Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

6 Raflı Kitaplık

14 Kasım Perşembe...

Üzerime en bolundan kahverengi bir kazak geçirdim. Dizleri yırtık kot jean'ın yüksel beli kazağımın içinde kaybolurken, ben de kıyafetlerimin içinde adeta kaybolmuştum. Ayağıma geçirdiğim kahverengi topuklu botlar kotumun paçalarını iyice büzerken, uzun zamandır böylesine rahat bir kombin yapmadığımı fark ettim. Sütlü kahve tonlarındaki montumu giyip, önünü sıkıca kapatırken evden çıkmak için hazırdım.

Kapıyı açtım, dışarıya çıktım ve kapıyı kilitledikten sonra merdivenlerden sarsak adımlarla inmeye başladım. Kabarık saçlarımı elimle geriye iterken, makyajsız yüzüme boynuma attığım atkıyı sardım. Sadece gözlerim açıkta kalacak kadar atkıma dolandığımda, mumyalanma işlemim tamamlanmıştı. Kabanımın cebinden çıkarttığım hardal sarısı bereyi de kafama geçirdim ve İklim apartmanın dış kapısını açıp çıktım sokağa. Henüz Aralık dahi gelmemişti ama Kasım bu sene biz garip insanoğluna acımıyordu.

Saat sekize gelmek üzereydi ama benim adımlarım telaşsız ve başıboştu. Sonuçta gri bir mum yapmıştım ve annemin odasına bırakmıştım... Depresyona girmek, ya da depresif hissetmek gibi bir seçeneğim yoktu. Boş vermiştim işte!

Karşıdan gelen Ayten teyzeyi görünce başımı yana çevirdim ve görmemiş gibi yaptım ama o yüzüme gözlerini dikmişti ve adımlarını dar kaldırımda üzerime üzerime atmaktan çekinmiyordu.

"Günaydın Nil!" Diye şakıdı.

Oğlu ve gelini çalıştığı için iki torununu her sabah o okula götürüyordu. Normalde karşılaşmazdık, çünkü ben onlardan 10 dakika kadar sonra evden çıkardım. Bugün geç çıktığım için, okuldan dönüş yolunda olan Ayten teyzeyle karşılaşmamız kaçınılmaz olmuştu.

Yeni fark ediyormuş gibi yüzüme abartılı bir ifade yerleştirdim. "Aa- Günaydın Ayten teyze."

Durup şöyle bir süzdü beni. "Geç mi kaldın bugün?" Genişçe güldü. "Aman, iyi oldu göremiyordum yüzünü ne zamandır. Yani bilmeyen aynı apartmanda oturmuyoruz sanır!"

"Yaa..." Dedim başımı sallayarak. "Hem de nasıl geç kaldım! Akşam uğrarım ben sana, hasret gideririz."

"Uğra tabi uğra, şu senin karşı komşuyu çekiştirelim." Diyerek lafı çaktı Ayten teyze. Dedikodu milletçe ana dilimizdi çünkü. Şaşırmadım.

"Çekiştiririz tabi!" Aynı coşkulu sesle devam ettim. "Hem senin küçük oğlan kız kaçırmış diyorlar, onu da bir kaynatırız, anlatırsın bana!" Yüzü anında alaca bulaca olurken, geniş geniş güldüm. "Kız hamile diyorlar. Ama ben bilirim Emin'i yapmaz o öyle şeyler değil mi Ayten teyzeciğim?" Başımı ayıplarcasına iki yana salladım. "Bizim mahallelinin abartmasıdır!"

"Hay ağzın bal yesin!" Dedi dertli dertli. "Hadi git kızım lafa tuttum ben seni. Hayırlı işler!"

"Görüşürüz Ayten teyze!"

Akşam Ayten teyzenin ben gelmeden kapıyı bacayı kapatıp, erken yatacağına emindim artık. İlk kez başıma gelmiyordu sonuçta, üniversite zamanımda ortak ödev yaptığımız bir arkadaşım bana geldiği ve ödev bir türlü bitmeyerek geç saatlere kadar sürdüğü için, ne ahlaksızlığım kalmıştı ne de şırfıntılığım. Halbuki o zamana kadar kimseye saygısızlık edecek tek bir kelimem dahi olmamıştı. Bazı ilişkiler yaşadığım doğruydu ama hiçbir erkeği evime sokmamıştım ben. Başkaları ne düşünür diye umursadığımdan değil, kendime duyduğum saygıdandı bu. Sonuçta bazı uç noktalarım vardı ve evim benim mahremimdi. Ama ne yazık ki ahlak ve namusun sadece kadına değil, insana ait bir kavram olduğu ayrımını yapamadıkları için, onlara gösterdiğim güler yüzü ve saygıyı silip, yerine beni ahlaksız ve namussuz ilan etmişlerdi.

Bütün saygımı sevgimi yitirerek hepsine kan kusturmaya başlamıştım ama bu çok kısa sürmüştü çünkü değmeyeceklerini anlayarak umursamamayı seçmiştim. Yine de kısa süren hiddetim işe yaramıştı... En azından son iki yıldır kimse karşıma çıkıp hadsizce konuşmaya yeltenmemişti. Ta ki... Selim Bey'le başlayan bu imalar belli ki tekrar beni dillere dolamıştı. Hakan'la ne yaşadığım beni ilgilendirdi. Ben de sırası gelince o dillerini boyunlarına dolamayı iyi bilirdim.

Derin bir nefes aldım. Bugün umursamak yoktu. Soğuk, aldığım nefesi kesmek istediğinde atkımı tekrar burnuma kadar çektim yürümeye devam ettim. Uzun sokağımız büyük bir caddeye ulaşıyordu. Caddenin üzerindeki büfede İstanbul kartımı doldurup, adımlarımı metroya çevirdiğimde cebimdeki telefonun çaldığını duydum. Aramayı hızlıca yanıtladım ve sesime bir tık endişe efekti ekledim.

"Kaan Bey! Çok üzgünüm... Biliyorum çok geciktim, ama yoldayım. Yarım saate orada olacağım!"

"Tamam Nil, sorun yok. Ben sadece gelmediğini görünce seni merak ettim."

"Sormayın, uyuyakalmışım. Tekrar kusura bakmayın. İlk danışandan önce oradayım!"

Yalancı telaşım onu güldürdü. "Tamam, görüşürüz."

Ben uyuyakalmazdım. Uykuya düşkünlüğüm yoktu, hatta hiç olmamıştı. Uykum gelince uyur, uyanmam gerekince sızlanmadan kalkardım yataktan. Nefesimi tekrar düzene sokarken, gözlerimi devirdim. Hiç acelesiz, sallana sallana metroya yürümeye devam ettim.

Klinikten içeriye girdiğimde, alt katta Kaan Bey'le karşılaştık. Bana tuhaf bakışlar atarak yanıma gelirken kıyafetlerimi baştan aşağı süzmekle meşguldü.

Doğal olarak ilk tepkisi, "Bu halin ne?" Demek oldu.

"Aşk olsun Kaan Bey!" Dedim teessüf eden bakışlar atarak. "Siz ki alanında en iyilerinden biri olan uzman Psikiyatrist'siniz. Bir kadına öyle doğrudan bu halin ne denir mi?" Başımı iki yana salladım. "Uzmanlığınızı geçtim, kadın ruhundan anladığınızı düşünürdüm oysa ki, ne büyük yanılmışım!"

Dumura uğraması içten bir keyifle izledim. "A-anlamadım?"

"Ben sizden oo Nil Hanım bugün de serbest stil tercih etmişsiniz, nasıl da yakışmış demenizi ve sen hep geç kalıp böyle telaştan apar topar mı giyinsen, demenizi falan beklerdim..."

Şaşkınlıktan aralanmış dudakları açılıp kapanırken, yaptığım inceyi anlayarak sonunda ifadesini toparladı. Yüzüne kendine has olan gülümsemesini yerleştirirken, koluma girerek beni merdivenlere yönlendirdi. "Asıl sana aşk olsun!" Dedi o da abartılı bir sesle. "Hemen ön yargı yapıyorsun, ben de sana bu halin ne bayıldım, hangi mağazadan alışveriş yapıyorsun diye soracaktım. Tam benim tarzım! Zaten ne o öyle kasıntı kasıntı dar etekler, ütülü gömlekler, 5 kat makyajlar... Danışanlar da rahat etsin biz de! Sanki ne?"

Omuzuna bir şaplak attım. "Hay ağzınız bal yesin!" Kaan Saraç bir bana bir omuzuna bir de elime baktıktan sonra iri iri açılmış gözlerini kıstı.

"Yesin Nil Hanım yesin!"

Üç hafta falan yalan söylemesem iyi olacaktı zira umursamamazlık başlığı altında yaptığım her şeyin üzerini yalanla kapatmaya devam etmekten kotam dolmuştu. Kol kola üst kata çıktığımızda, Kaan Saraç hafifçe öksürdü. "Bu arada, fırsat bulup söyleyemedim, misafirin var." Dedi ve gözleriyle ileride bir noktayı gösterdi.

Başımı o tarafa çevirdiğimde ise üzerime, doğrusu kollarımıza kilitlenmiş koyu siyah gözleri gördüm. Hızlıca kolumu çekerken, gözlerinin gözlerime tırmanması dakikalar sürmüş gibi hissettim. Çünkü zaman adeta katılaşmış, yoğunlaşmış ama bir türlü sıvılaşıp akmamıştı.

"Hakan?" Dedim toparlamaya çalıştığım sesimle.

Yüzündeki ciddiyetten ödün vermeden oturduğu koltuktan kalktı ve siyah gözlerini benden kazıyarak Kaan Saraç'a çevirdi. Karşımızda yıkılması mümkün olmayan bir duvar kadar düz ve katı durduğunda, yüzünde kıpırdayan tek yer dudaklarıydı. "Keşke her iş veren sizin gibi olsa." Dedi doğrudan. "Çalışanlarınız samimiyetinizden dolayı size fazlasıyla minnettar kalıyor olmalı."

Kaan Saraç gelen dalganın farkında olmalıydı. Sakince gülümsedi. "Nazik iltifatınız için teşekkür ederim Hakan Bey. Çalışan tabiri yerine iş arkadaşı demeyi tercih ederim."

"Hasta yerine danışan demek gibi..." Dedim gülerek. Sonra Hakan'a döndüm. "Sekreter yerine de asistan! Ne hoş değil mi?"

Hakan bana sadece gözlerini çevirdi. "Aynen." Derin bir nefesle göğsünü şişirdikten sonra tamamen bana dönmüştü. "Çok hoş."

"İzninizle, ben odama geçip hazırlık yapayım." Diyen Kaan Saraç'ı ikimizde yanıtsız bıraktığımız da, yanımızdan uzaklaştı. Zaman kazanmak isteyen bakışlarımı gidişini izlemekle oyaladım. Sanırım bu Hakan'ı daha da gerdi ve ağzı hiç hoş olmayan sözler söyleyecekmiş gibi açıldı.

"Nasılsın?" Dedi.

"İyiyim, sen?" Dedim.

"Bir sorundan bahsetmiştin, halloldu mu?" Dediğinde, ön sevişme gibi ön konuşma yaptığımızı anladım. Beni öfkesine hazırladığı belliydi.

"Hıhı, sayılır." Dedim. Ona yalan söyleme zahmetine girmeyecektim, nasıl olsa anlıyordu.

"Seni arıyorum." Dedi kelimeleri tane tane dizeceğini ve tek seferde anlamam gerektiğini vurgulamak ister gibi. "Patronunun evinde olduğunu görüyorum, üstelik... Saçların ıslak." Ağzımı açıyordum ki sözlerine keskin bir tavırla devam etti. "İnsanların sadece seviştikten sonra duş almadığını bilecek kadar akıl sahibiyim. Kötü düşünmüyorum. Daha sonra gün içinde hiçbir arama yok, mesaj yok, dönüş yok. Neyse diyorum, demek ki bana dönüş yapamayacak kadar yoğun. Ki merak etmem cabası..." Yine açıyordum ağzımı ki, bu kez gözleriyle susturdu. "Arkadaşında kalacağını söylüyorsun ama arkadaşında kalmıyorsun. Neyse diyorum, vardır bir bildiği. Buraya geliyorum, patronunla kol kola kliniğe giriyorsun. Ve hop..." Yüzünü yüzüme eğdi. "Tüm neyselerim bir bakıyorum acabaya dönüşüyor."

Haklıydı.

"Açıklayabilirim." Dedim.

"Açıkla diye tek tek anlatıyorum Nil." Dedi gözlerini irice açarak.

Siyah gözlerinin çevresini saran kızıllıkları henüz fark ediyordum, göz altlarındaki koyuluğu da ekleyince iki gündür uykusuz olduğu yüzünden okunuyordu. Neyselerinin acabaya dönüşmesinin sebebi bendim bu yüzden alınganlık etmek yerine, ona doğru bir adım attım ve yüzünü avuçlarımın arasına aldım. Bu, sanki dünya avuçlarımın içindeymiş gibi hissettirdi. Başta başını geri çekmek gibi küçücük bir hamle yapsada, bu kez ben gözlerimle durdurdum onu.

"Eve git ve güzelce uyu. İşten çıkar çıkmaz geleceğim ve konuşacağız."

Gözlerini tekrar kapattı ve derin bir nefes daha aldı. Göz kapakları tekrar araladığında, başını geri çekti ve yüzünü avuçlarımın arasından sıyırdı. "Görüşürüz."

Kolay sakinleşeceğe benzemiyordu. Ama yanlış bir şey yapmadığımı bildiğim için kendimi kasmamı gerektirecek bir şey yoktu ortada. İnat edercesine gülümsedim. "Görüşürüz sevgilim."

İklim apartmanın merdivenlerini ağır ağır çıkarken, önce eve gidip üzerimi değiştirmem gerektiğini düşünüyordum. Çünkü iş çıkışı yağmura yakalanmıştım ve üstüm başım hep ıslanmıştı. Hatta sıcak bir duş alsam, vücudum fazlasıyla gevşer ve ısınırdı ama Hakan'ı daha fazla bekletmek istemiyordum. Üstelik, fazlasıyla özlediğimi de göz önünde bulundurunca, adımlarımı hızlandırdım ve eve girdim.

Üzerimi değiştirip kirlileri sepete tıkıştırdığımda, bedenimi saran mürdüm rengi kazağa minnettardım. Bir tık kalındı ve şimdiden tenimi ısıtmıştı. Altıma siyah taytımı geçirdiğimde, ayaklarıma en kalın çoraplarımdan giydim ve yağmurdan ıslanmış saçlarımı küçük bir topuz yaptım. Aslında saçlarımı toplamayı sevmezdim çünkü yüzüme yakıştırdığım pek söylenemezdi. Ama yağmurda ıslandıktan sonra saçak saçak olmuşlardı ve onlara ekstradan zaman harcamak istemiyordum.

Evden çıktığım gibi Hakan'ın kapısını çaldım. Kapıyı araladığında, gözlerim doğrudan boynuna asılı havlunun yarısıyla kuruladığı ıslak saçlarını buldu. Gözlerim hiç telaşsız, göğsünden kasıklarına doğru inen damlaları izlerken, yakından gördüğüm en güzel fiziğin onun ki olduğuna emindim. İç çekmemek için direnirken, gözlerimi belinden düşecek gibi duran eşofmanın bel çizgisinden çektim ve yüzüne baktım.

"Gelebilir miyim?"

Bir adım geri çekilirken, havluyu serbest bıraktı ve omuzlarından çekip aldı. Açığa çıkan omuzları, sıkı ve genişti. Bana buraya niye geldiğimi unutturacak bir güzelliğe sahipti ve eminim ki o da bunun şu an için farkındaydı. Diliyle alt dudağını usulca ıslatırken, ifadesindeki ciddi tavırdan ödün vermedi.

"Hoş geldin."

Uzanıp yanağına öpücük kondurmak istesemde kendimi tuttum ve kırık bir gülümseme eşliğinde eve girdim. Adımlarım doğruca oturma odasına yöneldiğinde, dar koridorda onunda adımları beni takip ediyordu. Başka zaman olsa, bakışlarının kalçalarımda gezindiğine emin olabilirdim ve sırtım bir yay gibi gerilebilirdi ama şu an pek emin değildim.

"Uyuyabildin mi?" Diye sordum kahverengi koltuğa yerleşirken.

Karşıma oturdu ama aramızda belli bir mesafe bırakmıştı. "Huzurlu bir uyku değildi."

Ona açıklama yapmadan önce doğrudan telefonumu uzattım. "Mesajlara gir."

Kaşları hafifçe çatılsada, telefonu aldı. Mesajlara girdi ve dikkatini ekrana verdi. "Bunlar o Anketörün sorduğu sorular değil mi?"

"Evet."

"Hiçbir şey anlamadım." Dedi benim gibi o da karışarak.

"Ben de." Dedim. "Biri bana şaka yapıyor olmalı, aksi mümkün değilmiş gibi."

"Sorunlu biten bir ilişkin oldu mu hiç?" Diye sordu gerçek bir merakla.

Bunu ben de düşünmüştüm. "Hayır."

"Sana takıntılı biri?"

Başımı iki yana salladım. "Bildiğim kadarıyla hayır."

"Polise gitmelisin." Dedi doğrudan. "Başına bir şey gelebilir Nil. Görüyorsun her zaman evde olmuyorum. Olsam bile seni koruyamacağım bir durumda oluşabilir. Riske girmemelisin."

"Belki de polislerin ta kendisidir." Dedim doğrudan.

Alayla güldü. "Yok daha neler?" Dedi. Ciddiyetimi görünce gülüşünü sildi. "Neden böyle bir şey yapsınlar?"

"Çünkü benden de şüpheleniyor." Dedim gözlerimi devirerek. "Sırf yıldımız barışmadı diye cinayet işleyecek değilim ya! Saçmalık işte."

Hakan derin, sesli bir saldı. "Tamam düşünme bunları. Numarayı alıyorum." Dedi ve telefonuna kaydetti. "Bir soruşturalım."

"Aslında bir yere gitmeye niyetim yoktu o gece..." Diye söze girdim sırasının geldiğini düşünerek. "Başta umursamadım bile, ama Akçakent demesi biraz ciddiye almamı sağladı doğrusu. Üzerine elektrikler kesilince, elimde olmadan panikledim. Gidebileceğim başka bir yer yoktu, bu yüzden Kaan Bey'e gittim."

"Babana gidebilirdin." Dedi. Ama sonra bu söylediğini geri almak istermiş gibi oturuşunu dikleştirip, eliyle tamam boşver dercesine bir işaret yaptı. Babamla aramda kilometrelerce uzaklık olduğunu elbette yemekte fark etmişti.

"Duş almam gerekmişti çünkü leş gibi terledim gece. Kaan Bey'in evi çok sıcaktı." Dedim abartılı bir sesle.

"Kendimi tekrar etmeyeceğim." Dedi.

İnsanların sadece seviştikten sonra duş almadığını bilecek kadar akıl sahibiyim. Demesini kast ediyor olmalıydı.

"Lütfen etme." Dedim gülerek. Hakan ciddi tavrından ödün vermedi tabi.

"Çakıl'a gittim evet." Diyerek söze girdim. Burası en çukurlu olan kısımdı. Çünkü bu konuda fazlasıyla derine ineceğimizi biliyordum çünkü ona soracağım tek bir soru vardı. "Ama sonra kavga ettik, o da beni evinden kovdu. Gerçi bundan haberin vardır..." Diyerek sesime imayı dizdim. "Sonuçta orada olmadığımı öğrendiğine göre konuşmuş olmalısınız."

"Konuştuk." Dedi ne var bunda der gibi. "Çünkü sana ulaşamayınca onu aradım ve bana orada olmadığını söyledi." Eliyle hafifçe çenesini ovaladı. "Ama kavga ettiğinizden bahsetmemişti."

"Son olarak, bana ulaşamadın çünkü dün kötü bir gün geçirdim. Çakıl'la olan kavgamız beni fazlasıyla sarstı ve benim düşünmeye ihtiyacım vardı." Dedim. Artık acabaları tekrar neyseye dönebilirdi.

O da bunu idrak etmiş ve ikna olmuş olmalı ki, ciddi kabuğu bir tık kırıldı. "Neden kavga ettiniz?"

"Çünkü Çakıl sana aşık olmuş." Dedim.

"Saçmalama." Dedi doğrudan.

"Kendi ağzıyla söyledi Hakan." Dedim omuz silkerek. "Aşıkmış sana."

Hakan kaşlarını havalandırdı. "Bu mümkün değil Nil." Diye diretti.

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?" Dedim sonunda meraklanarak.

"Nil bak, bunu sana söylemem ne kadar doğru bilmiyorum ama bu noktada bilmen daha iyi olacak anlaşılan." Dediğinde, bir şeylerin sarsıntısı sardı içimi. Belliydi. Bir şey vardı. Öğreneceğim bir şey. Beni öfkelendirecek bir şey.

"Neyi?"

"Şu Bolu'daki ambulans ve iki kız meselesi..." Dedi hafifçe öksürerek sesini toplarken. "O gün aslında Giray'dan duyduğun gibi değil." Başını yavaşça iki yana salladı. Gözleri kararsızdı ama ama susmakta istemiyordu belli ki. "O mesele çok başka."

Duyduğumu biliyor olmalıydıki, doğrudan duyduğun gibi değil diyordu.

"Dinliyorum?" Dedim ve yutkundum.

"Bundan bir sene kadar önce, özel görevle Bolu'ya gitmiştik. Bizimkiler yiyecek bir şeyler almaya gitmişti, ben de nöbetteydim. Akşam üzeriydi, yanıma iki kız geldi. Yardım istediler çünkü kızlardan birinin durumu hiç iyi değildi..." Kelimeleri nasıl toparlayacağını düşünür gibi bir hali vardı. "Bu ikisi eş cinsel bir çiftmiş. Ve kızlardan biri bakire olduğu için ilk ilişki sırasında vajinasını yırtan bir cisim yüzünden çok kanaması olmuş. Çok fazla utanıyordu o yüzden kimseye söylememe mi istediler, ben de mecburen yardım etmek zorunda kaldım."

"Bunun konumuzla ne alakası var?" Dedim ama duyduğum ses bana ait değildi sanki.

Gözlerimin en içine baktı. "O kızlardan biri Yasemin'di Nil."

Duyduğum ismi algılamam biraz zamanımı aldı. Saniyeler içinde, etki alanı şiddetlendi ve beynimin içine çarptı.

"Saçmalama Hakan!" Diye bağırdım oturduğum koltuktan fırlarken. "Hem öyle olsa bile, neden onca zaman birbirinizi tanımıyormuş gibi davrandınız?!"

Çakıl'ı ilk gördüğünde tanımaya çalışır gibi uzun uzun yüzüne bakışı.

Takardım... iması.

"Doğruyu söylüyorum." Dedi benimle ayaklanarak.

"Çekil şuradan," Dedim çıplak göğsünü iterek kendime alan açmaya çalışırken. "inanmıyorum sana!"

"Tamam sen söyle!" Diye bağırdı. "Daha önce Yasemin'i hiçbir erkekle yakın temas halinde gördün mü?" Artık o da bağırıyordu. "En basitinden onun hiçbir erkekle öpüştüğünü gördün mü?"

Ona kaşlarımı kaldırarak baktığımda, "Ben hariç!" Dedi.

Zihnimi zorladım. "Hayır..." Dedim yükseldiğim hızla geri çakılırken. "Sadece Can'ın sevgilisini öperken gördüm..."

"Can eş cinsel değilse şayet sevgilisi kız olmalı." Dedi sorar gibi. "Şimdi inanıyor musun bana?"

"Kahretsin." Dedim başımı ellerimin arasına alıp, koltuğa çökerken. "Birde bana ağlaya ağlaya anlattı... Seni öptüğünü ama senin hiç etkilenmediğini.. Sana çok aşıkmış bir de öyle söyledi, hiç aklından çıkmıyormuşsun!" Öfkeden kendimi kaybedebilirdim. Resmen kandırılmıştım ve bunun hiçbir mantıklı açıklaması yoktu.

"Kızın vajinasını neredeyse parçalamıştı Nil!" Dedi Hakan yüzünü buruşturarak. "Sence de etkilenmemem normal değil mi?"

"Peki tamam bu konuda doğru söylüyorsun." Dedim ellerimi dizlerime koyarken. "Ya bunca zaman onu tanıdığını benden gizlemeni nasıl açıklayacaksın?"

Çakıl'ın da tanımamazlıktan gelmesi yüzündendi belkide o gece onun adına özür dilediğimde bana kızması.

Sonra ansızın gelip hiçbir şey olmamış gibi benimle kahve içmek istemesi...

Hakan kısacık bir an sessiz kaldı ama susmak istemediği her halinden belliydi. "İlk tartıştığımız günün sonrası kapımın altına bir not bırakmıştı. Üzerinde özür dilediğine dair bir şeyler yazıyordu." Biliyordum. Hakan'da onu aramıştı hatta yanımda konuşmuşlardı. Çakıl'ın bi' ara hoparlörü kapatması ardından tekrar açması... Hakan'ın ne söyleyeceğini kestiremediği için olabilir miydi?

"Sırf senin arkadaşın diye, sana ayıp olmasın diye geri aradım." Dediğinde, gözlerinde ona inanmamı isteyen bir samimiyet vardı. "Sonra o gün eve geldiğimde bir not daha buldum." İçinde ne yazdığını bilmediğim ikinci not. Çakıl'ın benden gizli Hakan'ın kapısına bıraktığı o not. "Lütfen benimle ilgili bildiklerini Nil'e söyleme. Yazıyordu."

Kafam allak bullaktı. Biz o zamanlar doğru düzgün konuşmuyorduk bile, neden bana ayıp olsunduki Çakıl'ın özürünü kabul edip etmemesi?

"Sonra biliyorsun, evime geldi beni öptü. Bunu neden yaptığını hala anlamadım ya gerçi..." Diyordu ki durdu. Başını kaldırdı ve şok olmuş bir ifadeyle gözlerimin içine baktı. Dudakları aralanmıştı. "Oyun oynamış!"

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. "Ne oyunu?"

"Oyun oynamış işte!" Dedi aylardır uğraştığı bir problemin cevabına ulaşmış gibi bir dehşetle. "Gerçekten oyunmuş..."

"Nil..." Dedi aynı şaşkın sesle. "Sanırım en yakın arkadaşın bana değil... Sana aşık."

Ne kadar süredir sessizliği paylaştığımız hakkında bir fikrim yoktu. Sarı dediğim renk turuncuya, yeşil dediğim renk maviye dönüşmüştü sanki. Kafam allak bullaktı ve değil öğrendiklerimi her tonlarını ezbere bildiğim renkleri dahi ayrıştıracak bir zihne sahip değildim şu an.

İlk birlikte olduğumuz gece de emindi Çakıl'ın oyun oynadığından ama altından bunun çıkacağını gerçekten beklemezdim.

Burada herkesin binlerce yüzü var derken hem Çakıl'ın sırrını, hem de onu tanıdığını sakladığı için kendini kast ediyordu. Açık açık söylüyordu aslında bana bir şeylerin maskelerin ardına saklandığını ama ben henüz birleştiriyordum taşları.

Ne aptaldım ama?

Eğer Hakan'ı ulaştığı sonuç doğruysa şayet, bu yıllardır kandırıldığım anlamına gelirdi. Zihnimde bu fikirle örtüşen anılar canlanmak için sabırsızlanıyordu ama ben düşünmek için kendimi zorlamıyordum. Elbette derine inecektim ama şu an bunun yeri değildi. Kendimle baş başa kaldığım bir an da, derin bir sessizlik eşliğinde çekeceğim baş ağrısını umursamadan zihnimi yıllarca geriye saracak ve kare kare anıları deşecektim.

"Neden bana ayıp olacağını düşündün?" Diye sordum karşımdaki kapalı televizyonu izlerken. "Sonuçta henüz tanışıyor sayılmazdık. Alt tarafı iki kere kahve içmiş, biraz sohbet etmiştik."

"Çünkü seviyorum seni." Dedi.

Başım ona doğru döndüğünde, siyah gözlerinin tüm dikkati yüzümdeydi. Duyduğum cümlenin gerçekliğini sorguladım. "Altı üstü iki kere kahve içmiştik diyorum Hakan." Dedim tekrar.

"Ama seviyorum seni." Dedi o da tekrar.

Kafamı toparlamam artık imkansız gibiydi. Yinede mantıklı olmak için zorladım kendimi.

"Alt tarafı 9-10 günlük bir ilişki! 3 gün de kavgadan çık, ne kaldı bir hafta. Bir haftada ne sevmesinden bahsediyorsun sen bana?" Dedim o günlerde bunun mümkün olmayacağını anlatmak ister gibi bir direnişle. Resmen kabullenemiyordum.

"Ne bir haftası ya?" Dedi kaşlarını çatarak. Beni sorgulayarak iki yana salladı başını. "Ne bir haftası? Ben seni gördüğüm ilk an tutuldum sana."

Bazen öyle günler oluyor ki, aşırı doz memnuniyetten öleceğim sanıyorum. Diyen Salvador Dali... O gün bugün olmalıydı.

"Sevdiğiniz şeyi resmedin ve mutlu ölün." Diyen Henry Miller... O an bu an olmalıydı.

"Susacak mısın?" Diye sordu. Yüzünde beliren tedirginliği sezdiğim an elimde olmadan gülümsedim. Hatta böyle kocaman gülümsedim.

"Ben... Şaşkınım..." Dedim. Ama hissettiğim mutluluk sesimden akıyordu adeta.

Hakan'ın rahatladığı yüzünden anlayabiliyordum. Ama bu bana tuhaf bakışlar atmasına engel değildi. Muhtemelen bu aşamada boynuna atılıp ben de seni seviyorum deyip, onu öpmem gerekirdi ama ben tüm vücudum kilitlenmiş gibi kıpırdamıyordum.

"Bir şey demeyecek misin?" Dedi sonunda beklenti dolu siyah gözleri, gözlerimi yutarken.

Belli ki ben bir şeyleri hiç fark edememiştim. Ya da çok geç fark etmiştim. Öğrenme iç güdüsüyle doldum.

"Beni ilk ne zaman gördün?" Diye sordum. Her şeyi bekliyormuş ama bunu beklemiyormuş gibi şaşırdı.

Elini ensesine atıp, ağır ağır boynunu ovmaya başladı.

"Bak." Dedim bir şeyi netliğe kavuşturmak isteyen bir sesle. "Ben çoğu zaman çevresine yalanlar söyleyen biriyim ama sana karşı çoğu zaman hep dürüst oldum. Hatta hayatım boyunca annemden sonra ilk kez sana karşı bu kadar dürüst oldum." Ellerimi kucağımda birleştirdim. "Sana hiç yalan söylemedim demiyorum. Ama çok az söyledim. Belki bir elin parmağını dahi geçmez. Oysaki başkalarına 5 lafımdan 3'ü yalandır benim."

Hakan bunu da beklemiyordu ama sözlerimin onu ikna ettiğini gözlerindeki rahatlamada gördüm. Sıcacık gülümsedi. "Pekala... En başından anlatacağım..." Dedi ve dudaklarını ıslattı. "Dürüstçe."

"Seni ilk nerede gördüğümden başlayalım." Dedi ve tekrar güldü. Gülüşü, göğsümün içini rengarenk bir tuvale çeviriyordu. "Emlakçıyla birlikte İklim apartmandaki boş daireye bakmaya geldiğimde. Binaya girmek üzereydik, emlakçıya binanın kaç yıllık olduğunu soruyordum... Sonra apartmandan sen çıktın, çok telaşlıydın. Bir yere yetişmeye çalışıyordun yani belliydi halinden. Elindeki anahtarı çantanın içine apar topar atışından anladım burada oturduğunu. Daha o an, kısacık bir baş kaldırmayla etrafına bakındığın o an tutuldum sana. Dedim ben bu kıza yazarım. Öyle böyle değil, fena yazarım."

İkimizin dudaklarından da küçük bir kahkaha döküldü. Resmen heyecanı bana bulaşmıştı. O kadar tatlı bir heyecanla anlatıyorduki sanki yakın bir arkadaşıydım, üçüncü bir kişiden bahsediyordu da ben de onu dinliyordum.

"Peki neden bana bunu daha önce söylemedin?" Diye sordum.

Hafifçe silkti çıplak omuzlarını. Hareketiyle köprücük kemiklerinde iki derin çukur oluştu ama tuttum kendimi. Henüz sırası değildi.

"Çünkü sevmiyordum." Dediğinde, kaşlarım havalandı. Sakince gülümsedi. "Yani en azından o zamanlar. 3 ay birini tanımak için güzel bir süre ama sevmek için fazlası gerekir. Sonra izledim seni, eve geldiğinde, gittiğinde... Bazen balkona çıktığında, bazen merdivenleri tırmandığında." Durup derin bir soluk aldı. "Ben her şeyin bir zamanı olduğuna inanırım Nil. Bence dünya halı gibi dokunan bir yer. Bizi birbirimize çekecek ilmeklerin varlığına inandım hep. Elbet yeri ve zamanı gelecekti... Bu yüzden bekledim, beklerken de sevmişim işte."

Kaşlarım alnıma doğru yükselmişti. Vay be dememek için dilimi ısırdım. Yüzüme kurnaz bir ifade yerleştirdim. "Gerçekten bitmiş miydi şekerin?"

"Evet." Dedi ve burnumun ucunu sıktı. "Senin aksine ben pek yalan söylemeyi sevmem." Derken hain hain gülüyordu. "Ta o gece anlayacağını düşünmüştüm aslında, yarı çıplak açtın kapıyı. Neye uğradığımı şaşırdım, salak salak marketti bakkaldı açıklama yaptım senin yüzünden."

"Gerçekten hiç anlamadım." Dedim burnumu parmaklarının kıskacından kurtarırken. "Ama çok fenasın sen. Onca zaman bir de utanmadan üzdün, kırdın beni."

"Sorma." Dedi dertli bir nefes alarak. "Kabullenme aşamasına girmiştim sanırım, kafamda sana olan hislerimi oturtmaya çalışıyordum, karışıktım... sana da ters yapıp durdum."

"Götün teki olduğunu düşünmüştüm." Dedim.

Gözleri aralandı. Ardından sesli bir kahkaha attı. "Çift kişilikliydim hani?"

"Çift kişilikli bir götün teki olduğunu düşünmüştüm!" Dedim kahkaha atarak. Gülüşümden öptü. Durdum. Bunu beklemiyordum. Yalandan öksürürken, alnımı ovuşturuyordum.

"Bir de bu çıktı başıma." Dedim gözlerimi ondan kaçırırken sitemli bir itirafta bulunarak. "Seninleyken bir utanma hali, bir çekinme durumu. Alışkın olmadığım şeyler..." Diyerek saçmaladım. Yanaklarım hepten kızardı.

Hakan çok eğleniyordu. Kahkaha atmaya devam ederken, başımdan tutarak beni göğsüne çekti ve sımsıkı sarıldı. "Aşırı tatlı oluyorsun." Dedi saçlarımın üzerine doğru. "Ve aşırı seksi." Yüzüme bakmaya çalıştı ama ben boynuna gömülmüştüm. "Bir de yanakların kızarıyor... Böyle al al oluyor."

Omuzuna vurdum. "Ya susar mısın?"

Daha sıkı sarıldı. Gövdelerimiz arasında kalan kollarımı çıplak beline doladım. Kokusunu içime çektim. İki gündür görüşmüyorduk ve ben onu çok özlemiştim. Şu an aklımı yitirmiyor oluşumun tek sebebi, öğrendiğim gerçeklerin zihnime dur sinyali vermesinden kaynaklanıyordu.

Beni seviyordu. Bana ilk gördüğü an tutulmuştu! Ah, Dali... Aşırı doz memnuniyetten öleceğim sanıyorum!

Başımı geriye çektim, Hakan'da kendini geri çekti. "Var mı aklına takılan bir şey? Kaldı mı bir sorunumuz?" Diye sordu.

Başımı iki yana salladım. "Ya senin?"

Benim gibi oda başını iki yana salladı. "Kahve yapmamı ister misin? Ya da açsan bir şeyler hazırlayabiliriz."

Öğlen yediğim yemekle duruyordum. "Aslında açım." Dedim. "Bir şeyler hazırlasak iyi olacak."

Hakan gülümseyerek ayağa kalktı. "Sen mutfağa geç, ben üzerime bir şeyler geçirip geliyorum."

Hakan oturma odasından ayrıldığında, ben de koltuktan doğruldum. Gözlerim devasa kitaplığa kaydığında, içeriye doğru seslendim. "Sanatla ilgili kitapların var mı?"

"Olması lazımdı!" Diye seslendi o da. "Bir göz at istersen!"

Mutfağa gitmeden önce kitaplığa yöneldim. Şöyle bir göz gezdirmekti zaten niyetim. İki büyük kapının arasından geçtiğimde, buranın birleştirilmiş iki oda olduğunu daha net gördüm çünkü çok büyüktü. Zaten benim evimin aksine Hakan'ın evi, 2 oda bir salondan oluşuyordu. Odaları birleştirip, ortaya böyle bir manzara çıkartmalarını sevmiştim doğrusu. 

Kitaplığa sol baş köşeden yaklaştığımda, parmaklarımla gözlerimi aynı hizada kitapların üzerinde gezdirmeye başladım. Çok düzenliydi, tek bir aykırı çıkıntı, tek bir toz tanesi dahi yoktu. Hakan'ın kitaplığına çok özen gösterdiği aşikardı. Ortalara doğru geldiğimde, bu kusursuz düzenin içinde bir tuhaflık olduğunu fark ettim. Kaşlarım çatıldı çünkü emin olamamakla birlikte şaşırdığım doğruydu.

"Nasıl ya?" Diye bir mırıltı ağzımdan dökülürken, kitaplığın sağ köşesine kadar gittim. En üstten en alta rastgele saymaya başladım birden kitapları.

10.

5.

10.

10.

5...

Ağzım şaşkınlıkla açık kalırken, sol başa geçtim yeniden. Kitaplık 6 raflıydı ve toplamda 9 bölmesi vardı. Ama hayır tuhaf olan bu değildi. Tuhaf olan... İkinci sıraya eğildim ve siyah ciltli kitapları saydım. 10. Hemen peşinden, yan bölmede yeşil ciltli 5 kitap vardı. 3. Rafa çıktım tekrar. 10 Beyaz ciltli kitap, 5 Kırmızı ciltli kitap. 10 Sarı ciltli kitap, 5 mor ciltli kitap. Hiçbiri tek renk değildi ama dikkatli bakınca ciltlerde tek bir rengin ağırlıklı olduğu bariz ortaydı.

Sonunda düzeni idrak edip, kabullenirken, elimi ateşe değmiş gibi çektim kitaplıktan. Bu da neyin nesiydi böyle?

Bu kadarı da tesadüf olabilir miydi?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro