Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

10. Bölüm

Selam, nasılsınız? Umarım hepinizin keyfi yerindedir.

Ve umarım bölümü beğenirsiniz.

Lütfen oy vermeyi unutmayın.

Yorumlarda hepinizi bekliyorum ❤️

Keyifli okumalar.

💫

Hafif nemli saçlarımın ensemin üşümesine sebep olduğunu fark ettiğimde vücuduma ani bir şekilde yayılan titremeyle saçlarımı sol omzumun üzerinden sarkıttım.

Eve döneli birkaç saatten fazla zaman geçmemişti. Benden izinsiz, zihnim Azad'ı düşünmeye başladığında ona engel olmaya çalışmak adına kendimi sıcak suyun altına atmıştım. Parmak uçlarım buruşana kadar su ile ne kadar vakit geçirdiğimi fark edememiştim bile. Vücudumun verdiği uyarıyı dinleyerek suyun altından uzaklaşarak odama dönmüştüm.

Geçirdiğim son yarım saatte ise dizüstü bilgisayarım kucağımda, yatakta bağdaş kurmuş, internette sayfadan sayfaya geziyordum.

Kimseyi sevemiyorum, olmuştu arattığım ilk cümle. Defalarca kez arattığım bu cümlelerin farklı kombinasyonlarını deneyip bir çözüme ulaşmayı istiyordum.

Ailemi bile sevemiyorum, yazdığımda ailesinden nefret ettiğini anlatan insanlarla karşılaşmıştım. Her şeyi itinayla 'Bunu mu demek istediniz?' diyerek düzelten arama motoru benim aradığım sevemiyorum kelimesindeki 'e' harfi yokmuş gibi davranıyordu ve karşıma sevmiyorum kelimesine ait sonuçları çıkartıyordu.

Sevdiğimi hissedemiyorum, arama motoru aklımı kaçırmamı istiyorsa bunu başarabilmek üzereydi. Yaşadığım durumla alakalı elle tutulur hiçbir bilgiye ulaşamıyordum.

Bu konularla alakalı sözlüklerde açılan başlıklarda ergenlik durumu olarak yorumlayanlar bile vardı. İnsanları tek bir kalıba sokmak için o kadar fazla uğraşıyorlardı ki eğer yaftalayabilecekleri bir durum bulabilirlerse vakit kaybetmeden üzerimize etiket yapıştırabiliyorlardı. Çocukluğumda da, ergenliğimde de aynı durumla karşı karşıya gelmemiş olsaydım hiç tanımadığım birinin ergen yaftasını üzerime giyip rahat edebilirdim.

En azından ergenlik bitecek bir dönemdi, sevgi hissinden mahrum kaldığım günlerin geçeceğine kendimi inandıramıyordum. Ümidim tükenmek üzereydi.

Ciğerlerime soluduğum hava, otomatikten manuel duruma geçmişti. Eğer ben bir hamle yapıp nefes almazsam uzun süre nefessiz kalıyordum. Göz kırparken, hakimiyeti kendi elime aldığımda da aynı şeyi yaşıyordum, tüm insanlarda olduğu gibi.

Nefes alışımı kendi düzenine dönmesi için serbest bırakmaya çalışırken farklı kelimeler ile değiştiriyordum cümlelerimi.

Arama motorunun beynini yakmaya mı çalışıyordum?

Strese girdiğim her an olduğu gibi yatağımın üzerinden kalkarak odamın camına ilerledim. Biraz temiz hava alıp zihnimi toparlamaktı tek amacım. İçten içe vücudumda, hangi uzvumdan geldiğini anlayamadığım bölgelerinden gelen bir his odamın camını kapatıp balkona geçmem gerektiği hakkında beni yönlendiriyordu.

Tanımlayamadığım hisse ayak uydurdum ve salona ilerlemeye başladım. Bunu neden yaptığımı biliyordum aslında.

Balkon mahalleye bakıyordu. Azad'ı bıraktığım yeri çok net görebilirdim. Orada olup olmadığını kontrol için gittiğimi inkar etmek istesem de etmedim.

Herkesten kaçıp, herkese karşı kendimi saklayabilirdim. Sevemediğimi bilmeyen insanlarla da bunu belli etmeden arkadaşlık kurabilirdim. Aileme ses çıkartmayabilirdim ama kendimden kaçamazdım. Beni benden iyi tanıyor diyebileceğim tek biri vardı hayatımda. O da içimdeki bendi. Onun verdiği talimatı tamamlayıp balkona ulaştığımda nefes almaktansa direkt olarak Azad'ın binasının önüne baktım.

Orada değildi, gitmişti. Gerçekten de söylediği gibi eve gitmiş olmalıydı. Aldığım derin nefes ciğerlerime şenlik havası verirken zihnimde belirmeye başlayan soru işaretleri sinirlenmeme sebep oldu.

Ya eve gitmediyse? Eski sevgilisiyle birlikteyse şu an?

"Sana ne Rüya?" diye fısıldadım kendime. Bir ses içimde benimle konuşurken ben de zihnimdeki her düşünceyi kendi sesimle buluşturup ona sunuyordum. Yaptığımın saçmalığı bir kenara, gerçekten beni ne ilgilendiriyordu?

Eğer eve dönmeden önce, o kızın geldiğini görmeseydim Azad'a çoktan mesaj atmış olurdum. Yakup'u merak ediyordum. Sinem'in Yakup için telaşlandığının da farkında olduğumdan, ona iyi bir haber vermek istiyordum.

Ama yazamazdım. Böyle bir olay mümkün değildi, olamazdı da.

"Eski sevgilisi için kavga eden birine yazmak bana yakışmaz." dedim balkondan çıkarken söylenerek. "Benim kitabımda yok böyle şeyler."

Güldüm. Azad'ın kural kitabından nasibimi aldığım yetmemiş gibi bir de Azad'ın kurallarını uygulamaya başlamıştım. Odaya girip kapıyı kapattığım esnada kapı yavaşça tekrar aralandı.

"Müsait misin?" dedi Sinem fısıldayarak. Başımı sallayıp yatağa oturduğumda onunla konuşmak istemediğimi anladım.

Aklımı endişenin eline bırakıp geri çekildiğimde Sinem'in yüzündeki karmaşık ifadeyi gördüm. Onun bu odaya girmesi ve benimle konuşmak istemesi son beş senedir hiç iyi bir olayla sonuçlanmamıştı. Endişe, aklımı kemirip paramparça etmeye başlamıştı. Dakikalar içinde onu paramparça edebileceğini biliyordum.

"Teşekkür ederim abla." dedi Sinem. Tek kaşımı kaldırarak ona bakmakla yetindim. Bu zamana kadar bana teşekkür ettiğini hiç duymamıştım. Duyduysam bile bu o kadar eski zamanda yaşanmıştır ki, hafızam önüme bir sonuç getirmiyordu.

Yanımda duran dizüstü bilgisayarımın ekranını sakince indirdim. Arama motorunda yazan, kabak gibi ortada duran cümleleri görmesi üçüncü dünya savaşının tohumunun atılmasına sebep olabilirdi.

Ve bu üçüncü dünya savaşı, devletlerarası kriz değil kardeşler arası kriz doğururdu.

"Öykü ile olan olayda," dedi ve dudakları yukarı kıvrıldı. Yüzünde beliren şeytani gülümseme Öykü'ye karşıydı. "Koruduğun için." diyerek tamamladı.

"Kardeşimsin ya hani." demekle yetindim. Yanıma oturup başını dizimin üzerine koydu. Ayaklarını da yatağa uzatarak iyice yerleşti. Yüzünü tam yüzüme denk getirmişti ve gözünü bile kırpmadan bana bakıyordu.

"Yarın yine kötü olacağız değil mi?" dedi gülerek. Gülüşü kahkaha boyutuna taşındığında avucumu dudaklarına bastırdım. Annem ve babam uyuyordu, sabah işe gideceklerdi. O da yaptığı hatanın farkına vararak sustu.

"Biz ne zaman iyi olduk ki?" dedim ve iç çektim. Sinem'in de içten içe yaşadığımız tüm bu kabustan rahatsız olduğunun farkındaydım. Karanlığa son verip aydınlığa çıkabilmek onun elindeydi. Tavırlı olan ben değildim.

"Doğduğum ilk gün?" dedi. Elim saçına ulaştı. Parmak uçlarımla saçlarını okşamaya başladığımda gözlerini usulca kapattı.

"I ıh." dedim. "O gün de iyi değildik."

Saniyeler önce kapattığı gözleri aniden açıldı. Aklından ne geçirdiğini merak ediyordum. Bakışlarıyla bile beni kırmayı başaracak ne düşünüyor olabilirdi? Gözlerinden gözlerime ulaşan o enerji benim göğüs kafesimi daraltıyordu.

"O zaman da mı sevmiyordun beni?" diye sordu. Ses tonunda ne bir öfke parıltısı vardı ne de sitem. İfadesizce konuşmayı başarmıştı. Verdiği tepkilere oranla, olgun bir yaklaşımdı bu yaptığı. Benim tanıdığım Sinem şu an çoktan evi dağıtmıştı.

"Çirkindin." dedim gülümseyerek. "Bunun için miydi bu heyecan?" diye de ekledim.

Bakışları yumuşadığında dudaklarım olabildiğince yukarı kıvrıldı. Belki de ilk kez kardeşimle odamda oturmuş, saçını okşayarak sohbet ediyordum.

"Ben çirkin değildim." dedi. Kaşlarını çatmaya çalışmıştı. "Di'li geçmiş zaman ekine gerek yok haklısın." dedim ve elimi başının altına sokarak onu yavaşça dizimden kaldırdım. Cümlemi devamı gelecekmiş gibi tonlayarak kurduğumdan hala bekliyordu. "Diyorum ki şu anda da çirkinsin Sinem."

Sinem, yerinden kalkıp kapıya yöneldi. Ses tonunu sabit tutabildiği için bir akşamda olgunlaşabildiğini düşündüğüm kardeşim çirkin dediğim için gücenmiş, odasına kaçıyordu. "Cami avlusunda bulduk seni desem inanırsın." dedim gülerek. Şaka yaptığımı anlaması için alnımın tam ortasına 'şaka!' mı yazmalıydım?

"Yakup iyiymiş." dedi yüzü kapıya dönükken. Sesindeki titremeyi fark ettiğimde yataktan kalktım ve birkaç adım atarak yanına ulaştım. Konuşmadan öylece durdum. Onu çevirip, müdahale etmek istemiyordum. Kendi bana dönmek isterse, konuşmak isterse bunu yapardı.

Sessiz odanın içerisinde nefes seslerimiz kulaklarımı sağır edecek raddeye geldiğinde birkaç saniye nefes almadım. Nefesimi tuttuğum an, Sinem'in sessizce burnunu çekmeye çalıştığını fark ettim. Nefesimi sessizce dışarıya verdiğimde birkaç adım gerileyerek yatağımın ucuna oturdum.

Anlatmak istemeseydi, çoktan giderdi. Yatağıma oturmak yerine, üzeri çivi dolu bir levhaya bassaydım daha rahat olurdum. Sinem ile konuşurken, sürekli tetikte olmak zorunda gibi hissediyordum. Karşımda başka biri olsa, anlatmasını isterdim. Ondan isteyemiyordum.

Benden kaçmak istediğini düşünmüştüm yıllarca. İçimde benim iznim olmadan büyüyen sarmaşık, Sinem'in benden kaçmak istediği düşüncesine sıkıca sarılmıştı. Doğru ya da yanlış, vazgeçmem gereken ya da vazgeçmem gerekmeyen her düşünceyi es geçip, kardeşimle ilgili en büyük kaygıma yapışmıştı. Ne o sarmaşığı kökünden söküp atabiliyordum ne de Sinem'den kaçmamı sağlayan düşünceyi.

Ya o da benim ona neler olduğunu sormamı istiyorsa? Ya o da benden bu yüzden kaçıyorsa?

Başka hiçbir sebebi yoktu ki benimle düşman gibi olmasının. Bana güvenmiyordu. Azad'a bana güvenmediğini söylemiş olan kardeşim, odamın kapısından çıkmadan önce benim ona sormamı bekliyordu. Emindim.

"Ne oldu?" dedim. İçimde başlayan savaş, sesimin sert çıkmasına sebep oldu. Yaptığım yanlışı fark ettim ve anında öksürerek boğazımı temizledim. Daha sevimli tutmaya çalıştığım ses tonuyla "Anlatmak ister misin?" diye sordum.

Başı, yavaşça bana yöneldiğinde gözlerinin kızardığını gördüm. Burnunun ucu, saatlerce 0 derece havada kalmış gibiydi. "İsterim." dedi ve yatağın ucuna, yanıma oturdu.

"Yakup için çok korkmuştum." dedi ve yutkundu. Yüzüne düşen saçları, gözlerini görmemi engelliyordu. Düzensiz nefes alışını fark ettiğimden, ağladığını saklamaya çalıştığını düşündüm.

"Fark ettim." dedim gülümseyerek. Görmesi için gülümsememiştim, zaten o da görmemişti.

Sinem hakkında gerçekleşmiş bir olayı fark etmem gülümsememe neden olmuştu.

"Çok mu belli ettim?" diye sordu telaşla. Saçını yüzünden çekmiş, bana bakmaya başlamıştı.

"Belli etsen ne olur Sinem?" dedim. Sert çıkan ses tonuma engel olamadım.

"Azad abi, Metin abi, Ercüment abi oradaydı ya." dedi ve duraksadı. "Onlar da fark etmiş midir?" diye ekledi.

"Yani?" dedim sinirle. "Fark etseler ne olacak?"

'Onlar kim oluyor?' diye bağırmamak için kendimi zor tutuyordum.

"Yakup'a kızarlar." dedi Sinem birden. Kaşlarım havalanırken başımı ona doğru çevirdim. Yakup'a kızarlar mı demişti o az önce?

"Sevgili misiniz siz?" dedim. "Ne zamandır?" diye de ekledim. Bilmediğim için mi şaşırmıştım yoksa Yakup ve Sinem'i daha önce aynı cümlede bile kullanmadığım için mi şaşırmıştım bilmiyordum.

"Hayır hayır." dedi telaşla. Ellerini ve başını aynı anda iki yana sallamaya başladı. "Konuşuyoruz sadece."

İki elimin parmak uçlarını alnımla buluşturdum. Ne diyeceğimi bilemiyordum. İlk kez kardeşimin aşk hayatıyla ilgili bir bilgi ediniyordum. İstediği insanla konuşmak da sevgili olmak da en doğal hakkıydı. Beni yanlış anlamasını istemediğim için bir süre parmaklarım alnımda öylece durdum.

"Kızdın mı?" diye sordu. Ses tonundaki gerilimin farkındaydım. Her an kavga etmeye başlayabilirdi benimle. Bu durum da ikimiz için de şaşırtıcı olmazdı.

Cevap vermek yerine parmaklarımı yüzümden çekip kaşlarımı yukarı kaldırıp indirdim. Kızmamıştım. Kızılacak bir şey yapmamıştı. O da çok iyi biliyordu ki, kızılacak bir durum olsa bu evde ona tepki gösterecek tek kişi bendim.

"Yakup'a niye kızsınlar ki?" diye sordum. İçime derin bir nefes çekerek yatağın üzerinden yavaşça kalktım. Sinem'in oturduğu yerin tam karşısındaki duvarın önüne geçerek sırtımı yasladım. "Ne hakla yani?" dedim. Belki 'Onlar kim oluyor?' diye haykırmamıştım ama hadlerinin olmadığını da kendi çapımda belirtmiş olmuştum.

"Mahalleden bir kızla sonuçta," dedi ve alt dudağını dışa doğru çıkarttı. "Kızarlar."

Elimi dudaklarıma bastırıp gülmeye başladım. Eğer içeride annemle babam uyumuyor olsaydı kahkahalarla gülerdim bu dediğine.

"Merak etme kızamazlar." dedim gülüşümün arasından. "Kızarlar abla, tanımıyorsun sen onları." dedi.

Gözümün önüne gecenin bir saati Özge'ye mesaj atan Metin geldi önce. Kurumuş dudaklarımı dilimle ıslatarak gülmeye devam ettim. Gülüşümün etkisiyle sürekli kalkıp inen omuzlarım, vücudumu sallıyordu. Hemen arkasından Azad'ın Reyhan abla ile olan tartışması düştü zihnime. Ercüment'in bir hareketini görmemiştim ama onun da Yakup'un bu hareketini çok umursayacağını sanmıyordum.

"Kızamazlar." dedim. Gülmeyi yeni bırakabilmiştim. "Kızarlarsa da bana yolla, bir daha kızamazlar." dedim.

Sinem'in dudakları hafifçe aralandı ve hemen ardından kaşlarını çattı. "Erkek olsan döveceksin diye düşünürdüm." dedi.

"'Tencere dibin kara, seninki benden kara' diye cevap verir Yakup da merak etme." diye cevapladım Sinem'i. Gülmekten sıcaklaşan yanağıma soğuk elimi değdirdim. Serinlemeye ihtiyacım vardı.

"Oha!" dedi Sinem yerinden fırlayarak ve sol elini dudaklarına kapattı. "Hangisi?" dedi elini çekerken. İki elini yanaklarına dayamış ağzını da şaşkınlıkla aralamıştı. "Kim? Kiminle? Ne olur söyle!"

Kaşlarımı havalandırırken başımı da iki yana salladım. Sinem, başını sağa doğru yatırdı. Yalvarmak üzereydi ki elimle durması gerektiğini işaret ettim.

"Of abla! Ben de sana kavganın sebebini söylemiyorum o zaman." dedi ve tekrar yatağın ucuna oturdu. Omuz silkerek karşılık verdim. Söylemesini istersem beni süründüreceğinden emindim. Kavganın sebebi zaten gayet açıktı, detaylarını da Özge Metin'den öğrenince bize anlatırdı.

"Gerçekten mi?" diye sordu Sinem. "Yazık." dedi. "Neler kaçırıyorsun bir bilsen..."

Gözlerimi devirip yatağın ucuna yanına oturdum. İçim içimi yiyordu. Azad, neden eski sevgilisi için kavga etmişti öğrenmek istiyordum. Sinem'in ağzına laf vermeden bunun başka yolu da varken neden zorlama gereği duyacaktım ki?

"Azad abi sana yürüyor." dedi. Hayretle başımı ona çevirdim. Yüzümdeki ifadeyi görmememe rağmen saçma bir ifade olduğunu hissediyordum.

"Yürüyor," dedi Sinem. "Niye şaşırdın bu kadar?"

"Ayıp." demekle yetindim. "Bana karşı bir şey hissediyorsa bile niye eski sevgilisi için kavga etsin?"

Sorumu duyan Sinem, karnını tutarak dakikalarca güldü. Yetmedi, kendini yataktan atıp yere yatıp gülmeye devam etti. Sinirlerim tepeme çıkmaya başlıyordu. Katıla katıla güleceği bir cümle kurmamıştım. "Yeter." dedim sert bir ses tonuyla. Sinem, sesimdeki siniri fark eder etmez gülmeyi durdurup yattığı yerde doğruldu ve halının üzerinde oturmaya devam etti.

"Uzatma diyorsun." dedi. Bana bakmıyordu. Gözlerini halıya sabitlemiş, tek eliyle de üzerindeki pijamayla uğraşıyordu. Kırıldığını fark ettim. Hatta ilk kez onun kırıldığını bu kadar erken fark ettim. Saldırganlaştığı evre, kırılmasının hemen ardından geliyordu. Derin bir nefes alıp kendime kızdım.

Kendine gel Rüya, seninle normal bir şekilde konuşmak için geldi kardeşin.

Sinem'e gerçek bir abla - kardeş gecesi borçluydum. Ona, onu sevmediğimi düşündürdüğüm her gün için...

"Azad ile aramızda bir şey yok. Gerildim birden." dedim. Beni samimi buluyor muydu acaba? Çünkü ben kendimi samimiyetsiz gibi hissediyordum.

"Şimdilik." dedi Sinem. Konuşup toparlamaya çalışsam da onun cephesinde bir şey değişmemişti. Parçalarına ayrılmıştı. Kardeşim olduğu zaman zarfı boyunca toparlayamadığım parçaları, bu gecede de toparlayamazdım. Ben o parçaların nereye konulacağını bilmiyordum. Kardeşimi tanımıyordum.

"Neden öyle düşünüyorsun?" diye sordum. Merakıma engel olmayı denemedim. Onun gözünde, zaten muhabbet olsun diye konuşan biriydim şu an.

"Kör müsün abla sen?" dedi. Bakışlarını sonunda benimkilerle buluşturabilmişti. "Aşağıda sana nasıl baktığını ben gördüm. Sen görmedin mi?"

"Kavganın sebebi neymiş?" dedim. Onun konuştuklarını geçiştirmek niyetiyle yapmışken bu sefer de Azad ve sevgilisi için meraklı gözükmüştüm. 'Eski' diye düzelttim kendimi. Eski sevgilisi.

"Az önce gülme sebebimi anlayacaksın şimdi." diyerek yerinden kalktı ve çalışma masamın önünde duran tekerlekli sandalyeyi çekerek oturdu.

Normalde konuşacağı, anlatacağı her şeyi bir çırpıda söyleyip kaçan Sinem yoktu karşımda. Tadını çıkartmak ister gibi yavaş konuşuyordu, yavaş hareket ediyordu. Ya beni delirtmek için yapıyordu ya da ablasıyla konuşmasını uzun tutmaya çabalıyordu.

İkinci ihtimali kalbimdeki ses direkt olarak elerken, mantığım ilk şıkkı elemişti. Azad'ın söylediklerini mantıklı tarafım ele aldığından olsa gerek onu dinlemeye karar verdiğimde ben de ilk ihtimali gözden çıkartmıştım.

"Kavganın Azad abinin eski sevgilisiyle uzaktan yakından alakası yok." dedi gülerek. Başımı yere doğru eğip gülümsedim. Yakup, Azad'ın eski sevgilisi için yaralanmamıştı. Mutlu olmuştum.

"Neden kavga etmişler o zaman?" diye sordum. Yakup, bilgi akışını belli ki sağlam yapmıştı. Damat adayımız yaralıyken bile çalışıyordu.

"Azad abinin eski sevgilisiyle bir iletişimi de kalmamış ayrıca." dedi. Son 'a' harfini üzerine bastırarak uzatmıştı. Azad ile aramda ne olduğunu ya da olacağını düşünüyordu bu kız?

"Gereksiz bilgi, geç." dedim. İlgilenmiyordum.

"Kavga bir kız yüzünden çıkmış orası doğru." dedi gülerek. "Hem de hangi kız yüzünden?" diye ekledi ve tekrar elini dudaklarına bastırarak gülmeye başladı.

Yakup da bu kadar uzatarak mı anlatmıştı acaba?

"Sinem söylesene artık." dedim sabırsızca. Ebru'nun yanında dedikodu stajı mı yapmıştı bu kız? Araya sürekli birkaç dakikalık reklamlar sokmak Ebru'nun işiydi.

Kardeşimi o kadar tanımıyorum ki, bir olay anlatırken nasıl davrandığını bugün öğreniyorum.

"Kader yüzünden çıkmış kavga!" dedi. Ses tonunun yükseldiğini fark eder etmez de dudaklarını ağzının içine doğru kıvırdı. O haliyle de gülmeyi başarıyordu.

"Kader?" dedim hayretle. "Bizim Kader?" diye ekledim. Bakışlarım bir Sinem'e değiyordu bir perdesi açık olan camıma. Ne diyeceğimi bilemez halde kaldım. "Alt komşumuz Zeynep teyzenin kızı Kader?" dedim gülerek.

"Azad abilere kavga ediyor diye serseri diyen Zeynep teyzenin kızı Kader." dedi Sinem gülerek.

İşaret parmağını sol gözüne götürüp sildiğinde gözlerinden akan yaşları fark ettim. O kadar çok gülmüştü ki gözlerinden yaş gelmeye başlamıştı. Vücuduma sıcak basmasıyla birlikte ben de yerimden kalkıp odanın camını açtım. Yüzümdeki aptal tebessümü silemiyordum. Zeynep teyzenin dayak yiyişinin gözümün önüne gelmesi daha da güldürüyordu.

Kendi kızı yüzünden çıkan kavganın sonucunda, kadın da dayak yemişti.

"İyi de ne alaka?" diye sordum. Komodinimin ikinci çekmecesini açarak iki tane çikolata çıkarttım. Sinem'e gösterdiğimde başıyla onaylayarak iki elini havaya doğru kaldırdı. Mesafe uzak değildi, uzatsam ulaşırdı ama onun yerine çikolatayı iki elinin arasına doğru yavaşça attım.

Çikolatanın paketini açarken Sinem konuşmaya başladı.

"Üst mahalledeki çocuklardan teki rahatsız ediyormuş bunu." dedi. O da paketi sonunda açmayı başarabilmişti. Bir ısırık aldı ve çikolatayı çiğnerken gözlerini kapattı. Yemeyi bırakıp Sinem'e odaklandım. Çikolatadan bu kadar keyif aldığını da bilmiyordum.

Gözlerini açtı ve ağzındaki lokmayı yuttu. "Metin abiye söylemiş Kader de." dedi gülerek. "Anası abilerimizi kötülesin, kızı onlara sığınsın." diyerek de sitemini etti.

"Yardımcı olmuşlar kıza işte." dedim ve cümlemi tamamlar tamamlamaz kaşlarım çatıldı. "Yardımcı mı olmuşlar?" diye sordum kendime ve gülmeye başladım. "Yardımcı olacak abilerinin suratını dağıtmışlar." dedim.

"Sen bir de karşı tarafı gör." dedi Sinem. Gülmesini bekledim birkaç saniye. Genelde bu cümleyi kuran kişi dalga geçiyor olmuyor muydu ben mi çok kopmuştum dünyadan?

"Doğru," dedim gülerek. "Tüm mahalleli gidince zahmet olmazsa onların da hasarı olsun." Sinem gülmek yerine göz devirdi. Abilerine bu kadar toz konduramaması da garibime gitmişti.

Azad ile muhabbetini biliyordum, onda problem yoktu. Sinem, Metin ve Ercüment ile de mi aynı yakınlıktaydı?

Gerçekten üst düzey bir ablaymışım da haberim yokmuş. Azad'ın kapıma gelip ahkam kesmesine de dolaylı yoldan ben vesile olmuşum zaten.

"Neyse." dedim konuyu geçiştirmek istercesine. Yakup'un da hastanede olduğunu unutmadan konuşmam gerekiyordu ama ben hep unutuyordum. Hatta komple Yakup'u unutuyordum.

Sinem, boş çikolata paketini elinde katlayıp geri açıyordu. Ben ise yarısını yemiştim, yarısını da komodinin üzerine bırakmıştım.

"Yakup hakkında konuşmak, anlatmak istersen..." diyebildim sadece. Biz ne zamandır Sinem ile konuşur olmuştuk ki bana 'güvenip' hayatındaki gelişmeleri anlatacaktı?

"Bana güvenebilirsin." dedim. Bakışları sorgulayıcı bir şekilde yüzümde gezmeye başladı. Azad ile konuştuğumu anlamaması için dua ediyordum.

Başını sallamakla yetindi ve hemen ardından "Ben aslında yanına çok farklı bir şeyden bahsetmek için gelmiştim." dedi. Bakışlarını yüzümden çekip odanın içerisinde gezdirmeye başladı. Hızlı hızlı nefes almaya başlamıştı. Tavrının değişikliğini anlayamamıştım.

"Söylesene." dedim sadece. Konuşmak için dış bir etken bekliyordu belli ki. Tek başına konuşma kararı alabilecek gibi değildi.

"Dün gece sen yokken," dedi ve yutkundu. Alt dudağını ısırmaya başlamıştı. Kaşlarımı çatmış hiçbir şey söylemeden onu dinliyordum.

"Mutfağa su içmeye gidiyordum. Annemle babam salonda fısır fısır bir şeyler konuşuyorlardı." Sinem çekinerek konuşuyordu. Sesini de iyice kısmıştı. Annemden veya babamdan çekinmek asla onun tarzı değildi. Ters giden bir şeyler vardı.

Sustum ve dinlemeye devam ettim. Her cümlesinin ardından nefeslenmek için duraklıyordu.

"'Rüya da ona benzeyecek.' diyordu annem. Babam da 'O zaman artık sakin kalamam.' diye cevap verdi." Sinem, tepkimi ölçmek istercesine bana baktığında ben ifadesiz bir suratla ona bakıyordum. Herhangi bir anlam çıkartamamıştım.

"Beni fark edince de susup televizyon izlemeye devam ettiler." dedi. Oturduğu sandalyeden kalkıp sol elini yere paralel olacak bir biçimde avuç içini yukarı çevirerek havaya kaldırdı. "Abla 'o' kim?"

Bilmiyordum.

"Sana kızmamak için birine söz verdiğini söylemişti babam. Hatırlıyor musun?" diye sordu.

Hatırlıyordum.

"'O' dedikleri kişiye vermiş olmasınlar sözü?" Sinem, kendi kendine teoriler üretiyordu.

Olabilirdi.

Ama o kimdi?

"Abla sorsak mı?" dedi Sinem. "Babam hiç öyle konuşmaz normalde. Neden sinirlendi ki sen o her kimse ona benzeyeceksin diye?"

Doğru söylüyordu. Babam hiç öyle konuşmazdı.

Parmaklarımı şakaklarıma koydum. Düşünmemeliydim. Düşünürsem, başım ağrırdı. Düşünmemeliydim.

"Abla baya umursadın ya hakkındaki olayı." dedi Sinem sitemle.

"Duyduğunu bilmesinler, kızarlar sana." diyebildim.

Benzememem gereken kişi kimdi?

💫

Yağmurlu bir günde başıma gelebilecek en güzel şeylerden biri gerçekleşmişti. Babam, bugün işe arabayı almadan gitmişti ve ben de okula arabayla gidiyordum. Hem toplu taşıma nefretim hem de yağmurun yağışıyla okula gitmekten bile vazgeçecekken anahtarları salondaki masanın üzerinde bulmuştum.

Silecekler yavaşça çalışırken ben de bir yandan Hilal'i arıyordum. İki kez aramış olmama rağmen açmamıştı. Dersin başlamasına bir saat vardı. Evi, kampüse yakın olduğu için uyanmadığını düşünmüştüm.

Hilal'i aramaktan vazgeçip Utku'nun isminin üzerine tıkladım ve kısa bir süre sonra arabanın içini Utku'nun sesi kapladı.

"Evet?" Utku, uykulu sesiyle telefonu cevapladığında güldüm. Bugün dersi olup olmadığına dair en ufak bir fikrim yoktu.

"Dersin var mı?" dedim neşeli sesimle. Birkaç saniye karşı taraftan herhangi bir ses gelmedi. Sonrasında da Utku'nun iç çektiğini duydum. "Allah belasını versin ki var!" diye bağırdı sitemle.

Kahkaham arabayı inletirken bir anlığına dalgınlaşmama sebep oldu ve hemen arkasından da bir korna sesi duydum. Yanımdaki aracın şoförü kornaya basmamıştı, kornayla şu an aşk yaşıyordu. "Hayır ya!" diye tepki verdim.

Sağ aynadan görebildiğim kadarıyla yanımdaki minibüs tarzı araçla sıfır duruyorduk. "Hayır ya!" dedim tekrar ve direksiyona vurdum.

"Ne oldu Rüya?" dedi Utku. Uykusu biraz biraz açılmış gibiydi.

Yan arabanın şoförünün küfürleri ufkumu açarken derin bir nefes aldım. Sakinliğimi korumam gerekiyordu. Utku tekrar "Rüya?" diye seslenince onun varlığını unuttuğumu fark ettim.

"Arabanın tekine sürttüm." dedim. Sesimdeki panik havası arabanın her köşesine sinerek benden uzaklaştı. "Senin araban mı vardı?" dedi Utku. Eğer konuşabilme fırsatım olmuş olsaydı bunu öğrenecekti zaten.

"Konumuz bu mu sence?" dedim ve el frenini çektim. Arabadan inip şoförden özür dilemeyi planlıyordum ama onun tarafında ne anam kalmıştı ne avradım.

"Kaçsana." dedi Utku gülerek. Kaşlarımı çatıp kafamı salladım. Sanki beni görecekti. Şoförün de arabaya doğru geldiğini fark ettiğimde Utku'nun söylediği daha mantıklı geldi.

El frenini indirip anahtarı çevirdim. Saniyeler içinde gaza basmıştım ve hızla adamın yanından uzaklaşmıştım. "Niye kaçtım ben şimdi?" dedim biraz ilerledikten sonra.

"Ne bileyim tutanak falan uğraşma diye kaç dedim." dedi Utku. Hala gülüyordu. Pişkin pişkin gülmeye devam ederse arabayla ona sürtecektim. "Boyasını almışsındır arabanın en fazla ya." diye de ekledi.

"Hazırlan, konum at." dedim ve telefonu yüzüne kapattım.

Sağ aynadan arabanın sürttüğüm arka kapısına bakmaya çalışsam da bir sonuca ulaşamayınca pes ederek yoluma odaklandım. İstanbul, yine her zamanki gibiydi. Yağmurun yağmasına bile gerek yoktu, yere dökülen bir damla su trafiğin kilitlenmesine sebep oluyordu.

Akmayan trafik, dakikalar sonra mucizevi bir şekilde açıldığında telefonumu elime alarak çalan şarkıyı değiştirdim.

Akıllı olmasam da deli değilim,
Kim bilir neredeyim?
Gönlün olmasa da yine gelirim,
Aşk her şeyim.

Şarkıyı, defalarca kez tekrar çaldığımdan ne kadar ilerlediğimin farkında değildim. Aynı şarkıyla yol bitmişken, navigasyon da bu konuda uyarısını yapmıştı.

Utku'yu aradığımda telefonumu meşgule atmasıyla karşımda belirmesi bir olmuştu. Elinde salladığı küçük şişenin ne olduğunu çözemeyerek arabadan indim. Sarılmak için yanına gidiyorken o ise arabanın yolcu koltuğuna yönelmiş, "Üstü kapalı bir alana çek." talimatını vermişti bile.

Ne yapmaya çalıştığı hakkında hiçbir fikrim yoktu.

Arabaya binip kemerimi taktım ve şişeye uzanıp elinden aldım. Üzerinde yazısı olmayan şişe, kaşlarımı çatarak Utku'ya bakmama sebep oldu.

"Pamuk var mı?" dedi. Ciddiyetini hiç bozmadan, odaklanmış bir biçimde konuşuyordu. Hayır anlamında kafamı salladığımda cebinden poşet çıkarttı. "İyi ki getirmişim o zaman."

Yanında pamuk taşıması için binbir türlü sebep olabilirdi ama aklıma o sebeplerden bir tanesi bile gelmiyordu.

Gitmem gereken üstü kapalı yeri tarif etmeye başladığında sesimi çıkartmadan sürmeye başladım ben de. Üç dakika bile geçmeden, kapalı bir otoparka girdiğimizde arabayı park ettim ve Utku benden önce davranarak arabadan indi.

"Neresini sürttün?" diye sordu. Sağ arka kapıyı elimle gösterdiğimde poşeti açarak içinden pamuk çıkarttı. "Ciddi misin?" dedim ve gülmeye başladım. Kahkahalarım, yankılanıp kulaklarıma tekrar dolarken Utku tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu.

"Bu da tiner, tanıştırayım." dediğinde istemsizce tekrar kahkaha attım. "Evinde neden tiner var?"

"Çekiyorum arada çünkü." dedi. Şaka yapıyordu ama tavırları şakadan bir hayli uzaktı.

Bakışlarını arabaya çevirdi. Sürttüğüm kısımda iki santimlik bir hasar belki vardı belki yoktu. Pamuğa birazcık tiner bulaştırıp silmeye başladığında arabaya bulaşmış boyanın çıktığını, çiziğin ise belli olmadığını fark ettim.

Sürttüğüm arabanın beyaz boyasını almıştım ama artık böyle bir kanıt yoktu. Utku, pamuğu tekrar poşetin içine attı ve tiner dolu şişenin de kapağını kapattı.

"Hallettik." dedi. "Bu kadar basit."

"Deneyimlisin." dedim ve gülümsedim. Başını sallamaya başladığında yolcu kapısını açarak sol elimi de öne doğru uzattım. O arabaya bindikten hemen sonra da ben şoför koltuğuna geçtim.

"Dersin kaçta?" dedim. Benim dersimin başlamasına yirmi dakika kalmıştı. Trafik yüzünden, erken gelip kahve içme hayalim suya düşmüştü.

"Bilmiyorum ki." dedi ve telefonunu cebinden çıkarttı. Ders programına bakmak için yaptığını düşünerek arabayı çalıştırdım. Bir yandan da Hilal'i arıyordum. Şimdiye çoktan uyanmış olması gerekiyordu ama telefonuma cevap vermiyordu.

"Hassiktir ya." dedi Utku ve sağ elini alnına vurdu. O kadar hızlı vurmuştu ki çıkan sesle benim bile canım yanmıştı. "Sabahmış benim dersim."

Göz ucuyla ona baktığımda kahrolduğunu iliklerime kadar hissedebiliyordum. Uykusuyla vedalaştığı için kendine kızıyor olmalıydı. Dersi kaçırdığı için bu kadar sinirlendiği fikri imkansızdı.

Ders ve uyku arasındaki seçimlerinin hepsinde uykuyu seçen biriydi çünkü.

💫

"Dersten çıkınca haber veririm, takıl sen." dedim Utku'ya ve fakülte binasına girdim. Hilal'i iki sefer daha aramıştım ama cevap vermemişti. En sonunda derse girerken zaten artık yetişemeyeceğini bildiğimden telefonumu cebime koyup amfiye adımımı attım.

Ön sıralar, her zamanki gibi doluydu. Derse yarım saat erken geldiğim bir gün bile bu sıraları dolu gördüğümden artık gözüm yoktu. Şanslı olduğum konu, Maliyet Muhasebesi dersimizin hocası diğer hocaların aksine mikrofonla geliyordu. Arkada da otursam duyabiliyordum. Yani saatler önce gelmeye değmezdi.

Arka sıralara doğru, merdiven basamaklarını tek tek adımlayarak ilerlemeye başladığımda beşinci sıranın ucunda oturan Hilal'i gördüm. Bakışları, benim bakışlarımla buluştuğunda kaşlarımı çattım.

Beni görmezden mi gelmişti? Evet, Hilal bakışlarını benden çekip önüne dönmüştü.

İstemsizce moralim bozulduğunda birkaç arka sırasındaki boşluğa oturdum ve sinirle çantamı sıranın üzerine koydum.

Saatler önce, aramız gayet iyiyken şimdi yaptığı neyin nesiydi?

Belki de gerçekten görmemişti. Benim de boş boş baktığım için karşımda durmasına rağmen görmediğim insanlar olabiliyordu.

Telefonumu elime alıp kızlarla olan gruba girdiğimde Ebru'nun mesajını gördüm.

"Dedikodusuzluktan öleceğim, hala öğrenemedim kavganın sebebini!"

Ebru her zamanki Ebru idi. Hiç şaşırmamıştım bu haline. Kavganın sebebini bildiğimi ve henüz ona amlatmadığımı şu an haber versem okulu basabilirdi.

Cevap vermeden konuşmadan çıktım. Eve giderken arardım, buluşup konuşurduk.

Azad'ın ismine tıkladığımda önüme açılan sohbet penceresi derin bir nefes almama neden oldu. İyi olup olmadığını sormalıyım diye düşünüyordum.

Sonuçta artık eski sevgilisi için kavga eden biri değildi. Yazıp halini hatrını sorabilirdim. Yakup için üzülmüştü mesela, kendini suçlamaması gerektiğini de söyleyebilirdim.

Klavyenin üzerinde gezinmeye başlayan parmaklarım, kendince bir şeyler yazıp silerken sınıfa giren asistanın sesiyle başımı kaldırdım.

"Hocamız bir konferansa katıldığı için şehir dışında, ders iptal arkadaşlar!"

Gür sesi, amfinin içine yayıldığında kulaklarıma büyük bir uğultu doldu. Yerinden kalkan insanların hareketlerini gülerek izledim.

Herkes, arkadaşının yanında konuşarak sınıfı terk ederken ben tektim.

Ne yaptığımı, bana neden böyle davrandığını bilmediğim arkadaşım ise yanında birkaç kızla sınıftan çıkmak üzereydi. Üstelik hiç sevmediğim birkaç kızla sınıftan çıkmak üzereydi.

Çantamı koluma takıp ağır adımlarla sınıftan çıkmak için yürümeye başladığımda "Hilal!" diye bağırarak Hilal'in beklemesini sağlamaya çabalıyordum.

Duymamıştı.

Ya da görmezden geldiği gibi duymazdan gelmişti.

"Hilal!" dedim tekrar. Adımlarımı hızlandırdığımdan onu merdivenin başında yakalayabilmiştim.

Bakışlarını bana çevirdiğinde hiçbir şey söylemeden bana baktı. Koluna girdim ve merdivenlerden birlikte inmeye başladık. Yanındaki kızlar ise onu beklemeden yollarına devam etmişlerdi.

"Okula gelirken seni de alayım diye aradım kaç kez." dedim. Ses tonumu neşeli tutmuştum. Morali bozuksa eğer hesap soruyormuş gibi gözükmek istemiyordum.

"Arabayla mı geldin?" dedi. Sesine karışmış memnuniyetsizliği hissetmemiş gibi yaptım ve gülümseyerek başımı onu onaylayacak şekilde salladım.

"Duymamışım." dedi.

"Kantine gidelim hadi, Utku da orada. Kahve içeriz." dedim.

Sorunu benimle miydi yoksa genel miydi Utku ile aynı ortama girdiğimizde öğrenmiş olacaktım.

Cümlemin bitişiyle, merdivenlerden hızla çıkan bir erkeğin Hilal'e çarpması bir oldu. Hilal, sendelediğinde kolunu daha sıkı tuttum.

Ona çarpan kişiyle Hilal'in bakışları buluştuğunda Hilal'in bana göstermeye gerek duymadığı tebessümü yerleşti dudağına.

Hilal'e çarpan kişi Taner idi. Taner, mahcup bir şekilde "Pardon." dedikten sonra bana baktı.

"Selam Rüya." dedi gülümseyerek ve merdivenlerden hızla çıkmaya devam etti.

Taner, üç yıldır ilk kez bana selam vermişti. Kaşlarımı çatıp arkasından bakmaya başladığım sırada Hilal kolunu kolumdan sertçe çekmiş hızla merdivenlerden inmeye başlamıştı.

Onunla aynı hızda, merdivenlerden inmeye başlayıp fakültenin kapısında kolunu yakaladım.

"Ne oldu Hilal?" dedim. Sesimin bezmiş çıkmasına engel olmayı denememiştim bile.

Durup dururken bana tavır yapıyordu ve ben onun sürekli peşinde koşturacağı insan asla değildim.

"Ne olmuyor ki?" dedi kahkaha atarak. Mutluluktan uzak, düşmanlığa yakın tuttuğu bir gülüştü.

Sağ elimle koluma asılı olan çantayı sıkmaya başladım. Sürekli kendimi sakinleşmem gerektiğini düşünerek telkin ediyordum.

Fakültenin kapısından büyük bir hiddetle çıktığında peşinden ilerlemeye devam ettim.

"Derdin ne senin?" Hilal, agresif ses tonumu ve sorumu duyar duymaz başını bana çevirdi. "Hah!" dedi alayla gülerek.

Düşman mı olmuştuk şimdi de? Bu tavrını sadece nefret ettiği insanların karşısında takınırdı.

"Dün Azad, bugün Taner. Sırada kim var elimden çalacağın?"

"Anlamadım?" diyebildim.

Elinden çaldığım ne vardı?

Taner'in bana selam vermesine bozulmasını bir nebze anlayabiliyordum fakat iletilen selama ben de şaşırmıştım zaten.

Konunun Azad ile ne alakası vardı?

Azad, ne ara Hilal'in eline geçmişti ki?

"Gayet iyi anladın bence!" diye bağırdı. Ellerini göğsünde kavuşturmuştu ve konuşurken kaşlarını havalandırıyordu.

En yakın arkadaşım, oyuncakları çalınmış beş yaşındaki bir çocuk gibi davranıyordu ama o oyuncaklar hiçbir zaman onun olmamıştı.

O oyuncaklar, kimseye ait değildi. Bir nevi ikisi de kamuya açık durumdaydı.

"Taner'in selam vermesi benim suçum mu?" dedim gülerek. Eğer gülmezsem, sinirler daha da gerilecekti.

Belki de gülmem, onun sinirlerini daha da germişti. Her şey olabilirdi. Hilal hiç sağlıklı bir ruh halindeymiş gibi davranmıyordu.

"Kim bilir?" dedi Hilal ve göğsünde kavuşturduğu ellerini çözerek saçını geriye savurdu. "Azad ile buluştuktan sonra onunla da buluşmuşsundur belki."

Dudaklarımın arasından kaçan kahkaha, Hilal'i daha da sinirlendirirken ben sadece gülmekle yetindim.

Sorun Taner'in selam vermesi değildi, benim Azad ile buluşmuş olmamdı.

"Dün seninle oturacakken onunla buluştum diye mi bu tavrın?" dedim gülmemi durdurup.

Onu yalnız bıraktığım için kızmış olmalıydı. Haklıydı da. Onun evine gidip, onunla bir kahve bile içmeden çıkmıştım.

"Zaten bir şey hissedemeyeceğin biriyle aramdaki yolu açmanı istedim, sen gittin buluştun." dedi birden.

Dudaklarım aralandı. Kanım çekiliyor gibi hissediyordum.

"Olmayan kalbinle başkalarını oyalama."

Artık kanım çekiliyor gibi hissetmiyordum, kanım gerçekten çekilmiş olmalıydı.

"Gördüğün her çocuğa hislerini yoklamak amacıyla yaklaşamazsın. Arkadaşına sadık olup, aradan çekilmelisin belki de." diye ekledi ve arkasını dönüp hızlı adımlarla ilerledi.

Hiçbir şey diyemedim.

Başımın döndüğünü hissediyordum. Olmayan kalbimle, kimseyi oyalamıyordum ki.

Bunu Hilal biliyordu. Neden böyle konuşup gitmişti?

Azad ile de Taner ile de yaptığım yanlış bir şey olmamıştı. Onları kandırmamıştım. Oylamak da neyin nesiydi?

Taner selam verdi diye bu kadar öfkelenip, bana saldırmış olamazdı.

Azad'ı küçücük bir fotoğraftan görüp, beni kıracak kadar bir şeyler hissetmiş de olamazdı.

Aşk da sevgi de Hilal'in yaşadığı duygulardan uzaktaydı. Eğer aşk ve sevgi, bu kadar acımasızlık bulaştıracaksa ruhuma, kalbimin hiçbir yerine dokunmasa da olurdu.

Birini sevebilmek için, başkalarının yüreğini sökmem gerecekse bunu da tatmak istemiyordum.

Azad'ı elinden almamla suçlayan arkadaşım, ismi dışında başka bir bilgisi olmadığı biri için fakültenin ortasında yanaklarımın ıslanmasını sağlamıştı.

Azad, Hilal'in adını bile duymamışken bir anda onun olmuştu ve bundan haberi yoktu.

Taner ise sırf bana selam verdiği için benim oyaladıklarım listesine eklenmişti.

İkisinin de yaşanan olaylardan haberi yoktu ama bir şekilde aynı gruba dahil olmayı başarabilmişlerdi.

Titreyen ellerim, cebimde titreyen telefonuma ulaştığında Utku'nun aradığını gördüm. Ekranı görmekte zorlanarak telefonu açıp kulağıma yasladım.

"Dersiniz iptal olmuş, bizim çocukları gördüm. Sen neredesin?" dedi Utku.

Dudaklarımın arasından kaçan hıçkırık dışında ses çıkartamadım.

Belki de kalpsizliğimle, Utku'yu da oyalıyordum.

"Rüya?" dedi Utku. Ses tonundaki telaş yüreğimi ısıtırken, bu histen dolayı kendime kızdım.

Ben bu kalpsizlikle Utku'yu hak etmiyordum.

💫

Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur.

Haftaya görüşmek üzere. ❤️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro