Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

ஜBölüm 40ஜ

Korkmak mı daha kötüdür yoksa korkusuz olmak mı?

Aslında her şey dozunda güzeldir. Fakat bu iki seçenek arasında seçim yapacak olsam, korkusuz olmak daha kötüdür derim.

Çünkü korkak bir insanın tek zararı kendisinedir. Fakat korkusuzsan, değer verebildiğin kimse yok demektir. Bu nedenle kimin ne düşündüğü, ne yaşadığı umrunda olmaz. Hem başkasına zarar verirsin, hem de fark etmeden kendine.

Bu nedenle korkusuz olmak istemezdim. Kendimce korkularım vardı, kendimce sevdiklerim, benim için değerli olan şeyler... Onları kaybetmekten deli gibi korkuyordum.

Geçmiş kimseye zarar veremezdi. Çünkü yaşananlar çoktan yaşanmış, biz bu güne varmış oluyorduk. Ama ben o anda geçmişten korktuğumu da fark etmiştim. Normalde istemediğim korkusuzluktan istedim bir parça. Sadece küçük bir parça...

"Siz bu odada bekleyin lütfen. Bay Kim az sonra sizinle olacağını söyledi." Sekreter çocuğun yönlendirmesiyle girdiğimiz toplantı odasını kısa bir bakışla süzerek Jimin'e döndüm. Başını sallayıp çocuğu gönderdikten sonra elini belime yerleştirdi ve beni; kahverengi, büyük masanın etrafına dizilmiş olan dönen sandalyelerden birine doğru yönlendirdi.

Oda kahve ve krem renklerinin birleşimiyle harika bir modern çizgi yakalamıştı. Aslen küçük ama ilk bakışta gayet geniş görünüyordu. Ortada oval bir masa, masanın karşısına denk gelen duvarda ise büyük bir plazma vardı.

Jimin'le karşılıklı oturduğumuz deri, dönen sandalyelerde beklerken masanın üzerinde duran büyükçe sunum tabağındaki, tabağa tezat küçük kalan makaronlardan birini aldım ve ağzıma attım. Bir yandan da hafif hafif, bir sağa bir sola dönerek ondan saklamaya çalıştığım stresten kurtulmak için uğraşıyordum.

Söyledikleri bir noktada mantıklıydı. Kim Yugyeom babalarımla ilgili bir şeyler biliyor olabilirdi. Ama bunun yanı sıra son şansım da oydu. Bilmediği taktirde büyük bir arayışa girmem, ya da yolun başında pes etmem gerekecekti. Şu an tek umudum ise olumsuz bir yanıt almamaktı.

Birden bir kıkırtı işittiğimde ve dalıp gitmiş bakışlarım merakla karşımdaki bedenin gözlerine odaklandığında bana güldüğünü fark etmiştim. Kaşlarımı çattım ve "Neden gülüyorsun?" diye sordum öfkeli bir tavırla.

Gönderme yaparak "Gülmüyorum." dediğinde sinirli bakışlarım yavaşça önümdeki makaron tabağına kaymıştı ve neredeyse bitirmek üzere olduğumu görmüştüm. Gözlerimi kapatarak sakinleşmeye çalıştım. Stres yaptığım zamanlar mantıklı davranamıyordum...

Beklemekle geçen bir sürenin ardından kapının açılma sesini işittiğimde istemsiz olarak ayağa kalktım ve gelen kişiye baktım. Yirmilerinde görünen, beklediğimden daha genç duran, takım elbiseli, adeta dergilerdeki mankenlerden fırlama bir yüze sahip adam birkaç adımda içeriye girdi ve oturduğumuz masanın başında durdu.

Refleks olarak ayağa kalktığımda adamın yüzünde küçük bir tebessüm oluşmuştu. Resmi bir şekilde elini uzatınca başta afallasam da sonrasında hemen toparlamış, uzattığı elini sıkmıştım.

Tokalaşmamız esnasında "Hoş geldiniz. Ben Kim Yugyeom." diye kendini tanıttığında olayları yeni aktararak gözlerimi büyüttüm. Bu kadar genç birini beklemiyordum doğrusu. "Ayakta kalmayın, oturun lütfen."

Sessizce kalktığım yere geri yerleşirken adamdan alamadığım bakışlarım Jimin'in dikkatini çekmiş olsa gerek, yalandan boğazını temizleyerek kendisine dönmemi sağladı. Hemen ardından ise daha fazla bekletmemek adına konuya girdi.

"Aslında sizinle iş konuşmak için burada değiliz Bay Kim. Biz sadece birkaç soru sormak istiyoruz, tabi eğer izin verirseniz." Kim Yugyeom kolundaki saate baktıktan sonra "Sanırım bunun için kısa bir vakit ayırabilirim. Ama acele ederseniz sevinirim. Katılmam gereken bir seminer var." diye nezaketle karşılık vermişti.

Alınan iznin ardından Jimin'in konuşmayı bana bıraktığına dair bakışlarını fark ettiğimde aklımda kelimeleri toparlamak için birkaç saniye bekledim ve masanın başına oturmuş adama döndüm.

"Kim Namjoon ve Kim Seokjin hakkında bir şeyler biliyor musunuz? Uzun süredir onlara ulaşmaya çalışıyordum ancak elime sadece buranın adresi geçti. Bir ihtimal, tanıyor olabilir misiniz?" Kim Yugyeom'un yüzü gözle görülür derecede, sorgucu bir şekilde gerilirken yerimden kalkıp Jimin'in yanına gitmek istemiştim. Bakışları ürkütücüydü...

"Sakıncası olmazsa onları arama nedeninizi sorabilir miyim? Biliyorsunuz ki rekabet dolu bir iş dünyasının içindeyiz. Bu nedenle rakip şirketten yollanan bir ajan olmadığınız konusunda size güvenmem gerek."

"Bu, onları tanıdığınız anlamına mı geliyor?" Sözlerinden yaptığım çıkarımla atıldığımda boğazını temizledi ve "Oğullarıyım." dedi tek seferde. "Bilmemenize şaşırdım."

"Nasıl yani? Öz oğulları mı?" Az önceki cesaretim tekrar kırılırken ve sesim daha kısık çıkarken benim aksime keskin ses tonu doldurdu kulaklarımı.

"Eğer gazeteciyseniz ve bu yolla beni konuşturuyorsanız sizi dava etmekten çekinmem, haberiniz olsun." Jimin'in sinirle atılacağını fark ettiğimde, işini kaybetmemesi adına ondan önce davrandım ve "Ben onların öz oğullarıyım." diye cevap verdim anında. "Aylar önce tuhaf bir nedenden dolayı rahatsızlanarak gittiğim hastanede şans eseri, tıbbın yardımıyla iki babadan dünyaya geldiğimi öğrendim. İşin garip tarafı, taşıyıcı annemle evli olan ve bunca zaman babam olarak bildiğim adam gerçek babalarımdan biri değildi. Doktorumdan aldığım destekle ve ulaştığım eski dosyalarla buranın adresini buldum. Gerçek babalarıma ulaşmak için yardımınıza ihtiyacım var..."

Şaşkın bakışlarla beni izleyen adam duyduklarıyla şoka girerken "Ben Jeon Jungkook. Tanıştığımıza memnun oldum Bay Kim." diye tanıttım kendimi. Ardından sessizce tepkisini bekledim.

Birkaç saniye öylece gözlerime baktı. Ardından toparlanıp karşımda oturan Jimin'e döndü fakat bu fazla sürmedi. Çünkü Jimin ortama, elle tutulur negatif bir enerji yayıyordu.

"Demek bahsi geçen kayıp çocuk sendin. Bu konu hakkında fazla bir bilgim yok. Ama doğru adrese gelmişsin. Geçen seneye kadar burada çalışıyorlardı. Ben gerçek çocukları değilim, beni sadece evlatlık olarak almışlardı fakat bunu hiç hissettirmediler. Hatta üniversiteyi bitirdiğimde tüm işleri bana devredip Gwacheon'a taşındılar. Eve ilk getirildiğim zamanı hatırlıyorum. Dört ya da beş yaşlarındaydım sanırım o zamanlar. Ama yetimhanede büyüyen ve ilk defa aile sevinci yaşayan bir çocuk için o an unutulmazdır. Ve tabi Seokjin babamın yüzündeki hüznün benimle yavaş yavaş kaybolması...

"Bir gün o hüznün nedenini sorduğumda, bana aslında bir bebeklerinin olacağını fakat kaybolduğunu söylemişlerdi. O an anlamamıştım. Nasıl bir bebekleri olabilirdi ki? Fakat şimdi anlayabiliyorum. Senelerdir, asla bitmeyecekmiş gibi bir özlemle bekledikleri o çocuk sen olmalısın." Heyecandan mıdır yoksa yeni öğrendiklerimin şaşkınlığından mıdır bilinmez, nefes alış verişlerim öyle hızlanmıştı ki sanki bayılacaktım. Gözlerimdeki umut parıltılarıyla karşımda oturan, sevdiğim adama döndüğümde; yüzünde buruk bir tebessüme tanık oldum. Benim adıma sevinmesi, sevincimi paylaşması harika hissettirmişti.

"Onları nerede bulabilirim?" diye atıldım sabırsızlıkla. Bir an önce onlara kavuşarak hem kendi aile özlemimi, hem de onların evlat özlemini giderme isteğiyle dolup taşıyordum.

"Eğer istersen onlarla konuşabilirim. Bu haberi alır almaz Goyang'a geleceklerinden eminim." Aniden "Bunu gerçekten yapar mısın hyung?" diye sorduğumda ne dediğimi çok geç olsa da fark etmiş, "Yani, Bay Kim." diye toparlamaya çalışmıştım. Fakat o bunu sorun etmemişçesine gülümsedi ve içime su serpti.

"Ağabeyler bu günler için vardır küçük kardeşim."

ஜ•ஜ

Ailemi hemen yarın görebileceğimi bilmek kadar güzel olan bir şey varsa o da, bana anında sahip çıkabilen ağabeyimle tanışmamdı. Aynı kandan değildik belki. Fakat öz ağabeyim olsa ancak bu kadar ısınabilirdim. Bu yüzden saatlerce konuşmuştuk, bana uzun uzun babalarımızdan bahsetmişti ve ben o şirketten çıkmayı hiç istememiştim. Fakat biraz sinirli bir tavırla artık gitmemiz gerektiği konusunda direten Jimin buna izin vermemiş, beni zorla şirketten çıkartmıştı. Tüm günümüz boş olduğu halde böyle davranmasına başta anlam vermesem de şu anda çatık kaşlarına ve çıktığımızdan beri hiç değişmeyen kızgın surat ifadesine bakarak söyleyebilirdim ki: O beni fena halde kıskanmıştı. Belki daha yeni tanıştığım ağabeyimle bu kadar samimi olmamdan, belki de o anda onu unutmamdan. Nedenini bilemiyorum. Ama gönlünü almak konusunda kararlıydım.

Aramıza koyduğu mesafeyle, birlikte oteldeki odamıza doğru ilerlerken bunun bir trip olduğunu bildiğim için çıkışmadım. Fakat hiçbir suçum olmadığı halde böyle davranması canımı sıkmıştı. Ondan bu konuda biraz olgun olmasını beklerdim. Hiç yaşına uygun davranmıyordu...

Kartla açtığı kapıdan içeri girdiğinde hız kesmeden peşine takılıp kapıyı kapattım ve "Park Jimin, ne olduğunu anlatacak mısın?" diye sordum öfkeli bir tonda.

Odanın ortasında adımlarını kesip yavaşça bana döndü. Burnundan soluduğunu görebiliyordum. "Nasıl daha iki saat önce tanıştığın bir adamla bu kadar samimi olursun Jeon Jungkook?"

"O iki saat önce tanıştığım adam senin patronun ve benim de ağabeyim." Göz devirerek "Benim patronum o değil, sadece onunla iş birliği yapıyor." diye karşı çıktığında bu sevimli haline gülümsedim ve karşısına geçerek ellerimi, omuzlarına yerleştirdim. Ardından, sanki düzlüyormuş gibi ceketinin yakasıyla oynamaya başladım.

"Kıskandın mı?" Sorumla huysuzca homurdanıp "Hayır, sadece başka bir adamla samimi olman beni sinirlendirdi." diye karşı çıkmaya çalıştı.

Dudaklarının üzerine kuş tüyü bir öpücük bıraktıktan sonra "Beni kıskanman hoşuma gitti." dedim kısık sesle. Bu ortamı yumuşatma çabam işe yaramış olsa gerek, burnunu yavaşça yanağıma sürterek aşağı indi ve boynuma küçük öpücükler kondurmaya başladı.

"Seni kıskanmadım Jeon Jungkook. Sakın beni kıskandırmak için bunu tekrarlamayı deneme." Boynumun üzerinde hareket eden dudakları beni kendimden geçirirken sert bir şekilde parmaklarımı, saçlarına dolayıp kafasını geri çektim. Yüz yüze geldiğimizde ise "Beni kimseden kıskanmana gerek yok. Ama eğer karşı tarafta bir tehlike sezersen, icabına bakabilirsin. Bunun için bana sinirlenme." diye fısıldadım. Ardından dudaklarına kapandım.

Bunu bekliyormuş gibi açlıkla beni öpmeye koyulduğunda onayı aldığımı anlamıştım. Bunca zaman kıskanmıştım. Kıskanmak berbat hissettiriyordu. Fakat kıskanılmak...

Öyle tatlı bir duyguydu ki, bana kendimi bir kez daha önemli ve değerli hissettirmişti. En azından Jimin'in gözünde böyle olduğuma inanmıştım.

Dudaklarımı acımasızca ezen dudakları uzun bir sürenin ardından yavaşlamaya başladığında bu heyecanı kaybetmemek, hatta daha çok kızıştırmak adına biraz geri çekildim ve düşünmeden üzerimdeki kazağı sıyırıp bir kenara fırlattım. Sonrasında ise tekrar dudaklarının arasındaki yerimi aldım.

İkinci buluşmamızda kendini tutamayıp, dişlerini dudaklarıma geçirdiğinde acı bir inleme kaçırmıştım. Bunu fark edince ise ısırdığı yerin üzerinde dilini gezdirdi ve acıyı saniyesinde unutturdu bana.

Elleri, belimin iki yanı ve sırtım arasında hızla mekik dokurken gücünü yitiren bacaklarımın üzerinde zor taşıyordum bedenimi. Oda, kazaksız durmak için serin olmalıydı. Fakat öyle bir ateş sarmıştı ki beni, şu an tek düşünebildiğim şey tenime her türlü temas eden teniydi.

"Jimin..." diye adını mırıldandığımda, dudaklarımdan ayrılan dudakları açıktaki omzuma doğru yola çıkmıştı çoktan. Hareketini kesmeden "Hmm..." dedi ve devam etmemi beklerken omzumda belirgin bir iz bırakmaya koyuldu.

"Seni istiyorum." Kendinden emin, fakat kısık çıkan ses tonumla hareketleri sertleşince ve omzumda, uzun süre kaybolmayacak bir morluk bırakınca istediğimi bana verecek sanmıştım. Fakat işini tamamlar tamamlamaz geri çekildi ve beni, kollarını bacaklarımın altından geçirerek tek hamlede kucağına aldıktan sonra yavaşça yatağa bıraktı. Hemen ardından ise yere attığım kazakla birlikte yanıma uzandı ve şaşkınlığımdan kurtulma fırsatı tanımadan hızlı hareketlerle geri üzerime giydirdi.

Şu anki durumum yüzünden suratımın kızardığına emindim. Hem reddedilmenin verdiği küçük utanç, hem de kızgınlığım. Ama en çok da hâlâ düzene sokamadığım nefes alışverişlerim ve birden basan sıcak beni bu hâle getirmişti.

Yataktan kalkacağım anda kollarını bana doladığında ve rahatsız kıyafetlerimizi sorun etmeden bedenlerimizin üzerine yorganı çektiğinde çabam boşa çıktı. Yine de bu, ona kızgın olduğum gerçeğini değiştirmemişti. Ben ona açık bir şekilde sevişmek istediğimi söylüyordum fakat o sadece omzuma belirgin bir iz bıraktıktan sonra hiçbir şey olmamış gibi sarılıp uyumamızı bekliyordu. Çıldırmış falan olmalıydı.

Üzerimdeki kollarını ittim ve ona arkamı dönüp, uzaklaşabileceğim kadar uzaklaştım bedeninden. Kaşlarım çatılmış, şişip kızardığına emin olduğum dudaklarımı birbirine bastırmıştım. Sadece hevesim kaçmamıştı. Bu durumda ona fazlasıyla kırılmıştım. Ne yani, hamileyim diye beni yetersiz mi görüyordu?

Yatağın neredeyse ucuna sinmiş olan bedenimin pes etmeden dibine girdikten sonra dudaklarını sertçe yanağıma bastırdı ve "Üzgünüm." diye mırıldandı. "Sadece biraz sinirliyim ve sert davranmaktan korkuyorum."

İşte bahsettiğim korku buydu. Sevdiklerinin başına bir şey gelme korkusu. Kırık bir kalbi onarabilecek kadar güçlü bir duyguydu...

ஜ•ஜ

Biliyorum, bölüm çok gecikti. Üzgünüm. Yazacaktım, hatta başladım fakat bir türlü kelimeler bir araya gelmiyordu. Yani aklımdaki şeyi yazmakta hiç zorlanmadığım kadar zorlandım, aktaramadım bir şekilde. Bu hafta ise ruhsal bunalıma girdim. Üzerimde bitmek bilmeyen bir yorgunluk, iştahsızlık, dikkat dağınıklığı vardı. Sebepsiz yere; gözlerim şişene kadar, saatlerce ağlıyordum. Tüm hayat enerjim çekilmişti anlayacağınız. Şükür kısa sürdü.

Beklettiğim için özür dilerim. Ama bakın, buradayım. Ve sizi çok özledim <3

Off bitsin artık şu kitap da gidelim ya. Aklımda yeni kurgular var...

Daha bir TaeKook kitabı, bir de Seme Jimin'li YoonMin ve NamKook kitabı yazmayı planlıyorum. Ama bu kitap engel oluyor :(

Umarım diğerlerinden uzun olan bu bölümü beğenmişsinizdir en bi özlediklerim. Diğer bölüm babalarımız gelsin mi, ne dersiniz?

O zaman diğer bölüme kadar kendinize iyi bakın~

-Bunny 🐰

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro