Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

KALP AĞRISI🌑

İçimde değişkenlik gösteren şu fırtına ruhumun parçalarından  adeta birini koparıp götürdüğünde  bu gün gökyüzü halime ağlamaya devam ediyordu. İçimde bir his vardı...

Karanlık yollardan geçiyorum sanki adımlayarak. Gözlerimi ayna karşısında kapatıp, öylece bekliyorum. Üzerimde oluşan değişkenliği hissedebiliyorum, sakinliği, karanlığı, durgunluğu. Açıkçası üzerimde meydana gelen her şeyi büyük bir nefesle hissedebiliyorum. Boynumda bir nefes hissederken sanki dudaklarının varlığını hissetmiş gibi gözlerimi açtım. Aynadan baktığımda tam da arkamdaydı. Dudaklarımdaki gülümsemeye engel olamadan ona doğru güldüğümde o da bana gülümsemişti.

Ölümümün  bile bu adamın yüzünden olmasını isterken artık bakışlarım, hislerimi adeta ele geçirmişti. Saç tellerime kadar karıncalanmayı hissederken aslında orada, arkamda olmadığını görüp başımı hızlıca iki yana sallamıştım. Ben...

Ne görmüştüm az önce?

Arkama bir anda döndüğümde bomboş bir odadan ibaret olduğunu fark edince büyük bir transtan çıktığımı anladım. Aptal gülümsemelerimin ardından yeniden aynaya döndüm.

Vücuduma  yapışan siyah boğazlı sadece sol omzu açık bir elbise giymiş, bacaklarıma giydiğim siyah ince kilotlu çorabımla birlikte kısa saçlarımı her zamanki gibi serbest bırakmış ,kırmızı bir rujla adeta kombinimi cuk diye yerine oturtmuştum.İçim de yeniden oluşan bir His'in daha bütün bedenime yayılmasına izin verdim. Sakin kal Arzu...Bu gece her şey çok güzel ilerleyecek, sandığından da iyi geçecek belki. Çünkü sevdiğin bir adamla beraber olacaksın...

Saat dokuza yakın telefonum çaldığında arayan Cenkti. Bedenimi sarmalayan amansız bir heyecanla telefonu açarak kulağıma koydum. ''Alo? hazır mısın Arzu, ben geldim kapının önündeyim.''  sesi oldukça tok ve sert çıkmıştı. Geldiğine sevinerek ''Tamam iniyorum şimdi.'' diye cevap vererek telefonu kapattım.
Siyah uzun kabanımı omuzlarıma atıp çantamı aldığımda odamdan çıkarak çıkış kapısına doğru yürüdüm. Botlarımı alarak ayaklarıma geçirdiğim de kapıyı ardımdan kapatarak aşağıya indim. İçimdeki heyecanın kat ve kat artmasına rağmen soğuk havanın yatıştırıcı hissiyle adımlarımı kontrol etmeye, oldukça nazik yürümeye çalışarak Cenk'in arabasına doğru ilerliyordum.
Arabanın  farlarından dolayı onu zar zor görsem de dikkatlice ona bakışlarımı yoğunlaştırdığımda üzerimi süzerken o tatlı tebessümünü fark etmiştim.
Ne yapacağımı bilemeden çoktan elim ayağım birbirine girmiş gibi hissediyordum bile.
Çok geçmeden kapıyı açarak yanına oturmuştum.

"Uzun zaman oldu seni böyle görmeyeli. Gerçekten çok şık görünüyorsun" dediğinde üzerime kısa bir bakış atarak arabayı hareket ettirdi.
"Teşekkür ederim ama sen, her zamanki gibi aynısın" dedim. Yani, öyleydi ama.

Dudaklarında yeniden bir gülümseme meydana geldi fakat sabahki halinden eser yoktu.
Bu durumu sormaya karar vererek "Ters giden bir şey mi oldu?" Diye sordum.
Çenesi gerildi o an ve direksiyonu daha sıkı tuttu.
Yanındaki cama kısa bir bakış atıp "Yok bir şeyim merak etme."

"İşte tamda burayı anlamıyorum!" söylediği söz gerçekten hoşuma gitmemişti. "insanlar benim hayatımı derinlemesine kadar her şeyi biliyorlarken ben karşımdakine onun hayatıyla ilgili ve sorunuyla ilgili bir şey sorduğumda hiç bir şekilde yanıt alamıyorum. Bende mi bundan sonra böyle olsam nasıl olur ha doktor?!"O an ne dediğinin farkına varmış gibi gözlerini sıkıca kapayıp açtı.''Arzu, ben öyle söylemek istemedim sadece...'' elimi alıp tuttuğunda donup kalmıştım. Elimi tutmuştu doktor. Cenk, elimi tutmuştu!..

Tenim karıncalanmaya başlarken bin tane duygudan duyguya geçiş yapmıştım adeta. ''Seninle güzel bir gece geçirmek istiyorum sadece. Sıkıntıdan üzüntüden uzak. Güzel, özel bir gece. Amacımız bu değil mi?'' Eli elimi daha  çok sıktı. Nefesim kesilmişti, sanki o an yaşamıyor da bir an dengemi kaybetmiş gibiydim. Eskiye bir toz gibi üfleyerek geriye dönmüştüm. ''Şey..'' dedim cümlemin devamını getiremeden. Elleri öylesine yumuşak ve kusursuzdu ki, bir an bırakmasını hiç istemedim. Gideceğimiz yere kadar keşke ellerimiz böyle kalsaydı. Böyle şeyleri düşünecek kadar kaçıncı seviyeye gelmiştim kim bilir. ''Haklısın yani, Özür dilerim.''

Kısık bir şekilde gülerek ''Özür dilenecek bir şey yapmadın güzelim sadece zamanı geldiğinde eğer istersen benim hayatıma da inebiliriz. Ama ilk olarak önceliğim sensin. Senin için buradayım.'' öyle kibar öyle tatlı dilliydi ki bu adam, hayatımda karşılaşmadığım bir kişiliğe sahipti. İncitmekten son derece korkan, içinde büyük bir yırtıcı kuş barındıran bir adamdı bu. Yaşadığım onca travmalardan sonra deneyimlerimden çıkarttığım sonuçtu bu. Ona giderek bağlandığımı ise bariz kabul ettiriyordum kendime.
"Artık güzel şeyler olsun istiyorum. Kabuslar görmek istemiyorum. Sanki bir uçurumdan atlıyormuş gibi nefes nefese uyanmak istemiyorum. İnsanlar da bana bir şeyler anlatsın istiyorum. Bilmiyorum ki yanlış mıyım"

"Yanlış değilsin. Hepimiz bir şeyler anlatmak isteriz. İnsanlar psikologların bile hiç derdi olmadığını düşünür. Benim bir sürü derdini başka psikoloğa anlatan meslektaşlarım var." Duyduklarımla birlikte şok içerisinde gözlerimi yoldan ayırarak ona baktım, gülüyordu. ''Kulağa garip geldi değil mi?'' diye sordu ardından. Onun güzel suratına bakmaya devam ederken istifini bozmadan yola bakmaya devam ediyordu. Sanki içimde kopan fırtınaların, bir yere ulaşma arzusuyla kavrulmamın sebebi oydu. Artık kafamdaki soru işaretlerinin yok olmasını isterken yenisi eklenip duruyordu. Darmadağın olmuş zihnimi toparlamaya çalışırken birde yanımdaki bu adamı çözmek her şeyini araştırıp çözmek istiyordum. Zihnimi kurcalayan bir matematik problemi gibiydi.

Biz, serin buz gibi bir yere geldik. Poyrazlı, dalgaların kıyılara vurduğu sesle yankılanan bomboş bir yerdeydik. Denizin tuzlu nemi, kokusu burnuma nüfus ederken etrafıma baktım arabadan inip.

Az ötede sarı bir ışık gözümü aldı. Oraya doğru bakarken uçuşan saçlarımı geriye attım hemen. Cenk'in elini belimde sarılı halde bulurken titreme geldi bir an. Ona doğru baktığımda yüzündeki hayranlık bakışı bir an kaybolup "Benimle gelmeye devam et lütfen." Dedi. Onunla yürümeye başladım.
Taşlı yollardan geçtik. Yürümesi biraz zor olsada etrafın loşluğu beni hayran bırakmıştı bile. Ayağım sendeledi bir an ki çok geçmeden beni tutmuştu. Kolu belimde daha sıkılaşmış ve kendine yaslamıştı. "Dikkat et burası biraz zorlayıcı kabul ediyorum."

Gözlerimiz olabildiğince yakından kesiştiğinde yüzündeki tezatlığa vurulup "artık zoru seviyorum sanırım" dedim. Mavi hareleri karanlıkta yoğunlaşıp derin bir okyanusa dönüşürken ben onların içinde boğuldum sanki, nefes alamadım.
Dokunuşları ardından ısınıyordum. Eksik bir şeyler vardı tamamlıyordu. Bana hiç olmadığı kadar alışkın olduğum sıcacık gülümsemelerinden yolladı. Gülerken dudaklarının kenarları inanılmaz güzel kıvrılıyordu ve sert otoriter kişiliğinden sıyrılıp çocuk tarafını gösteriyordu bu sayede  resmen.
Bu inanılmaz garip ve değişik hissettiriyordu bana.

Patika yolu geçip merdivenlerden inerken denizin şiddetini kayaların ardından giderek daha yakından duyabiliyordum.

''Hava serin ama istersen dışarıda oturabiliriz. Üşürüm dersen içeriye geçelim.'' söylediğine cevap vermeden ahşap evi süzdüm. Öylesine güzel ve hoş bir havası vardı ki, ta öteden gördüğüm gözümü alan ışığın sebebi bu evdi demek ki. ''Şimdilik içeride oturalım mı, belki sonra çıkarız.'' dedim ona hayran dolu bakışlarımı yollayarak. Anlayışla başını sallayarak evin merdivenlerini tırmandık. Kapıya geldiğimizde arkama baktım. Denizin heybetli görünümü buradan daha netti artık ve Cenk'e bu konuda ne diyeceğimi, nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyordum bile. Evin kapısını açarken beni hala daha o şekilde görüp güldü. ''Burada kendini gördün değil mi?'' diye sordu denizi kast ederek. Bu adam nasıl içimden geçenleri okuyabiliyordu her seferinde, canımın ona doğru kayıp gittiğini hissediyordum yavaş yavaş. Düşüncelerimin ve Hislerimin tercümanı oluyordu her seferinde. Ben ise ne diyeceğimi bilemeden ona baktım, sanırım bir ara başımla onaylamıştım onu, yaptıklarımın ve söylediklerimin bilincinde olmadığım bir an yaşıyordum bu gün.

İçeriye geçtiğimizde sıcak bir ortam karşıladı beni, Loş bir ışık, hemen karşımda yanan bir şömine, önünde oturulmak için ayrılmış minderler ve hemen sağımda güzel bir sofra. ''Yani ben, pek restoran meraklısı bir insan değilim. Çok kalabalıkta sevmiyorum. Belki burada daha iyi olur diye düşündüm, seveceğini de tabii.'' ilk defa konuşmakta kararsız kalmış ve her zaman diksiyonu bu kadar güzel olan adamın cümleleri eksik çıkmıştı. Ben etrafa bakıp ''Burası gerçekten güzel. Teşekkür ederim.'' dedim. Sofrayı göstererek ''Sen mi hazırladın yoksa?'' diye sordum. Hızla arkasına dönüp sofraya baktıktan sonra kocaman gülümsedi. ''Ben buraya genelde çalışmak için geliyorum, ama çok nadir. Tabii burayı çekip çeviren bir yardımcım var tabi kii. Ama elinin lezzetine güveniyorum Sema abla harika yemek yapar, bizim için hazırladı.'' son derece de keyifliydim, öyle nazik ve kırmak istemezcesine konuşuyordu ki sıyırcaktım kafayı, nazik insan görmeyeli o kadar uzun zaman olmuştu ki...

Cenk gibi bir doktor hayatıma girdiğinden bu yana etrafımın odun insanlarla dolu olduğunu, ve ben o insanların içinde yaşadığımı yeni yeni fark ediyordum. Kabanımı çıkardığımda ''Ver bana'' diyerek elimden aldı ve kapının hemen arkasındaki askılığa astı. Kendi ceketini de çıkarırken ''Bir şeyler içmek ister misin?'' diye sordu. ''Evet, lütfen.'' gittikçe ona mı benziyordum bende yoksa? Hala daha odanın ortasında durduğumu fark ederek biraz ilerledim. Hemen sağ köşede camdan bir dolap vardı, içinde sayısızca bana çokta yabancı gelmeyen içki şişeleri yerlerini almış bize merhaba diyerek parıldıyorlardı. Tam tahmin ettiğim gibi Cenk, dolaba doğru ilerledi ve kapaklarını açtı. ''Ben sınır koymayı sevmem. Baban pek içkiye tahammülü yok ama bütün suçu bu gece ben üstleniyorum. En azından yemekte ve şimdi, bir kaç kadeh içmenin zararı olmaz.'' keyfim daha da yerine gelerek derin bir nefes aldım. İçkiyi uzun zamandır bırakmıştım, tam bir bağımlısı olduğum söylenebilirdi ama, sebebi olmadan yüzünü unutmuştum zamanla. Kadehlere kan kırmızısı şarabı doldurmaya başlamıştı. Arkasından ona bakıyor, güzel anatomisini istemsizce baştan aşağıya izliyordum.

Başkaydı bu adam, bambaşka...

''Ben bu gün, seninle sabaha kadar sohbet etmek istiyorum aslında Arzu. Konuşmamış konu bırakmayalım istiyorum. Aslında Her gün seninle buluşmak ve konuşmak istiyorum.'' bana doğru elindeki kadehlerle beraber yürürken daha da yakınlaşan kokusuyla beraber derin bir nefes aldım. Elindeki şarabı alarak durmadan bir yudum aldım içimdeki alevle. Bu hareketime şaşırarak ''Yavaş ol kızım, zor bir şey mi istedim yoksa senden?'' dedi. Gözlerimi büyütüp hızla başımı iki yana salladım. ''Hayır hayır, ben seni sabaha kadar dinlerim biliyor musun. Uyuma de uyumam. Gerçekten uyumam.'' ben konuştukça yüzü daha da güldü ve boynunu geriye attı. Öylesine çekici olurken ne ara onunla duvar arasında sıkışıp kaldığımı anlamamıştım. Etrafımı kuşatmıştı her şeyiyle sanki. Kurtulmak isteyen kimdi ki hoş...

''Gece on ikiye daha var. Eğer açsan geçelim sofraya.'' dediğinde yüzlerimiz oldukça yakındı. Cümlelerimi zar zor toparlayıp ''Şey, ben böyle iyiyim. '' bir kaç dakika yüzlerimize bakakaldık. Kalbim, kalbine karıştı, gözlerinin içine girdim. Etrafımı tamamen kuşatmıştı, odadaki bütün eşyalar kaybolup gitmişti. Sadece, kutu gibi bu odada biz vardık...
Kalp ağrısı çekiyordum...

"Ayakta kalma oturalım."

Şarabından bir yudum alıp minderlere doğru ilerledi.
Karşılıklı konmuştu bu büyük minderler ve bende onun gibi bağdaş kurmayı çok istesem de üzerimdeki  elbisemden dolayı dikkatlice oturarak karşısına yerleştim.
"Renkli giyinmeyi sevmiyordun değil mi?"

"Asla!" Diye direttim hemen. Bu imkansız gibi bir şeydi. Aksine gülümseyerek "çiçekli böcekli falan filan.." diye dolandırdı dilinde.

"Ama benim karşımda çiçek gibi bir kız var." Dedi. "onu ne yapacağız?" Saçlarıma uzandığında dirseğini dizine dayamış bana doğru uzanmıştı."Saçların çiçek bahçesi mesela. Çiçek gibi koktuğunu daha önceden söylemiş miydim peki?" Yüzümdeki gülümsemenin sebebi olurken gözlerimi kapattım. Artık eli yanağımdaydı, büyüsüne kapılmıştım, sıcacıktı eli, dokunduğu her yerde bir uyuşma oluşuyordu çok geçmeden.
Ne ara bu reddeye gelmiştim hatırlamıyordum bile. Anın büyüsü bütün bedenimi çevrelemişti.
"Çiçek yapraklarından bir yerde bana ayırır mısın?" Gözlerimi açtım. Gülümsüyordu. Bunun zaten cevabı belli değil miydi ki?
"Ayırırım tabikii."
Eli yavaşça yanağımdan çekilirken boşluğa düşmüşüm gibi hissettim. Onun gözlerinde savrulup giderken kendime anca gelebilmiştim. Ardından, Şaraptan bir yudum daha aldım. Şöminenin hemen yanında büyük bir kitaplık vardı. En alt raflarda kitapları incelerken onun ismine denk geldim.

Cenk Özer.
Doğru okuyordum değil mi? Gözlerimi kıstım. Bir sürü Cenk Özer ismi.
"Sen kitap mı yazıyorsun?" Diye sordum ona hemen. Oda yakalanmış bir ifadeye bürünerek "hiç yazar gibi durmuyorum değil mi?" Diye güldü. Başımı hayran kalarak iki yana salladım. "Bana uzatır mısın lütfen incelemek istiyorum." Elindeki bardağı yere bırakıp ayağa kalkmadan kitaplığa uzandı. Altı kitabı da çıkarırken iki eliyle kavrayıp önüme bırakı. "Bence inceleme, oku. Senin için imzalayabilirim. Nasıl olsa karşında bir yazar var." Dedi alaycı bir tonda. Ona kısa bir bakış attım ve kitaplarını incelemeye koyuldum.

Yetişkin Çocuklar
Cenk Özer

HİS
Cenk Özer

İnsan ve Davranış
Cenk Özer

Babalık
Cenk Özer

Ve daha niceleri...
İşinde ne kadar başarılı olduğunu ve severek yaptığını anlarken HİS adlı kitabını elime aldım. Kitabın arkasını çevirdiğimde bir söz karşıladı beni. ''Hisler insanı kendine getirir, His insanın saç tellerine kadar dokunur.'' gözlerimi mavileriyle buluşturdum. Bana yarım tebessümü ile bakarken ''Ödünç alabilir miyim?'' diye sordum. Gözleri büyük bir canlılıkla açıldı ''tabii ki, senin olabilir.'' hayatımda tek bir şeyi serbest bıraktım kendime o da kitap okumayı. Kitaplara aşıktım. Bitmek bilmeyen sonsuz sayfalardı benim için, sınırı yoktu.

Derin bir nefes aldım, daha önceden de gözüme çarpan tomar halinde dizilmiş A4 kağıtları görünce ''Yine bir şeyler yazıyorsun sanırım.'' dedim. O an inanılmaz bir telaş kapladı onu. Gözlerini kaçırmaya ve kekelemeye başladı ''Evet, evet o başka bir kitap için yani başka bir konu üzerine yazıyorum.'' dedi. Gerildikçe gerildi ve o an neden böyle bir ifadeye büründüğünü hiçte anlamlandıramadım. Bahsetmek istemediği çokta açıktı ve daha fazla uzatmadım. ''Yemeğe geçelim mi? Sanırım acıktım'' dedim. Bu söylediğime biraz da olsa rahatlayarak ayağa kalktı. ''Hadi o zaman.'' elini uzattı kalkmama yardım etmek isterken, elini tutup kalktığımda birlikte masaya oturduk.

Sofra gerçekten güzel görünüyordu, gittikçe iştahım açılırken Cenk yeniden ayağa kalkmış, hafif slow bir müzik açmıştı, müziğin tınısı odayı doldururken yutkunarak ona baktım. "Müzikte bize eşlik etsin" dedi. "İyi olur" dedim gülümseyerek.
Yemeklere başladığımızda olabildiğince kibar yemeğe çalışıyordum, evdeki halimden eser kalmamıştı artık. Bir süre odada çatal bıçak sesleri eşlik ederken şarkıya daldırmıştım kendimi.
Büyük dalgınlığımı bölen ise Cenk'in sesi olmuştu en sonunda.

"Evden kaçtığımda 15 yaşındaydım." Dedi. Gözlerim onu buldu hemen. Dikkatlice onu dinlemeye başlamıştım.

"18 yaşımda evden kaçıp sokakta kaldım. Para kazandım. Önce bir fırına çalışmaya girdim. Ekmek sattım, daha sonra sabah dörtte uyanıp sokakta simit satmaya çıktım. Sonra üniversiteye okumaya gittim. Üvey Babamdan dolayı kaçtım evden. Psikolojik baskısı da şiddeti de bitirdi beni. Biriktirdiğim paralarla Üniversiteyi bitirip annemi yanıma alacaktım çünkü benden daha çok eziyet gördü annem. Okuyacaktım, çok param olacaktı.  Bir yandan hep okuyup çalışmaya başladım. Daha sonra Fabrikada işe başladım ben. Küçük bir eve geçtim. Daha sonrasında annem aradı hep beni. Babamın telefonlarını hiç açmadığım için annemden duyuyordum ne bok yaptığını. Tam en sonunda dedim ki hazırlan geliyorum seni almaya, annem reddetti. Babamın yanında kalacağını ısrarla söyledi. Bir iki ay onunla da hiç konuşmadım. Çöküşteydim, yalnızdım. Hiç arkadaşım olmadı. En azından dertleşecek birileri...O günün akşamında baya içmiştim. Annem aradı, açmayacaktım ki uzun zamandır ne yapıyor ne diyor bende merak etmiştim onu, o yüzden açtım. Aykut'un çok hasta olduğunu söyledi, bu yüzden ona bakacak birileri olmadığı için ve yanında kendi isteğiyle ne olursa olsun kalacağını benimde artık eve dönmem konusunda çok ısrarcı oldu. Aykut üvey babam yani, Tabii birde üvey kardeşim var, Batuhan. O daha bebekti evden ayrıldığımda, açıkçası çok umurumda değildi o zaman kendisi. Aykut hastalanınca daha doğrusu tehlike bitince eve döndüm. Tamamen değil, çünkü bir süre sonra tek yaşamaya alışmıştım ve istesem de eve dönemezdim. Eve geldiğimde sanki her şey bıraktığım gibiydi. İki katlı o ev, hala bütün görkemiyle yerli yerindeydi, yardımcı çalışanlar bile hiç değişmemişti. Annem ikinci kez zengin bir adamla evliydi yani...'' derin bir nefes alıp güldü. Yemem, içmem kalmış, pür dikkat onu dinliyordum. Onu dinlemek öylesine zevkli bir hal almıştı ki bütün yaşamım boyunca gözlerinden geçen anılarda kendimi bulmuştum. ''Aykut gerçekten de yatalaktı, bitkisel hayata girmişti resmen. Öylece bakıcıya muhtaç bir insan olmuştu. Bu parametreye  çok inanıyorum biliyor musun Arzu?'' son kadehinin dibine vurup işaret parmağını hemen  havaya kaldırdı ''Senin elin ayağın var, beynin var, konuşmaya yarayan bir dilin var fakat sen bunları yıllarca şiddet için kullanıyorsun ama ne tesadüf ki yıllar sonra bütün her şeyini kaybederek yatağa düşüyorsun, hiç bir şeyini kullanamıyorsun. Şimdi paradoksa bak, kötüye kullandığın bütün nimetlerini yıllar sonra kaybediyorsun, resmen al sana bu ceza demek.'' gülümseyerek uzaklara daldı. Söylediklerinde, çıkarmış olduklarında o kadar haklıydı ki. Yaşamış olduklarının zorluluklarını düşündükçe üzüldüm. Şu an karşımda tek başına hayat mücadelesi vermiş güçlü başarılı bir adam oturuyordu.


''Hayat sana acımasız davranıyorsa sende hayatın tek bir göz yaşına dahi bakmayacaksın. O zamanlar metodum buydu. Nefretle ve Öfkeyle beslendim ben. Aykut yatakta bana duygusuzca bakıyordu, bomboş. Yanında genç bir adam oturuyordu. Batuhan, kocaman bir delikanlı olmuş. İlk girdiğimde tanıyamamıştım onu oldukça büyümüştü. İçimden o an deli gibi ağlamak geldi. Ben hiç göz yaşı dökmedim hayatım boyunca ama o an  deli gibi haykırarak ağlamak istedim işte. Yine tuttum kendimi. Aykut iyileşti ama. Fizik tedaviyle hala bastonla geziyor ama artık duruldu.  Bir şeyler ona ders vermiş demek ki. Hayatta her şeyin muhakkak bir karşılığını alırsın Arzu, bir ay olmaz seneler olmaz belki yaşlılığında belki ölüm esnasında. Psikoloji okumak benim ufkumu genişletti, insanlara daha geniş çerçeveden bakmamı sağladı. Asıl en büyük avantajı bana hayatı çözmemi sağladı. Bir baktım ki artık insanların içini okuyabilen bir doktor olmuşum. Bu zor bir işti. Hayatımın sınırsız bir tatile dönüşmesini keyifle izledim. Başarmak yolun yarısıdır. Bende daha yolumun başındayım.'' dedi en sonunda gülümseyerek. Yine farkını göstererek son noktayı koyduğunda elimi dayamış olduğum başımdan çekerek sersemce sofraya baktım. Bana resmen hayat hikayesini anlatmıştı.

''Hastalarına da hep böyle misin?'' diye merak ettiğim bir soruyu sordum ona .

''Ben hasta olarak görmüyorum onları. Yani seni de, ve hayır hiç birisine hayat hikayemi anlatmadım. Hiç kimseyi buraya getirmedim. Evime götürmedim. Bir tek sen geldin ve sen biliyorsun.''

"Kendimi özel hissetmeli miyim bilmiyorum" dedim ilk defa düşünmeden cümlelerimi söyleyerek. Sanırım bu büyük bir gelişmeydi benim için.
Masada öylece bakışırken gözleri dudaklarımla gözlerim arasında gidip geldi ara ara. "Hislerinden emin olursan eğer işin daha kolay olur. Kitabımı oku olur mu? Çünkü tam senin seveceğin tarzda olduğunu düşünüyorum." Çok geçmeden toparlanıp ağzını peçete ile sildi. Ne yani? Bu kadar mıydı?
Bakışmaya devam etmeyecek miydik? Kendimi buna gerçekten çok kaptırdığımı fark ettim. Beni kısa süreliğine de olsa etkisi altına alabiliyordu.

Daha sonra bir şarkı çalmaya başladı ve Cenk ona kulak kabarttı, gülümsedi ve ayağa kalktı. Bana elini uzattığında "Dans edelim mi?" Diye sordu.
Bir eline, bir de ona tedirgin bakışlarımı atarak "Da-dans mı? İyide ben beceremem ki!"

"'Çok da güzel dans ediyorsun bi kere" diyip elimden tuttuğunda çok geçmeden ayağa kalkmış kendimi kollarının arasında bulmuştum.
Bir eli belimi sıkıca kavrarken diğer eli elimdeydi. Vücutlarımız tamamen bir bütün olmuştu ve onunla yeniden bu kadar yakın olmak nefesimi kesmişti. Gözlerimiz birbirini yerken onunla birlikte bir geri bir ön adımlamaya başlamıştım.
"Gördün mü? Sadece bu kadar" dedi. En doğalından ayağına basmamaya özen gösterirken hipnoz olmuştum bedeninin arasında. Beni öylesine büyülüyordu ki zaman durmuştu ve ben kör olmuştum. Kalbim yeniden kayıp gitti ona doğru. Hislerime yeniden tercüman olmuştu.

Dansın anına bırakırken kendimi beni olduğum yerde döndürerek belime yeniden sarıldı. Sanki dans pistinde sadece ikimiz vardık ve seyircilerin önünde performansımızı sergiliyorduk. Ona doğru gülümsemeye başlarken gülümsememe eşlik etti. Bu günü hiç ama hiç unutmayacaktım.

Gözlerinin içinde büyük bir etki altında kalırken kendimi böyle bir şeyin içinde bulacağımı hiç düşünemezdim. Ne ara cadı kimliğimden sıyrılıp kendimi bu adamın kollarında bulmuştum? Ve içimden her defasında dudaklarını öpmek fikri neden gelip duruyordu?
Kalbimi düşürüp yere bırakırken adeta ondan ayrıldım. Sanırım daha fazla yapamayacaktım, eskiye geri dönüyor, çocukluğumda geçirdiğim anıların bir kısmı gözlerimin önüne geliyordu. Cenk ise şaşırmış bir halde bana baksa da kendini çok geçmeden toparlayıp bana bakmaya devam etti hiç bir şey söylemeden.

"Ben, sanırım biraz başım döndü. Neden böyle oldu anlamadım, özür dilerim" Dedim, kollarımı etrafıma sardım utançla yere bakarak.

Yanıma yaklaştığında "sorun değil Arzu, sanırım fazla kaptırdık. Çıkalım mı dışarı hava almak ister misin?" Diye sormuştu. Ona baktığımda onaylar biçimde başımı sallamıştım. O da kısa bir tamam der gibi omzuma kısa bir an sıcak bir dokunuş kondurup kabanımı askılıktan alarak omuzlarımın üzerine attı. Kendi ceketini de aldığında kapıyı açtı. Elini her zamanki gibi belime atıp birlikte dışarıya çıktık ve o anda yüzümün cayır cayır yandığını fark etmiştim soğuk havayla yüzleşince.
Yanan tenimi soğuk havanın özgürlüğüne bırakırken yüzümü gökyüzüne kaldırdım.
Bu adamın bana asıl yapmak istediği neydi?
Hayatımı değiştirmek mi? Kendisine bağlamak mı? Yoksa gözümü kör etmek mi...

"Bana anlatacak mısın?" Sesini işittiğimde tamda arkamda, dibimde olduğunu hissedebiliyordum.

Kapalı gözlerimi açmamaya gayret ederek "neyi?"

"Az önce yaşamış olduğun şeyi? Yoksa ben mi söyleyeyim?"

Gözlerimi açtığım anda ona döndüm. Tamda tahmin ettiğim gibi, neredeyse dudaklarımızın bile çakışacağı kadar yakınlıktaydık artık. Yüz yüze...
Bana biraz daha yakınlaşmaya başladığında bir adım geriye gittim ama kalçam kısa sürede, balkonun tahta koluna dayanmıştı. Yine sıkışıp kalmıştım.
Kollarını yanlarıma doğru uzattığında yutkunduğunu gördüm adem elmasından. Gözlerim yüzünün her bir karesinde dolaşırken amacını anlayamıyordum.

"Bi-biliyorsan söyle o zaman." Dedim. Konuşabilme yetkimi kaybetmiş gibiydim. Bu kadar yakınlaşma hakikaten iyi değildi.

"Bir anda kızardın, gözlerime uzun uzun bakarken bir anda bakmayı kestin, yutkundun, dudaklarından nefes alıp vermeye başladın-"

"Uzun süreli yakın kalamıyorum" dedim lafını bölerek.

"Sarıl bana" kollarını açtığı anda şaşkınlıkla yüzüne baktım. "Ne?"

"Diyorum işte, sarıl bana. Bana şimdi sarılmanı istiyorum. Bana yakın kal."

Öylece dudaklarımı kemiriyordum. Kollarını hava da bırakmak istemezmiş gibi bana getirdiği bu istekle parmak uçlarımda hafif yükselerek boynuna sıkıca sarıldım. Kokusu çoktan burnumu esir alırken gözlerimi kapatarak kendimi kollarının büyülü anına bıraktım. Bana öyle sıkı sarıldı ki derin bir nefes alıp verdiğini bile duymuştum. Vücutlarımız bütün olurken vücuduma yayılan dalgalar bir kriz eşiğinin sinyallerini veriyordu bana fakat bu rahatsızlığımın üzerine giderek ona daha da sarıldım.
Kolları belim ve sırtıma yerleşmişken bir anda havai fişek seslerini duydum.

Transa geçmiş de yeni uyanmış gibi şaşkınla kendime geldiğimde ise kollarımı Cenkten çekmeden arkama bakarak kapkaranlık gökyüzünü aydınlatan renkli ışıklara baktım. Yüzlerimiz aydınlanırken bu kuş uçmaz kervan geçmez yerde bunun kimin yapabileceğini düşündüm.
Cenk'e ağzım açık bir şekilde bakarken beni izlediğini farkına vardım.

Ve Yeni yıla girmiştik...

Havai fişekler ardı ardına gökyüzünde yükselirken biz birbirimize bakıyorduk.
Bedenlerimiz birbirinden kopmamak üzere...
Gözümün önüne düşmüş bir perçem saçı kulağımın arkasına sıkıştırarak "yüzünde her bir renk ayrı güzel duruyor" dedi. "Hayatına kendim için geldim. Hem senin iyiliğin, hemde benim iyiliğim için kızım.."  cümlelerin mantığını kuramıyordum, ama gözlerinin parıltısı beni hipnoz etmişti. "Benimle çok iyi olacaksın Arzu. Seninle daha da iyi anlaşacağız.."

Selaaammm!!
Yani şimdi kitaplar için kaç kişi kaldık bilmiyorum ama eskisi kadar PR'ını yapamıyorum kitapların kabul.
Bu da sanırım düzensiz bölüm yayınlamamdan kaynaklanıyor olabilir.
Ama ben bu sene üniversite sınavına gireceğim ve hayatımda çok fazla değişiklikler meydana geldi. Bu beni wattpadden çok kopardı diyebilirim.

Girdiğim her fırsatta bölüm yazıyorum arkadaşlar ve olabildiğince aktif kullanmaya çalışıyorum. Sonunda bu kitaplada kanıtlamış oldum sanırım, yani hala daha buralardayım :)))

Umarım güzel bir bölüm olmuştur sizler için, düşüncelerinizi merak ediyorum doğrusu.
Tabi hala kitabı az çok hatırlayanlar varsa söcjdlcödkdlşd

Bu arada bölümü tamamlama saatim 01.00
Yorum ve votelarınızı eksik etmeyinizz lütfennn en azından bunu isteyeyim sizden🤗 yeni bölümde görüşmek üzeree 😚❤️

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro