Yön ve Belirgeç
20 Kasım Çarşamba...
Hakan'ın yokluğunda kendimi o kadar boşlukta hissediyordum ki, varlığında geçirdiğimiz vakti günlere bölesim geliyordu. Yetmiyordu. Onunlayken, zaman bana asla yetmiyordu.
Dün sabahtan beri onu görmemiştim ve bir sigara tiryakisi gibi kıvranıyordum, yokluğu başıma vurmuştu.
Ben ne yapıyordum? 1 ay öncesinde sahiden ben ne yapıyordum? Bunu düşünüyor olmak bile durumumun vehametini gözler önüne seriyordu. Telefonumu elime aldım ve konuşma balonumuza tıkladım.
Hakan...
Gelsen mi artık?
Dün akşam ben daha eve varamadan ailesinin yanına gitmişti. Çünkü uzaklardan gelen teyzesi, Hakan için çok değerliydi. Buraya kadar bir sorun yoktu ama gece orada kalması konusunda da baskı yaptıkları için bir türlü evin yolunu bulamamıştı. Telefonum titredi.
Diğer teyzem de geldi. Bence sen beni bugün de unut. Ya da, gel kaçır. Vur elini masaya, verin erkeğimi de.
Utanmadan bir de alay ediyordu. Mesajın sonuna koyduğu gülücükleri ona tek tek yedirmeyi aklıma kazırken suratım hepten asıldı.
Ya bırak Hakan, söyle kaç tabak kısıra sattın beni?
2.
Boğazında kalsın.
Yedim bile. Kalmaz daha.
Daha geçen gün yaptım sana koca bir tabak...
Soğan koymuştun. Aşkım ben soğandan nefret ederim.
Aşkım mı yazmıştı o? Mesajı bir daha okudum. Gerçekten yazmıştı. Derin bir nefes aldım. Bacaklarımın arasındaki yorganı tepeleyerek ittim ve hızla Demir'le olan mesaj balonuna tıkladım.
Demir...
Demir!!
Ne olduğuna inanamayacaksın!!
Hakan bana Aşkım dedi!!!
Ayy...
Eridim galiba, gel beni kazı. Ndjdkfkf
Hassiktir!
Nil bittin sen.
Niye kızmıştı ki şimdi? Acaba randomu küfür falan mı sanmıştı?
Nil bu kez bittin kızım sen, kaç vallahi kaç.
Önüne gelen de bana kaç diyordu. Kaçmıyordum işte neyini zorluyorlardı anlamıyordum.
N'oluyor be?
Gülsu'yla konuşuyorduk!
Sana atacağım mesajı yanlışlıkla ona attım aq.
Vallahi ben bitersem seni de bitiririm!
Deli misin acaba? Hem ne yazmıştın ki tutuştun bakayım sen?
Demir ss aldığı ekran görüntüsünü yolladığında merakla fotoğrafa tıkladım.
Gülsu'mmm...
Evimiz için aldığın eşyaları çok beğendim Demir...
Ne kadar ince ruhlusun sen.
Çok seviyorum seni...
Aşığımm sana...
Demir'in cevabı ise şu olmuştu.
Ben senin aşkının ızdırabını...!!!
Büyük bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. Aynı zamanda diğer yandan çalan kapıyla yerimde sıçradım. Bence bu kez kesin bırakmıştı mesleği. Adamı günlerdir hem kadınlardan hem de mesleğinden soğuttuğuma göre önünde beni kıtır kıtır kesmemesi için bir sebep kalmamıştı.
Yataktan kalkıp penyemi düzeltirken koridora çıktım. Kapının kulpunu kavradım ama Allah biliyor ya hiç açasım yoktu. "Of Demir ya! Yanlışlıkla attım mesajı dersin olur biter! Ne diye büyütüyorsun ki?!"
Kapıdan ses gelmeyince açacak gibi oldum ama tekrar tıklatılmasıyla hemen geri kaldırdım kulpu. "Atraksiyon yaratmasana ya! Hem bak Gülsu iyi kızdır, kötü düşünmez yırtarsın! Ama suç bal gibi de senin, neden dikkat etmiyorsun ki, insan az dikkat eder. Bana atacağın mesajı yanlışlıkla nişanlına atan sensin. Sen bu kafayla çapkınlık falan yapayım deme he, vallahi eline yüzüne bulaştırırsın sonra da tutuşursun böyle!"
"Nil..." Dedi ama sesi korkunçluydu.
"Abart Demir abart!" Dedim hepten tırsarak.
"Aç hadi kapıyı güzel arkadaşım."
"Yo..." Kulpu daha sıkı kavradım. "Arkadaşım falan ne hem? Sen hiç bana öyle seslenmezsin bir kere!"
Sessizlik sürünce pes ederek kapıyı açtım. Battı balık yan giderdi... Ya da gitmezdi.
"Ya?" Dedi Hakan kaşlarını kaldırmış merakla beni izlerken. "Söyle bakalım, nasıl seslenir?"
Demir'e kaçamak bir bakış attığımda, pis pis sırıttığını gördüm. Tipini gören bu endamla centilmen sanardı ama piçin tekiydi. Resmen... Resmen kendi ipimi kendim çekmiştim. İpi boynum yerine elime dolayan pek sevgili arkadaşım intikamını almış olmalı ki, merdivenlere yönelerek gözden kayboldu...
"Hakan...!" Dedim büyük bir coşkuyla. "Sen bana sürpriz mi yaptın? Hiç de renk vermiyorsun..."
Sirke satan suratını hepten asarak içeriye girdi ve ayakkabılarını çıkarttıktan hemen sonra beni beklemeden oturma odasına yöneldi.
Ördek yavrusu misali peşinden giderken, "Yanlış anlamadın heralde?" Diye sordum.
"Yanlış anlamamı gerektirecek bir şey mi var Nil?" Dedi kaşlarını kaldırarak.
"Yok işte." Dedim gülerek. "Tamamen yanlış anlaşılmadan dolayı kaynaklanan bir diğer yanlış anlamayı düzeltmeye çalışırken başka bir yanlış anlaşılmaya sebep olmayı ben de istemem de, ondan sordum."
Hakan bana yabancı cisme bakar gibi baktı.
"Bu herif daha kaç gün burada duracak Nil?" Diye sordu dediklerimi yok sayarak. Demek ki ortada bir yanlış anlaşılma yoktu. Ciddi bir kıskançlık durumu vardı sadece.
"Demir iyi biri." Dedim sadece.
Ne kadar kalması gerektiği hakkında benim de bir fikrim yoktu. Mesaj atan sapık hâlâ yakalanmamıştı neticede.
"Farkındayım." Dedi koltuğa otururken. "Ama her geçen gün daha da artıyor samimiyetiniz, bunun da farkındayım."
"Sadece arkadaş olarak artıyor o samimiyet." Dedim vurgulayarak. "Ve ben bundan hiç rahatsız değilim. Aksine, onun çok iyi bir arkadaş olduğunu düşünüyorum."
"Ben yine de emin değilim." Dedi. "Evine girip çıkıyor sürekli. Benden çok onunla mesajlaşıyorsun."
Bir hışım yatak odasına gittim ve telefonumu getirip eline tutuşturdum. "Al bak Hakan. En başından itibaren oku ne konuştuğumuzu. Uğraşamam diyorsan özet geçeyim mi? Sen sen sen! Tek konuştuğumuz şey sen."
Afalladığını görebiliyordum. Ben sadakatsiz biri hiç olmamıştım. Bunun ithamını bile kaldırmam mümkün değildi. Telefonu olduğu gibi kenarıya bıraktı. "Bir şey kast etmiyorum Nil. Saçma sapan yerlere çekme konuyu."
"İma da bulunan sendin Hakan."
Ayağa kalktı ve burnumun ucuna kadar girdi. Çenesindeki kaslar seğirmiş, kaşları öfkeyle çatılmış, siyah gözleri kıvılcımlanmıştı. "İstemiyorum kızım, anlamıyor musun?"
Daha çok yükseldim.
"Ondan başka arkadaşım yok görmüyor musun! Mesele olup olmaması da değil zaten, birinin benimle gerçekten arkadaş olması. Çocukluk arkadaşımı kaybettim ben. Yıllarca bir yalanı dostluk sandım! Ama Demir öyle değil, tamam arada bıkıyor benden ama gerçek bir dost gibi davranıyor hep. En azından bana aşık olmayacağını bildiğim bir dost, benden asla cinsel talepte bulunmayacak kadar nişanlısına aşık bir dost!"
Hakan şaşkına dönmüştü. Bunları duymayı belliki beklemiyordu. "Nil..." Dedi sesli bir nefes alırken. Bileğimi usulca tuttu. Araladığı gözleri kurşuni bir renge büründü sanki. Siyahları, pişman bakıyordu.
"Haklısın abarttım." Dedi sayıklar gibi dudaklarını saçlarıma yaslarken. Bedenim, kolları tarafından kuşatıldı. "Özür dilerim. Hiç bu açıdan bakmadım, aptallık ettim."
"Aptallık ettin." Dedim başımı göğsüne yaslarken. "O benim tek arkadaşım."
"Alışacağız desene bu yeni arkadaşa?"
"Alışsan iyi edersin." Dedim karnına küçücük bir cimcik atarak. "Gerçi sende haksız sayılmazsın. Ben biraz arkadaşlığımızı kötüye kullandım, ondan bilendin sen biraz da." Başını yüzüme bakmak için geri çekti. "Seni Demir'le kıskandırmaya çalışmam çok aptalcaydı."
"Bunu fark etmene sevindim." Dedi başını hafifçe sallayarak. Belimdeki ellerini penyenin içine sızdırdığında, göğsüm ona doğru sokuldu.
"Ama işe yaradı bak." Dedim gülerek.
"Nil." Dedi uyarıcı bir tonla. Ellerini penyemin içinden çektiğinde, kazağından yakalayıp onu tekrar kendime çektim.
"Tamam şaka şaka."
Yüzü tekrar dinerken, gözlerinin siyahındaki kurşuni renk çekilmişti. "Aç mısın diye sormayacağım." Dedim onu da kendimle birlikte çekerek koltuğa yönelirken. "Teyzeciklerin doyurmuşlardır seni. Kaç tane var demiştin? 4 müydü?"
"Açım." Dedi koltuğa oturup beni de kucağına çekerken. Gözlerindeki haylaz parıltılar dudaklarına düşerken, kalçamı sıkıca kavradı ve kucağına bastırdı. "Siyah jartiyerini giymeye ne dersin?" Diye fısıldadı.
Küçük bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. Parmaklarımla tatlı tatlı boynunu okşadım. "Üzgünüm sevgilim. Maalesef... Regliyim."
Hakan suratını astı. "Şansıma..." Tek kaşını kaldırıp beni şöyle bir süzdü. "Hiç regl tipi yok sen de?"
"Öyle ağrım sızım olmaz benim." Dedim kıkırdayarak. "Hem her şeyi bu kadar bilmek zorunda mısın sen?"
Dudakları kıvrıldı. "Senin dışında hiçbir şeyi bilmek istemiyorum artık ben."
Gülerek başımı eğdim. Alnıma, burnuma, yanaklarıma tek tek küçük öpücükler kondurdu.
"Hakan..." Dedim başımı hafifçe geri çekerek. "Sizinkiler bana hâlâ öfkeli mi?"
Bu ani soru karşısında, sırtımı okşayan elleri durdu. "O gün anneme seni göstermemeliydim." Dedi dalgın bir sesle. "Nil ben eskiden bu kadar hata yapmazdım, seninleyken bazen ne doğru ne yanlış kestiremiyorum." Derin bir nefes aldı. "Annem o gün sana bir şey dedi mi?"
Ellerimi saçlarının arasına iliştirdim. "Hayır aşkım. Demedi." Diye yalan söyledim.
Gözleri dudaklarıma takıldı. Ama çok çabuk geri toparladı dikkatini. "Bana yalan söyleme."
"Yalan söylemiyorum Hakan. Bir şey demedi."
"Berbat bir yalancısın." Başını iki yana salladı. "Söyle, ne dedi?"
İyice kucağına yerleştim. "Söylesene Nil..." Dudaklarımı boynuna yaklaştırdım ve nefesimi usulca üfledim. Kollarımı boynuna dolarken başını gövdeme usulca bastırdım. Direndi. "Söyle Nil." Ama sesi boğuktu. Birden başını geri çekti ve kuşkuyla izledi yüzümü. "Söyle."
"Ya Hakan!" Diye sızlandım. Kendimi ona bir kez daha sürttüğümde, kucağından indirdi beni.
"Yemezler." Dedi kuşkulu bakışlarına gülümseme karışırken. "Annemi tanıyorum. O gün susmuş olması imkansız."
Konuşursam söylerdim. Sustukça sustum.
"Hadi söyle sevgilim..." Dedi hepten uysallaşarak. "Ne söyledi sana..."
Direnmeyi bıraktım. Sustukça daha saçma davranmış oluyordum. "Gerçekten bilmek istiyor musun?" Diye sorduğumda, kararlı bir ifadeyle başını salladı.
"O zaman bana 4 yıl önce ne olduğunu da anlatman gerekir Hakan. Ve ben bunu bilmek istediğimden emin değilim."
Yüzü, keskin bir soğuk yemiş gibi dondu.
"Annen senin için büyük bir yanılgı olduğumu söyledi." Dedim doğrudan. Ben de maalesef ki böyledim işte. Yalanın arkasına sığınmazsam, doğruları büsbütün söylemekten kendimi alıkoyamıyordum.
"Bunca yıl sonra kalbini birine açmışken, böyle bir yanılgıya düşmesi çok yazık dedi. Yanlış anlama, bunun için seni suçlamıyorum tabii ki ama bilmeni isterim ki, benim için senin ne düşündüğün önemli Hakan. Annenin veya kardeşinin, hatta değer verdiğin diğer insanların ne düşündüğü değil. Beni sevmeyebilirler, haksızlar diyemem. Ama günün birinde karşıma geçerlerse şayet, yıldıramazlar."
Hakan sözlerimle yumuşadı. Beni tekrar kucağına çekerken, "Gel buraya." Diye fısıldadı ve saçlarımı karıştıra karıştıra okşadı. "Sen benim hayatımda aldığım en güzel kararsın Nil." Derin bir nefes aldı. "Sen aldırma onlara."
"Olacak diyorsun yani günün birinde?" Dedim sorarcasına. "Geçecekler yani karşıma?"
"Bilmiyorum." Dedi iç çekerek. Yalanlarla avutulmak istemezdim zaten. Dürüstlüğüne gocunmadım. "Annem katiyen seninle görüşmemi istemiyor. Teyzelerimse daha anlayışlı bu konuda, annemi ikna ederler diye umuyorum."
"Ya Barış?" Dedim.
"O daha çocuk." Dedi gülerek. "19 yaşında olduğuna bakma, sadece abisine düşkün bir oğlan çocuğu o. Ayrıca bence siz ikiniz çok iyi anlaşacaksınız."
Bu beni güldürdü. "Saçmalama nefret ettik birbirimizden." Kahkaha atıyordum ama bunu söylerken. Bence de oluru vardı. Umudun dozunu düşürmeye hiç gerek yoktu.
"Diğer konuya gelince..." Dedi kuru bir öksürükle. Sesini arar gibiydi. "Geçmişte biri oldu Nil, ama söyledim sana geçmiş adı üstünde. Bugüne taşımaya değmez. Hem bakma bizimkiler abartıyor, 6 yaşındayken aşık olduğunu sanıp sağa sola koşturan çocuktan farksızdım o zamanlar. Bizimkilerin büyütmesi, büyülü sanması bu yüzden."
"Hiç aşık olmadın mı yani?"
Güldü. "Oldum tabi ki, biblo muyum kızım ben?"
Gülerek yanaklarını sıktım. "Benim biblom."
Hakan yüzünü buruşturarak ellerimin arasından kaçtı.
"Takılma bile diyorsun yani?" Dedim son kez sorarak. Yinede emin olamadım.
Karnımı gıdıkladığında yeterli cevabı veriyor gibi bir hali vardı. Ellerinden kaçmaya çalışırken diğer yandan kahkahalar atıyordum, ben güldükçe Hakan'ın kahkahaları da benimkilere karışıyordu.
"Hâlâ aşıkken 6 yaşında çocuk gibisin baksana." Dedim altında kıvranırken. Ne ara koltukta beni esir aldığını anlamamıştım bile. "Bizden de büyülensinler!"
Hakan dizlerinin üzerinde doğrulurken, dağılan saçlarını eliyle geriye attı. "Beni bu halde görseler kızlık testine götürürler."
Büyük bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. "Merak etme gururu ben kurtarırım!"
Sırtı üstü devrilerek beni de üzerine çekti. Gülüşlerimiz yerini haylaz gülümsemelere bırakırken, uzanıp dudaklarıma bir öpücük kondurdu. "Nil..." Diye sızlandı. "Bana çok kısa sürdüğünü söyle..."
Burnumu burnunun ucuna sürttüm. "Çok kısa sürüyor." Diye yalan söyledim gülerek. "7 güncük."
Siyah gözleri hakkında idam kararı çıkmış gibi irileşti. "Ah ben o 7 günde sana neler yapardım..." Dedi iç çekerken. Gülerek dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım ve üzerinde hafifçe doğruldum.
"Onu bırak da..." Dedim tehlikeli, yaramaz bir sesle. "Benim sana neler yapabileceğime bir bakalım..."
•
21 Kasım Perşembe...
Kliniğin camlarından içeriye sızan saydam güneş, çökmek üzere olan karanlığa usulca boyun eğiyordu. Saat akşam üzeri beş'e geliyordu ve bugün en yoğun iş günüm olmaya adaydı. Yorulduğumu hissederek sırtımı sandalyenin yumuşak derisine yasladım ve ellerimle ağır ağır boynumu ovaladım. Bu aralar başım normalden daha sık ağrımaya başlamıştı. Zihnime uğramak için sızlanan düşünceler vardı ve ben daha fazla erteleyemeceğimi şiddetlenen ağrılarımla hissediyordum.
Günlerdir savuşturmayı başarmıştım çünkü Hakan'a olan yoğunluğum öyle fazla ve şiddetliydiki ondan başka bir şey düşünmez olmuştum. Ama şimdi... İlişkim güzel bir ritme ulaştığından beri ne zaman gözlerimi kapatsam aklımın Yasemin'le dolmasına engel olamıyordum.
Bugünle birlikte tam 8 gün olmuştu. Çocukluğumuzdan bu yana ilk kez bu kadar uzun süre ayrı kalmıştık. Çok sık kavga etmezdik, çünkü ben ona öylesine alışmış ve onu öylesine benimsemiştim ki, hep yapıcı olurdum. Hiç üstelemezdim, alttan alırdım sorun her ne olursa olsun.
Ama benim sevgime ihtiyacı olmadığını çok güzel göstermişti bana. Şimdi bir adım atmak istemiyordum ama konuşmamız, yüzleşmemiz gerektiğini de çok iyi biliyordum. Böyle bir yere varılmazdı.
Kafamı toparlamak çok zordu. Kendi başıma halletmem ise mümkün gibi görünmüyordu çünkü öğrendiğim her şey geçmişle çakışıyor, zihnimi bir çıkmaza sokuyordu.
Son danışanda klinikten ayrıldığında, derin bir nefes aldım. Adımlarımı doğruca Kaan Saraç'ın odasına yönelttim ve kapısını tıkladım. İçeriden gelen sesle kapıyı aralayıp odaya sızdığımda, çıkmak için hazırlandığını gördüm. Kapattığı bilgisayarından başını kaldırıp, bana baktığında, "Size bir şey soracağım." Dedim vazgeçmeden.
"Sor tabi." Dedi eliyle oturmam için koltuğu işaret ederek. Kendiside masasından ayrılıp karşımdaki tekli koltuğa geçti. Gözleri yüzümde dikkatle geziniyordu. "Bir sorun mu var?"
"Aslında var." Dedim. "İşle ilgili değil ama kişisel bir sorun. Tabi eğer vaktiniz yoksa önemli değil."
"Önemli olmalı." Dedi gülümseyerek. "Neredeyse bir ay oluyor burada çalışmaya başlayalı ve sen ilk kez benden yardım isteyecekmiş gibi bakıyorsun."
Güldüm.
"Dinliyorum?" Dedi.
Söze nereden gireceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. Kaan Saraç bunu fark etmiş olmalıki bir bacağını diğerinin üzerine attı ve oturuşunu rahatlaştırdı. "Şöyle yapalım mı?" Diyerek söze girdi. "Soruna biraz başa sararak ulaşalım. Tane tane."
Kararsızca baktım ona. Bugüne kadar hiç ona hiçbir şey anlatma ihtiyacı hissetmemiştim. Hatta bunun için çabaladığı anlarda dahi kesin bir çizgi çekmiştim araya. Ama gözlerinde gördüğüm kehribar rengi, bana ona güvenebileceğimi fısıldamıştı sanki. Elimde olmadan bir bağ kurmuştu ve ben şimdi bu bağı koparırsam bir şeylerin geri dönülmez olacağını düşünüyordum. Kaan Saraç kötü biri değildi.
"Pekala." Dedim.
"İçsel bir savaş seziyorum sende." Diye konuştu. "O yüzden bu önerim." Diyerek fikrinin sebebini açıkladı.
Ona başımı sallamakla yetindim. "En yakın arkadaşımla kavga ettik." Dedim konuyu belirterek. "Kötü bir kavgaydı."
Kaan Saraç tepkisiz kaldı. "Kendini nasıl hissediyorsun?" Diye sordu. "Tartışmadan önceki senden farklı mı?"
"Aslında evet." Dedim. "Eskiden olsa yarım hissederdim, üzgün hissederdim. Çabalardım. Ama şimdi öyle değil, sadece hallolmamış bir pürüz kalmış da, ben de onu halletmek istiyormuşum gibi hissediyorum."
"Bu değişim huzurunu bozuyor mu peki?"
"Düşündüğüm zaman evet. Tadım kaçıyor."
Küçük bir hamleyle not defterini aldı. Bunu yaparken güven vermek istercesine sakin bir tebessümle güldü. "Bu değişimin açıklaması ne peki?"
"Benim bazı gerçekleri öğrenmem. Doğru bildiğim gerçeklerin birer yalandan ibaret olması... Çocukluk arkadaşımdan söz ediyorum, onca yıl Kaan Bey... Onca yıl bir insan bir insandan en büyük sırrını nasıl saklar anlamıyorum. Üstelik, bu sır beni de ilgilendiren bir sır." Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirirken, sakinleşmeye çalıştım. "Önceden olsa yapıcı olurdum, ama şu an o kadar kırgın ve kızgınım ki hiçbir hamlede bulunmak istemiyorum."
"Bu fark sorunun süresini ve şiddetini açıklıyor mu sana peki?
"Elbette. Biz en fazla 3 gün küs kalmıştık bu yaşımıza kadar. O 3 günün sonunda bile hiçbir şey olmamış gibi davranmayı başarmıştık. Ama şimdi 8 gün oldu ve hâlâ hiç konuşmadık, görüşmedik. Üstelik işin kötü yanı böyle bir adımı atasım dahi yok."
"Ne hissediyorsun peki?" Gözlerini kıstı. "Aslında ucu açık sorular sormamam gerekiyor ama sorayım. Kaygı, endişe, korku gibi hisler?"
"Hayır." Dedim dürüstçe. "Onu kaybetmeye dair bir korkuysa sorduğunuz, hayır korkmuyorum. Çünkü zaten kaybettiğimi düşünüyorum. Kaygı... Şimdi ne olacak kaygısı... Arkadaşlığımız ne olacak kaygısı... Hayır. O da yok."
"Kendini sıklıkla gergin, öfkeli, saldırgan hisseder misin?"
"Bazen. Çok nadir anlarda içim içime sığmıyormuş gibi hissederim. O kadar uç bir an olur ki bu..." Ne diyeceğimi bilemeyerek sustum. Sanırım bunu söylemesem daha iyiydi. Çünkü bu konuda kendi içimde dahi hiçbir sonuca ulaşamıyordum. Öyle anlarda beni sakinleştiren şeyin ne olduğunu hâlâ bilmiyordum. Çünkü o kadar yoğun bir öfke hissediyordum ki, zihnim açıldığında hiçbir şey hatırlamıyordum. Bunun büyük bir sorun olduğunun farkındaydım ama şu an bunun sırası değildi. Belki... Daha sonra.
"Evet? Bu o kadar uç bir an olur ki...?"
"Öfkeden patlıyorum falan sanarım. Üzerimdeki kıyafetler ağır gelir, soyunurum, duş alırım." Dedim dudaklarımı birbirine bastırarak. Yalan söylemiyordum. Her normal insan gibi olan öfkelerim bu şekilde çok daha kolay diniyordu.
"Çevrene karşı nasılsın peki? Tahammül sınırın var mı, hoşgörülü müsün?"
"Bilmiyorum. Bazen kendime dahi tahammülüm olmuyor. Ama iş hayatım ve dışarıdaki hayatımda genelde daha hoşgörülü olduğumu düşünüyorum."
"İlişkilerinde çok sık sorun yaşar mısın?"
"Hayır. Çok büyük bir problem olmadığı sürece uyumluyumdur."
"Sence arkadaşın sendeki bu değişimin farkında mıdır?"
"Farkındadır. Mutlaka farkındadır hatta. Çünkü Nil hep güler, Nil hep alttan alır, Nil hep Yasemin'i pof poflar. Nil'in kalbi yoktur, hiç kırılmaz, çünkü Nil ölümsüzdür, yarını düşünmez. O yüzden Yasemin onu kaybetmekten korkmaz. Yasemin'in, Nil'in sevgisine ihtiyacı yoktur. Hiç olmamıştır..."
Kaan Saraç güldü. "Tamam tamam, Nil biraz sakinleşsin." Dediğinde ben de güldüm.
"Bu değişikliği sence ne kadar umursuyorsun?" Diye sordu ciddileşerek.
"Yüzleşme isteğim kadar." Dedim iç çekerek.
"Ondan duymam gerekiyormuş gibi hissediyorum. Bana oynadığı oyunu itiraf etse, evet sana aşığım dese her şey bitecek sanki." Söylediklerimle gözlerim büyüdü. Bunu söylemem doğru değildi. Bunu niye söylemiştim ki?
Kaan Saraç bir tepki versin diye bekledim ama gayet profesyonel bir şekilde başını salladı. Duraksadığımı fark edince beklenti dolu gözleri yüzümde gezindi. "Bana her şeyi anlatabilirsin." Dedi güven aşılayan bir sesle. "Ben seni yargılamam, yönlendirmem, önerilerde bulunmam. Sadece senin anlattıklarınla, doğru cevaplara ulaşmana yardım ederim. Sana yolun sonunda karşılacağın şeyi söylemem, o yolda sana eşlik ederim."
"Siz de beni yanılttınız." Dedim gülümseyerek. "Hakkınızda ön yargılı davranmışım. Size güvenebilirmişim."
Kaan Saraç memnun olduğunu belirten bir tebessüm gönderdi. "Ama şimdi konu ben değilim. Sensin."
"Evet." Dedim konuya, kendime tekrar dönerek.
"Ne hissettin?" Diye sordu. "Bunu ilk öğrendiğinde..."
"Şaşkınlık." Dedim doğrudan.
"Bu senin için ne anlama geliyor?"
"Kandırıldığım anlamına geliyor. Başka bir şey ifade etmiyor benim için."
"Peki en önemli soru." Dedi gözlerimin içine bakarak. "Ne yapmak istiyorsun Nil?"
Derin bir nefes aldım. Eskiden olsa ne yapardım diye düşünmeme gerek kalmamıştı. Eskiden olsa ne yapacağımı gayet iyi çözümlemiştim. Ama şimdi ne yapmam gerektiğini gerçekten kestiremiyordum.
"Yüzleşme isteğim çok ağır basıyor." Dedim hissettiğim en belirgin duyguyu ifade ederek. "Ama kurtuluş görmüyorum."
"Bunu olumsuzlukla sonuçlanacak bir yüzleşme olacağını mı düşünüyorsun?"
Başımı ağır ağır salladım. "Evet." Kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken, kafamdakileri toparlamayı başarmıştım. "Bakın nasıl desem, ben kaybetmeyi pek sevmem. Hatta bencilimdir bile bu konuda. Benim olan benim kalsın isterim, sahipleniciyimdir aynı zamanda. Ama bu kez farklı. Bu kez dönüş yok. İçimde yapıcı olan tek bir fısıltı dahi yok."
"Son soru, birini hayatında istemediğinde onu doğrudan siler misin?"
"Biten şeyleri kaybetmek olarak görmüyorum. Biten bir arkadaşlığın, bir ilişkinin peşinden koşmadım hiç. En azından son 1 ay öncesine kadar. Ama şimdi biten bu arkadaşlık benim için bir kayıp evet. Kendi kararımla vazgeçtiğim bir kayıp."
"Anladım." Dedi gülümseyerek. Defteri kapatıp masanın üzerine bırakırken bacağını diğer bacağının üzerinden indirdi ve dirseklerini dizlerine yasladı. "Bu kadar."
"Git, konuş ve bitir." Diyorsunuz yani.
"Ben ağzımı açmadım." Dedi gülerek. "Bunu diyen senin zihnin. Hem bir amaçla gidecek olman, o amacı yerine getirebileceğinin kanıtı değildir Nil."
"Belki olur vardır yani?"
"Bu da senin fikrin tabi."
"Madem her şeyi kendi başımıza halledebiliyoruz, insanlar niye size o kadar para ödüyor?" Dedim kahkaha atarak. Ciddiliği sinirlerimi bozmuştu.
Kaan Saraç'da gülerek bana eşlik etti. "Düşünce akışını yönetmek önemli. Ve çoğu insan bunu yapamaz, bazen bende dahil. Bir liste gibi tek tek düzenlemek, sormak, yanıtlamak, cevapları birleştirmek. Sanırım bu yüzden." Derin bir iç çekti. "Eh böyle olunca, yardım almak çok önemli. Bir ucundan da ben tutuyorum işte fena mı?"
"Haklısınız." Dedim. Ellerimi dizlerime bastırarak ayağa kalktım. "Sağolun." Sesim çok içten ve samimi çıkmıştı. "Gerçekten sağolun."
Uzanıp omuzumu hafifçe sıktı. "Ne zaman istersen."
Birlikte önce odasından sonra klinikten ayrıldık. O arabasına doğru ilerlerken, benim yönüm verdiğim karara dönmüştü. Güçlü bir nefes aldım soğuk havadan.
Gidip, halletmeliydim artık bu işi.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro