genç ve daim sıcak
𝖒𝖔𝖗𝖓𝖎𝖓𝖌 𝖗𝖆𝖎𝖓 𝖎𝖓 𝖏𝖚𝖓𝖊
" tek bölüm; genç ve daim sıcak "
ミ★
Genç adam, topuzundan serbest kalan altın sarısı bukleyi kulağının ardına alırken adımlarını sıklaştırdı. Yağmur sonrası şehre yüzünü gösteren güneşin ilk ışıklarıyla beraber devasa müze binasının önüne vardığında, sabahın etkisiyle uyuşmuş olan zihni ayılmış, kimsenin fark etmeyeceği bir parıltı gizlenmişti bakışlarının altına.
Alışkanlık haline gelmişçesine arkasını döndü, çoğu dükkan yeni açılıyor, cadde yavaşça günlük canlılığına kavuşuyordu dakikalar geçtikçe. Her sabah olduğu gibi, o koyu gözleri aradı bakışları. Yolun karşısında olsa dahi, her seferinde yakalayabildiği o irislerle karşılaşıyorsa, tüm gün boyunca yüzündeki tebessümün onu terk etmeyeceğinden emin olabilirdi çünkü. Düşünüldüğünde, saniyeler süren bir göz teması dahi nefes alış verişini hızlandırıyorsa, olası bir günaydının hayali ile hafif bir tebessüm eşliğinde kıvrıldı dudakları. Kampüste nadiren gördüğü nazik bir yüzdü, Odin aşkına, daha adını dahi bilmiyordu.
Gözlerinin içerisine bir denizi gizlemiş olan oğlan yolun karşısındaki tıknaz ve duvarları çeşitli motiflerle bezenmiş binaya dikti bakışlarını. Eski İngiliz mimarisinin son örneklerinden olan bina sanki kendi başına bir dünyamışçasına, camlarından sarkan sarmaşıkları ve devasa kapısının önündeki sıralanmış çiçekleriyle tanıklık ettiği en güzel kış bahçesi olabilirdi. Kapının biraz ilerisinde, küçük bir kamyondan indirilen bitkileri taşıyan oğlan gömleğinin kollarını sıvamış, yüzünün bir kısmı kucağındaki devasa bitkinin ardına gizlenirken gözlerini kısmıştı hafifçe.
Elbet ki Thor, delici bir şekilde diğer oğlanın gözlerinin içine baktığının farkına dahi varmamıştı. Ve pişman da değildi ki, saniyeler sonra kendininkilerle buluşan koyu gözler sıcak bir şekilde adeta gülümsemiş, oğlan kucağındaki bitkilerle kış bahçesinden içeri girerken onu göğsündeki garip hisle baş başa bırakmıştı.
Önünden geçen araba onu gerçekle buluşururken gözlerini ovuşturdu, rüzgarla beraber yeterince dağılan topuzunu açtı ve saçlarını şöyle bir karıştırdıktan sonra binanın önündeki yaşı dolayısıyla yeşillenmeye başlayan mermer basamakları çıkmaya başladı.
Günlerinin çoğunu burada, müzede geçirir olmuştu. Dersinin olmadığı günler sabahtan akşama kadar müzenin arşivlerine ve kitaplarına gömülüyordu- arkadaşlarının onu zorla dışarı sürüklediği günler hariç. Kimsen Tony'nin cuma akşamı gazabından kaçamazdı.
Thor. İroniktir ki sanki ailesi bunun geleceğini görmüştü. Evet, Odin gibi yedi diyarda hüküm süren bir babası yoktu ama Essex'deki ufak pastanesinde sürdüğü hükümden memnun olduğundan emindi. "Günaydınlar, Çekiçlerin Lordu" Ayrıca, bir de müze görevlisi Bayan Chalamet'in ona taktığı garip isimler vardı.
"Gök gürültüsü tanrısı, Bayan Chalamet. Ayrıca size de günaydınlar" belli belirsiz bir baş haraketiyle yaşlı kadına selam verdi, cebinden anahtarlarını çıkardı. Sergilerin önünden kısaca geçerken daha arkalarda kalan, ade arşiv kapısının önüne geldi. Alçak tavanlı, raflardan oluşan kütüphaneleriyle oda oğlanın içini sebepsiz bir huzurla dolduruyordu. Ev arkadaşının aksine düzenli yerlerle alıp veremediği bir şey yoktu- düzenin bahsi açılmış iken, gününüzü Buchanan'ın odasında geçirin ve savaş alanı neymiş görün.
Bir çocuk gibi oradan oraya hoplayan ev arkadaşının kaplumbağası Florence'ın üzerine basacağı fikriyle evden çıkmadan önce odasının kapısını kilitliyordu uzun süredir. Bucky-ev arkadaşına her seferinde kırklı yıllardan fırlamış tam adıyla seslenmiyordu- odasının notlardan ve kitaplardan geçilmediğinden yakınsa da, ikisi de kağıt yığınlarının arasında yaşamayı öğrenmişti.
Bir köşeye itilmiş küçük masanın üzerine yerleştirdi çantasını, kulaklıklarını çıkardı. Arada sırada onu ziyaret eden ve çoğunlukla müzede kilitli kalmasını engelleyen güvenlik görevlisi Bay Hammer, mermer zeminde dizlerini kendine doğru çekmiş, kucağındaki kitaba kafasını gömmüş bir şekilde uyuduğunu gördükten sonra içeriye bir masa ve sandalye yerleştirmeye karar vermişti- en azından artık beli değil ama boynu tutuluyordu. Şarkının sözlerini silik bir şekilde duyumsarken hafif, uykulu bir şekilde omzuna yatırdı başını. Önündeki ciltli kitabın kapağını açtı, kalemini dudaklarının arasına almıştı. Dersinin olmadığı her günü burada geçirsede asla şikayet ettiği söylenemezdi.
Orada ne kadar süredir oturduğunun, sol bacağının uyuştuğunun farkına saatinin tiz sesiyle vardı. Dağılan saçlarına, gözünün önüne düşen buklelere gitti bir eli, farklı sayfalarda kalan, çeşitli kitapların aralarına ayraç görevi gören notlarını yerleştirdikten sonra kapadı ciltli kapaklarını.
Yaz yüzünü göstermeye başlamış olsa dahi bür kaş gündür hava gbeş ve yapmur arasında bir kararaızlık yaşıyordu. Zemin ıslak, toprak kokusu silikti. Thor'un düşünecek çok fazla vakti vardı.
Arşivden çıktığında, o sıradan öğrenci oluyordu. Günlük hayatla bütünleşen silik insanlardan birisi, yemek molasında parkta oturup kahvesiyle bakışan o oğlan oluyordu. Kişiliğinin normalliğe devrilmesinden öylesine çekiniyordu ki her gün tanıklık ettiği küçük olayların dahi ayrıntılarını görüyor, kendisine ait bakış açısını herkesden sakınıyordu. Bir sabah uyandığında, tepesinde dikilen Buchanan ve makasını gördüğünde oğlanı camdan aşağı sarkıtmakla tehtit etmişti. Kavga ettiklerinde konu her zaman makastan açılırdı, ikiside uyurken birbirlerinin saçlarını kesmeyi en büyük tehlike sayar, gerçek bir tüfekten yada bıçaktan mutfak çekmecesindeki makastan korktukları kadar korkmazlardı.
Evdeki acı kahvesini ne kadar özlese de müzede geçirdiği günlerde çözünür kahveler eşlik ediyordu ona. Kulaklıkların sağladığı monoton ritimden sıkılmış, termosunun üzerindeki tutuşu gevşemişti. Sokağa ne zaman çıktığının farkında değildi. Sonbahardan kışa devriliyordu günler, yeşil ve canlı battaniyelerinden yoksun ağaçlar heykeller gibi sıralanmıştı yol boyunca. Bakışlarını asfalttan uzaklaştırıp kış bahçesine çevirirken yüz ifadesi yumuşadı, dudaklarını birbirine bastırarak adımlarını sokağın sonundaki parka yöneltti kararsızca. Bu kısa anlarda hatırlatırdı kendini hayat. Finaller, girmesi gereken sınavlar, Tony'nin bu gece onu sürükleyeceği yerler, ziyaret etmesi gereken ailesi ve o evde değilken Bucky'nin Florence'in üzerine basıp basmayacağı.
Büyük ihtimalle çoktan soğumuş olan kahve termosunun üzerindeki tutuşunu gevşetirken hala kendisini terk etmeyen uyuşukluk hissiyle ovuşturdu yanağını boştaki eliyle.
Bir bankta uyuyup kalması beklendikti.
Benklenmedik olan omzundaki sıcak dokunuş, birilerinin onu uyandırma çabasıydı.
"Nefes alıyor musunuz?"
Kahve komasına girmediğinden yada ölmediğinden emindi oysaki. Gözlerini hafifçe açarken karşısında ona doğru eğilmiş, sorgular bir şekilde başını hafifçe yana eğmiş olan koyu gözlü oğlanı buldu.
—& bu kurgu iamdramaqueenx içindi
edited; ³⁰¹¹¹⁸
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro