Hiçbir Şey
Siyah çerçeveli, turuncunun farklı tonlarına bürümüş kanatlarını narince çırparak yanımdan süzülen kelebek kadar özgür hissediyordum. Hemen önümde uçuyordu, köpeğim Lola da gözlerimi alamadığım kelebeğin büyüsüne kapılıp peşinden koşturmaya başladığında gülümsedim. "Lola da bu evi çok sevdi."
Ahu yerdeki büyük koliyi kaldırmaya çalışırken sıkıntıyla konuştu. "Eminim öyledir." Elimdeki küçük koliyi hızlı adımlarla içeri bırakıp ona yardıma gittim, kitap kolilerinden biriydi bu. "Bunu tek başına kaldıramazsın, birlikte taşıyalım içeri."
Ahu en yakın arkadaşım, ailemden biriydi. Sabahtan beri yeni taşındığım müstakil evime eşyalarımı taşımama yardım ediyordu, içerideki çoğu şeyi yerleştirmiştik. Yalnızca benim odam kalmıştı, küçük çatı katını kendi odam olarak ayarlamayı düşünüyordum.
Yeni tuttuğum bu ev şehirden biraz uzaktı, bu da Ahu'nun eve dönmesi zor olacak demekti. "Hava da kararmaya başladı, acaba bu gece burada mı kalsan?" Koliyi sonunda içeri taşımıştık, doğrulup ellerini beline yerleştirdi. "Bilmem, bakarız."
"Bakarız deme, kal işte." Ahu'nun bu evi pek sevmediğini biliyordum, bakışlarından bile belli oluyordu bu. "Hem, benim de bu evde geçireceğim ilk gece olacak. Belki evin gizemli bölmeleri vardır, belki fazladan bir odası... Yerin altında bir laboratuar olduğunu düşünsene!" Ahu başta güler gibi olduysa da kısa sürede suratı yeniden düştü.
Yorgunca kendini koltuklardan birine attı. "Bilmiyorum, bu ev bana çok ürkütücü geliyor Dünya. Yakınlarda başka kimse yok, çığlık atsan seni duyan olmaz, telefon zor çekiyor... Korku filmlerinden fırlamış gibi." Söylediklerinde haklılık payı vardı ama benim gözümde ev bu şekilde değildi.
"Bu ev yorgun bir ruha sahip olabilir ama kapısının önünde rengarenk çiçekler çıkmış, kuşlar cıvıldıyor, kelebekler uçuşuyor. Üstelik dediğin gibi etrafta kimse yok, kafa dinlemelik bir yer. Yeni hikayeler yazmak için mükemmel." Ahu biraz olsun gülümsediğinde, mutfağa ilerledim. "Yorgunluk kahvesi yapacağım, bugünlük bu kadar yeter. Kalanları yarın yerleştiririz."
Ahu peşimden mutfağa geldiğinde huzursuz ifadesinin geri geldiğini görebiliyordum. "Hava iyice kararıyor, istersen bize gidelim. Yarın eşyaların hepsini yerleştirdikten sonra burada kalırız, ne dersin?"
Cezveyi ocağa koyduktan sonra ofladım. "Korkacak bir şey yok Ahu, olsa da bana yeni bir kurgu olmaktan başka bir zararı dokunmaz bize. Biraz rahat ol, çok korku filmi izlemişsin sen." Ahu'nun tedirginliğini üzerinden atmasını sağladıktan sonra kahveleri içeri götürdüm, fincanlarımızdaki kahveler kenarda unutulup soğusa da sohbetimizin sıcaklığı bize yetiyordu.
Konuşulacak hiçbir şey olmasa da biz birçok şey bulabiliyorduk. Güncel olaylardan, televizyondaki dizilerin saçmalığından, çizgi filmlere olan önyargıdan ve daha nice şeyden bahsedip gülüşerek saatlerimizi geçiriyorduk.
Kısa süre içinde hava kararmıştı ve yeni lambalarımı test etme fırsatı bulmuştuk, içeriyi pek iyi aydınlatamasalar da bu loş ortamın yazarlık için çok iyi olduğunu savundum. Ahu her şeyi yazarlığa bağlamama gülüp duruyordu, sonra ayağa kalkıp eskiden yaşamış olduğumuz birkaç olayın taklidini yaptı.
Taklit yapma evresine geçtiğimize göre, lisedeki öğretmenlerimizden başlayıp şimdiki arkadaşlarımıza dek herkes bu salonda birkaç dakikalığına canlanacak demekti. Küçüklüğümüzden beri en sevdiğimiz şeydi bu. İnsanların göze çarpan özelliklerini ve sık kullandıkları cümlelerini onların ses tonuyla canlandırmaya çalışırdık.
Heyecanla yerimden kalktım. "Lisedeki Ceyda'yı hatırlıyor musun?" Ahu hemen sesini incelterek saçını Ceyda gibi geriye savurdu. "Benim tarzımı kıskandığınız için böyle diyorsunuz siz, değil mi?" Onun bu haline yüksek sesle gülerek merdivenlere yöneldim.
"Şimdi Ceyda olup geleceğim karşına, hazır ol." Ceyda her zaman pembe tüylü şallarla gezer, allığı yüzüne boca eder, pembe kenarlı güneş gözlükleri takardı. Bu taklit işini çok sevdiğimiz için gördüğümüzde aklımıza birini getiren eşyaları alır, taklit yaptığımız zamanlarda kullanırdık. Ben de -nihayet- pembe tüylü bir şal bulmuştum, Ahu'ya göstermek için sabırsızlanıyordum.
Çatı katına çıktığımda yoğun çamaşır suyu kokusu aldım, her yer temizlensin diye ellerimiz ağrıyana kadar temizlik yapıp öyle getirtmiştik eşyaları. Kokunun gitmesini umarak küçük penceremi üstten açtım.
Şalı ararken çok oyalanıyordum, açılmamış çok koli vardı. Elime geçenleri yerleştirip kolileri açmaya devam ettiğimden Ahu daha fazla dayanamayıp yanıma gelmişti. Bu Ceyda olamayacağım demekti, moralim birazcık düşse de toparladım. "Maalesef, bir sonraki taklit seansında Ceyda olarak çıkacağım karşına. Burası çok karışık, önceki ev sahibi de birkaç parça eşyasını bırakmış."
"Belki o eşyalardan yola çıkıp onun taklidini yapabiliriz, ne dersin?" Aslında kulağa eğlenceli geliyordu, üstelik burada önceden yaşayan kişi istemese eşyalarını bırakmazdı. Göz ucuyla bıraktığı eşyalara baktım; bir teyp, gri bir fular, bir kaset ve bir kutu vardı. Kutu küçüktü ve dışına çiçek figürleri çizilmişti, teyp de oldukça eski duruyordu.
Ahu, yere serdiğimiz halının üzerine oturdu. Kutuyu elinde evirip çevirdikten sonra salladı, bu sırada ben de diğer eşyaları alıp karşısına oturmuştum. "Bence bu kutuyu kendisi boyamış, profesyonel durmuyor. Buradan bir kadın olduğunu çıkarıyorum."
Sıra bana geçmişti, kutuyu elinden aldım ve zorlansam da açtım. İçinde beklemediğim bir şey vardı, bir diş. Köklü bir azı dişiydi bu, kurumuş sinirlerini görebiliyordum. "Bence ya bir dişçi ya da çektirdiği dişini saklamayı seviyor. Bence bu yirmilik dişi."
"Bu biraz ürkütücü." Ahu eşyalara göz attı kısaca. "Kaseti dinlemek istediğimden pek emin değilim Dünya." Endişesini yok etmek istercesine gülümsedim. "Hadi ama! Gelecekte bu geceyi hatırlayıp güleceğiz. Bu fırsat bir daha elimize geçmez, torunlarımıza anlatacak güzel anılar biriktirmek zorundayız." Onun da hafifçe gülümsediğini gördüğümde kaseti elime aldım ve teybe yerleştirdim.
"İleride bu korkmuş halinin de taklidini yapacağım." İkimiz de buna güldükten sonra, oynatma tuşuna bakmaya başladık. Açıkçası ben de kaseti dinlemek istediğime emin değildim, konuyu değiştirmeye çalıştım. "Lola'yı gördün mü?"
Ahu başını iki yana salladı. "En son dışarıdaydı, orada bir kulübesi var mı yoksa eve mi alacaksın?" Lola çok büyük bir köpek değildi, henüz tam olarak büyümemişti. İçeri almalıydım. "Gidip kapıdan biraz bakınacağım. Dışarıda kalmasını istemiyorum, onu yıkayıp içeride tutabiliriz."
Ahu da başını salladı, çok geçmeden evin kapısını hafifçe aralayıp sesleniyordum. "Lola, kızım! Buraya gel!" Uzaktan Lola'yı seçebilmiştim, dili dışarıda hızlıca soluyarak yanıma geldi. Onu içeri alarak kapıyı arkasından örttüm, kapının hemen yanına kıvrıldığında onu temizleme işini ertelemeye karar verdim. Kolay kolay uyanmazdı.
Üst kata yeniden çıktığımda Ahu iyice tedirginleşmiş görünüyordu, ikimiz de o kasetten tuhaf bir enerji alıyor olmalıydık. Bu enerjiyi yok etmek istercesine gülümseyerek karşısına oturdum. "Hadi dinleyelim şu kaseti."
Benim gülümsemem Ahu'yu rahatlatmış gibiydi, o da gülümsemeye çalıştı. "Pekala, anı biriktirmeliyiz ki ileride anlatabileceğimiz şeyler olsun." Onu onaylamak için başımı aşağı yukarı salladım.
Parmağım oynatma tuşuna gitti ve düşünmeden bastım. Kaset cızırtılarla başlıyordu, bir kadının kısık sesli ağlamasını işitiyorduk. Sonra en fazla yirmilerinin başında bir erkek sesi giriyordu araya. "Söyle."
Bu ses içimi ürpertmişti, soğuk ve ruhsuzdu. Ahu ile tedirgince birbirimize baktık ama sessizlik anlaşmamızı bozmadık. Kadınsa sadece ağlıyordu, ardından güçlü bir çığlık attı. Adamın sesini yeniden duyduk. "Söyle dedim."
Kadın hem ağlıyor, hem konuşuyordu artık. "Anne, baba... Sizi çok seviyorum, lütfen beni unutmayın. Sizi üzdüğüm her an için çok özür dilerim, çok..." Hıçkırık sesleri, arada kısık çığlıklar. "Her zaman iyi bir insan olmak istedim ama yapamadım sanırım, isterdim..." Kadın düzgün cümle bile kuramıyordu.
Sessiz olmak için fazladan çaba harcayarak konuştum. "Biri bizi kandırıyor olmalı." Ahu ise ses kaydına dikkat kesilmiş, irice açtığı gözleriyle bana bakıyordu. Bunlar kesinlikle birinin son sözlerine benziyordu, kadın öleceğini biliyor gibiydi. Adamın tok sesi yeniden duyuldu.
"Bu kaydı dinleyenlere de bir şey söyle." Kadının sesi birden yükseldi. "Kaçın! Hemen kaçın oradan, en uzak yere!" Sesi tizleşti, korkudan kıpırdayamıyordum bile. Ayak sesleri duyuldu, kadın zihnimden asla silinmeyecek kadar derin bir çığlık attı.
Sonrası birbirinden alakasız seslerdi. Titremeye başladım, Ahu'nun gözlerinin dolduğunu görebiliyordum.
Ses kaydı bitmişti, bir anda biz de bitmiştik. Ahu kendine geldiği ilk anda ayağa kalktı. "Kaçmalıyız, Dünya, kaçmalıyız! O kadına ne oldu bilmiyorum ama..." Korkuyla ağlıyordu, ikimiz de birbirimize sarılmış tir tir titriyorduk.
Silkelenip kendime gelmeye çalıştım. "Hayır, birisi gerçekten şaka yapıyor olmalı. Bu oluyor olamaz!"
Yeniden halının üzerine çöktüğümüz ve sakinleşmeye çalıştığımız dakikalarda, bir şey oldu. Dakikalar önce açtığım pencereden, az önce duyduğumuz çığlığın aynısı tekrar tekrar yankılanmaya başladı. Kulaklarımızı sağır edecek kadar güçlü olmasa da korkumuzu alevlendirip dua etmeye başlamamızı sağlayacak kadar etkiliydi.
Sanki birisi telefonuna kaydetmişti bu sesi, tekrar tekrar ses kaydını oynatıyordu. Sonunda ses kesildiğinde, alt katta bir şeyler devrildi. "Ahu... Burada böyle oturamayız, kaçmalıyız."
Ahu'ya destek olmaya çalışarak ayağa kalktım, ayakta duramayacak gibiydi. Korkum beni diri tutuyordu ama Ahu bayılmak üzereydi. "Ahu!" Birkaç kez yanağına tokat attım, kendine getirmenin en kısa yolu buydu. "Ahu!" Yarıya inen göz kapakları yeniden en yukarı tırmandı.
"Sessizce..." Fısıldamaya başlamıştım. "Aşağı ineceğiz. Muhtemelen Lola uyandı ve alt kattan gelen seslerin sebebi o." Ardından Lola'nın kısık inlemesini duydum, korktuğu zaman bu sesi çıkarırdı, ağlıyordu. Onu da kucağımıza alıp buradaki en yakın eve doğru koşmalıydık. Yapmamız gereken şey tam olarak buydu.
Telefonun çekip çekmediğini kontrol ettim ama değişen bir şey yoktu. Evin konumu sahiden de berbattı. Ahu'ya o saniye hak vermem ne kadar doğruydu bilmiyordum ama bu evi tuttuğuma pişman olmuştum. Hem de hayatımda hiçbir şeyden pişman olmadığım kadar çok.
Dışarıdan gelen bir ses yoktu artık ama kulağımda o kadının çığlığı yankılanıp duruyordu. Onun öldüğünü biliyordum, bize kaçmamızı söylemişti ve ölmek üzere olan bir insan asla yalan söylemezdi.
Ahu'ya destek olarak merdivenlerden hızlıca aşağı indik, belki de kendi sonumuza gidiyorduk ama bunu asla bilemezdik. Elimiz kolumuz bağlı üst katta oturmaktansa alt katta beni neyin beklediğini görmeyi yeğliyordum. Hızlıca ışıkları yakmaya çalıştım, ne yazık ki lambalarımın güçlü olmayışı da dezavantajdı.
Mutfağa koşturarak bulduğum iki bıçağı aldım ve birini Ahu'nun eline tutuşturdum. "Lola!" Lola'nın sesi o kadar kısıktı ki, nereden geldiğini çözemiyordum. Banyoya bakmak üzere ilerlediğimde Ahu kıyafetimden yakaladı. "Dünya!"
Titreyen işaret parmağıyla gösterdiği yere baktığımda yutkunmaktan başka bir şey yapamadım. Evin içinde, çamurlu ayak izleri vardı ve bizim ayakkabılarımızdan olmadığı kesindi. Ayak izleri evin içinde her yeri turlamıştı. Dehşete düşmüştük, alt katta bizden habersiz birileri gezinmişti.
Diğerine nispeten daha yüksek sesle bağırdım. "Lola!" Zayıf bir inleme daha duyduğumda içimi iyice korku kaplamıştı, Ahu toparlanarak dış kapıyı gösterdi. "Kapı aralık Dünya, kapı aralık!"
Onun önüne geçerek kapıyı yavaşça kendime çektim, normalde gıcırdamayan kapı içimize daha çok korku salmak istercesine gıcırdadı. Lola hemen görüş açıma girmişti, kapının hemen önünde uzanıyordu. Zavallı hayvan yattığı yerden başını kaldırmaya çalıştığında elimdeki bıçağı hemen kenara atarak minik bedenini kollarımın arasına aldım.
"Lola, kızım, ne oldu sana?" Üstü başı ıslanmıştı, zayıfça inliyordu. "Neyden korktun sen bu kadar?" Ahu omzumdan tutup beni sarstı. "Dünya, üstü başı kan içinde!" Cümlesini duyduğum anda durdum, Lola'nın üzerindeki sıcak ve yoğun sıvı o an dikkatimi daha çok çekti. Her yanı kırmızının uğursuz tonuna bürünmüştü, zavallı hayvan bu yüzden inliyordu.
Onu içeri götürüp koltuğun üzerine yatırdım. "Ahu ona ne yapmış?" Ahu benim yere bıraktığım bıçağı da alıp kapıyı kapattı, hızlıca kilitledi. "Bilmiyorum ama ödüm patlıyor Dünya, ne yapacağız? Nasıl kurtulacağız buradan? Ona zarar veren bize de verir, Lola'yı da alıp kaçalım buradan. Kasetteki kadın da öyle diyordu, onu dinleyelim."
Ahu'nun kendisi gibi sesi de titriyordu. Lola'ya yapabileceğim hiçbir şey olmayışı canımı sıkıyordu, içerisi yeterince aydınlık bile değildi. Koltuğun üzerine bıraktığım örtüye sarıp onu düzgünce yatırdım, sesi biraz olsun kesilmişti.
"Tamam, bu işin şakayla alakası olmadığını anladık. Evin içine kadar girip burada gezinmiş, köpeğime ne yaptığını bile bilmiyorum ve o kaset..." Durum değerlendirmesi yaparken bile içim daralmıştı, üstelik Ahu'yu burada kalması için ben zorlamıştım. Vicdan azabıyla dolup taşıyordum ve bu durumda mantıklı karar vermek çok zordu.
Birkaç dakika ikimiz de salonun ortasında volta attık. Lola arada bir kısık kısık inliyordu ve onu gördükçe içim parçalanıyordu. Kanaması düşündüğüm kadar fazla değildi, köpek daha çok korkmuşa benziyordu.
"Ahu..." Uzanıp elini tuttum. "Ben dışarı gidiyorum. Biri olup olmadığını kontrol edeceğim, sonra hızlıca..." Ahu hemen sözümü kesti. "Hayır, tek başına hiçbir yere..." Aynı hızda ben de onun sözünü kestim. "Gideceğim Ahu. İçerisi güvenli, kapıyı arkamdan kilitlersin. Ben yakınlardaki evlerden birine koşup yardım isteyeceğim. Başka çaremiz yok, birilerine ulaşmalıyız."
"Beni burada tek bırakamazsın, ben de seni tek gönderemem Dünya." Ciddiyetle konuştuğunda sinirle saç diplerimi ovaladım. "Ahu senden daha hızlı koştuğumu biliyorsun, içerisi senin için daha güvenli ve sabaha kadar burada bir şey olmasını bekleyerek vakit geçiremeyiz. Bir şey olursa eğer çığlık atarım, sesimi duyduğun an yardıma gelirsin, tamam mı?"
Fikir Ahu'nun aklına yatmıştı ama içinin rahat olmadığını biliyordum. Zaten ne kadar zor durumda kalırsam kalayım çığlık atmayacaktım, o evden çıkmaması gerekiyordu. Benim yüzümden ona bir şey olursa kendimi asla affetmezdim. İçindeki huzursuzluğu umursamadan onu gece benimle kalmaya ikna etmiştim.
Düşünmesine daha fazla fırsat vermeden kapıya yöneldim. "Ben hızlıca etrafa bakıp en yakın eve doğru koşacağım. Sen evde fazla ses çıkarmamaya çalış ve bir köşeye saklan, evde kaç kişi olduğumuzu bilmediklerine de eminim. Birilerini bulup hemen geri geleceğim, kapıyı iyice kilitle ve anahtarı yanına al." Ahu sessizce başını aşağı yukarı hareket ettirdi.
Kapıyı açacağım sırada yeniden hiçbir ses çıkarmadan bana sarıldı. İçine düştüğümüz duruma inanamıyordum, ikimiz de olayın ciddiyetinin farkındaydık. Ben de onun sessizliğine ortak olarak kollarımı titreyen bedenine doladım. Hafif kızıla çalan uzun kahverengi saçları yüzünü kapatsa da ağladığını seçebiliyordum.
"Işığın olmayacak..." Hızlıca boynundaki küçük kolyeyi çıkarıp bana verdi. Bu kolyeyi biliyordum, rahmetli annesinden kalmaydı. Küçük bir fener şeklindeydi, pili olduğu sürece gerçekten ışık da saçıyordu. Ahu karanlıktan korkmasın diye annesi bunu ona vermişti. "Işığı cılız ama çok zor bir durumda kalırsan işine yarar, dikkatli ol."
Çok zor olsa da ona gülümsedim ve kolyeyi kendi boynuma geçirdim. Bıçaklardan birini ucu yukarı gelecek şekilde tuttum, tişörtümün kolunun içine soktum. Böylece evine gireceğim insanlar benden korkmazdı, zaten Lola yüzünden üzerimde de kan izleri vardı.
Kapıdan hızlıca çıktım, Ahu kapıyı tamamen kilitleyene kadar orada bekledim. Bu sırada gözlerimle hızlıca çevreyi taramıştım ama pek bir şey görebildiğim söylenemezdi, uzaktaki ışıklar dışında her yer karanlıktı.
Sessiz olmak için fazlaca çaba harcıyordum, bir şeylere takılıp gürültü yapmak istemezdim. Boynumdaki kolyenin düğmesine basıp ışığını açtım, önümü aydınlatmaya yetiyordu. Hızlı ve mümkün olduğunca temkinli adımlarla evin çevresinde dolaştım, hiçbir şey yoktu.
Kimse görünmüyordu, bu içime bir nebze olsun su serperken bana en yakın gibi görünen eve doğru tüm kuvvetimle koşmaya başladım. İçimden dualar ediyordum o evdekilerin bana yardım etmesi için, kapıyı bile açmazlarsa ne yapardım?
Ayaklarım her adımımda acıyordu ama durmaya vaktim yoktu.
Durmamam gerektiğini sanıyordum, ta ki bir çığlık sesi daha duyana kadar. Evden çok uzaklaşamamıştım, çığlık sesi de doğruca arkamdan geliyordu.
Ahu'nun acı dolu çığlığı yüzünden sendeledim ve yere düştüm, hızlıca toparlayarak öncekinden daha kuvvetli bir şekilde eve geri döndüm. Fark edilme korkusuyla kolyenin ışığını hemen kapatmıştım, koşarak evin salona bakan camının önüne geldim.
İçimdeki korku katlanarak artıyordu, ellerim daha şiddetli titriyor, ihtimaller beynimde dolanıp duruyordu. Ahu'nun çığlığı kesilmişti, sesi tamamen kesilmişti. Hızlıca kenarlardan tutunarak pencereden içeri baktım.
Ahu yerde yatıyor, Lola onu sardığım battaniyenin içine sinmiş kısık sesle ağlıyordu. Ahu'nun başı benim olduğum pencereye dönüktü, beni görmüştü. Gözlerinin feri gitmişti, beni gördüğü halde bir tepki vermiyordu. Hemen sonrasında gözleri kapandı.
Neler olduğunu bilmiyordum, Ahu peşimden gelmek için kapıyı mı açmıştı? Başka bir ihtimal daha zihnime hücum ettiğinde şaşkınlıkla ses çıkarmamak için elimle ağzımın üzerine bastırdım.
Belki de... Adam evin içindeydi ve ben çıkıp gittiğimde Ahu kendini içeri kilitlemişti, çıkamayacağını bilmeden. İçerideki ayak izleri bile bunu düşünmemizi sağlamadı, Lola'yı dışarıda görmemiz yetmişti içeride kimse olmadığını düşünmemiz için.
Adam oldukça uzun boyluydu, siyah hafif dalgalı saçları elmacık kemiklerine kadar uzanıyordu. İfadesi soğuktu, hiç kıpırdamadan Ahu'nun başında durmuş Lola'ya bakıyordu. Gözlerimin Ahu'ya kaymasını istemiyordum, boştaki elimle kolyesini tutup sıktım. Bu kolyeyi ona geri vermem gerekiyordu, ölmemeliydi.
Son kez sarılmış olamazdık, son kez taklit oyununu oynamış olamazdık, son kez kahve içmiş olamazdık... Bugün, son günü olamazdı.
Adam içimi ürpertiyordu, konuşmayı bildiğinden bile emin değildim. Nedense kasetteki sesin ona ait olduğunu hissediyordum. Gözlerinin altı mosmordu, öylece durmuş Lola'ya bakmaya devam ediyordu.
Elim ayağım tutulmuş gibiydi, içeri girip Ahu'yu uyandırmak istiyordum ama yapamazdım, kendi can güvenliğim de yoktu.
Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum, sessizce yerimde kalmaya devam ettim. Adam siyah kısa kollu bir tişört, bir kot pantolon ve çamur içinde botlar giyiyordu. Yağmur yağmamıştı, çamurun nereden geldiğini de bilmiyordum.
Evimin loş ışığında gözlerinin önüne düşen saçları yüzünü daha keskin kılıyor, onu gözümde çok daha korkunçlaştırıyordu. Lola'nın üzerinde öylece duran bakışlarına takılmıştım, sıradaki adımını tahmin edebilsem elinden kurtulabilirdim ama imkansızdı.
Başı aniden bana döndü, soğuk bakışları anında gözlerimle buluştu.
Pencerenin kenarına tutunan elimin gücü kesildi, yere düştüm. Birkaç saniye bile sürmedi toparlanmam, önceden koştuğum yöne doğru yeniden koşmaya başladım. Nefes nefeseydim, yakalanırsam ne olacağını tahmin edebiliyordum; ölecektim.
Arkamdan gelen botların seslerini duyuyordum, giderek yaklaşıyordu. Hiçbir ışık yoktu, önümü göremiyordum ama o, bir vampirmiş gibi hızlı ve seri adımlarla ilerliyordu. "Yardım edin!" Olur da biri duyar diye çığlık attım ama bu, onun hızlanmasına neden olmuştu.
Birden üzerime bir bedenin çullandığını hissettim, ufak çığlığımla ikimiz de yere düştük. Çimenlerin üzerinde sertçe kaydım, tişörtümün bir kısmının yırtıldığını hissediyordum, derim sızlıyordu.
Bıçağı savurmak istediğimde çoktan elimden kayıp gittiğini fark ettim, kim bilir nerede düşürmüştüm. "Ölmek istemiyorum." Ellerimi tek eliyle hapsettikten sonra diğer elini ağzıma kapattı. "Ben de sesini duymak istemiyorum." Sesi buz gibiydi, kelimelerinde canlılık yoktu. Konuşmaya devam etti. "Ama herkesin istediği olmuyor."
Kollarımı bedenime bastırıp hareketimi kısıtlayarak beni kucağına aldı, tek koluyla bir poşet gibi taşıyordu. Onun karşısında benim gücüm hiçbir şeydi, ölmeye mahkumdum. Bunu idrak ettiğimde içime bir öfke yerleşti bu canavara karşı.
Bu öfkenin korkumun üzerine geçtiği an tüm gücümü topladım ve ona bir tekme savurdum, tekme istediğim etkiyi verecek kadar sertti ama hiçbir şey olmadı. Adam hafifçe sendeledikten sonra beni daha sıkı tuttu ve adımlarını sıklaştırarak eve ilerlemeye devam etti.
Düşündüğüm kadar çok koşamamıştım bile, eve gelmesi oldukça kısa sürdü. Ahu'nun yerde uzanan bedenini görebiliyordum. "Ahu! Ahu!"
"Öldü." Üşüdüğümü hissediyordum, bu bahar gününde. Kulağımda bir ses yankılandı. Gelecekte bu geceyi hatırlayıp güleceğiz.
Adam kenara itilmiş halının altındaki parkeleri kaldırdı, merdivenleri görebiliyordum. "Seni pis cani, neden onu öldürdün, neden!" Durmaksızın debelensem de hiçbir işe yaramıyordu. Beni umursamazca merdivenlere itti, birkaç basamak aşağı düşsem de hızlıca indim merdivenleri.
Arkamdan gelerek kapıyı kapattı, içerisi artık tamamen karanlıktı.
"Bu evde birinin yaşamasına katlanamıyorum, sadece cesetler olmalı burada." Sesinden çok düşünceleri içimi ürpertmeye devam ediyordu. "Beni de öldürecek misin?" Ağlamıyordum artık, gücüm çekilmiş bir şekilde yerde öylece oturuyordum. Gözüm karanlığa alışmıştı, onun bedenini seçebiliyordum ama etraftaki eşyaların ne olduğundan habersizdim.
Böyle bir bodrum kat olduğundan bile habersizdim.
"Sen de öleceksin, ne kadar yalvarırsan yalvar." Başımı aşağı eğdim ve Ahu'yu düşündüm. "Sana yalvarmak değil, yüzüne tükürmek istiyorum. Öldüreceksen öldür, birinin hayatının bedelini ödemek sana korkutucu gelmiyor demek ki."
Adam söylediklerimi umursamıyordu, farkındaydım. "Sesini kaydedeceğim, sonrakiler için. Son sözlerini söyle."
Boğazımı temizledim. "Beni dinleyecek kişilerin senin gibi bir psikopatla karşılaşacakları için şanssız olduklarını biliyorum, kaseti kurbanlarından başka kimsenin dinlemeyeceğini de." Sesim titriyordu ama o bunu önemsiyormuş gibi değildi.
"Şimdi de bu kaseti dinleyeceklere bir şeyler söyle." O kadına yaptığını bana yapıyordu. Hiçbir şey söylemediğimde boğazımda keskin bir şey hissettim.
Ne zaman yanıma geldiğini anlamamıştım bile, çığlık attım ama hareket edemezdim. "Söyle dedim."
"Ne olursa olsun birbirinizden ayrılmayın ve en yakın eve doğru koşun. Kaçın, arkanıza bir kez olsun bakmadan." Kaydı durdurmak için bıçağı geri çekip uzaklaştığını hissettiğimde kolyeyi hatırladım. Hemen düğmesine basarak ayağa kalktım, etraf o kadar karanlıktı ki içeriyi hemen aydınlatmıştı.
Belki de bana yardımcı olan şey, Ahu'nun ruhuydu. Önümü aydınlatan onun ışığıydı. Gözümden bir damla yaş süzüldü.
Adam ani ışığın nereden geldiğini anlamayıp bıçakla bana doğru bir adım attı fakat yüzümü gördüğü an, durdu. Bunu ben de beklemiyordum, kendimi kaçmaya hazırlamıştım.
Duygusuz bakan gözlerinde bir an acı gördüm, buz gibi sesi birden ılıdı ve fısıldadı. "Anne?"
Sertçe yutkundum, bu adama acımaya niyetim yoktu. Ondan en uzak köşeye kaçtım, merdivenlerin kapağını kilitlediğini duymuştum, kaçışım yoktu ama süremi uzatıyordum. Başını hafifçe aşağı eğdi ama gözlerini yüzümden alamıyordu. "Anneme benziyorsun."
Tükürürcesine konuştum. "Senin gibi bir çocuğu olduğu için utanıyordur."
Bu onu sinirlendirmedi, tüm gücü çekilmiş gibi yere oturdu. Şimdi ikimiz de çaresiz duruyorduk. "Onu son gördüğümde 5 yaşındaydım." Güçlü sesi iyice kısılmıştı. Bana hikayesini anlattığına inanamıyordum, korkum varlığını korumaya devam ediyordu.
"Babam onu evin girişine gömdü, bu eve gelen herkes mezarına basıyor. Her zaman çiçekler ektim ve suladım, kimse umursamadı." Duygularını çözemiyordum, hiçbir şey hissetmeden konuştuğunu sanıyordum ama en derininde acı olduğuna emindim. Çiçekleri sulama işi botlarındaki çamuru da açıklardı.
Yüz hatlarımı incelemeyi bırakıp gözlerime baktı. "Ben de insanları umursamayı bıraktım. Babam beni hep bu bodruma kapatırdı, üvey annem de öyle. İşkenceler, acılar... Hiçbir şey hissedemez oldum anne, senin üzüntünü bile. O kadın o kadar kötüydü ki... Sigaralarını hep kollarımda söndürürdü. Babam sürekli beni döverdi, ağlayamazdım bile. Ağlamanın ne olduğunu da unuttum zamanla. Hiçbir şey oldum ben. Bu lanetli evin, hiçbir şeyi. Boş bir beden, saf bir öfke; ne fazla, ne eksik."
Konuşması bittiğinde psikolojisinin bozuk olduğunu ve kendini koruma yönteminin bu olduğunu anlıyordum. Ona doğru bir adım attım, belki buradan kurtulabilirdim. "Annen... İnsanları öldürmeni istemezdi."
Kaşlarını kaldırarak bana üzgün bir bakış attı. "Ama annem, insanları öldürmediğimi biliyor." Bunu o kadar inanarak söylemişti ki, tüylerim diken diken oldu. Öldürdüğünden bile habersizdi.
"İsmin ne senin?" İsmiyle seslenirsem belki de çocukluğu ve annesine olan özlemi depreşirdi, insanları daha iyi anlardı.
Başını hafifçe iki yana salladı, düşünüyordu. "Hiçbir şey."
Kendine gelmiş gibi ayağa kalktı, istemsizce geriledim. "İnsanları öldürmen gerekmiyor, kimsenin canını yakman gerekmiyor. Senin canını çok yakmışlar ama..." Bana doğru gelmeye devam ediyordu. "Senin canını yakanlar gibi olman gerekmiyor."
Durdu. Aramızda sadece iki adımlık mesafe vardı. Kaçarsam beni anında yakalardı, hareket edemiyordum.
Yutkundu ve kapalı avucunu bana uzattı. "Al." Uzanıp elindeki şeyi aldım, bu bir anahtardı. Birkaç adım geri çekildi. "Arkadaşını öldürmedim, sadece baygın. Onu ayılt ve gidin buradan."
Doğru duyup duymadığımı algılayamamıştım, birkaç saniye öylece yüzüne baktım. Tam hareket edeceğim sırada, beni durdurdu. "Sana bir kere..." Yutkundu. "Sarılabilir miyim?"
İkilemdeydim ama o an kimseyi öldürmediğine inandım. Sadece ona öğretilen hayat tarzını yaşıyor gibiydi, insan olmaya çalışıyor gibiydi. Yanına gidip hızlıca sarıldım ve geri çekildim.
"Teşekkür ederim..." Sanki içini bana açmaktan artık rahatsızlık duymuyor gibiydi. "İlk kez birine sarıldım."
Ne düşüneceğimi ve hissedeceğimi bilmeden merdivenlerden çıktım, Ahu'nun yanına gittim. Gerçekten nefes alıyordu, bu beni o kadar mutlu etmişti ki o ana dek tuttuğum gözyaşlarımı serbest bıraktım.
Güç de olsa onu ayılttım ve Lola'yı da alarak o evden koşarak çıktık.
Güneş doğarken yanımda polislerle o eve gittiğimde, tarif ettiğim yerden girişi olan bir bodrum kat bulamadılar. Evde onun varlığını kanıtlayacak hiçbir iz yoktu, o gerçekten hiçbir şeydi.
Kimseyi öldürmeyeceğini bana sarıldığında hissetmiştim, sadece birilerine varlığını kanıtlamak istiyor gibiydi.
Onu bir daha görmeyeceğimi biliyordum, onu bir daha kimse görmeyecekti.
Benim kasetimi kimse dinlemeyecekti çünkü artık bildiğini biliyordum; tek ihtiyacı sevgiydi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro