Bir Kase Şeker
Herkese Merhaba🖐️ Bölümlerde düzenlemeler yapıldı. İlk dört bölüm diyaloglar, beşinci bölümden itibaren ise kurgu değiştirildi. Keyifli okumalar dilerim.🌼
Başlama tarihi->♥️
•
21 Ekim Pazartesi...
Gökyüzü uğuldadı. Karanlığın içinde beliren damarlardan yayılan beyaz bir ışık hüzmesi evin içine doldu ve aynı hızla geri söndü. Oturduğum koltuktan kalkıp mumlardan birini yaktım. Karanlığı seven yanıma gök gürültüsünün sesi karışınca işler değişebiliyordu. Uzanıp diğer mumu da yaktığımda, küçük salonumun içi eşyalarımı yarı yarıya seçebileceğim kadar aydınlandı.
Romantizmin ritüellerinden biri olan mumlar, ruhuma iyi gelen bir ambiyans oluşturduğunda, gök gürültüsünün sesi daha az etki bırakır oldu üzerimde. Müziğin sesini biraz daha yükselttim ve tuvalimin başına oturdum tekrar. Bu gece aynı noktaların üzerinden defalarca geçmek değil, yeni bir şeyler çizerek beyaz tuvali zihnimin içiyle boyamak istiyordum.
"Burası Akçakent." Dedim tuvalime. "Ve bu şehrin yağmuru asfalttaki derin çatlakların arasından sızıp, mazgalları taşıracak cinsten."
"Ve ben sevgili tuvalim... Ben Nil Özer. Hiçbir kalıba ait olmadığı düşünülsede, sahip olduklarıyla var olan, birbirine değmesi ve bütünleşmesi mümkün olmayan uç noktaların kızıyım. Tutkularım yaşam kaynağım... Elbet benim de dibim eşelendiğinde gün yüzüne çıkabilecek korkularım ve yanlışlarım var. Çünkü insanım. Ama korkularımın ve yanlışlarımın, tutkularımın önüne geçmesine izin vermeyecek kadar da güçlüyüm."
Son fırça darbesinin ardından salonum aydınlandı. İklim apartmanın sık sık kesilen elektriğinin bana yaptığı bir kıyak saydım bunu ve oluşturduğum soyut çizgiler gözlerime değince gülümsedim. Hislerim mi güçlüydü, yoksa her renk beni mest edecek kadar narin bir güzelliğe mi sahipti, bunu bilemezdim ama mumlarımın yarattığı loş ışıkta rastgele fırçamı batırdığım boyalar benimle konuşur gibi özenle yerleşmişti beyaz tuvalin üzerine.
İnsana dert anlatılmazdı, ben de tüm hislerimi tuvalime anlatırdım. Sadık bir dost gibi dinlerdi beni. Tutkulu bir aşık gibi uyumluydu benimle ve bir bekleyen gibi özlemle çağırırdı beni kendine. Ve günün sonunda bana armağan ettiği kuru bir öpücük, solmuş bir çiçek veyahut pahalı bir hediye değil, anlayış olurdu. Anlardı beni.
Anlaşılmaktan daha değerli ne olabilirdi?
"Güzel olan, içsel ihtiyaçla meydana gelen ve ruhtan fışkıran şeydir." Der Wassily Kandinsky. Soyut sanatın babası... Eserlerinde hesaplanmış bir ritme uyarak tuvale dağıtılmış hayali figürlerle bağdaşan renklerin, her türlü düşünce ve duyguyu dile getirebileceğini göstermek istermiş. Ona göre her rengin bir özelliği, bir anlamı varmış. Sarı, sıcak, hiddetli ve öfkeli... Mavi sakin, sert ve soğuk. Kırmızı, ateşli, ıstıraplı ve gururlu... Yeşil hareketsiz ve pasifken, beyaz, gizli kuvvetlerle dolu bir sessizliği dile getiriyormuş. Siyah ise geleceği olmayan bir sessizlik...
Wassily Kandinsky'in üzerimde çok tesirli bir etki bıraktığını söyleyebilirim. Bu tesir sayesinde kendimce oluşturduğum şifrelerim olmuştu. Renklerimin ne anlattığı ben de gizliydi. Çünkü benim günlüğüm, defter değil tuvalimdi. Beni ve renklerimi gerçekten görmek isteyen biri görebilir ve anlayabilirdi. Bedenimi görüp, ruhumu görmeyen birine ise kalbimi geçtim kapımı bile açmam mümkün değildi.
Evin içine dolan sesle kaşlarım havalandı. Kapımdaki kişi her kimse, zihnimin içindeki büyük cümleyle alay eder gibi vuruyordu kapının yüzeyine. Çok değil ikinci tıklatılmanın ardından antreyi aşıp kapının arkasına sindim. Boya bulaşmış elim kulpta, gözüm duvardaki saatteydi. Gece yarısına çeyrek kala kapımı üçüncü kez tıklatmaya başlayan kim olabilirdi?
"Kim o?"
"Benim." Dedi kalın bir erkek sesi. "Karşı komşunuz, Hakan."
Ruhumdan geçtim, bedenimi bile görmeyen Hakan...
Kapıyı araladığımda ilk kez bu kadar yakından gördüğüm beden beni afallattı. Koyu renkli saçları ıslak ve dağınıktı. Siyah gözlerindeki anlamlandıramadığım ifade, birbirine bastırılmış dudaklarını görünce bir anlam kazandı ve çehresindekinin mahcubiyet olduğunun farkına vardım.
"Şeker var mı?"
Ona birkaç saniye anlamsızca baktıktan sonra gözlerimi yüzünden ayırmamla birlikte, karın hizama doğru uzattığı küçük cam kaseyi gördüm.
"E-evet. Tabii, getireyim." Sesim de varmış, onu da henüz fark ediyorum. "Kapıda bekleme, buyur lütfen." Dedi sesim nezaketen.
İşin garip yanı o da buyurmuş bulundu sanırım, nezaketen. Kapının hemen yanında, antrenin sonunda bulunan mutfağa girdiğimde, Hakan mutfak kapısının önünde duruyordu. "Kahvesiz duramam, şekersiz de kahve içemem." Dedi sessizliği bölerek. "Marketler kapalı, bakkal da kapatmış. Apartmanda da bir senin ışığın yanıyordu."
Kendisini açıklama çabasına, onu rahatlatmak açısından gülümsedim. Rafa yöneldim ve şeker kasesinin boşluğunu görünce, onun aksine benim sıfır şeker tüketimim beni kısa bir paniğin içine sürükledi. "Şurada bir yerde olacaktı..." Diye mırıldanarak mutfak masasının sandalyesini tezgahın önüne çektim.
Sandalyeye çıkıp, dizimi de tezgaha yaslarken altımdaki pembe gecelik şortumun tam bir rezalet oluşuyla gözlerimi kısa bir anlığına kapattım. İç çektim. Siyah ip askılı atlet de benden yana değildi. İlk karşılaşmamız için fiyaskoydum.
"Seni de rahatsız ettim." Yüzünden sonra, sesinde de karşılaştığım bu mahçubiyetle şaşırdım doğrusu. Onunla ilgili ilk izlenimim çok kaba ve duyarsız olduğu yönünde olmuştu çünkü.
Raftan aldığım kavanozdaki toz şekerden, kaseye koyarken hızlıca konuştum. "Yok, ne rahatsızlığı? Hem ne demişler, komşu komşuya, yok. Komşuyu, komşunun..." Durup gözlerimi ona çevirdiğimde, tek kaşını kaldırmış bana bakıyordu. Hatırlayacağım varsa da artık mümkün değildi. "Bir şeyine bir şeydi işte." Sesim. Keşke kısılsaydı.
Onun da sessiz kalışı üzerine derin bir nefes alıp kaseyi dikkatlice doldurmaya devam ettim.
Neden mi böyle şaşkındım?
Üç aydır apartman sakinlerimizden biri olan bu genç adam, yine elektriğin kesik olduğu bir gün geç saatte apartmana giriş yaptığımda, cebelleşerek tırmandığım merdivenlerde 1.80'lik boyuyla dikiliyordu. Ani ürküşüm sebebiyle birkaç basamak düşüp acı dolu bir çığlık saldığımsa ise U şeklinde olan merdivenlerden inme gereği bile duymamış, "İyi misiniz?" Diye sormuştu merdivenlerin başından. "İyiyim." Demiştim sitemle. "Sorun yok!" Bunun üzerine hiçbir şey olmamış gibi evine girmişti. O günden sonrada sadece apartmana giriş çıkışlarında görüyordum onu bazen pencereden. Tabii arada kapı deliğinden evine girişini izlediğimde olmuyor değildi.
Yakışıklıydı... Biraz, fazla.
Onun ilgili tüm algılarımı paramparça eden mahcupluğuna tutundum.
Tezgahtan inip şeker dolu kaseyi ona uzatırken gülümsedim. O da gözlerime bakarak gülümsedi. Sonra hiç olmaması gereken bir şey oldu. Parmak uçlarımız... Birbirine değdi.
Parmak uçlarımız birbirine değdi. Ve ben o an sadece o anı düşünmek, o anın içinde kalmak istedim. Fazlasını istemeyi ruhum bile red ediyorken, fazlasının hayalini kurmaktan sakındım kendimi. Sadece, sadece parmaklarının parmak uçlarıma değdiği o anı, saatlerce düşünmek geldi içimden. Çok tuhaftı. Hem delice arzulayıp, hem de ellerinin avuç içlerime dolma... Hayır. Hayalini bile yasak kıldı zihnim. Sanki bu büyü bozulur diye korktum. Sadece parmak uçlarının parmak uçlarıma değdiği an. Çok dehşet verici bir andı bu.
Kapıyı ardından kapatır kapatmaz şövaleye yeni bir tuval yerleştirip koltuğa oturdum ve önüme sadece siyah yağlı boyayı boca ettiğim paleti çektim. Panikledim. Çok fazla panikledim.
Bir şeyi hem böylesine arzulamak, hem de o arzuyu yitirmekten delicesine korkmak... Aklımı kaçıracağımı hissettim.
Aklımı kaçırıyordum. parmak uçlarının parmak uçlarıma değdiği an. Çıldıracağım sanki.
Parmak uçları...
Parmak uçlarımızın değdiği an.
Ölümsüz kılınası o an.
Tuvalimde ölümsüz kıldığım o an.
22 Ekim Salı...
"Bir yalana denk gelmesin insan. Sonra binlerce doğruyu, sorgulamak zorunda kalıyor..."
-Kinsun
Geçmişten kopamayan yanımda anılarım her daim taze kaldığı için hiçbir zaman tam manasıyla hür hissedemiyordum kendimi. Bir yanım daima geçmişe zincirle bağlıydı ve peşimden geliyordu yitiremediğim acı. Annem, ölümünün ardından ben de yeri doldurulamayan bir boşluk bırakmıştı. Bütün hiperaktifliğimi sonuna kadar yaşatan, yanlışlarımda beni kırmadan incitmeden doğrusunu anlatan ve hayata yetişebilmem için hep ardımda olan kocaman bir destekti benim için. O beni kusurlarımla, heveslerimle ve tutkularımla seven tek insandı.
Şaibeli ölümünün tek tanığı olan yerdeydim şimdi.
Eski evimin bahçesinde, çok sevgili babamın yeni eşiyle olan 3 yıllık evliliğinin yıldönümü kutlamasına katılamadığım için, özür nihayetinde bir akşam yemeğinde bulunmak için dikiliyordum.
Annemi böylesine özlerken ve yokluğunun bilinmezliğiyle kavrulurken bu eve attığım her adım beni daha da hırçınlaştırıyordu. Bir yanım cennet, bir yanım cehennemken uç noktalarım sivriliyordu ve ben hangi kişiliğime daha yatkınsa ruh halim, o kişiliğin içinde buluyordum kendimi.
Şimdi bu evin içinde geleceğime taşıdığım insanlar vardı ve bu insanların sayısı bir elin parmaklarını geçmediği için, böylesine eksik hissetmem doğal geliyordu bana.
Zile bastım, çok geçmeden kapı açıldı. "Hoş geldin Nil kızım." Diyen İmran Hanım, gözlerine ulaşan tebessümüyle, şimdilerde annemden hiçbir izi kalmayan evin içine girmem için geriye çekildi. Salona kadar bana eşlik ettiğinde ayak üstü sohbet etmiş olduk.
"Babam geldi mi?" Trenç kotumu çıkarıp İmran Hanım'a uzatırken sorumu bir başka ses yanıtladı.
"Birazdan iner baban canım."
Bakışlarım donatılmış yemek masasından kalkıp bana doğru yürüyen Handan'ı bulduğunda, yüzümün asılmaması için kendimi zorladım. "Hoş geldin. Nasılsın görüşmeyeli?"
40 yaşında olmasına rağmen yıllara meydan okuyan güzelliği ve kusursuz fiziğiyle karşımda durduğunda, uzattığı elini sıktım. "Hoş buldum Handan Hanım. İyiyim, ya siz?"
Kahverengi dalgalı saçlarıyla uyumlu olan kahverengi gözlerinde gerçek bir parıltı belirirken, ince dudakları tebessümle kıvrıldı. Muhtemelen kendi mağazasının ürünü olan bej rengi stilettolarının üzerinde süzülürken kısa, günlük bir sohbet geçti aramızda.
Tamamen pahalı mobilyalar, değerli vazolar, modern halılar ve gösterişli perdelerle süslenmiş salon ruhumu boğuyordu. Ortamı daha da zengin gösteren altın varaklar ise gösterişin son noktasıydı zaten. Handan bundan daha ileri gidemezdi.
Babamın gelmesiyle masaya oturuşumuzun ardından, havaya karışan ve muhtemelen benden yayılan negatif elektriği yok etme çabasına girdi Handan. "Senin için özel bir klinik ayarlayabilirim istersen." Diye başladı sözlerine. İşimi diline dolamayı pek severdi kendisi. "Hem sadece kişisel asistan olursun, sorumlulukların azalır. Hastane ortamında yoruluyor insan."
Aslında bir süredir işsiz olduğum gerçeğini onlardan sakladığım ve başvuruda bulunduğum yerlerden henüz bir geri dönüş almadığım için, hemen kestirip atmak istemedim. "Sağ olun. Biraz düşüneyim bunu olur mu?"
Handan anlayışla başını sallarken, babam geldiğimden beri süren sessizliğini bozdu. "Düşünmeni gerektirecek bir şey yok Nil." Dedi 50'li yaşlarının ortasında olmasına rağmen bütün dinçliğiyle karşımda ben yıkılmazım der gibi otururken. Otoriter bir adamdı. Disiplinli bir yapısı, sarsılmaz bir duruşu ve laubaliliğe asla cesaret vermeyen soğuk yüzüyle, insanlarla arasında görünmez duvarlar oluşmasını sağlardı.
"Yeterince bildiğini okudun zaten, hiçbir yere ait olmadan yaşamaya daha ne kadar devam edeceksin? Madem bir iş istiyorsun daha saygın bir konumda bulunabilirsin."
Tek bir kalıba ait olmak yerine birçok kalıba aittim aslında. Her tutkum beni kendine ait kılar bana ait olurdu. Ama bunu babama anlatmaya çalışmayı bırakalı çok olmuştu. Kendisi alanının en iyilerinden bir beyin cerrahıydı. Kızının sekreter olmasını gururuna yedirememesi bundandı sanırım.
Çatalımı ve bıçağımı tabağımın kenarına bırakırken yüzümün kasılmasına engel olamadım. Gözlerim, tabağından başını kaldırma zahmetinde bulunmayan babamdan sıyrılıp Handan'a döndü. "Düşündüm, istemiyorum. Sağ olun."
"Çünkü nankör olmak bunu gerektirir." Babam öfkeyle çıkan sesine alayı da sindirdi. Ve o da beni yok sayarak Handan'a döndü. "Bırak sen de, işsiz güçsüz daha ne kadar idare edebilecek görelim."
İşten kovulduğumu nereden bildiğine şaşırdım doğrusu. Ona attığım şaşkınlık dolu bakışları görmezden geldiğine göre, beni takip ettiği gerçeğini açık etmekte sakınca görmemişti belli ki. "Yaptığı o işe yaramaz mumları satar belki ya da günlüğüm dediği karalamalar için bir seyyar tezgah açar."
"Ozan'cığım lütfen böyle konuşma." Dedi Handan sakinleştirici bir sesle. Her gerilimi yatıştıran genelde o olurdu. En azından benim aksini inkar edemeyeceğim zamanlar içerisinde. Ben yokken babamı nasıl manipüle ettiği bir muammaydı.
Bakışlarını bana çevirip, kırık dökük bir harabeyi andıran yüzüme taktığım umursamazlık maskesine gülümsedi. "Mumların kokularına bayıldım. Bir gün yaparken sana eşlik etmek isterim. Ve ayrıca resimlerini de görmek istiyorum. Bence bunlar güzel hobiler."
Umuyordum ki İmran Hanım'a hediye ettiğim mumları görmüş olsun. Çünkü bir diğer ihtimal öfkeyle üzerine saldırmama sebep olabilirdi. Yüzümde artık nasıl bir ifade oluştuysa, oturduğu yerde dikleşip gerginliğini gizlemeye çalıştı. "İmran mutfağın dört bir yanına dizmiş de, ricam üzerine yakmıştı geçen gün bir tanesi."
Derin bir nefes verdim. "Bir sonraki gelişimde size de getiririm." Sözlerimle yüzü yumuşadı. "Mumların yapımı ve resimler konusunda söz vermesem daha doğru olur."
Beni zorlamayarak ısrar etmedi. Yemeğine geri döndüğünde, babam bir kez daha sessizliğini bozmak zorunda hissetmişti kendini belli ki. "Nasıl böyle kaba bir kıza dönüştün hiç anlamıyorum." Başını onaylamaz bir ifadeyle iki yana salladı. "İnsanların ricası kırılmaz, böyle mi öğrettik biz sana?"
İşte bu bardağı taşıran son damla oluverdi. "Seni bilmem ama annem, içimden geldiği gibi davranmamı öğütlerdi hep. Doğru olduğunu bildiğin ve inandığın şekilde davran, şayet senin doğru başkalarına göre yanlışsa, bunu onları kırmadan belirt demişti." Akıcı dilim ve kelime sekmeyen sözlerimle masada kısa bir sessizlik oluştu.
"Ben de Handan Hanımı kırmadan, bunun mümkün olmayacağı ama ona mumlardan hediye edebileceğimi söyledim. Burada bir kabalık göremiyorum." Gözlerimi Handan'a çevirdim. "Kabalık olarak algıladıysanız üzgünüm."
"Hayır tatlım hayır." Mimiklerini küçük el hareketleriyle desteklerken babama döndü ve gülümsedi. "Nil'in tavırlarının açık olmasından her daim memnun olduğumu biliyorsun. Lütfen, rahatsızlık hissedersem bunu açıkça dile getirebilecek olgunluktayım hayatım. Ortamı germeyelim."
Babamın tamamen zıttı olan bu kadını, babamın karısı olmasa sevebileceğimi düşündüğüm ender anlardan birinin içindeydim yine. Babamın soğuk duruşunun aksine, çevresine karşı oldukça sıcak kanlı olan Handan, pek çok kişi tarafından saygı ve sevgi görüyordu. Ama babama duyulan şey sadece saygıydı. Çünkü insanlarla arasında bağ kurmaz, gereksiz samimiyetten kaçınırdı. Benden yana da yüzü gülmeyen Ozan Özer'in sevgi eksikliğini karşılamak Handan'a düşüyordu. Bazen onun adına üzülüyordum(!)
Tatlı ve kahve faslı da bittiğinde, saat 10'a geliyordu ve benim evime ulaşacağım son otobüsü kaçırma lüksüm yoktu. Bu yüzden müsaade isteyerek yanlarından ayrıldım ve iki katlı evin merdivenlerinden üst kata çıkarken, çantamın içinden anahtarı çıkarttım. Ahşap kapının önünde dururken ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Derin bir nefes eşliğinde anahtarı kilide taktım ve kapıyı araladım. Evin en güzel odasına girmiştim fakat bu odayı özel kılan manzarası değildi.
Annemin odasıydı ve benim dışımda kimsenin girmesine izin vermediğim yerdi. Babam da dahil olmak üzere bu evin sakinleri buna saygı duyuyordu.
Ağır adımlarla cam kenarına ulaştım. Yatağında, öldüğü gün kendi elleriyle düzelttiği çarşaf küçük kırışıklıklarıyla öylece duruyordu. Mor yatak örtüsünün üzerinde, onun çok sevdiği lavantaların desenleri vardı. Morun birçok tonuyla dolu nevresimlerde hala anımsadığım o kokusunu duyumsamam mümkün değildi ne yazık ki. Göğsümdeki hüzün ve derin boşlukla, camın önünde bulunan çam yeşili fiskos koltuğuna oturdum ve kucağımdaki çantayı aralayıp içinden küçük, gümüş renkli kutuyu çıkardım.
Onun izlerini asla bozmadan, makyaj masasının önüne yaklaşıp kremleri ve parfümlerinden arta kalan küçük boşluğa kutudan çıkarttığım küçük mumları tek tek yerleştirmeye başladım.
Turuncu, sarı, siyah ve beyaz. Mumlara gülümseyerek bakarken, sesimi ruhuna duyurmaya çalıştım.
"Senin için bugün şefkati, özlemi, bilinmezliği ve hassasiyeti getirdim buraya."
Gözlerim odanın dört bir yanına yerleştirdiğim diğer renkli mumlarda kısaca gezindiğinde, yüzümde daha güçlü bir gülümseme belirdi.
"Katilini bulduğum gün, bütün duyguları ateşe vereceğim anne. Ve mumlarım, güzel kokular yayarak seni yad edecekler."
•
🙈♥️
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro