Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Elektriksel Kesintiler

23 Ekim Çarşamba...

Üzerimde ince el örgüsü bir battaniye, sol elimde soğumaya yüz tutmuş kahve ve dişlerimin arasında kemirdiğim sağ elimin baş parmağıyla, önümdeki tuvale bakıyordum. İki gün önceki o küçücük an nasıl zihnimi böylesine meşgul edebilmişti anlayamıyordum. Çözemiyordum neydi o parmak uçlarından tenime geçen his yoğunluğu, bilemiyordum.

Önümde tuval, tuvalin ortasında ise bir şeker kasesinin üzerinde birbirine değen parmak uçlarımız vardı. Çevresini iç içe geçmiş çember bir karalama sarıyordu. O andan sonrasını kapsayan ise, tuvalin geriye kalan tüm beyazlığını siyaha boyamam olmuştu.

Bunu bana çizdiren neydi? İnsan kendi zihninde olup biteni nasıl bilemezdi? Emin olduğum tek şey, bu öylesine bir şey değildi. Kendi içimde girdiğim bu çıkmaz ise beni tetikliyordu. Sivriliyordum. Bedenim hiçbir tene değmemiş masum bir beden değildi ama adından başka hiçbir şeyini bilmediğim bir adamın, sadece parmak uçlarıyla tüm vücudumu uyarması... Bunu es geçemezdim. 23 yaşında platonik bir kadına mı dönüşüyordum? Bu beni ürkütüyordu.

Üzerimdeki battaniyeyi çekip ayağa fırladım. Kahveyi, camın önündeki üçlü siyah zigonun üzerine bırakıp perdenin arkasına sindim ve sokağı gözetlemeye başladım. Tanışmalıydım onunla. Madem fazlasının hayalini kurabilme cesaretine girmişti zihnim, onunla tanışmalıydım. Cevapsız sorularımı bir cevaba ulaştırmalıydım. Neydi içimde bu denli güçlü bir his uyandıran baskı?

Bu duygusal bir şey değildi. Öyle olsa kalbimin de çarpması gerekirdi. Göğsümün ortasında koca bir hissizlik taşıdığım için, bedenimi çok kez hatırlamış ama kalbimi yerini hiç yoklamamıştım. Kısa ve düzensiz ilişkilerden geriye hiçbir şey kalmamıştı. Biriyle bir ilişki yaşadığımda her şey o anın içinde olur, o anın içinde kalır ve yavaşça yiter giderdi.

Oysa şimdi, bedenine ve kimliğine fazlasıyla yabancı olduğum adamın sadece parmak uçlarıyla tanışıp, aklımı yitirecek kadar heyecanlı hissetmem çok garipti. Benim için bile... Fazlasıyla garipti.

Batmak üzere olan güneş, dünyanın çevresinde bir kez daha tamamladığı dönüşle bambaşka kıtalara ışık olurken, benim semtim karardı. Akçakent'in yağmuru yine yoldaki derin çatlakların arasından sızarak mazgalları taşırır ve geriye sırılsıklam bir sokak bırakırken, pencerenin ardında dikilmekten uyuşan bacaklarımı ellerimle ovaladım.

Ve sonunda... Sokağın başında o belirdi. Hakan.

Yağmurun sırılsıklam ettiği saçları gecenin rengine bürünmüştü. İfadesiz bir yüzle, İklim apartmana doğru sakin ve telaşsız adımlarla yürüyordu. Belli ki yağmur, onun için kaçınılması gereken bir hadise değildi. Sonunda usulca apartmana girdi.

Hızla mutfağa koştum. Apar topar mutfak dolabını açıp içinden çıkardığım çöp poşetiyle bir an sonra kapıyı aralamıştım. Merdivenleri tırmandığını belli eden ayak sesleriyle, baskın bir heyecan duygusu işgal etti zihnimi.

Çöp poşetini kapının önüne bırakıp doğrulduğumda, gözlerimiz buluştu ve merdivenin en üst basamağında duraksadı. Kısa bir baş selamı bahşetti. Elimle yüzüme düşen saçımı kulağımın arkasına itelerken ne diyeceğimi bilemedim. Hala yüzüne bakıyor oluşumdan kaynaklanan duraksamasını, yüzüne zoraki bir gülümseme yerleştirdiğinde fark ettim.

Aptal Nil.

"İyi geceler." Diyerek toparlamaya çalıştım.

"İyi geceler." Dedi ve önümden geçerek evine gitti.

İlk konuşma girişimim başarısızlıkla sonuçlansada, yüzümü saran kocaman gülümsemeyle ben de eve girdim.

24 Ekim Perşembe...

Cüzdanımın içindeki 70 tl ile uzunca süren bakışmamız, artık gerçekten iş bulmam gerektiğini yüzüme çarparken sıkıntılı bir nefes saldım. Cüzdanı koltuğa bırakıp, telefonda Handan'ın numarasını tuşladım ve dudaklarımı sıkıntıyla kemirerek telefonu açmasını bekledim.

"Günaydın Nil." Diye şakıdı pek kibar sesiyle.

"Günaydın Handan Hanım, nasılsınız?"

"İyiyim tatlım, sen nasılsın?"

"İyiyim..." Kıvranmak yerine doğrudan söze girdim. "Ben düşündüm de, yani bu sefer gerçekten düşündüm... İş için yardımcı olabileceğinizi söylemiştiniz."

"Kabul etmene çok sevindim. Aslında ben de boş durdum desem yalan olur. Bir arkadaşımın psikolojik danışmanlık ofisi var ve orada sana uygun bir pozisyon vardı. Danışanları yönlendirme, randevu oluşturma vs. ne dersin?"

Havada kapardım valla ne diyeyim.

"Olur, sağolun. Bu iyiliğinizi unutmayacağım."

"Lafı olmaz. Ben adresi mesaj atacağım sana."

Hazırlanmam, yola düşmem ve son 70 tl'yi idareli kullanma çabamla bir saatin sonunda ofise ulaşabilmiştim. Girne Caddesi'nin kalabalığına ve gürültüsüne oranla daha sakin bir kesimde kalan 2 katlı ofise adım attığımda ferah bir ortama giriş yaptığımı hissettim. Duvarların krem ve beyazdan oluşan renk kombinasyonlarına giriş katta mavi, ikinci katta yeşil koltuklar eşlik ediyordu. Merdivenlerin sağında kalan bankoya yaklaşıp, orta yaşlardaki sarışın kadına geliş nedenimi söyledim.

"Siz rahatınıza bakın, Kaan Bey'in görüşmesi bittiğinde ben size sesleneceğim."

Yanından ayrılıp, etrafı süzmeye başladım. Benim için hassasiyeti sembolize eden beyazın bu ofisteki kullanım nedenini biliyordum. Genelde yeni başlangıçların ve barışın rengi olan beyaz, ferah ve aydınlık hissettirir, enerji verirdi. Bir diğer unsurda hijyeni belirtirdi. Kliniğin sahibi, insan zihnine nasıl hitap edeceğini gerçekten iyi biliyor olmalıydı. Ve yeşil, yaşamın ve verimliliğin temsilcisi... İyileştirme gücüne ise diyecek bir şeyim yok doğrusu.

Ama bunlar diğer insanlara -en azından genel kitleye- böyle hitap eden renklerdi. Bana değil.

Bence yeşil, sınırlandırılamayan o özgürlüktü.

Görevli kadının seslenmesi üzerine oturduğum yerden ayaklandım ve beyaz ahşap kapıdan içeriye girdim. Gözlerim doğrudan masasının üzerindeki kağıtları toparlayan Kaan Saraç'ı buldu. 30'lu yaşlarının sonlarında olduğu belli olan dinç bir beyefendiydi karşımdaki. Birkaç akın düştüğü saçları omuzlarına ulaşıyordu. Hafif uzun suratında seyrek kaşları, göz çukurlarını derinleştiren belirgin elmacık kemikleri ve ince kemerli burnunun aksine kalın dudak yapısıyla genç ve karizmatik görünüyordu. Kulağındaki ince yuvarlak küpesi ise, görünüşüne ayrı bir hava katmıştı doğrusu.

Onun da bakışları beni incelerken, oturmam için masasının önündeki koltuğu işaret etti.

"Nil Özer'di değil mi?" Diye sordu sonunda toparlamayı bitirdiği kağıtları masasının sağ köşesine bırakırken.

"Evet."

Sırtını koltuğa yaslamış, dik duruşunu rahat bir pozisyonla değiştirmişti. Kahverengi gözleri beni incelemeyi bitirdiğinde, samimi bir tavırla konuştu. "Ne zaman başlamak istersin bakalım?"

Ellerimi kucağıma koyarken, kaşlarımı kaldırdım. "İş görüşmesi için geldiğim doğru ama çalıştığım yerleri ve deneyimlerimi sormayacak mısınız?"

"O kısmı Handan'la hallettik. Bence burada çalışmaya uygunsun." Ellerini iki yana açıp kaşlarını kaldırdı. "Tabii sen de istersen."

"İsterim. Yani bunun için buradayım."

Kaan Saraç memnuniyetle gülümsedi. Handan'ı referansı, -argo kullanacak olursam şayet torpili- işime yaramıştı.

"Yarın başlayabilirsin öyleyse, Gülden doğum iznine ayrılacağı için ricam üzerine duruyordu. O yüzden geciktirmeye gerek yok. Sen onun yanına uğra, yapman gerekenleri sana söyleyecektir."

"Sağolun, görüşmek üzere öyleyse."

Kaan Saraç ayağa kalkarken gülümsedi ve uzattığım elimi nazikçe sıktı. "Görüşmek üzere Nil."

-

Dr. Kaan Saraç

1980 yılında Muğla'da doğdu. İlk ve orta öğretimini Muğla'da, Tıp eğitimini, İstanbul tıp Fakültesinde tamamladı. 2005 yılında psikiyatri uzmanlık eğitimine Erenköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinde başladı ve birçok terapi eğitimlerine katıldı. 2010-2012 yılları arasında Samsun Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde mecburi hizmetini yaparken, toplum ruh sağlığı ve bağımlılık alanında çalışmalar yürüttü. 2013-2017 yılları arasında birçok ulusal ve uluslararası kongrelere katıldı. Psikoloji alanında eğitimler ve seminerler verdi. Hergüne yeni bir bilgi ilkesiyle çalışmalarına devam eden Uzman Doktor Kaan Saraç 2017 yılı itibariyle Girne caddesinde Saraç Psikiyatri&Psikoterapi kliniğini kurmuştur...

Evimin içine dolan zil sesiyle, Laptop'un kapağını indirdim. Kaan Saraç'ın çalışmaları etkileyici gözüküyordu ve yanında çalışacağım için mutlu hissettiğim doğruydu. Yüzümdeki keyifli ifadeyle birlikte kapıyı açtım.

Açtığım kapının ardında beliren Yasemin, yüzümdeki gülümsemeye anında göz devirirken bir adım geri kaçtı.

"Çok pozitif gördüm seni, geri mi dönsem?"

Cılız kolunu tuttuğum gibi onu içeriye çektim.

Yasemin, namı diğer Çakıl... Hayatın tüm negatif enerjisini sırtlanmışcasına huysuz, asabi, az konuşan ve benim tamamen zıttım olmasına rağmen tek arkadaşımdı. Çocukluktan beri süren dostluğumuzu, bu huysuz kızı seviyordum. Onun zoraki kalkan kollarının aksine ben ona sıkıca sarıldığımda, doğrudan sordu.

"İş buldun değil mi?"

"Handan'cığım sağolsun." Dedim dudaklarımı hafifçe büzerek.

Sütun gibi bacakları ve incecik sportmen fiziğiyle evimin içine doğru süzülürken, siyah küt saçlarını hafifçe karıştırdım. İri iri açtı kocaman olan siyah gözlerini ve incecik kaşları hepten çatıldı. Karakalem çalışması gibiydi karşımda. Kalem kadar ince parmaklarıyla saçlarını düzeltirken huysuz bir sesle konuştu.

"Paran var yemeyi bilmiyorsun." Sırtını koltuğa yaslayıp bacak bacak üzerine attı. "Yine kovulmasan bari."

Babamdan para almayı keseli 3 yıl oluyordu. Üniversiteyi bitirdikten sonra ayrı bir eve çıktığımdan beri kendi sorumluluğumu üstlenmiştim çünkü bu benim için büyük bir adım ve gelişmeydi. Çakıl'ın bilmem kaçıncı kez bu konuda laf sokmasını duymazdan gelerek yanağından küçük bir makas aldım. Ardından Laptop'un kapağını kaldırıp Kaan Saraç'ı gösterdim.

"Bu sefer baya kalıcıyım."

Çakıl ilk kez ona gösterdiğim birine 3 saniyeden fazla baktı. Kaşları çatılmıştı ama bu o kadar kısa bir andıki benim uydurmam saydım. "Yaşlıyım ama göstermiyorum havası var." Dedi ekrandan gözlerini çekip, bana analiz raporunu sunarken. "Sevmedim."

Onu gıcık etmek için sırttım. "39 yaşında. Yaşlı yerine deneyimli demeyi tercih ederim."

Ayağa kalkıp eliyle ensesini ovuşturdu. "Kahven yok mu?" Diye sorduğunda ona mutfağın yerini gösterdim. Bunun üzerine hepten delirerek söve söve mutfağa gitti.

"Anamı karıştırma!" Kahkaha atarak yastık fırlattım arkasından. Sonra aynı yastığı suratıma yiyince sustum.

Çakıl, doktor baba ve öğretmen annenin tek kızıydı. Babalarımız arkadaş olduğu için, ailesini tanıyordum ve bildiğim kadarıyla ailesinde en ufak bir kusur olmamasına rağmen kişiliğinde birçok problemi vardı. Hemen hemen hiçbir şeyden zevk almayan, olaylara hep en kötü yönünden bakan ve kinci olduğu kadar soğukkanlı olan kişiliğiyle tanınırdı. Yıllarca üzerine titremelerine rağmen bir sonuç alamayan ailesi, en sonunda onu kendi haline bırakmayı uygun gördüğünde, ilk fırsatta ayrı eve çıkmıştı. Bizi böylesine sıkı dost yapanın ne olduğunu açıkcası benim bile hala çözebildiğim söylenemezdi. Çünkü bana dahi açmadığı birçok kilitli kapısı olduğu sezerdim hep. Belki de çocukluktan beri bir arada oluşumuzdan kaynaklanan bir dostluktu bizimkisi.

Kahvelerimizi içerken, çalıştığı spor salonunda olan bitenden bahsetti. Ben de ona iş görüşmesinin detaylarını ve geçen akşam ki aile yemeğini anlattım. Sohbetimiz -benim düşük çenemle- saatler sürerken, kararan havayla Çakıl ayaklandı.

"Yine şişirdin kafamı." Dedi kapı eşiğinde eğilmiş ayakkabılarını ayağına geçirirken.

"Yarın akşam sana mı geleyim? Olur..."

Çakıl bana baygın bakışlar atarken, İklim apartmanın kesilen elektiriğiyle etraf karardı.

"Nefretlik bu apartman, biliyorsun değil mi?"

"Ben alıştım artık." Dedim kapı pervazına tutunurken.

Karanlıkta etrafı seçmeye çalışırken, telefonunun ekranını aydınlattı. Ardından fenerini yakıp bana kısaca el sallarken, geri geri adımladığı esnada küçük bir gümbürtü oluştu.

"Ah, yavaş!"

Çakıl bağırarak telefonun fenerini kaldırdığında, apartmanın koridoru bir nebze aydınlandı. Gözlerim çarpışan ikilinin üzerinde durduğunda, onların da gözleri birleşmişti. Siyahın kırmızıyla çakışması gibi görünen keskin görüntü midemi alt üst etti.

Hakan...

Karanlıkta aydınlanan yüzü şaşkınlığından sıyrılırken, dümdüz bir ifadeye büründü. Elektrik kesintilerinin nedense onun apartmana giriş saatlerini bulması, buluttan nem kapmayı seven yapım için ilgi çekici bir konuydu. Zihnimi biraz daha zorlasam, elektriği onun kestiğini düşünebilirdim.

"Sen..." Dedi ve durdu. Çenesinden kısa bir seğirme geçerken, "Geri geri gelen sendin." Dedi tok bir sesle.

Bakışları Çakıl'ın yüzüne öyle bir sabitlenmiştiki, sadece dudakları hareket ediyordu.

"Önünü görmeyen de sensin, dikkat etsene!"

Çakıl öyle hızlı ve yüksek sesle konuştu ki, apartmanın ayağa kalkması an meselesiydi. Onların gözleri birbirine kilitlenmeye devam ederken, göğsümün ortasında bir düğüm oluştu... "Yasemin." Sesim pürüzlendi. "Tamam abartma."

16 yaşından beri korkardı karanlıktan, ama sanki bu kez karanlık değildi onu korkutan.

"Ya bırak sen de Nil! Ne abartmasından bahsediyorsun, görmedin mi omuzumu çıkarıyordu camış herif!"

Hakan'ın siyah gözleri Yasemin'in yüzünde dikkatle gezindi. Tek kaşını sakince kaldırdı.

"Takardım."

"Ne yapardın, ne yapardın?"

Yasemin coştukça coşarken ağzımı açmaya fırsat bulamıyordum.

"Omzunu diyorum... Çıksaydı takardım."

"Sen git önce o kafatasının içine beyin tak!"

Hakan gülümser gibi oldu. "Seninle çarpışacağımı sezmiş olmalıyım."

Evine doğru yöneldiği esnada Yasemin hepten alevlendi.

"Ne, ne dedi o?"

Hakan kendi telefonunun fenerini yakıp, kapısının kilidini açarken Yasemin onun sırtına doğru bağırmaya devam etti.

"Sen bana baksana!"

"Bana beyinsiz diyemezsin sen!"

Zaman benim açımdan durmuş olmalıydı zira ağzımı açamıyordum. Neydi beni böylesine geren? Bana üç saniyeden fazla bakmayan adamın, Çakıl'ın yüzünü pürdikkat incelemesi mi?

"Sen de ona dedin ya işte, hadi boşver artık." Diye bir şeyler geveledim.

Yasemin bana döndü, öfkesi yüzüne sıçramıştı. "Nil yükseltme beni, onu mu savunuyorsun?"

"Ne alakası var Çakıl? Yok bir şeyin işte."

Tavrımın onu daha da gerdiğini anladığım esnada, Hakan açtığı kapının eşiğinde durdu. Okun yönü bana döndüğünden olsa gerek, dudakları aralanır gibi oldu ama Yasemin'in sinirle merdivenleri döver gibi inmesi üzerine geri kapandı. Tarafsız kalmak yerine alenende olsa Hakan'ı savunmuş gibi gözüktüğümün farkına çok geç vardım.

Bunca gürültüye katlardan birkaç kapı sesi duyuldu. "Nil bir sorun mu var?" Diye seslendi üçüncü katta oturan Selim Bey.

Merdivenlerin korkuluklarına doğru ilerledim. Komşuları topluca rahatlatma görevi bana düşmüştü. "Sorun yok Selim Bey, kusura bakmayın!"

Neyse ki emekli bir tarih öğretmeni olan Selim Bey, hem sakin hem de sorumluluk sahibi karakteriyle apartmanın beyni gibiydi. "Tamam kızım, iyi geceler." Onun kapısının ardından diğer kapılar da kapanınca derin bir nefes aldım.

Başımı omuzuma eğerek kapısını kapatmak üzere olan Hakan'ın görüş açısına girmeye çalıştım. "Şey!"

Ney?

"Kusura bakma, Yasemin biraz fevridir."

Neydi amacım? Arkadaşımı kötülemek, Hakan'a yaranmak mı, yoksa olay bahanesiyle onunla konuşmaya çalışmak mı?

"Başkalarının adına özür dilemek sana mı kaldı?" Dedi ve durdu. Sanki saniyeler içinde kurduğu cümlenin idrakına vardı. "Sen niye özür diliyorsun?" Diyerek toparlamaya çalıştı ama benim de tepem atıvermişti şimdi.

"Böylesine kaba olduğun için, senin adına senden bile özür dileyesim geldi. Ben de böyleyim işte!" Coştukça coştum. "Keşke karışmasaydım da Çakıl şuracıkta parçalasaydı seni!"

Bir şey demesine fırsat vermeden, öfkemi de alarak eve girdim ve orantısız bir güçle kapıyı kapattım. Elimi göğsüme koyup, hızlanan nefesimi kontrol altına almaya çalıştım ama düşündükçe kendi kendime doldum doldum taştım. Üzerimdeki ince hırkayı çıkarıp attığımda, çoktan salona girmiştim. Sabır ve sabırsızlık arasındaki o dengesiz anımda birkaç mumun fitilini ateşledim. Hissettiğim öfke başımı döndürmeye başladığında, şövalemi ortaya çekip paletimi kaptım. Gazete kağıtlarını ortaya gelişi güzel sererken, diğer yandan boya tüplerini ortaya saçtım. Üzerimdeki tşörtten kurtulmak üzereydim ki, kapım iki kez tıklatıldı.

Mumlardan birini kapıp antreye geçtikten sonra, kapıyı araladım ve onunla yeniden karşılaştım. Sinirden kızaran yüzümü, loş ışıkta seçmesine imkan yoktu ama şaşkınlığım kısılmış gözlerinden kaçmış olamazdı. Dudaklarımı aralayacağım esnada, omuzlarını hafifçe çekti.

"Evet Nil... Bi' kahveni içerim ama karar veremedim, sen de mi yaparsın bana mı geçelim?"

Ona iç içe geçmiş renkleri seçmeye çalışırcasına karmaşayla baksam da, sesim dudaklarımdan dökülmeyi başardı.

"Şekerim yok."

"Sade içerim."

Öyle bir baktı ki, öfkemin ansızın kayboluşunu hissettim. Dudaklarımı kıvrılmaması için ısırırken çoktan bir adım geri çekilmiştim.

🌾










Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro