bölüm iki; heather park.
nasıl bir anda az önce anlattığım düşüncelerimin temelli değiştiğini görmek sanırım sizin için oldukça gülünç bir durum. beni içten içe bitirse de gerçekten öyle olduğunu inkar edemeyeceğim.
ama chan, şu an diliyorum da, keşke sadece seni ne kadar sevdiğimi bilseydin.
peki, olanları kısaca özet geçmeye çalışacağım. özet geçmekte hiç iyi değilim aslında, istemsizce en ufak ayrıntısına kadar anlatacağım büyük ihtimal. ama sözde özet diyelim.
sohbetimize güzelce devam ediyorduk ki bulunduğumuz koridorun ilerisinden bir ses geldi. aramız çok sıkı fıkı olmasa da arada sırada konuştuğumuz, hâl hatır sorduğumuz olduğundan sahibini hemen tanıdım: heather.
"hey, gençler!" bu havaya ve geç bir saat olmasına karşın sesi enerji ve hayat doluydu. bunu kendime, size itiraf etmekte hâlâ zorlanıyorum ama onu deliler gibi kıskanıyordum. belki de nedeni bu yüzdendi. sesi her daim böyleydi, tonu harikaydı. o tam anlamıyla mükemmeldi.
benimse sesim her ne kadar istemesem de hep soğuk, yorgun çıkardı. konuşmakta zorlanırdım çünkü pek sosyal değildim. 18 yıllık hayatımın son yıllarını ağır bir depresyon ve anksiyete ile baş etmeye çalışarak geçirmiştim ve durum değişmiş değildi. hayattan bezmişlik üzerimde öyle bir yük bırakıyordu ki... tek yaşama sebebim chan'ı da kaybedişimi görmek beni neredeyse öldürücü bir durumda bırakıyordu. heather, benim sahip olmadığım veya özgüvensiz olduğum her şeydi.
elindeki şemsiye ile yanımıza geldiğinde sıcacık bir gülümseme sundu her ikimize. sadece dudaklarının kenarları kıvrılmamıştı gülümserken; o güzel gökyüzünden de güzel ve parlak mavileri de gülümsüyordu. bu beni bitiriyor, yerle bir ediyordu.
bizim onu merakla izlediğimizi (aslında daha çok chan bunu yapandı.) görünce şemsiyeyi uzatmıştı. "abim arabayla beni almaya geldi. yani buna pek ihtiyacım yok fakat anlaşılan sizin için durum aynı değil. alabilirsiniz."
hafifçe eğilirken ikimiz de teşekkür ettik. chan şemsiyeyi almak için elini uzattı ve o sırada ikisinin elleri birbirine değdi. oldukça net ve özgüvenli arkadaşımın bir anda eli ayağına dolaşmış, utançtan ne yapacağını bilemez hâle gelmişti. heather bu olaya kıkırdamakla yetinmiş, ardından ikimize de iyi geceler dileyip okuldan çıkmak üzere koridorda ilerlemişti.
o an kalbim atmayı durdurmuştu.
tüm bu süre boyunca yaptığım tek şey chan'ı izlemekti. tanrım... gözleri... işte, son öldürücü darbe kesinlikle buydu. öyle bakıyordu ki gözleri. sanki kendimi görmüştüm. çok, çok güzeldi ama içim büyük bir üzüntüyle dolmuştu. o hüzün dolu gözleri benim en güzel manzaramdı. kendime acı çektirmeyi sevmiyordum ama bang chan benim tüm duygularımı birbirine karıştırıyordu.
sonuç olarak biricik aşkım, o kıza abayı yakmıştı.
bugünü, aralığın üçünü tarihe kazıyın, tamam mı? bugün jeon jeongguk'un ölüm günü.
o gece hiç konuşmadan evlerimize kadar gitmiştik. zaten bang ailesi hemen bitişiğimizde oturuyordu. iyi geceler diledikten sonra her ikimiz de avlu kapısından girmiş ve o güne bir son vermiştik.
bende chan'ın kazağı, chan'da heather'ın şemsiyesi ve heather'da da chan'ın kalbi vardı.
bir polyesterdan başka hiçbir şeyi olmayan sadece bendim. oldukça acınası duruyor, değil mi? ama heather'dan kim nefret edebilirdi ki? o çok iyi bir arkadaştı, bir melekten farksızdı. ondan nefret etme hakkına sahip değildim. yine de bir anda kendimi onun ölmesini dilerken bulmuştum.
heather park, avustralya'dan babasının çalıştığı şirketin bir şubesi kore'ye kurulduğu için gelmişti. okulumuza adım attığı andan beri chan'ın gözleri asla onun üzerinden düşmemişti. ve belki de ikisi de avustralyalı olduğundandır, son derece iyi anlaşıyorlardı. chan buraya alışması, uyum sağlaması için en çok emek veren kişi olmuştu.
başka birisine karşı bunu yapmış olsa onu över, adına çok mutlu olurdum. ama chan'ın bunu heather'a, sevdiği kıza yapıyor olması sinirime dokunuyordu. kıskançlıktan aklımı yitirecek gibi oluyordum. yine de sahte bir tebessümden başka seçeneğim yoktu.
bulunduğum şu acınası durum kesinlikle iğrençti ama değiştirmek için cesaretim yoktu. hayatımın sonuna kadar korkak ve aptal veledin teki olarak yaşamaya mahkumdum. ben, jeon jeongguk, tam anlamıyla buydum. heather'ın tam tersi. chan'ın onu ne kadar sevdiğini düşününce, bir şansımızın olması ihtimali sıfırın kesinlikle altına düşüyordu.
işte, bu yüzden, tanrım... keşke heather olsaydım.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro