Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

İğne Ve İplik


İçimdeki huzursuzluk öyle büyük ve baskındıki, gece boyunca parça pinçik edilmiş bir uykuyla başladım güne. Sağa sola dönmekten dağılan çarşafım ve büyük karmaşık bir topa dönen yorganımın içinde debelenip duruyordum. Alarmım bir kez daha öttüğünde oflayarak yataktan kalktım. Elimi yüzümü yıkayıp, içimdeki derin sıkıntıyı da peşimden sürüyerek hazırlanmaya başladım.

Gece polisler tarafından eve bırakılışım ve karşı dairemden koli koli kitap çıkarılması mahallenin epey ilgisini çekmişti ve sokağa adım bile atmak istemiyordum. Üzerimdeki ip askılı siyah atleti sıyırıp yerdeki halının üzerine attığımda, telefonumun melodik sesi doldu kulaklarıma. Ekrana kısa bir bakış atıp yanıtlamak için kulağıma götürürken, boştaki elimle gece çıkardığım sütyenin kaybolan askısını arıyordum.

"Günaydın Kaan Bey?" Dedim sorar gibi sesle. Bu saate niye aradığını anlayamamıştım.

"Günaydın Nil. Evden çıktın mı?" Dedi sıkıntılı bir sesle.

Dizlerimin üzerinde yere çöküp kaybolan askıyı bulmak için komidinin altına bakarken, "Hayır, hazırlanıyorum. Bir sorun mu var?" Diye sordum.

Keşke bir sorun olsaydı ve bugün işe gitmeseydim.

"Dün gece başına gelenleri duydum." Dedi temkinli bir sesle. Ben o esnada, komidinin altından çıkan tokamı ilgiyle süzmekle meşguldüm. Demek buradaydı, oysaki dakikalarca toka kutumda aramıştım...

"Oldu bir şeyler." Dedim geçiştirir gibi bir sesle. Kapatsaydıda giyinseydim, çıplaktım ve üşümeye başlamıştım. "Siz nereden duydunuz?"

Elimi yatağın başlığıyla komidinin yanındaki küçük boşluğa attım. Her yer tozlanmıştı, en son temizlik yapmamın üzerinden asırlar geçmiş olmalıydı.

"Handan söyledi..." Onun da ağzından bakla ıslanmıyordu zaten. "Sesin iyi geliyor ama istersen bugün izin kullanabilirsin. Sadece 2 randevu var zaten, biraz dinlenmiş olursun hem."

Keşke başka bir şey isteseymişim, nasılsa tutacağı varmış... Mesela dün geceyi yok saymak gibi.

"Çok iyi olur." Dedim elime gelen garip şeyi bacağımın yanına bırakırken. Handan duyduğuna göre babamda duymuş olmalıydı ama şu an bunu umursamayacak kadar meşguldüm. "Çok düşüncelisiniz Kaan Bey... Sağolun."

Elimi yatağın altına soktum. Tozdan içim kalkmıştı artık. Ve sonunda sütyenin kayıp askısına ulaştım.

"Ne demek Nil'ciğim. Görüşürüz, dikkat et kendine. Ha ama unutmadan... Ne zaman konuşmak istersen benimle konuşabileceğini unutma." Esin Çetiner öleli buda bana hepten sarmıştı. Özel hayatımı onunla paylaşmak istemiyordum ama kibar tavrı bile bazen ısrarcı yanını gizleyemiyordu.

"Sağolun. Görüşürüz Kaan Bey." Dedim tekrar.

Telefonu kapatıp yatağın üzerine bıraktıktan sonra yere oturdum ve sırtımı yatağa yasladım. Askıyı sütyene takarken, gözlerim komidinin yanından çıkan tuhaf şeye değdi. Sütyeni kenara bırakarak siyah küçük, bir halta benzemeyen şeyi elime aldım. Kaşlarım çatıldı. Misket gibi yuvarlaktı ve üzerinde makyaj fırçası ucu kadar küçük, süngerimsi, delikli bir tabaka vardı.

Dudaklarım aralanırken, aklıma gelen ihtimalle afalladım. Hızla ayağa kalkıp, pencereye yöneldim ve perdenin arkasından yola baktım. Dün gece beni bırakan siyah Honda Civic hâlâ sokağın başındaydı. Yere fırlattığım ip askılı siyah atleti üzerime geçirirken, telefonumda hızla bana verilen numarayı tuşladım.

Çağırmamın üzerinden henüz iki dakika geçmeden kapım çalınmaya başladı. Hızlı adımlarla antreyi aşıp kapıyı araladım ve uzun boylu adama elimdeki küçük şeyi uzattım.

"Bunu yatak odamda buldum." Dedim hâlâ şaşkınlığımı atamadığım için garip bir sesle.

Adının Demir olduğunu hatırladığım adam küçük şeyi elimden aldı ve kaşları çatık bir vaziyette inceledi. "Böcek bu." Dedi ve telefonunu cebinden çıkardı. Bakışları bana döndüğünde, "İçeriyi kontrol etmem de sakınca var mı?" Diye sordu. Bir kaç adım geriye çekilirken, içeriye girmesine müsade ettim.

Telefonda konuştuğu kişi Alper Şimşek olmalıydı. Aralarında geçen kısa konuşmanın sonunda, Demir önce salona yöneldi.

"Mesajda neler yazıyordu hatırlıyor musunuz?" Diye sordu. "Söylediği objeler yani?"

Ne dediğini anladığım an, "Okuduğun kitabın sayfaları..." Dedim.

Demir hızla iki raflı kitaplığıma yöneldi. Yaklaşık beş dakika süren bir kurcalamanın ardından, yatak odamdan çıkanın aynısından bir tane daha buldu.

"Başka?"

"Dinlediğin müziğin sözlerinde..." İkimizde aynı anda televizyon ünitemin alt bölmesindeki cd çalara yöneldik. Demir siyah kutuyu kucağına çektiğinde, kablolu kısımda aynı cisimden bir tane daha buldu.

"Bunlar ne Allah aşkına?" Dedim artık bariz bir korkuyla.

"Dinleniyorsunuz." Dedi Demir kısa bir açıklamada bulunarak. "Başka?"

"Paletindeki boyada ve salonundaki tablodayım..." Dediğimde ortalıkta bir palet olmadığı için Demir salondaki tabloya yöneldi.

Edouard Manet'in Kırda Öğle Yemeği adlı tablosu duvardan inerken arkasından bir tane daha dinleme cihazı çıktı.

Sarsılmam takriben ne zaman olurdu bilmiyordum ama bedenime vuracak olan dalgayı hissedebiliyordum. Bacaklarımı elektrik akımına kapılmış gibi ince bir titremenin sarmasıyla, ellerimi saçlarımın arasına daldırdım.

"Kim bilir ne zamandır dinleniyorum?" Dedim şaşkınlığım gitgide büyürken.

"Tamam, sakin olun." Dedi Demir. "Palet? O nerede?" Onun meraklı gözlerinin ardındaki bu gizemi çözmeye dair olan isteği görebiliyordum ama onu paletin olduğu odaya sokmam imkansızdı.

"İçerideki odada." Dedim yutkunarak. Durumu buradan nasıl çevireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu ama şüphe uyandıran davranışlarda sergilemek istemiyordum.

Gözlerimi Demir'in üzerinde biraz fazla oyalamaya çalıştım. Uzun boyluydu. 3 numaraya vurulmuş saçları ve sivri hatlara sahip bir suratı vardı. Dudakları, normalden bir tık daha kalındı ve kirli sakalı yüzüne ayrı bir çekicilik katmıştı. Kaşları ve burnu bir erkeğe göre fazla düzgün ve biçimliydi ki; sıkı fiziğinide göz önünde bulundurunca adamın cidden efsane olduğunu henüz fark etmeme şaşırdım. Gözlerimin üzerinde gereğinden fazla oyalandığını o da sezmiş olmalı ki, "Nil Hanım?" Dedi.

Gözlerimi kırpıştırarak dar kotun sardığı kalın baldırlarından çektim ve tekrar gözlerine odaklandım. Kahverengi gözleri, kısılmıştı ve hoşnutsuz bakıyordu. Aklıma gelmek üzere olan fikri gözlerinde gördüğüm çarpı işaretiyle hızla defettim. Kafayı sıyırıyor falan olmalıydım, bu kadar da basitleşecek değildim. Derhal kendime gelmeliydim.

"Sizi o odaya sokamam." Dedim doğrudan.

Kaşları çatıldı. "Ne sebeple?"

Basitleşmek pahasına dişiliğimi ortaya koysam bile asla taviz vermeyecek kadar sert bakmaya başlamıştı. Ya mesleğine çok bağlıydı, ya da eş cinseldi. Bu fikir beni güldürürken kaşları iyice çatıldı. Sanırım biraz daha susarsam, kimseye bırakmadan beni burada kendi boğazlayacaktı.

"Çünkü ben yaptığım resimlerin görülmesinden hoşlanmıyorum." Dedim.

"Ne bu şimdi?" Dedi huysuzlanarak. "Sanatçı tribi falan mı?"

Kaşlarımı kaldırıp omuzlarımı silktim. Ne düşündüğü umrumda değildi. "Ben sanatçı değilim Demir Bey. Sadece yaptığım resimler benim mahremimdir anlayış gösterin lütfen. Hem zaten o kapı hep kilitlidir. Birinin oraya girmesi imkansız."

Demir hadi ya dercesine kaşlarını kaldırdı. Ardından elinde tuttuğu dinleme cihazlarını gözüme sokmak ister gibi havada salladı. "İmkansız diye bir şey yoktur Nil Hanım. Şimdi bana o odayı da gösterin." Dedi. "Lütfen." Diye de ekledi.

"Ama olmaz diyorum." Dedim neredeyse ağladı ağlayacak bir hale gelirken.

"Canınızdan daha mı değerli?" Diye sordu. Beni ikna edemeyeceğini anlamış olmalıki ciddiyeti bir kenara bırakıp, yüzüne alay dolu bir ifade yerleştirdi.

"Hakan Boran hâlâ katil sayılmaz ve bu durumun sizi de hâlâ şüpheli yaptığını göz önünde bulundurursak, arama izniyle gelmek sadece biraz vaktimi alır. Ha o zaman da ne olur? Sadece ben değil, bir çok insan resimlerinizi görmüş olur." Kazanmış bir ifadeyle gülümsedi. "Hatta alt kattaki nezarette sizin için sergi bile düzenleyebilirim."

Açık tehdidiyle ofladım ve yüzüm beş karış asılırken, koluna sertçe çarparak yanından geçtim. "Resmen tehdit ettin beni!" Dedim asabi bir sesle. "Seni Alper Bey'e şikayet edeceğim görürsün sen!"

"Lütfen edin." Dedi eğlenen bir sesle. Kapının kilidini açmamı izlerken de, bıyık altı gülüyordu.

Kapıyı açtığımda içeriye doğru adım atacağı esnada elimi karnına koydum ve girmesini engelledim. "Tek bir şeye dokunursan vallahi oyarım seni!"

Elimin altındaki kaya parçaları kasılırken, gözlerini elime indirdi. Bileğimi tutup, karın kaslarına sinek konmuş gibi iterken gözlerini kısmıştı. "Sen de bana dokunmasan iyi olacak."

Sizden, sana geçmiştik. Süper! İnsanlarla aramdaki samimiyeti çok hızlı geliştirdiğim için biri bana madalya falan takmalıydı.

Ona gözlerimi devirdikten sonra kapının önünden çekildim. Bu adamın mesleğine aşık olduğu falan yoktu. Düpedüz eş cinseldi.

Çoktan odanın içine girmişti ve duvarlara asılı tablolara göz gezdiriyordu. İçim boğum boğum olurken dikkatini dağıtmak için, "İstersen seni arkadaşlarımla tanıştırabilirim." Diye ortaya laf attım.

"Arkadaşların?" Dedi başını eğdiği tablonun arkasından çekerken.

Yüzüme eğlenen bir ifade yerleştirdim. "Saklamaya çalışmana gerek yok. Anladım işte... Sen de hiç pasif tipi yok yalnız, istersen bir tane pasif arkadaşım var."

Ağır saçmalamak diye buna denirdi.

Diğer tabloya dokunmak üzereydiki durdu ve yüzünü buruşturarak bana baktı. "Sen ne saçmalıyorsun?"

Kollarımı göğsümde birleştirdim ve alt dudağımı dişlerimin arasına alıp usulca geri bıraktım. Üstü örtüyle kapalı tuvale bakmamalıydı.

"Genelde erkekler bileğimi itmek için tutmaz, hele de elim karnındaysa..."

Kaşlarını usulca havalandırdı. "Ya? Bak sen..." İlgisini çekmeyi sonunda başarmıştım sanırım. Emin değildim. "Ne için tutarlar, anlatsana." Dediğinde yapay bir merakla bakıyordu gözlerimin içine.

Tam ağzımı açıyordum ki, örtüyü kavradı ve bana tamamen sırtını döndü. "Anlat anlat dinliyorum." Derken sesinden adeta alay akıyordu.

Resmen beni ti ye alıyordu ve ben de kendimi yerin dibine soktukça sokuyordum. "İyiki hiçbir şeye dokunma dedim!" Diye cırladım son çare. "Ellemedik yer bırakmadın!"

"Bırakmam." Dedi başını bana çevirirken. Artık o da resmen piçliğine bana sataşıyordu. Gözlerini vücudumda ağır ağır gezdirdiğinde, ağzını burnunu kırmak istediğimi fark ettim. "Huyum kurusun. Başlayınca ellerim her yeri."

"Hay elin kopsun!" Dedim.

Gözleri irice açıldı. Sonra gülmeye başladığında, aşırı doz saçmalamaktan ve gerim gerim gerilmekten tüm sistemim çökmüş olmalıki ben de gülmeye başladım.

Bir an da ciddileşip, örtüyü kaldırdı. Ruhumu bir yığın insanın arasında çırılçıplak kalmış gibi hissettim. Dokunsalar, ağlardım.

"Bu ne?" Dedi doğal olarak. Şaşkındı.

"Elinin körü!" Dedim ağlamaya yatkın bir sesle.

"Diğerlerinden farklı duruyor." Dedi, afallamıştı.

Çünkü diğerlerinden farklıydı. Çünkü orada cesetler ve binlerce kan damlası vardı. Ama bu kadarını göremezdi. İstediği kadar baksın, farklılığın bu olduğunu asla çözemezdi. Belkide boşuna gerilmiştim ve saçmalamıştım. O resmi benden başka birinin anlaması imkansızdı.

"Çıkalım mı artık?" Dediğimde, sesim titriyordu.

Demir örtüyü geri kapatırken, ellerini birbirine çarptı. "Çıkalım, temiz."

Kapıyı kilitlediğimde, suçlu bir çocuk gibi afallamıştı. Çünkü ağlıyordum.

"Siz kadınlar ne tuhaf varlıklarsınız." Diye söylendiğinde, ona kaşlarımı çatarak baktım.

"Bir şeylere anlam yüklemeyi sevmemiz, bizi tuhaf yapmaz!" Diye bağırdım. "Anlamak istemeyen ve derin bakamayan erkek ırkını ahmak yapar sadece!"

"Cidden ağlamaya devam mı ediceksin?" Dedi şaşkınlıkla.

"Git evimden." Dedim burnumu çekerek. Kendimi şu an savunmasız kalmış bir kız çocuğu gibi hissediyordum. Hakan'ı özlemiştim. Ona sarılmak ve sakinleşmek istiyordum ama bunun artık imkansız olduğunu da biliyordum. Ben çünkü onun dünyasını yakıp yıkmıştım ve ortada bize dair hiçbir şey bırakmamıştım.

"Aşağıdayım." Dedi Demir. "Arkadaşa bunları incelenmesi için vereceğim, götürsün... Sen de evde başka bir dinleme cihazına ve ya benzeri bir şeye rastlarsan haber ver."

"Hakan hâlâ katil sayılmaz dedin..." Diye konuştum elimin tersiyle gözlerimi silerken. "O suçsuz mu?"

"Sen beni duydun mu?" Diye üsteledi.

"Hakan suçsuz mu?" Diye direttim.

"Sen beni duydun mu?"

"Duydum!"

"Suçsuz." Dedi.

Kararsız bakışları gözlerimde gidip geldi. "Dün gece mesaj gönderen kişi Tekirdağ tarafındaymış. Yani numaranın en son sinyali oradan alındı."

Yutkunamadım çünkü boğazıma bir taş döşenmişti.

"Cinayetlerin işlendiği günlerde nerede olduğu kamera kayıtlarıyla ispatlandı." Dedi omuzlarını çekerek.

Boğazıma döşenen taşlar, etimi yırtıyordu.

"Kitaplardan da bir şey çıkacağını sanmıyorum, belli ki kötü bir tesadüf." Dedi.

Ağzımın içi artık yarık yarıktı ve kendi kanımın tadını damağımın içinde sezebiliyordum.

"Kötü yanıldın sanırım." Dedi. Sonra bu dediğinden pişman olmuş gibi dudaklarını açıp kapattı. Sonunda susmakta karar kılmış olmalıki hafifçe omuzumu sıkarak evden çıktı.

Kapanan kapı üzerime yıkılmış gibi hissettim. Üzerime yıkılan öfkemdi oysaki. Altında kalmıştım ve ezilmiştim. Yanılmıştım. Öfkeyle öyle bir kalkmıştım ki, oturduğumda zararın en büyüğünü verdiğimi görmüştüm.

Hakan beni asla affetmezdi.

Oysaki benim onu asla affetmeyeceğimi düşünmüştüm. Geceden beri içim kırılıp kırılıp göğüs kafesimdeki boşluğa battıkça Hakan'a küfürler etmiştim. Şimdi hissettiğim ve biriktirdiğim tüm öfkenin yerini derin bir pişmanlık almıştı ve ben donmuş kalmıştım. Bu pişmanlıkla nasıl başa çıkacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Her şey berbat bir hal almıştı ve ben düşünemeyecek kadar beter bir durumdaydım. Çöktüğüm kapının dibinde, kilitle kapıya baktım. Bütün duygularımı resme döküp, içimde oluşan bu fırtınayı biraz olsun dindirebilirdim ama en mahremim ikinci bir göz tarafından görüldüğü için şu an resim yapmak dahi istemiyordum.

Ayağa kalktım. Üzerimdekilerden bir çırpıda kurtulup kendimi banyoya attım.

Mesaj atan kişi her kimse şayet hâlâ dışarıdaydı ve benim evimin içine giren biriydi.

Benden habersiz kimin girdiğini bilemezdim ve bu kişi Hakan olmadığına göre geriye sadece Çakıl kalıyordu. Çünkü evime kolay kolay kimseyi sokmazdım.

Çakıl olabilir miydi?

Henüz onunla yüzleşmemiz gereken bir konu daha varken, aklıma düşen bu ihtimale tutunmadım. Sakin kalmalıydım çünkü fevri davranıp, öfkeme yenik düşmem Hakan'ı kaybetmemle sonuçlanmıştı.

Çakıl böyle bir şey yapar mıydı?

Esas soru buydu. Bundan iki gün önce sorsalar bu soruya kocaman bir kahkaha atardım ama şu an için bunun da bir ihtimal olduğunu görebiliyordum. Onunla yüzleşmem gerekiyordu ama bunu erteleyebileceğim kadar ertelemek istiyordum. Önceliğim Hakan olmalıydı.

Mesajı atan kişi evin içine koyduğu dinleme cihazı sayesinde Hakan'a anlattıklarımı öğrenmiş olmalıydı. Bu da demek oluyordu ki, uzun bir süredir dinleniyordum. Salonumdaki koltukta oturduğumuz ve benim ona insanları farklı kimliklere bürüdüğümü anlattığım günü anımsamaya çalıştım. 6 Kasım Çarşamba günüydü... Üzerinden 9 gün geçmişti. 9 günden hesaplarsam, pek çok kez müzik dinlemiştim ve sadece bir kez resim yapmıştım. Resim yaparken konuşmazdım, bunu duyarak öğrenmesi imkansızdı. Kitap okuduğumuda biliyordu, belki eve girdiği zaman kitaplığımı görmüştü.

Birinin evimin içinde gizlice dolaştığı düşüncesi sırtımdaki tüm kasları usulca gerdi. Sıcak suyun altında dahi ürperdiğimi hissettim.

Belkide gerçekten evden defolup gitmeliydim çünkü bu gece burada yalnız kalabileceğime dair gram inancım yoktu.

Babama gidemezdim çünkü o evde kalmak benim için zindana atılmaya eş değerdi. Babamı buraya çağırmam ise ihtimal dahi değildi. İşin ucunu hayatta bırakmazdı ve hali hazırda öğrendiğine göre, muhtemelen şu an beni nasıl zapt edeceğine dair çoktan plan yapmış olmalıydı.

Ozan Özer'le kötü bir baba-kız ilişkimiz vardı ama beni kaybetmeyi hayatta göze alamazdı. Tıpkı benim onu kaybetmeyi asla göze alamayacağım gibi.

Çakıl'a karşı bu kadar şüphe içindeyken onu buraya çağırmam aptallık olurdu. Kovulduğum eve gitmem de zaten imkansızdı. Yarın bir gün her şey yoluna girip, aramızda tek bir sorun dahi kalmasada artık onun evine adım atmazdım. Öyle de pis bir kinci yanım vardı.

Hakan... İhtimal dahilinde dahi değildi. Kapısını bile açmazdı artık bana... Hatta sanırım onunla yüzleşmek benim için işin en sancılı kısmı olacaktı.

Kaan Saraç... Çok didiklerdi. İlkinde susmuştu ama artık susmayacağına emindim. Sonuçta başı belada olan birine evini açmak zorunda değildi ve açıyorsa da bir şeyleri bilmeye hakkı olduğunu savunabilirdi.

Duştan çıktım ve üzerimi giyinmek için yatak odama geçtim. Mor iç çamaşırı takımı, ip askılı atlet ve ince siyah penye çıkarıp hızlıca giyindim. Altıma kalın eşofman altı geçirdiğimde, buz kesen ayaklarıma çorap ve ek olarak yünlü bir çorap daha geçirdim. Petekler belli bir ısıda çalışıyordu ama dereceyi yükseltmenin vakti gelmişti anlaşılan çünkü üşüyordum. Belkide gergin vücudum, gevşeyemediği için bu kadar donuyordum. Askıdan eşofman takımının kapüşonlusunu da alıp üzerime taktım ve pencereye yöneldim.

Saat henüz öğlen oluyordu ve karnım açtı. Perdenin arkasından Honda'ya kısa bir bakış attım. Demir, arabanın kaputuna yaslanmış gözleriyle etrafı süzerek sigara içiyordu.

Telefonu alıp onu aradım. Gözlerini pencereye dikerek yanıtladı. "Efendim Nil Hanım?"

Yine Nil Hanım olmuştuk.

"Ben kendimi güvende hissetmiyorum. Tedirginim." Dedim. "Burada beklemenizde sakınca olur mu?"

"Zaten buradayım?" Derken pencereye gözlerini açıkça dikmişti artık.

Perdenin gerisinden gel işareti yaptığımda, sigarayı yere attı ve yanan izmariti ayakkabısının ucuyla söndürürken, telefonu kapatıp cebine sıkıştırdı.

Yaklaşık 5 dakika sonra kapı ağır ağır tıklandığında kapıyı araladım ve geçmesi için geri çekildim. "Kahvaltı yaptın mı?" Diye sordum.

"Yaptım." Dedi. Adamın eş cinsel olduğu falan yoktu. Sadece kıl herifin tekiydi.

Mutfağa girdiğimde eşikte dikilmeye başladı. Aklıma Hakan'ı yığan bir an oldu bu. Evime ilk ayak bastığında, mutfağın eşiğinde durmuştu. O güne geri dönmek istedim. Parmak uçlarımızın birbirine değdiği o anda sonsuza kadar yaşabilmeyi diledim. Yine gözlerim dolmuştu ve bu berbat bir histi. Regl dönemim yaklaşıyor olabilir miydi? Çünkü ben hiç bu kadar hassas bir insan olduğumu bilmezdim. Belki de yaptığım hata gerçekten çok büyüktü ve ben ne halt edeceğimi bilmediğim için oto boka ağlıyordum.

Kaynayan suyla çay demledikten sonra, dolaptan kahvaltılıkları çıkardım. Bu esnada zorda olsa Demir'i oturması için ikna edebilmiştim. Gerçi altında çivi varmış gibi rahatsızdı görüntüsü ama kapı eşiğinde dikilip zihnimle oynamasından daha önemli değildi.

"Muhabbetine de hiç doyum olmuyor." Dedim zihnimi dağıtmak için Demir'e sataşırken.

"Senin de çenen hiç durmuyor." Dedi bıkkınlıkla. "Tıpkı gözlerin gibi."

"Kötü bir gün geçiyorum." Dedim biraz daha anlayışlı olmasını umarak. "Ne kabasın."

"Seviyorsa affedecektir." Dedi sonunda bir parça insafa gelerek. "Ama önce bir süründürür bence. Gördüğüm kadarıyla çok gururlu biri."

"Ama benim yerimde kim olsa aynı şeyi düşünürdü." Dedim haklı bir yönümü arayarak.

"Mesaj atanın o olduğundan şüphelenmen başka, onun iki cinayetten aranan bir katil olabileceğini söylemen başka." Dedi Demir yanlışı nerede yaptığımı bana göstermek ister gibi. "Öfkeyle hareket etmiş olmalısın."

"Hem de nasıl..." Dedim hak vererek. "Ama cinayetleri o işlemiştir demedim ki ben. Alper Bey çekti hep o konuyu oraya." Resmen polise polisi şikayet ediyordum.

"Sen ona da hiç gözükme zaten." Dedi Demir. "Hatta ben de bir süre gözükmesem iyi olacak."

"Niye ki?" Dedim merakla. Tamam ben adamı resmen yanlış yönlendirip bir ton uğraştırmıştım da, Demir ne yapmıştı acaba?

"Hiç ya." Dedi. "Eksik bilgi aktarımı yüzünden biraz ağzıma sıçtı o kadar."

"Sen de ona mı aşıksın yoksa?" Dedim pat diye. "Alper Bey'den bahsederken gözlerinin içi parladı resmen."

Demir masada çatal, kaşık, bıçak tarzı kesici ve delici aletleri yoklarken sıkıntıyla omuzlarımı düşürdüm.

"Biliyor musun..." Alt dudağım hafifçe büküldü. "En yakın arkadaşım bana aşıkmış."

Demir omuz silkti. "Ee ne var bunda?"

"En yakın arkadaşım kız Demir."

Gözleri irice aralandı. "Sen ondan takıksın bu eş cinsel muhabbetine." Dedi gülerek.

"Ama benimle uğraşma bak, nişanlıyım ben." Dedi ve parmağındaki yüzüğü gösterdi. Açıkcası hiç dikkat etmemiştim. Demek bana o yüzden hiç pas vermemişti, işine aşık veya eş cinsel olduğundan değil, sevdiği bir kadın olduğundan. Vay be... Delikanlı adamdı.

"Ay..." Diye iç geçirdim. "Düğün ne zaman?"

"Yazın kısmetse." Dedi.

"Hayırlı olsun." Dedim.

"Darısı başına diyeceğim de, öfkeli bir erkek arkadaş ve lezbiyen bir aşıkla zor gibi." Dedi kahkaha atarak.

Omuzuna bir tane geçirdim. "Bak üstüme gelme zaten moralim bozuk." Kalkıp ikimizede birer bardak çay doldurdum.

"Seninki geldi." Dedi birden. Keskin kulakları olmalıydı...

Çaydanlığı hızla bırakıp, kapıya koştum ve gözümü kapı deliğine yasladım.

Hakan kapısının eşiğindeydi... Sırtı bana dönüktü ve eve girmek üzereydi. Durdu. Başını ağır ağır kapıma çevirdi ve siyah gözlerini kapının arkasına gizlenen bedenimi görebiliyormuş gibi kıstı. Yüzünde, kalbimi zonklatan bir donukluk vardı ve ben onun gözlerine çıplak gözle uzunca bir süre bakamayacağımı o an anladım.

Gözlerini kapımdan çekti. Eve girmek ve buraya gelmek arasında ikilemde kalmış gibi duraklıyordu. Belki de düşünüyordu. Hesap sormaya değer mi? Diye düşünüyordu. Başını çevirdi, önüne döndü ve büyük bir adımla eve girdi. Kapıyı öyle bir çarptıki, ömrüm boyunca uğraşsam asla açamayacağımı göstermek ister gibi... Demek ki, değmezdi.

"Şu perdeleri as bari." Dedim hayıflanarak. "2 metre boyun var ve hiç yardımcı olmuyorsun. Canım çıktı burada."

Hava neredeyse kararmıştı ve ben evde temizlenmedik iğne deliği bırakmamıştım. Demir yerden iğne kaldırmayarak bir köşede put gibi durmuş asla yardım etmemişti. Buzdolabını çekip arkasını sildiğimde, avizenin tozunu aldığımda bile kılını kıpırdatmayan adamın perde asmasını istemem benim hatamdı.

"Ne çok söylendin ya!" Dedi sonunda sabrı taşmış gibi. "5 saatte tüm kadın milletinden soğuttun beni yemin ederim!"

"Kolum koptu kolum!" Dedim isyan ederek. "Ne var yani bir el atsan!"

"Vazife başındaki memura iş yaptırmaya utanmıyor musun?" Dedi gülerek. Galiba kendime yeni kanka bulmuştum çünkü Demir'le baya iyi anlaşmaya başlamıştık. Sanki kırk yıldır tanışıyorduk gibi bir samimiyetle birbirimize sataşıp duruyorduk. Temizlikti, ona çatmaktı derken zihnimi fizana kadar uğurlamıştım.

"Vazife başındayken yaptığım yemekleri gömmeyi biliyorsun ama!" Dedim kaşlarımı çatarak.

Gözlerini devirmekle yetindi. Bir ayağım pencerenin pervazında, diğeri koltuğun tepesinde iki büklüm halde perdeleri takmaya devam ederken telefonumun melodisi doldu evin içine. "Telefonumu uzatır mısın?" Diye sordum.

"Bak onu yapabilirim." Dedi. Telefonu bana verdiğinde, ona bir kez daha gözlerimi devirdim.

Babam arıyordu. Geç bile kalmıştı aramak için, o yüzden şaşırmayı bir kenara bıraktım.

"Efendim?"

"Sabahtan beri aramanı bekliyorum Nil." Dedi ciddi bir sesle. Zaten muhtemelen şu an herkes benden bir şeyler yapmamı bekliyordu ama ben perde asıyordum.

"Halledemeyeceğim bir problemim yok." Dedim düz bir sesle. "Sen ve karın keyfinize bakabilirsiniz."

"Handan'a neden böyle bilendin birden?" Diye sordu. Sorusunda haklıydı. Çünkü ben bu zamana kadar Handan'a saygısızlıkta bulunacak tek bir şey yapmamıştım.

"Burnunu her şeye sokmaya başladı." Dedim doğrudan. "Başıma gelenleri patronuma anlatmasındaki sebep ne?"

"Büyütüyorsun." Dedi. "Neyse bunu tartışmayacağım seninle, hadi topla valizini eve gel Nil, o sapık her kimse yakalanana kadar bizimle kalmam daha doğru."

"Gerek yok." Dedim kestirip atarak. "Başımın çaresine bakabilecek yaştayım." Durakladım. "Hem ille de aklın kalacaksa söyleyim, bir polis memuru tarafından korunuyorum. Yani birinin bana zarar vermesi mümkün değil."

"Ortalıkta kol gezen bir seri katil var!" Dedi kısık ama sert bir sesle. "Ve sen başına buyruk davranmaya son vereceksin küçük hanım!"

"Baba sen git Cemre'yi ve Handan'ı koru." Dedim terslenerek. "Benim senin korumana ihtiyacım yok. Söyleyeceklerin bittiyse kapatıyorum, asmam gereken bir perde var!"

"Nil inat ediyorsun."

"Hayır. Benim peşimdeki sapığın, aranan seri katil olduğunu düşünen sensin. Oysaki ne alakası olabilir? Basmışım demekki birinin damarına, çıkar kokusu. Sen lütfen bu işe karışma."

"Pekala..." Dedi sonunda pes ederek. Ama sanki söylemek istediği bir şey varmışta susuyormuş gibi bir hali vardı. Kafam zaten çok doluydu ve ben birde bunu deşelemek istemedim. "Ama bir şey olursa ilk bana haber veriyorsun anlaştık mı?"

Bu kez ben de pes ettim. "Tamam. Anlaştık. Hoşçakal."

Perdelerde bittiğinde kendimi tekli koltuğa attım. Resmen bedenim isyan ediyordu.

"Kitaplığında tozunu alayım." Dedim yarım yumalak doğrulurken.

"Aldın zaten." Dedi Demir.

"Ünite?"

"İçindeki tüm süslerle birlikte."

"Bulaşıkları yıkakayım o zaman."

"Yıkadın, boşalttın ve bulaşık makinesine kadar sildin."

"Camları da sildim değil mi?" Dedim neredeyse ağlamaklı bir sesle.

"Klozeti bile yıkadın Nil." Dedi, bana acıyan bakışlar atarak. "Hem de diş fırçasıyla." Yüzünü buruşturdu. "Ve bunu yaparken de hüngür hüngür ağladın."

"Ee şimdi ne yapacağım ben?" Dedim iç çekerek.

"Sanırım artık gidip Hakan'la konuşsan iyi olacak." Dedi tedirgin bir sesle.

"Hayır." Dedim anında red ederek. "Onunla konuşmak istemiyorum."

"Onunla konuşmak için deliriyorsun." Dedi. "Ama cesaret edemiyorsun."

"Kalbimi çok pis kıracak." Dedim üzüntüyle.

"Ama haketmediğini söyleyemeyiz." Dedi. Resmen şu an erkek dayanışması yapıyordu.

"Ya sen daha dün gece bu adamı yaka paça evinden almadın mı? Hemen nasıl ittifak kuruyorsun!" Diye çıkıştım.

"İş başka aşk başka." Dedi.

Ona sadece gözlerimi kaldırıp bakmakla yetindim. "Hep bir klişe laflar..." Diyerek onu savuşturmaya çalıştım. Haklıydı ve haklı olmasını istemiyordum.

"Mutfak dolaplarını silmedim!" Diyerek ayağa fırladım.

"Sildin Nil. Tüm tabaklarla birlikte üstelik."

"Dikiş mi diksem? Geçen çoraplarımdan biri kaçmıştı."

"Hım... Olabilir." Dedi.

"Ama ben dikiş dikmeyi bilmiyorum." Dedim. Tamam bunun için ağlamamam gerekiyordu. Demir oflayarak ayağa kalktı ve yanıma geldi. Omuzlarımı tutup yüzüme bakmaya çalıştı.

"Git getir çorabını." Dedi bana kafa atmakla, sarılmak arasında gidip geliyormuş gibi bir hali vardı. "Ben dikerim."

Burnumu çekerken "Hani vazife başındayken hiçbir iş yapamazdın?" Diye sordum.

"Bir istisna yapabilirim." Dedi gülümseyerek.

"Nişanlın çok şanslı." Dediğimde, ellerini omuzlarımdan çekti.

"Hakan'da çok şanslı." Dediğinde içten bir şekilde gülümsedi. "Sen kendinin farkında değilsin sadece."

"İltifat etme, hakaret et bana." Dedim. Zır deliymişim gibi baktı.

"Kalk artık Nil." Dediğinde ciddileşmişti.

Kalkıp yatak odama gittim. Yırtık çorabı buldum ama bu kez de iğne ve ipliği bulamıyordum. Çünkü benim iğnem ve ipliğim yoktu. Elimde çorapla ayağa kalktım. Gözlerim kısacık bir an aynadaki yansımama değdiğinde, gözlerimin ağlamaktan şiştiğini ve kıpkırmızı olduğunu gördüm. Gözlerimin altı ise buna tezat bir şekilde çökmüştü. Suratım neredeyse bembeyazdı ve burnum silmekten kıpkırmızı olmuştu. Hissettiğim kadar berbat görünüyordum.

Sadece kısacık bir an düşündüm. O kadar kısacık bir andıki bu, dursam vazgeçebilirdim. Adımlarımı hızla antreye çevirdim ve kapıyı açtım. Yünlü çoraplarımın üzerine giydiğim terlikler ayağıma sığmadığı için sarsak adımlarla karşımdaki kapıya ulaştım ve yüzeyine ardı ardına vurmaya başladım.

İçeriden gelen ayak seslerini duyduğumda, nefesimi tuttum.

Hakan bir eli kapı pervazında, diğeri kulpta araladı kapıyı. Gözlerimiz birleştiğinde, kaybettiğim tüm renkleri hatırladığımı hissettim. Simsiyah gözleri, aynı hızla hatırladığım tüm renkleri yutarken dudaklarını birbirine bastırdı. Çenesi hızla kaskatı kesilirken, boş bir duvara bakıyormuş gibi baktı yüzüme.

Dudaklarımı araladığımda, sesim boğazımın içini yırtarak döküldü ağzımdan.

"İğne ve iplik var mı?"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro