5
Havalar yavaştan soğumaya başlamıştı, sonbaharın hüküm sürdüğü New York her gün biraz daha kararıyor gibiydi. Oturduğu kahve dükkanında hyunglarını beklerken camdan dışarıyı izleyen Jungkook'sa ne sonbaharın ne de karanlığın farkındaydı; Taehyung ortadan kaybolduğundan beri Jungkook'un ruhu zaten sabahların olmadığı kışlara esir düşmüş gibiydi. Kimsenin onunla yüz yüze görüşebildiği yoktu, Taehyung'un annesi birkaç kez kapısına gelip ona Taehyung'u bulması konusunda yalvarsa da Jungkook Taehyung'un kendisinden nefret ettiğine adı gibi emindi. Hem, Taehyung'u nasıl bulacaktı ki? Şimdi dünyanın öbür ucunda bile olabilirdi.
Dükkanın kapısının tepesindeki zil çınladığında bakışlarını sokak manzarasından ayırmış ve üşüyen ellerini birbirine sürterek masasına yaklaşan hyunglarıyla karşılaşmıştı. Hoseok dışarının ne kadar soğuk olduğuyla ilgili yakınıp küfür ediyordu, Namjoon'sa pek de işe yaramamış gibi görünen şemsiyeyi kapatmaya uğraşıyordu. "Hoş geldiniz." diye mırıldandı hafifçe gülümseyerek.
"Hiç hoş gelmedim." diye homurdandı Hoseok onun karşısındaki sandalyeye oturarak. Islak kabanını çıkarmaya çalıştı. "Namjoon, ben latte istiyorum."
Kim Namjoon üzerindekini çıkarıp sandalyesinin arkasına asarken "Sen bir şey istiyor musun?" diye sordu Jungkook'a, boş bardağını işaret ederek. Jungkook başını iki yana sallayınca da beklemeden kasaya doğru yürümeye başladı.
"Nasılsın bakayım?" diye sordu Hoseok ilgiyle, dirseklerini masaya yaslayarak Jungkook'a doğru eğilirken. "Her şey yolunda mı?"
"İyiyim," diye yanıtladı Jungkook. "Her seferinde aynı şeyi soracak mısın, hyung?"
"Sen cehennem azabı çektiğini itiraf edip Taehyung'un peşine düşene kadar soracağım." diye karşılık verdi Hoseok, dudaklarında sevimli ama aynı zamanda sinir bozucu bir gülüş vardı. Jungkook oflayarak bakışlarını dükkanın dışına çevirdi, Hoseok da bunun üzerine bir şey demedi.
Namjoon masaya geri döndükten sonra birkaç dakika daha ondan ve bundan konuşmuşlar, Jungkook Byeongsoo'nun yanlarına geldiğini genç kadın boştaki sandalyeye kurulana kadar fark etmemişti. Küçük olan şaşkınlıkla hyunglarına döndü ama Namjoon da Hoseok da bunu planladıklarını bağıran yüz ifadeleriyle ona bakmanın ötesine geçmemişlerdi.
Masadan kalktı. Sandalyesinin arkasına astığı kabanına uzanıyordu ki, Min Byeongsoo'nun parmakları bileğini sarmış, kısık sesi "Jungkook," kelimesini kulaklarına taşımıştı. "Lütfen."
"Ne?" diye patladı eski en yakın arkadaşının yüzüne. "Ne lütfen?"
"Jungkook-ah." Namjoon konuştuğunda Jungkook öfkesine az da olsa hakim olmaya çalışmış, dudaklarını sıkıca birbirine bastırmıştı. "Dinle."
"Neyi dinleyeceğim?"
"Susarsan kızın söylediği şeyleri dinleyeceksin geri zekalı." dedi Hoseok. "Otur şuraya."
Jungkook'un dayanacak gücü kalmamıştı, hyung'unun normalde de böyle biri olduğunu biliyordu ama o an için aşağılanmaya tahammülü yoktu. Bileğini koparırcasına kurtardı Byeongsoo'nun tutuşundan. İki hyung'u da ondan böyle bir çıkış beklemediği için küçük olanın adımları kapıya yöneldiğinde arkasından şaşkınlıkla seslenmiş ama onu durdurmak için hiçbir şey yapamamıştı. Yağmurun altında hızlı hızlı, arabasını park ettiği yere doğru yürümeye başladı.
"Jungkook!" Min Byeongsoo arkasından koşarak yetişmiş, yağmura rağmen kalabalık olan kaldırımda Jungkook'u kolundan yakalayarak kendine çevirmişti. "Çok önemli-"
"Özrünü istemiyorum, Byeong." dedi Jungkook kolunu çekip yürümeye devam ederken ama genç kadın arkasından "Taehyung!" diye bağırdığında attığı adım havada kalmıştı. "Annesine dava açmış, dün eve avukatı geldi."
Birkaç saniye boyunca duyduklarını kafasında tartmış, ardından bedenini yavaşça Byeongsoo'ya çevirmişti. Taehyung annesine aşıktı, iki yıl önce gelip oğlundan ayrılması için kendisine yalvardığında Jungkook bu yüzden onun söylediğini yapmıştı çünkü anne-oğul'un arasına girmek istemiyordu. "Ne davası?"
"Ebeveynlikten reddediyormuş."
Jungkook'un dudakları duyduğu yalanla beraber alayla kıvrıldı. "Hukuken böyle bir şey mümkün bile değil."
"Kim Taehyung olarak bütün haklarından vazgeçti, annesiyle hiçbir yasal bağı kalmayacak." dedi Byeongsoo. "Jungkook, annesinin Taehyung'u nasıl şımarttığını en iyi sen biliyorsun. Taehyung tek başına, hele ki şimdi servetini de geride bırakmışken, hiçbir şey yapamaz."
"Bunu bana neden söylüyorsun ki?" diye bağırdı Jungkook kadına doğru eğilerek, Min Byeongsoo için bardağı taşıran son damla da bu oldu. Genç kadın sağ elinin avuç içini Jungkook'un yanağına o kadar sert bir şekilde savurdu ki Jungkook'un başı döndü, son zamanlarda yediği tek şey dayakmış gibi hissediyordu. "Benim elimden bir şey gelmez." dedi Byeongsoo o haşin tavrına zıt, kırık bir fısıltıyla. "Ama senin, sevdiğimiz adamı kurtarma şansın var."
Jungkook onun kollarına tutundu. Başı önüne düşmüştü, ağlamamak için kendini sıkıyordu. "Seni seviyor." diye fısıldamaya devam etti Byeongsoo. "Her zaman seni sevdi."
"Bunu bana neden söylüyorsun?" diye tekrarladı Jungkook sorusunu.
"Çünkü sen Taehyung'un nerede olduğunu biliyorsun." diye karşılık verdi Min Byeongsoo. "Her zaman biliyordun."
**
"Merhaba." Jungkook ufak bavuluyla ahşap binaya girdiğinde nefesi gözle görülebilir bir buhar bulutu olarak taşıyordu ağzından. Resepsiyondaki görevli ona gülümseyerek selam vermiş, Jungkook yanına yaklaşırken de ona yardımcı olabilmek amacıyla ayaklanmıştı. "Bir arkadaşım burada kalıyor da, ona sürpriz yapmaya gelmiştim..."
"Ah.." Görevlinin yüzü gözle görülür bir şekilde düşmüştü. "Üzgünüm, efendim. Konuklarımız hakkında bilgi vermem mümkün değil."
Jungkook derin bir nefes aldı, işinin kolay olmayacağını biliyordu ama yine de şansını denemek istemişti. "O zaman ben de bir kulübe kiralamak istiyorum." diye karşılık verdi. Görevli onu onaylayarak arkasında kalan duvardaki haritaya dönmüş, boştaki kulübeleri Jungkook'a işaret etmeye başlamıştı. Birlikte oldukları zamanlarda yaptıkları planları düşündüğünde, Taehyung'un hangi kulübede kaldığını tahmin etmesi zor değildi; yine de tüm bu işe Byeongsoo'nun cesaretlendirmesi sonucu kalkışmıştı, Taehyung'un Jungkook'un kiraladığı kulübenin hemen yanındakinde kalıyor olması olasılığı bir kenara, Jungkook'a duyduğu nefretle Kore'ye dönmüş bile olabilirdi.
Ufak bavulunu taşıyarak başka bir görevlinin onu götüreceği arabaya bindi, yolculuk yalnızca yirmi dakika sürmüş, görevli işine dönüp Jungkook'u kendi kulübesiyle yalnız bırakmıştı ama Jeon Jungkook bir elinde bavulu, diğerinde anahtarıyla yaklaşık yüz metre uzağındaki kulübeye bakmak dışında hiçbir şey yapamamıştı. Baktığı kulübenin perde çekili pencerelerinden sızan yarı saydam sarı ışık dilini damağını kuruttu, Taehyung'un şu an o ahşap binanın içinde olduğu gerçeği kalbinin teklemesine yol açmıştı.
Ya burada değilse, diye düşündü bavulunu kendi kulübesine bırakıp kapıyı üzerine kilitlerken. Eldivenlerini giyindi verandadan indiği sırada, derin bir nefes alıp Alaska'nın buz gibi havasını ciğerlerine doldurdu. Ya Byeongsoo yanılıyorsa?
Yutkunarak, birkaç kez geri dönerek ama en sonunda cesaretini toplayıp Taehyung'un verandasına tırmanarak tamamladı kısa yolculuğunu. Normalde birkaç dakika sürmesi gereken yol Jungkook için yarım saat sürmüştü. Elleri terliyordu ama sebebi eldivenleri değildi, buraya kadar gelebilmişti de kapıyı çalmak için kaldıramamıştı yumruğunu havaya. İçerideki Taehyung değilse? Jungkook'u asıl üzen şey içerideki Taehyung değilse bu durumdan daha az zararla kurtulacak olduğu gerçeğiydi. Yalnızca yan kulübeye yerleştiğini söyler ve yarın defolup giderdi, bir daha da komşusuyla uğraşmak zorunda kalmazdı.
Kapıya vurdu. Kibarca, sakin olmaya çalışarak; ama bir yandan da alt dudağını kanatırcasına ısırarak.
Birkaç saniye boyunca bekledi, kapının yanında kalan pencerede bir hareketlilik sezdi, kalbi ağzına geldi sanki. Taehyung'la ilk randevularına çıkacakları zaman onu almaya gittiğinde o gösterişli evin kapısında yaşadığı gerginliği birebir yaşıyordu. O gece Taehyung beni öper mi acaba, diye delirmişti; şimdiyse Taehyung beni sever mi acaba, diye düşünerek kendini bitiriyordu.
Kapının ardındaki adamın yüzünde öylesine şaşkın bir ifade vardı ki, Jungkook ağlamak istedi.
Zayıflamıştı.
Azıcık kilo aldığında, yanakları şişip göbeği biraz olsun dışarı çıktığında mutluluktan havaya uçan Kim Taehyung, şimdi incecik kalmıştı. "Jungkook?" dedi dehşet içinde, yaşça küçük olanın arkasında kalan gölden sert bir rüzgar esti, Jungkook baştan aşağı titredi.
"Gelebilir miyim?" diye sordu mırıldanarak. Taehyung şaşkınlık halini bir kenara bırakıp çekildi kapının önünden Jungkook yutkunarak içeri geçerken başını eğip onun bakışlarından özellikle kaçmıştı. Taehyung onu evine aldığına göre ondan nefret etmiyordu ve şey, bundan sonra ne yapacağını planlamamıştı.
"Beni nasıl buldun?" diye sordu Taehyung kapıyı arkasından kapatırken. "Annem burada mı?"
"Hayır, hayır..." Başını iki yana salladı, salonun ısısı tenine çarpınca yanaklarının soğukta nasıl da kesildiğini fark etmiş gibiydi, yüzünün her karesi sızlıyordu. "Annenin haberi yok. Tek geldim."
Taehyung birkaç saniye sessiz kalmış, ardından da Jungkook'un korktuğu soruyu dillendirmişti. "Neden geldin?"
Küçük olan duraksadı. "Bana karşı dürüst ol." diye ekledi Taehyung onun bir şey düşünmesine fırsat vermeden. "Çünkü artık dayanacak gücüm kalmadı."
Düğüne gelecek olan yüzlerce insanı düşünmeden arkasını dönüp gitmişti. Bunca yıl üzerine titreyen annesini nasıl da üzeceğini bile bile kaçmıştı. Zor zamanlarında yanında olan Min Byeongsoo'yu gelinliğiyle ortada bırakmıştı. Fotoğrafçılık dışında bir mesleği olmadığı halde aile mirasını reddedip elindeki son parayla Alaska'da Jungkook'la kurdukları hayalleri kiralamıştı.
Kim Taehyung'un gerçekten de dayanacak gücü kalmamıştı.
"Seni seviyorum." dedi Jungkook.
Taehyung'un dudakları alaylı bir gülümsemeye kıvrıldı, gözleri normalden biraz daha fazla parlamaya başlayınca gözyaşlarını tuttuğunu fark etmişti Jungkook. "Dürüst olmanı söylemiştim."
Düğünden önceki gün o sefil haliyle Jungkook'un kapısına dayanıp ilerleyen saatlerde kendisini sevmesi için ona yalvarırken şimdi bu halde oluşu Jungkook'u mahvetmişti, öyle mahvetmişti ki genç adam sevgilisi onu kolundan yakalayıp kulübenin dışına fırlatırken tepki verememiş, yüzüne kapanan kapıyla burun buruna gelmişti. "Taehyung," diye seslendi kırık sesiyle. "Lütfen."
"Annem yolladı seni." diye cevap verdi Taehyung kapının diğer tarafından. "New York'a dönmem için yalan söylüyorsun."
Daha önce annesi yüzünden Taehyung'a hayatının en büyük yalanını söylemişti. Bitti, demişti; ilk günkü gibi kavruluyorken sonun geldiğini söylemişti. "Taehyung," diye tekrarladı. Sağ elini ahşap kapıya yasladı. "Seni seviyorum."
Taehyung cevap vermedi ama Jungkook onun sırtını kapıya yasladığı hissetti, ardından yaşça büyük olan yere doğru kayıp zemine çökmüştü. Jungkook da çöktü, dudaklarını ahşaba değecek kadar yaklaştırdı kapıya. "Kim Taehyung," diye mırıldandı. "Sana karşı ilk defa bu kadar cesurum. İzin ver, bundan sonra ellerini hiç bırakmayayım."
Kapının diğer tarafında Taehyung'un hıçkırdığını duydu, sevdiği adamın canını böylesine yaktığı gerçeği Jungkook'u yerle bir ederken genç adam "Lütfen," diye yalvarmıştı. "Lütfen, Tae."
Taehyung kapıyı açmadı. Jungkook belki de bin defa ona onu sevdiğini söyledi ama yaşça büyük olan ona inanmadı, kendisini böylesine saçma bir sebepten terk etmişti, şimdiki halinin arkasında yine annesinin olmadığı garantisi yoktu.
Saatler sonra kapıyı açtığında Jungkook sırtını yaslayarak yere oturduğu için geriye düşecek gibi olmuş, son anda zemine yasladığı avuç içleriyle dengesini sağlayabilmişti. "Tae?" dedi yalvarırcasına. Soğuktan sesi kısılmıştı.
"Git." dedi Taehyung.
Jungkook elinden geldiğince - üşüyen bedeni çığlık atıyordu sanki - hızlı bir şekilde ayaklandı. "Gitmeyeceğim."
Kapı suratına kapandı, birkaç dakika sonra yeniden aralandı ve Taehyung elindeki katlanmış battaniyeyi onun göğsüne fırlattı. "Bekle o zaman."
"Beklerim!" diye meydan okudu Jungkook.
Taehyung alayla gülümsedi. "İki yıl."
Bu sefer kapı suratına gerçek anlamda çarpmıştı, konuşurken Taehyung'a doğru bir adım attığını fark etmemiş olmalıydı. Jungkook, koca burnunun acısıyla gözlerini sımsıkı yumarken Taehyung kapının diğer tarafında derin bir nefes almış, adımlarını yatak odasına çevirmişti.
İkisi de uyuyamadı.
Sabah kapısını açtığında Taehyung Jungkook'u verandasında bulmayı gerçekten de beklemiyordu, genç adam dün ona verdiği battaniyeye sımsıkı sarınmış, göle diktiği ceylan gözlerini duyduğu sesle beraber kendisine çevirmişti. "Günaydın."
"Git."
"Gitmeyeceğim."
Taehyung oflayarak kapattı kapıyı, yiyecek bir şeyler bulma umuduyla mutfağa gitti. Kendisine bir kase mısır gevreği hazırladığı sırada Jungkook'un saatlerdir bir şey yemediği gerçeği fink atıyordu zihninin içinde. Dayanamadı, iç geçirerek bir kaseyi de ona hazırladı. Kapıyı açtı, Jungkook yavru bir köpek gibi onun hareketlerini izlerken de kaseyi yavaşça önüne bıraktı. "Taehyung," dedi Jungkook yalvarırcasına. "Bir kere öpeyim mi?"
"Öpme." diye karşılık verdi kulübeye girerek.
"İki kere öpeyim?" diye teklif etti küçük olan.
Kapı yüzüne kapandı.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro