımda ise herhangi bir değişiklik olmuyordu.
Onu yakalamak için uğraşmamı istiyordu belki de ama yaşadığım yorucu günün üzerine enerjim yoktu.
Ağır ağır da hareket etsem hızlı da davransam her türlü yolumuz aynı yerde kesişecekti zaten.
Adımlarını durdurup omuzlarının üzerinden bana baktığında ulaşmak istediği yerdeydi. Aramızdaki mesafeyi merak ediyordu.
Bir dakika geçmeden yanına ulaştığımda, eliyle normal yola göre dört beş santimetre kadar yukarıda kalan toprak yolu gösteriyordu.
"Burada mı oturacağız?" diye sordum.
Gerçekten, burada mı oturacağız?
"Hıh." sesi kaçtı gülüşünün arasından. Sorduğum soruda yanlış herhangi bir şey göremiyordum.
"Evet." dedi ve gösterdiği alana oturdu.
Alt dudağımı dışa doğru sarkıtıp başımı sallamaya başladım. İfademden ne anlamıştı bir fikrim yoktu ama ben 'Vay be!' demeye çalışmıştım.
Eliyle yanına iki kez vurduğunda ben de pes ederek oturdum. İrili ufaklı taşlar rahatlığıma engel oluyordu ve sürekli etraftaki taşları temizlemeye çalışarak kendimi biraz daha geriye itiyordum.
En sonunda ulaştığım konumda kalmaya karar verdiğimde aramızdaki açılan mesafeden dolayı sağ ayağımı önüme doğru kırarak Azad'a bakarak oturdum.
"Yerleşebildin mi?" dedi.
Gözlerine sabitlenen bakışlarım, yüzümde belli belirsiz bir tebessümün yerleşmesini sağladı.
Gözleri, saçları gibi koyuydu. Siyah değildi ama kahverenginin en koyu tonuydu.
Elimi attığım toprağa baktım. Bu iki renk ismen aynı olsa da Azad'ın gözlerinin koyuluğu saçına yakındı.
Belki de Azad'ın gözlerinin koyuluğu, kalbinin koyuluğuna yakındı.
Gözlerim sürekli yüzünde gezinirken onun da bakışlarının bana kilitli olduğunu fark ettim. İlk kez birbirimizi derinlemesine inceliyorduk.
Gözleri gözlerimden kayıp yüzümde gezindi ve eğer yanlış anlamadıysam dudaklarımda sabitlendi.
Ben, gözlerimi çekmeden gözlerine bakarken o da dudaklarımı inceliyordu.
Dilim, benim iznim olmadan kuruyan dudaklarımı seri bir hareketle ıslattığında Azad'ın da aynı hareketi tekrarladığını gördüm.
Şah damarımda hissettiğim nabzım yutkunmamı sağlarken Azad benim aksime hızlıca dudaklarını ıslatmamıştı.
Ağır çekimde hareket ediyordu.
Dili, yavaşça dudaklarının arasından kendini sıyırırarak çok da kalın sayılmayan ama kalın diye ifade edebileceğim dudaklarını ıslatarak tekrar yuvasına girdi.
Şah damarım, kalbim, bileğim... Vücudumda pompalanan kanı kulağımın içinde duyuyordum.
Gözlerimi yumup başımı sola çevirdim. Buluşma sebebimizin birbirimizi izlemek olduğunu sanmıyordum.
İrademe sahip çıkmaya çalışsam da başaramıyordum. Midemden dudaklarımdaki sinir hücrelerime ulaşan tanımlayamadığım his beni tekrar ona bakmaya zorluyordu.
Bakışlarımı çevirdiğimde, görüş alanıma giren Azad'ın dudakları değil sol yanağı olmuştu.
O da benim gibi kafasını çevirmişti.
Dudağının kenarındaki yara izi, dünden kalmaydı. Kaşının hemen üzerindeki küçük yara bandı elimi yaranın üzerine koymak istememe neden olsa da kendime hakim olarak derin bir nefes aldım.
"Neden buluştuk?" diye sorabildim güçlükle. Eğer konuşmaya başlamazsam dakikalarca yüzünü, vücudunu inceleyecek gibiydim.
"İyi misin diye sordun." diye cevapladı beni.
Hala bana bakmıyordu.
Ne diyeceğimi bilemez halde yerdeki küçük taşlarla oynamaya başladım. Elim, üstüm başım her yerim toz toprak içinde kalmıştı.
"İyiyim." dedi yüzünü bana çevirdiğinde.
Dudağının kenarındaki kabuk tutmaya başlamış yara ise tam tersini anlatıyordu.
İyi değildi, bakışlarında değişik bir hava vardı. Bugün, her zamankine göre çok daha durgundu.
Gülmüyordu ama sinirli ya da soğuk da değildi. Anlamlandıramadığım bir durum vardı.
"E kalkalım o zaman." dedim onun gibi bomboş bakmaya çalışarak.
İyi olup olmadığının cevabını mesajda da verebilirdi.
Bakışları yüzümde gezinmeye başladı ve kurduğum cümleye alayla güldü.
"Mesajda da konuşabilirdik bunu." dedim.
Azad, dudaklarını dakikalar önce yaptığı gibi diliyle ıslatıp bakışlarını benden çekti. "Mesajlaşmayı sevmiyorum, telefon dediğin cihaz aramak için var."
Karşımda emekli olmuş bir dede oturuyor olsaydı söylediğini garipsemezdim ama yirmi dört yaşında birinin böyle düşünmesi hayrete düşmeme sebep oldu.
Teknolojinin kucağına doğmuş olup teknolojiden bu kadar uzak kalmak ya da uzak kalmaya çalışmak neyin nesiydi?
"Instagram niye kullanıyorsun o zaman?" dedim. Aklıma düşen profili, takipçi sayısı ve tek fotoğrafı kendimle dalga geçmeme sebep oldu.
Instagram kullanıyor da sayılmazdı.
"Tartıştığımız gün açtım. Sana ulaşmak için." dedi.
Neden?
"Ama sonra numaranı alınca gerek kalmadı."
Sanki karşımda Azad yoktu da Hilal vardı. Kurdukları can alıcı cümleleri bir özürle telafi edebileceklerini düşünüyordu ikisi de.
Azad'ın telafi edemediğini düşünüyorsam şu an karşısında işim yoktu. Azad, istemesem de bir şekilde kendini bana kabullendirmişti.
"İletişimi telefondan kuramıyoruz biz." dedim.
İki farklı mesajıma da cevap vermemişti, iletişim kurmayı bu yaptığıyla eş değer tutuyorsa öğrenmesi gereken çok şey vardı.
"Kurduk işte." dedi. Yine 'işte' kelimesini bastırarak söylemişti.
"Kapına dayanıp aşağı çağırmadım sonuçta. Arayıp çağırdım."
Gülümsediğinde gözlerinin kısıldığını ilk kez fark etmiştim. Bakışlarımı onun üzerinden çekmek istesem de başaramıyordum.
Cevap vermemi ister gibi bakıyordu.
Cevap veremedim.
Ellerime engel olamadığımda sağ elimin işaret ve orta parmağı kaşındaki yaraya doğru hareketlendi.
Hafifçe yara bandına dokunduğumda başını geriye çekti.
Acımış olmalıydı.
"Mesajda konuşmak, ruhu yansıtmıyor bence." dedi. O da parmaklarını yara bandının üzerine götürmüştü. Belki de yarası sızlıyordu.
"Böyle," dedi ve kaşlarını kaldırıp indirdi. "Yani yüz yüze." diyerek devam etti.
Hemen arkasından da elini kaşından çekerek yeni çıkmaya başlamış sakalında gezdirdi.
"İşte." dedi gülerek.
Cümlelerini toparlayamıyordu.
"Yüz yüze vakit geçirmek daha iyi değil mi?" dedi.
Dudakları birbirine kapanır kapanmaz da oturduğu yerden kalktı. Oturduğum alanın karşısına geçip öylece durduğunda oturuş şeklim yüzünden yüzüm tam olarak ona dönük değildi.
Ona doğru dönüp oturduğumda tuttuğu sigara paketini elinin arasında çevirmeye başlamıştı.
"Birbirimizi daha iyi tanıyoruz bu şekilde." dedi.
Kurmak için kıvranıp durduğu cümle, bir çırpıda söyleyebileceği bir şeyken neden bu kadar oyalanmıştı?
"Doğru." diyebildim sadece.
Birbirimizi tanımamız için ortada bir sebep yoktu ama tanışmak isteyen kimseyi geri çevirecek bir karakterim de yoktu.
"Gerçekten sevgilin yok mu?" dedi. Tam cevap verecekken de konuşmasına devam etti. "Yani emin misin o çocuğun sevgilin olmadığına?"
Ayak parmağımdan saç telime kadar yükselen sinir yüzünden sürekli bir yanım sakin ol diye uyarı verse de kendime engel olamayarak oturduğum yerden kalktım.
"Yalan borcum mu var sana?" dedim sesimin yüksek çıkmasını umursamadan.
Azad, ben tepki gösterirken sigara paketinden bir dal çıkartmaya çalışmakla meşguldü.
Bakışları hızla bana döndüğünde çatık kaşları tepkimden hoşnut olmadığını anlatmaya çabalıyordu.
"Sakinleşsen mi?" dedi ve tekrar gözlerini pakete çevirip içinden aldığı tek dalı dudaklarının arasına sıkıştırdı. Paketi cebine koyarken de diğer eliyle arka cebinden çakmağını çıkartmıştı.
Konuştuğumuz gün kullandığı çakmak değildi. Siyah mat sade bir zippo vardı elinde. Köşesine kazınmış 'A' harfi dikkatimden kaçmadı.
"Düzenli olarak cevabını verdiğim soruları sorma o zaman!" diye yanıtladım.
En ufak hareketine, cümlesine neden bu kadar sinirlendiğimi bilmiyordum. Hayatımda ilk kez birinin her hareketine öfkelenebiliyordum ama sebebini çözemiyordum.
"Anlıyorum." dedi ve sigarasını alevlendirdi. Kaşlarını serbest hale getirmemişti. İfadesini değiştirmiyordu ama sesine sıcaklık hakimdi.
"Ama," dedi ve tekrar kalktığı yere dönüp oturdu. Vücudumun yönünü ilk oturduğumdaki gibi ona çevirdim.
"Ama?" diye sordum. "Aması mı var bu olayın?"
Başını iki yana salladığında yüz ifadesi gevşemişti.
"Sarmaş dolaş olunca insanlar birbirleriyle sevgili sanılmaları normal."
Başımdan aşağı kaynar su döküldü deyimi bu ana yetersiz kalıyordu. Karşılaması gereken bir deyim aradım ama bulamadım.
Benim Utku ile sarıldığımı Azad'ın görmüş olma ihtimali milyonda bir bile değilken nasıl bilebiliyordu?
Hayretle aralanan dudaklarıma ilk müdahale benden değil Azad'ın cephesinden geldi.
Sigarasını sağ eline alarak sol elinin parmaklarını çenemin altına koydu ve yavaşça yukarı itti. Benim şaşırmam, onun hoşuna gitmişti. Dudağının sola doğru kıvrılması da bunu kanıtlıyordu.
"Nasıl ya?" dedim şaşkınlığımı henüz üzerimden atamamışken.
"Hım." dedi gülerek. "Asıl soru 'nasıl?' mı? Yoksa 'neden?' mi?"
Anlamamıştım.
"Anlamadım?" dedim sorgulu bir tavırla. Neden sorusunun yeri burası değildi ki böyle bir seçenek sunması absürttü.
"Şaşırmadım Rüya." dedi iç çekerek.
Salak mıydı bu çocuk?
Bunu da dıştan dile getirmeden önce kendimi frenlemeyi başardım. Her düşündüğümü dillendirmeye gerek yoktu.
Salak olup olmadığını sorsam ya da ona salak desem tek sinirlenen ben olmazdım. Üstelik sinirlenmekte de haklı olurdu.
"Ne diyorsun Azad?" dedim salaklığını sorgulamak yerine. Derin bir nefes aldım ve içimden 10'a kadar saydım. Sakinleşmemiştim. "Hem sen nereden biliyorsun benim kiminle sarılıp sarılmadığımı?"
Sağ elinin avuç içini yanağına götürerek biraz sakalında gezindirdi. Ne düşündüğünü deli gibi merak ediyordum. Zihninden geçen düşüncelerin hiçbirini benimle paylaşmayacağına emindim ama yine de anlatmak istese oturup dinlerdim.
Sinirlenmeyeceğime söz vermeden dinlerdim.
"Soruma cevap vermiyorsun ısrarla." dedi. Bakışlarını bana değdirmiyordu. Etraftaki canlı cansız her varlık onun koyu renkteki gözlerinden nasibini almışken o inatla bana bakmıyordu. "Kafamdaki cevabı kabul ediyorum o zaman." diye de ekledi.
Kafasındaki cevap, Utku ile bizim sevgili oluşumuz olmalıydı. Bir şeyi bir kere söyleyince anlamayan insanlardan koşarak uzaklaşmak istiyordum ve tam şu an bacaklarıma dolan enerji de bunu yapmamı haykırıyordu.
"Ben bir cevabı bir kez veririm." dedim ters bir ifadeyle. Defalarca kez aynı konulara dönüp durmaktansa hiç konuşmayabilirdik. Böylece problem de çözülürdü.
Hareketlerindeki umursamaz tavır, gözlerimi devirip yerimden kalkmama sebep oldu. Boşa vakit harcıyordum burada. Sınavlarımın başlamasına az kalmışken gidip ders çalışabilirdim. Duyduğunu anlamaktan aciz bir insanla geçirecek vaktim yoktu.
Yerimden kalktığımda bileğime uzanan eli, kaşlarımı çatmama sebep oldu. Kolumu sertçe çektiğimde havada kalan eli de aşağı doğru yol almıştı. "Ne yapıyorsun Azad?" diye sordum.
Bedenimi ona çevirmiştim. Bakışlarını kaçıracak alanı kalmasın diye yaptığım hareketin sonunda fark etmiştim ki onun da öyle bir çabası yoktu. Gözlerini dahi kırpmadan beni izliyordu. "Sevgili misiniz?" dedi tekrar.
"Of!" diyerek ellerimi iki yana açtım. "Cidden of Azad!" dedim.
Başını sağa sola sallarken bir yandan da gülüyordu. "Komik bir durum mu var?" dedim ve kollarımı göğsümde kavuşturdum. Gözlerine daha net bakmaya başladım. Belki, birazcık şanslıysam o bakışlarının arkasında azıcık da olsa zeka kırıntısı görebilirdim.
"Rüya," dedi gülmeye devam ederken. "Yapma." diye ekledi.
Alt dudağına geçirdiği dişleri, hırsla hakimiyetine aldığı et parçasını ısırıyordu. Dişleri avcıydı da dudağı avdı sanki. Hem gülüp hem de bu kadar öfkelenebiliyor olması her seferinde beni şaşırtan bir durum da olsa bozuntuya vermedim.
"Neyi?" dedim. Sorumu sorarken başımı da kendimi destekleyici bir nitelikte sallamıştım.
Kurcalayan, sorgulayan kendisiydi. İnsanlık yapıp sorduğum bir soru sonucunda karşıma geçip benimle saçma salak konuşamazdı.
"Şöyle yapma." dedi ve bakışlarını üzerimden çekip sağındaki boşluğa çevirdi. "Her cümleme her hareketime şöyle yükselme." dedi.
Konuşurken kendisini kasmaya başlamıştı. Kasmasa, bağıracaktı belki de. O da bir kez olurdu sadece ve o hakkı tüketeli çok olmuştu.
Onun baktığı yere çevirdim gözlerimi. Bomboş yola bu kadar dikkatli bakıyor olmasının nedeni aklından geçirdiği düşünceler olmalıydı. Belki o da az önce benim yaptığım gibi içinden 10'a kadar sayıyordu.
"Ben sürekli alttan alamam." dedi Azad. Başımı hızla ona çevirdim. Neyi alttan alacaktı? Ben ondan böyle bir şey mi talep etmiştim?
Azad bence kendi kendine konuşuyordu. Yok eğer benimle konuşuyorduysa ve muhatap bensem de boş konuşuyordu.
"Ne anlatıyorsun sen ya?" dedim son derece alaylı çıkan ses tonumla. Cümlemin sonunda kıkırdamama da bilerek engel olmamıştım.
Madem sinirleniyor, hodri meydan.
Bakışları hala yoldayken başını iki yana sallamaya başladı. Ellerini iki yanına koymuş, topraktan destek alıyordu. Bu kafa sallamayı ben yapsaydım 'Geri zekalı.' anlamına geliyor olurdu.
Geri zekalı olduğumu düşünmüyordur herhalde diye geçirdim aklımdan. Ben bu çocukla asla anlaşamayacaktım. Benden uzak, Allah'a yakın yaşasa aslında ben hayatıma devam ederdim.
"Sen nasıl büyüdün, kimlerle arkadaşlık yaptın, sana nasıl bir tolerans gösterildi bilmiyorum." dedi. Yine o buz gibi ses tonuna dönmüştü.
Hoş geldin gerçek Azad, ben de seni bekliyordum.
"Ben her atarını giderini alttan alamam Rüya. Basit bir soruya bile bu kadar yükselmene anlayış gösteremem." dedi.
"Gösterme o zaman!" diye araya girdim. Göster diyen mi olmuştu ona da böyle konuşuyordu.
"Dinle." dedi ve oturduğu yerden kalkmadan elini uzatıp kolumu tuttu. Kaşlarıyla yanını gösterdiğinde oturup oturmamakta kararsız kaldım.
Kararsızlığım çok uzun soluklu değilmiş, oturdum.
Yanaklarımı dişlemeye başladığımda dudaklarım da şekilden şekle giriyordu. Birkaç saniye yüzümde gezinen gözleri tekrar az önce baktığı yola çevrildi. "Hatalı olduğunda hatalıyım demeyi öğrenememişsin." dedi ve tepkimi ölçmek için bana baktı.
Ben ise o sırada çok ilginç bir şey izliyormuş gibi kaşlarım kalkık şekilde ona bakıyordum.
Vay be, Azad beye bak. Herkes bitmiş bize racon kesiyor. Delikanlı mahalle abisi.
Düşündüklerimi dile getirmemek için yavaşça dilimi ısırdım. 'Kendini tut.' uyarısıydı.
"Bu bana özelse de benden nefret ediyor olmalısın. Hareketlerinin başka açıklaması yok."
Söyleyecekleri bitmiş olmalıydı çünkü susmuştu. Birazdan 'Dinle!' diye yine bağırmaya çalışmayacağına ikna edemedim kendimi. O yüzden biraz daha beklemeye karar verdim.
O da o sırada yeni sigarasını yakıyordu. Pakete uzanıp bir dal aldığımda itiraz etmedi. Çakmağı elime alsam da yakmadım. Dumanı yüzüme gelirken başımı çevirdim. İğrenç kokuyordu.
"İlk olarak," dedim ve gözlerimi gözlerine diktim. Dikkatle ona bakışımın bir süre sonra rahatsızlık hissi yaratacağını biliyordum. "Utku benim sevgilim değil. Sen nereden biliyorsun sarıldığımızı?"
Gerçekten mi Rüya? Şu an konumuz bu mu? Azad o kadar laf saymıştı ama ben hala Azad'ın bir asır önce kurduğu cümleye takılıydım.
"Taner görmüş." dedi keyifle. Sorusuna cevap aldığı için bu kadar mutlu olmasına gerek yoktu. Olayları anlatırken düzgün bir üslup seçse ben zaten söylerdim.
Belki de söylemezdim.
"Güzel." dedim sinirle. Neden sinirlendiğimi bilmiyordum. "Taner'in de işi gücü yok sana benim haberimi mi aktarıyor?"
Ne alaka?
Ne alaka?
Ne alaka?
Azad, cevap vermek yerine gözlerini benden çekmeden sigarasından bir nefes daha çekti. Üflediği duman yüzüme gelse de inat ettiğim için bakışlarımı üzerinden çekmiyordum. O rahatsız olacakken ben rahatsız olmuştum.
"İkincisi," dedim ve verdiği rahatsızlığın benzerini ona yaşatabilmek için dudaklarımın arasına sigarayı koyarak alevlenmesini sağladım.
Ben, duman yüzüme gelince gözlerimi kısmıştım ama Azad'ın suratında mimik bile oynamamıştı. İki katı dumanla sadece kendime daha huzursuz bir alan yartmıştım.
"Hatalarımı kabullenmeyi biliyorum. Sen beni çok zorluyorsun." dedim.
Oturuşunu dikleştirdi ve çenesini biraz yukarı kaldırdı. Sırtı ağrımıştı muhtemelen çünkü yaptığı hareketle ben de dik bir pozisyona geçtim ve sırtımın ağrısını fark ettim.
"Niye zorluyorum ki?" dedi gülerek.
Gerçekten mi Azad? Şu tavırların yüzünden olabilir mi acaba?
Başımı biraz aşağı eğdim, görüş alanımdan çıktığından gözlerimin üstünden ona bakmaya başladım. Hala yüzünde o saçma sırıtışı vardı. Bu sefer sinirlenerek dudağımı dişleyen ben oldum. Erkek olsam ya da o kadın olsa fiziksel bir kavgaya bile giderdi bu iş. Hayatımda ilk kez birine bu kadar kızabiliyordum.
"Ben buyum Azad ya." dedim gülmeye çalışarak. "İşine gelirse canım."
"Gelmez." dedi keskin bir ifadeyle. "Ben insanları her hatasıyla her huyuyla kabullenemem." diye ekledi.
Baş parmağı ve işaret parmağı arasına aldığı sigarayı fırlattığında gözlerimi eline çevirdim. İlk pes eden ben olmuştum. Başlattığım her savaşı kaybetmek komikti.
"Kabullenme o zaman." dedim başımı sağ omzuma yatırıp. "Sana kabullen diyen oldu mu?"
İlk kez, gerçekten ilk kez hayatımda biri beni her yanlışımla kabullenmeyeceğini söylüyordu.
Babam ve annem düştü ilk olarak aklıma. Sanki babamı öldürüp anneme gitsem 'Olur kızım öyle şeyler.' diye cevaplayacaktı beni. Hareketlerim de yaşadığım hayat da gram umurlarında değildi. Ne yapsam kafa sallıyorlardı.
Yıllardır istediğin şey bu değil mi Rüya? Her hareketinle kabul görmekten sıkılmamış mıydın? Azad'a niye kızıyorsun? Bu işin normali bu değil mi?
Sadece ailem de değildi. Bu zamana kadar edindiğim arkadaşlarım da hiçbir zaman bana yanlışımı göstermemişti. Onların bana olan davranışı yüzünden ben hep doğruyum sanıyordum. Azad, korkmadan çekinmeden her hareketime tepki göstermeyi başarabilen ilk kişi olmuştu.
Çevresinden onay alabilmek için kendini paralayan insanlarla doluydu etrafım. Hayat tarzları için, cinsel yönelimleri için, yaşayabilmek için, gülebilmek için, ağlayabilmek için... Adım atmak için bile onay bekleyen onca insanın yanında ben yanlışlarım ortaya saçılsın istiyordum.
Yanlışlarımın olduğunu bilirsem, yaşayabilirim diyordum.
Yanlışsın diyeni de kovuyordum ama.
Alışık değildim. 'Yapma!' denilmesine de 'Kızma!' denilmesine de 'Sus!' denilmesine de alışık değildim. Ailem beni öyle bir boyuta getirmişti ki insani tepki veren ilk kişiye sürekli agresif bir tutum sergiliyordum.
Azad'ın beni izlediğini fark ettiğimde yutkunarak düşüncelerden sıyrılmaya çalıştım. En son ne demişti? Ya da ben en son ne söylemiştim?
"Birbirimizi tanıyoruz böylece." dedi Azad. Dejavu yaşıyordum. Biz bunu daha önceden konuşmuştuk. En son orada mı kalmıştık yoksa?
Saçmalama Rüya.
"Hım." dedim hızlı bir şekilde. Bir yandan da başımı aşağı yukarı sallıyordum. "Tanışıyoruz böyle." dedim ve güldüm.
Elim ayağım birbirine dolaşmıştı. Başka bir cümle kurmaya kalksam kuramayabilirdim. Zihnime bir anda giren ailem, çıkmaya niyetli değildi ve benim soluklanmam gerekiyordu.
Azad'ın bakışları, ilk oturduğumuz andaki gibi dudaklarıma kilitlendiğinde ben de kendimi tutmaya çalışmadan onun dudaklarına yönelttim bakışlarımı. Hızla dudağını ıslatıp dilini tekrar yuvasına soktuğunda kalbimin hızının arttığını fark ettim.
Azad, bugün ikinci kez nabzımı hızlandırmıştı.
Gözleri gözlerime değdi ve birkaç saniye orda kaldı. Bakışlarında anlatmak istediği bir şeyler vardı ama ben anlamamıştım. Gözleri dudaklarıma kaydığında benim de gözlerim oraya takılı kaldı.
Aramızda zaten az olan mesafe, ağır ağır daralırken ne yapacağımı bilemedim. Nefesimi tutmuş şekilde Azad'ın yaklaşmasını izliyordum. Gözleri, bir anlık kapansa da tekrar açıldı.
Aradaki mesafe saliseler içinde kapanacaktı...
💫
Umarım bölümü beğenmişsinizdir.
Instagram: sonsuzlukicindea
Twitter: sonszlukicinde
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro