Bazı Gerçekler
Karakent'te ayrı bir ilçe değil, ayrı bir şehir hatta ayrı bir kıta gibiydi. Buranın soğuğu benim kanımı damarlarımda kurutucak kadar güçlüydü. Çakıl'ın evine 10 dakikalık bir uzaklıkta olan meydana geldiğimde, kafelerden birine girdim ve telefonumu çıkartıp masanın üzerine bıraktım. Buraya gelmesini belirten bir mesaj atmıştım ama gelip gelmeyeceği hakkında şüpheliydim. Hakkında öğrendiklerimi bildiğini düşünmüyordum ama o zeki bir kızdı. En azından benim hafife alamayacağım kadar zekiydiki beni bunca yıl ayakta uyutmayı başarmıştı.
Beklerken Hakan'ın numarasını tuşladım. Çaldı... çaldı... çaldı... meşgule attı. Kaşlarım çatılırken, telefonu masanın üzerine geri bıraktım ve gelen garsona kahve siparişi verdim.
Yaklaşık 15 dakikanın sonunda Çakıl kafeden içeriye girdi ve etrafta gezinen gözleri beni buldu. Üzerindeki parlak siyah tüyleri olan kalın mont, altında dapdar siyah bir jean ve yüksek topuklu çizmeleriyle kafedeki tüm gözleri üzerine çevirmeyi başarmıştı. Yüzü ise, her zamankinden daha donuk, daha soğuktu. Soğuktan kızaran yanaklarına hiç aldırıyor gibi bir hali yoktu. Kısa saçlarının üzerindeki siyah bereyi çıkartıp saçlarını düzelttikten sonra, karşımdaki sandalyeye oturdu.
"Hoş geldin." Dedim.
Başını sallamakla yetindi. İnce ve ojeli parmakları doğrudan menüyü kavradı. İlk kez ondan böylesine rahatsızlık duyduğumu hissettim. Halbuki o hep böyleydi. Umursamaz, gamsız... Sadece benim merceğimde artık hoşgörü yoktu ve bu yüzden iğneleniyormuş gibi huzursuzlanmıştım.
Kendine kahve sipariş ederken, garson genci nasıl afallattığını anbean izledim. İri gözlerinden akan dişilik, soğuk yüzüyle öyle bir tezat oluşturuyorduki karşısında afallamamak imkansızdı.
Sessizliğin kendiliğinden bozulacağı yoktu. O yüzden duruşumu dikleştirirken, dudaklarımı ıslattım. "Sana sormak istediğim bazı şeyler var."
Hafifçe omuz silkti. "Sor."
Tavrı, ilk kez beni böylesine geriyordu. Sanki ona baktıkça kuruluyor, deliriyordum.
"Hakan'a aşık olduğun falan yok değil mi?" Diye sordum doğrudan. "Bir oyun oynadın... Oynamaya da devam ettin."
Bir ip kadar ince olan kaşları havalandı. "Seninle onu konuşmayacağım Nil." Fincanın kulpunu kavradı. "Hem, ne oyunundan söz ediyorsun sen?"
"Onu tanıyordun." Dedim. Kaldırmak üzere olduğu fincanı geri masaya bıraktı. Yüzünde hazırlıklı bir şaşkınlık vardı, bu yüzden ifadesini toparlaması kısa sürdü.
"Anlattı demek."
"Anlattı."
Fincanı tekrar eline aldı ve bir kaç yudum içti. Sanki oyalanıyor, vakit kazanmak için direniyordu. "Merak ediyorum, nasıl anlattı?"
"Önemi var mı?" Dedim kaşlarımı kaldırarak. "Ana fikir belli olduktan sonra, nasıl anlattığının ne önemi var?"
Çakıl ağır ağır başını salladı. "Pekala..." Alt dudağını hafifçe büktü. "Oyun oynadın dedin... Nasıl bir sonuca vardığınızı kestirebiliyorum. Bir bakayım doğrumu anlamışım..." Kollarını göğsünün üzerinde birleştirdi. "Sana anlattı. Lezbiyen olduğumu öğrendin ve buna rağmen onu neden öptüğümü sorguladınız değil mi? Ulaştığınız ilk sonuç ne oldu peki? Söyle lütfen söyle çekinme."
Çenemdeki baskı arttı ve dişlerim birbirlerine dolandı. Dudaklarımı aralayacağım esnada, hızla doğruldu ve masaya eğildi.
"Sana aşık olduğumu mu?"
Afalladım. Gözleri öfkeyle parlıyordu. Sessizliğimle kaşları havalandı. "Cidden mi?"
"İnkar mı edeceksin?" Dedim buz gibi sesle.
"Olmayan bir şeyi kabul mu edeyim?" Dedi sorgularcasına bir ciddiyetle.
"Ha değilsin yani." Dedim inanmadığımı belli ederek.
"Tabii ki değilim." Dedi. Sinirlenmişti. "Sen benim en yakın arkadaşımdın." Dedi üzerine basa basa. "Sen benim tek arkadaşımdın Nil."
"Madem öyle, madem doğruyu söylüyorsun o zaman Hakan'a aşık olduğunu söylemeni nasıl açıklayacaksın?" Sesim kısıktı ama sertti. "Gözümün içine baka baka onca yıl benden bunu nasıl saklarsın!" Bağırmama ramak kalmıştı. "Onca zaman Hakan'ı tanımıyormuş gibi davranıp arkamdan nasıl iş çevirirsin?"
"Sanane bunlardan!" Dedi o da aynı alçak sesli öfkesiyle. "Neyine yarayacaktı öğrenmen. Sana ne söylesene?"
"Ben senin en yakınındım!" Dedim sonunda patlayarak. "Ben sana güvendim. O lanet günden beri hiçkimseye güvenmedim ama sana güvendim!"
Sandalyesini iterek ayağa kalktı. "Bana güvendin öyle mi?" Sesine alay sindi. Üzerimize dönen bakışları umursamayacak kadar birbirimize kenetlenmiştik. "Pardon da sen benim neyime güvendin? Söylesene. Söyle. Sen bana asla kendini açmadın. Herkesmiş gibi davranıp, özünü hep kendine sakladın sen! Çok dürüsttün ya sen? Beni o lanet dünyalarından birine bile sığdırmadın!"
"Bunun güvenmekle ne ilgisi var!" Dedim ben de ayaklanarak. "Herkesin kendine sakladıkları olur! Ben annemi kaybettim! Acısıyla başa çıkmak için çabalarken kendime tanıdığım alana seni almamam mı suç? Bu mu savunman! Sen söyleseydin ben de söylerdim mi oynayacağız!"
"Evet!" Dedi ellerini iki yanına açarak. "Bugünden daha beter olmazdı o zaman hiçbir şey!"
"Beter olan sensin!" Dedim bağırarak. "Senin huysuzluğun, senin memnuniyetsizliğin, umursamamazlığın, gamsızlığın!"
Yasemin hayretle açtı gözlerini. "Ne çok birikmişsin sen öyle?"
Yanımıza gelen takım elbiseli bir adam, bizi sakinleştirmek için çabaladı ama nafileydi. İkimizinde tepesinden dumanlar yükseliyor, birbirine değen gözlerimiz alev alıyordu. Yine de uzatmadık bir hışım hesabı ödedik ve kafeden çıktık. Yasemin arkasını dönmüştü ve adımlarını benim aksi yönüme çevirmişti.
"Daha bitmedi!" Diye bağırdım bu kez de yolun ortasında. "Kaçma Yasemin! Bir kerede bana karşı dürüst ol, kaçma!"
Topuğunu yere vurarak geri döndü. Gözlerinden yaşlar akıyordu ama ne ara ağlamaya başladığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu.
"Beni yargılamanı dinleyecek değilim!" Dedi acılı bir öfkeyle.
"Seni yargılamıyorum aptal." Diye bağırdım. "Bilmek istiyorum! Sadece bana oynadığın bu aptal oyuna inanmıyorum ve gerçekleri bilmek istiyorum."
"Pekala." Dedi hırsla gözlerini silerken. "Aç kulağını beni iyi dinle. Evet Hakan'ı tanıyordum ama hakkımda bildiği şeyden dolayı ondan bunu saklamasını istedim. Söyler mi, söylemez mi diye kendimi yerken de aklım kaydı ona işte! O gece yemekte o kadar güzel anlaştıkki, etkilendim! Bunun için suçlayamazsın beni. O da suçlayamaz. Sana o gün evde söylediklerimin hepsi doğru. Seviyorum onu! Çıkmıyor aklımdan! Ne yapayım, kendimi mi keseyim? Gidip kendimi mi atayım ne yapayım sen söyle?"
Ondan uzaklaşarak ıslak kaldırıma çöktüm. İnsanlar gelip geçiyordu ama umrumda değildi. "Peki bu nasıl mümkün oluyor?" Dedim kafam zonklarken. "Madem eşcinselsin, ona aşık olma saçmalığı nasıl oluyor?"
"Eşcinsel değilim." Dedi daha kısık bir sesle. "Biseksüelim ben Nil."
Kafamı kaldırıp ona baktım. "Evet kadınları seviyorum! Ama erkekleride seviyorum." Omuz silkti. "Elimde değil."
Ağlamak istiyordum. Ama neden ağlamak istediğime dair bir fikrim bile yoktu. Sadece ağlamak istiyordum.
Kaldırıma, yanıma oturdu. Bir süre ikimizde sustuk. "Daha 6 yaşımda falandım." Dedi sessizliğimizi bölerek. "Aklım sarmıyordu ama ne zaman ilgimi çeken bir kadın görsem ona yakın olmak istiyordum..." Dinlemek isteyip istemediğimi dahi bilmiyordum. Belki de ona inanacak olmaktan korkuyordum.
"İlkokuldayken, biraz daha bir şeylerin farkına varmaya başladım. Toplumda kadının eşi daima erkekti sonuçta. Öyle görüyorduk, öyle büyüyorduk. Doğru olan buydu da ben farklı hissediyorum diye utanıyordum. Korkuyordum..."
Belkide ilk kez bana bu kadar uzun cümleler kuruyordu. Belkisi yoktu hatta. İlkti bu.
"Ortaokula geçtiğimde artık bir şeyler daha belirgindi, yine de tam değildi tabi. Yeterli değildi. Çünkü bilmiyordum. Hatta bu bir tek benim başıma geldi sanıyordum. Kendimi ucube gibi hissediyordum. Kimseye söyleyemedim çünkü hâlâ korkuyordum, yargılanmaktan, dışlanmaktan..." Derin bir nefes aldı. "Ben de kimseye fırsat vermeden, böyle böyle kendi içime kapandım. Eğer gününde birinde ortaya çıkarsa diye, insanları hayatımdan ben dışladım, ben onlardan soyutlandım."
"Ve bu yüzden mükemmel bir hayatın içindeki o asık suratlı kız çocuğunu kimse anlamadı." Dedim histerik bir şekilde gülümseyerek. "Çünkü izin vermedin."
"Öyle." Dedi. Omuz silkti. "Pişman değilim. Bugün ki beni seviyorum."
Sessiz kaldım. Severdi tabi... Demirden sertti kabuğu.
"Liseye ilk başladığım yıllarda araştırmaya başladım. Sonra öğrendim. Ucube olmadığımı, tek olmadığımı. Bunun da en az olması gereken kadar doğal olduğunu. Ama şöyleki... Biliyorsun, erkek arkadaşlarımda oldu. İlişkilerimde oldu. Lezbiyen bir kadın, bir erkeği hayatına arkadaştan öte almıyor. Ama benim için öyle değil... Erkeğin sıcaklığını, verdiğini güveni, çekiciliği, gücünü... bunları da seviyorum. Bunları da arzuluyorum."
Gözlerini bana çevirdi. "Kadınlarınsa tenini... Kokusunu... Sadakatini... Seni bir erkekten daha iyi anlamalarını... Seviyorum."
Üzerimden cılız bir ürperti geçti. "Anladım." Dedim. "Keşke bana bunları baştan anlatsaydın. Ben seni asla yargılamazdım ki."
Ellerini kaldırıma yaslarken ayaklarını öne doğru uzattı. "Yargılamazdın öyle mi?" Sesi buna inanmadığını vurguluyordu.
"Bu bir hastalık değil, doğuştan gelen bir cinsel yönelim Çakıl." Dedim iddaamı destekleyen bir sesle.
Çakıl başını iki yana ağır ağır salladı.
"Kaç kişi biliyor?" Dedim. Benim dışımda kaç kişi?
"Çok az kişi." Dedi alt dudağını çekiştirerek.
"Can biliyordu değil mi?" Dedim. "O gece sevgilisini öpmene o yüzden o kadar öfkelendi."
"Aynen." Dedi.
"İnsanları nasıl susturuyorsun anlamıyorum. Can'ı, Hakan'ı... lisedeki o dövdüğün kızları..."
"Can'la ilişkim vardı." Dedi doğrudan. "Cinsel bir ilişki. Sonra bu ilişki evrildi, sırdaşlığa dönüştü. Sırdaşlıkla beraber Başkalarıyla da olabilirsin, seni bir kadından kıskanmamlar başladı. İzlemek isterimler çoğaldı. Üçlü düşünmez misine kadar sürdü. Sustu çünkü yeni, cici sevgilisine bunları anlatmamı istemezdi."
Ona şaşkınlık dolu gözlerle bakıyordum. "Akla ilk gelen cinsel birleşimin nasıl gerçekleştiği değil mi?" Yüzümü buruşturdum. "İnsanlar ve önyargıları."
Çakıl'ın bana dönen gözlerinde cılız bir ışık yandı. Ona inandığıma sonunda inanmış olmalıydı. Ve onu anlayabildiğime, sevinmiş.
"Sanıyorlarki kuduruk gibi köşe köşe seks yapıyoruz. Bir sınırımız ölçümüz yok. Herkese ilgi duyabiliriz, herkes gözümüzde potansiyel partner."
Küçük bir kahkaha attım. "Sapkınlıkla bağdaştırılıyor."
"Aynen." Dedi Çakıl'da gülerek. "Lisedeki kızlara gelince. O zamanlar bir kız arkadaşım vardı benim. Tesadüfen onunla olan konuşmalarıma şahit olmuşlar. Başta sinsice arkadaşlık kurmaya çalıştılar benimle. Aldırmadım. Sonra kiminle konuşsam, bu kız da sana yakışır, şu yanında otururken aklından neler geçiyor, o tam senin tipin sanki diye diye beni çıldırttılar anlayacağın. En son sana sataştılar işte biliyorsun. Dövünce sustular onlar da, gözleri korktu sanırım."
"Ama senin de elinin ayarı yok ki." Dedim gülmeye devam ederek. "İkisini de ne yolmuştun ama..."
"Öyle işte." Dedi hafiflemiş gibi bir sesle. Gülüyordu da işin garip yanı. Gerçekten gülüyordu.
"Bu meseleyi de hallettiğimize göre... Kalkalım mı artık kıçım dondu."
Ben de donuyordum ama biraz daha idare edebilirdim. "Son bir meselemiz kaldı." Dedim. "Ama onu nasıl halledeceğimize dair bir fikrim yok."
Yüzü asıldı. "Hakan'ı... İyi olan kazansın." Dediğinde şaşkınlıkla ona baktım.
Saniyeler sonra kahkaha attı. "Şaka yapıyorum bakma öyle."
"Hayır bir de gülüyorsun." Dedim gözlerimi devirerek.
"Komik ama." Dedi kabul et dercesine. "Bu yaşımıza kadar durduk durduk aşık olmak için aynı adamı bulduk."
Elimle yüzümü sıvazladım. "O adam benim sevgilim yalnız." Dedim başımı iki yana sallarken. "Daha ayarlı konuşup, sinirlerimi zıplatmasan mı?" Benim de cümlelerim ayarsızdı ama sesim daha sakindi.
"Çekil diyorsun ayağımın altından." Dedi omuzlarını çekerek. "Ezer misin beni?"
"Buraya gelmeden önce seni sildiğimi düşünüyordum." Dedim doğrudan. "Arkadaşlığımızın bittiğini, dönüşün olmadığını..."
"Sırf sana aşığım sandın diye silecektin beni hı?" Dedi alınmış gibi bir tavırla. Ama alttan alta gülüyordu.
"Kes şunu." Dedim başımı öne eğerek. "Utandırma beni daha fazla."
"Utanırmış." Dedi cık cıklayarak. "Bak sen."
"Çakıl." Dedim. "Uzatacak mısın?"
Derin bir iç çekti. "Bugünü hiç böyle hayal etmemiştim..." dediğinde gözleri kısa bir anlığına dalgınlaştı. "Her şeyi öğrendin işte."
Güven gerçekten karşılıklı olduğunda sağlıklı bir duygu oluyordu. Terazinin bir tarafı ağır basıp, diğer tarafı havada kalınca denge sağlanamıyordu. Benim de kendime sakladığım bir çok sırrım vardı. Onun da olmuştu. Onun artık yoktu ama benim hâlâ vardı hatta. Bu arkadaşlıkta biz birbirimize hiç tam manasıyla dürüst olmamıştık ve bunu yapan yine bizdik. Ama bugün sanki bir şeylerin kırılma noktasıydı. Aşmışız gibi hissediyordum.
"Kaltak." Diye söylendim. "Sevgilimden uzak durduğun sürece benimle dost kalmanı istiyorum."
"Al başına çal." Dedi aksilenerek. "Zamanla yoluna koyacağım ben de bir şeyleri. Zorlamanın anlamı yok sonuçta."
En azından bu kez o da yapıcıydı. Güven veriyor muydu... bilmiyordum ama bir yanım ona inanıyordu. İnanmak istiyordu. İkinci bir şansı herkes hakederdi. Gerçi bu şans Çakıl'ın dilinden açık açık istenmesede, yapıcı yanı bunu yansıtıyordu.
"Bakacağız." Dedim ayağa kalkarken. Elimi ona uzattım. Tuttu. Ayağa kalktı. "Bakalım." Dedi.
Kaan Saraç haklıydı. Bir amaçla gidecek olman, o amacı yerine getirebileceğinin kanıtı değildir. Bitirmek için geldiğim yerden, yeniden başlayarak dönüyordum.
•
22 Kasım Cuma...
Gözlerimi yeni bir güne açtım. Sonra tekrar kapattım. Tekrar açtım. Ama tekrar kapatmak istiyordum. Dün bütün gün Hakan'ı görmemiştim. Üstelik bir kaç geçiştirici mesaj dışında herhangi bir arama yapmamış, aradığımda meşgule atmıştı. Evde değildi. Gece gelip gelmediğini ise bilmiyordum. Başımı yastıktan kaldırıp, telefonumu şarj kablosuyla birlikte çekiştirdim.
Ekranda sosyal medya hesaplarımdan gelen zımpırtılar dışında hiçbir şey yoktu. Hazırlanmak için sürem gitgide azalırken, oflaya puflaya yataktan kalktım. Dağınık yorganı düzeltme ihtiyacı hissetsemde böyle bir uğraş içine girmeyerek doğrudan kendimi banyoya attım.
Yaklaşık 20 dakikanın sonunda hazırdım. Bugün hava kapalıydı ve yağmur şiddetini arttırmaya kararlı görünüyordu. İnce iş kıyafetlerimi, kalın kaşe kabanımla kamufle ederken atkımı ve şapkamı alarak evden çıktım. İstekli adımlarım Hakan'ın kapısını tıklamam için beni zorluyor, zihnim gurur yaparak geri çekiyordu. Biraz daha oyalanırsam, okul yolundan dönen Ayten teyzenin radarına takılacaktım ve sabah sabah onu çekecek sabrı kendimde göremiyordum.
Hızlı adımlarla doğrudan karşıya giderek, kapıyı bir kaç kez tıkladım. Zile köküne kadar basarak onu uyandırmakta gaddar seçeneklerim arasında yer alıyordu ama apartmanı inletmek gibi bir riske girmeye gerek yoktu. Demir iki gündür izinli olduğu için, Hakan'ın gece gelip gelmediğini sorma şansımda yoktu zaten. İçeriyi dinlemeye çalışarak kapıya yaklaştığımda, ağır ve paytak adım seslerini işittim. Geri çekildiğim anda, kapı aralandı. Aralandı. Bir kadın tarafından. Neredeyse çıplak bir kadın tarafından. Kapı, sarışın ve neredeyse çıplak bir kadın tarafından aralandı!
Uykulu ve bayık bakan gözler beni uykusundan uyandırdığım için suçlayan bir tavırla süzdüğünde, aklımdan geçen cinayet çeşitlerini takip etmekte zorlandığımı hissettim.
"Sen de kimsin?" Diyen ses bana ait olmalıydı. Çünkü yarı açık ağzımı kapatmam için konuşma yetimi kazanmam şarttı.
Dağınık saçlarını kaşıyarak, "Siz kime bakmıştınız?" Dedi.
Zihnimin içinde bir ses hâlâ neden bu çakma sarışınla muhattap olduğumu sorguluyordu. Bedenimin üzerinden bir alev topu yükselmesi an itibariyken, içeriden gelen adım sesleri nefesimi kesti. Arkamı döndüm. Hayır, bunu görmek istemiyordum.
"Nil?" Dedi tanıdık bir ses. "Kapıyı sen niye açıyorsun!" Diye tısladı ardından.
Öyle derin bir nefes aldımki, geri salarken boğazımın yandığını hissettim.
Bir hışım geri arkamı dönerken, gözlerim Barış'ı buldu. Üzerine geçirdiği yarım yumalak kıyafetleri toparlamaya çalışıyor, diğer yandan endişeli gözlerle yüzümü inceliyordu. İkimizinde ağzını kapayan sarışın kadın oldu.
"Basıldık mı Barış?"
Gözlerimi devirdim. Barış'a cidden mi bakışları yolluyordum ki, sarışın devam etti.
"Kavga edemeyecek kadar yorgunum, hesabı siz aranızda bölüşün." Dedi ve içeriye girerek gözden kayboldu.
Barış panik dolu ifadesiyle yüzüme bakıyordu. "Abime... Söylemeyeceksin değil mi?"
Kollarımı göğsümün üzerinde birleştirdim. "Sen ne diyosun... Çatır çatır anlatacağım hem de."
"Ağzıma sıçar." Dedi yalvaran bakışlar atarken. "Bak lütfen söyleme Nil... Evine kız attığımı bir duyarsa varya, mahveder beni."
"Aman yavaş mahvetsin." Dedim gözlerimi devirerek. "Kendi atarken iyi."
Barış bana yabancı cisme bakar gibi baktı.
"Oha." Dedi sonunda ayarken. "Sen var ya... Efsanesin."
"Yalnız var ya sen gelene kadar geçen zaman diliminde ömrümden bi' beş on yıl gitti. Bunun acısını senden çıkarırım bilesin."
"Ha yok rahat ol." Dedi gayet emin bir tavırla. "Abim ihanetten tiksinir. Başkasına mı kaydı aklı, geçer karşına doğrudan söyler. Ki kaymaz da hadi kaydı diyelim. Söyler yani. İşi olmaz hayatta."
"İyi iyi." Dedim sırıtarak. "Ama bak sonra demedi deme artık avucumdasın Barış. Koz olarak aldım ben bunu bilesin."
Siyah gözlerini devirdi. "Abim biz de. Gündüz annem biraz rahatsızlandı o yüzden bırakıp gelemedi."
"Ne gamsız adamsın sen?" Dedim gözlerim irileşirken. "Annen hasta ve sen burada... Hiç yakıştıramadım hiç."
"Sadece biraz şekeri yükselmişti Nil, abartmasan mı hayırsız evlat değilim ben. Hem abim yanındaydı ve ben evden çıkarken annem gayette normale dönmüştü yani."
"Niye yükseldiki şekeri?" Diye sordum. Biraz daha durursam Ayten'e yakalanacaktım ama merakım ağır basmıştı.
"Abimin karşı dairesinde oturduğunu ağzımdan kaçırmış olabilirim." Dedi gözlerini hafifçe kısarak. Sonra ansızın ciddileşti. "Abim bu yüzden baya kuruldu bana zaten, aman bir şey çaktırayım deme valla kazır beni gezegenden."
Güldüm. "Helal olsun iyi cesaret sendekide." Dediğimde, Barış'da gülmeye başladı. "Sen hem adamın başını yak, hem de gel burada çalsın sazlar oynasın kızlar..."
"Evde kalsam canıma okurdu. Annem ona, o bana derken kendimi burada buldum." Dedi gülerek.
"İyi yapmışsın. Ama o çakma sarışını Hakan'ın odasından uzak tut bak, bozuşmayalım."
Göz kırptı. "Ayıpsın yenge. Bende o iş."
"İyi hadi görüşürüz. Yarım saat sonra çıkın evden Ayten'e yakalanmayın. Gelir şimdi. Hadi kaçtım ben."
"Tamamdır Nil, görüşürüz."
Klinikte öğlen saatini ağır ağır devirmemin üzerine sonunda telefonum çaldı. Arayan Hakan'dı. Hızlıca yanıtladım.
"Efendim?"
"Günaydın Nil." Dedi uyku serserimi, boğuk bir sesle. Hâlâ yatıyor olamazdı değil mi?
"Günaydın Hakan'cığım günaydın." Dedim kaşlarımı kaldırarak. "Biraz daha aramasan, beni rüyanda görürdün artık."
"Gördüm zaten." Dedi muzip bir sesle. "Kucağımdaydın..."
Kendimi tutamayarak güldüm. "Güldürme hiç Hakan. Şebeklikte yapma. Neredesin sen? Arama yok, iki üç geçiştirme mesajıyla kapattın dün günü."
"Haklısın hayatım." Dedi.
Göğsümün sıkıştığına yemin edebilirdim.
"Bak hâlâ n'apıyorsun?" Dedim hızlıca toparlanarak. "Kaçışın yok Hakan, o trip çekilecek."
Güldü. "Açıklayabilirim."
"İstemiyorum açıklama falan." Dedim. Nasıl olsa biliyordum ama çaktırmamalıydım. "Ama sen yine de bir şansı dene tabi."
"Annem rahatsızlandı dün biraz. Yanında kaldım." Dedi iç çekerek. "Bizim mal Barış sağolsun, dairelerimizin karşılıklı olduğunu kaçırmış ağzından."
"Hadi ya..." Dedim mırıldanarak. Önümde büyük bir potansiyel kaynana sorunu vardı. "Şimdi nasıl, iyi mi durumu?"
"İyi iyi. Sıkıntı yok."
"Yine de arayabilirdin... Olmadı mesaj atabilirdin."
"Sorma anasını satayım. Telefonu elime aldıkça fenalaştı aldıkça fenalaştı." Dedi gülerek.
Ben de güldüm. "Ha bir de dümenci."
"İyisi baldır kaymaktır da tersi biraz fenadır bizimkinin." Dedi. "Hayır anlamadığım bir de imaları var, alttan alttan. Seviştiğimiz, kadının içine mi doğdu ne olduysa laf sokup duruyor."
Sessiz kaldım. Kendi sesim kulaklarımda yankılandı.
Kaç diyor bana ya! Neredeyse her gece benimle sevişen adam, benden kaç diyor! Üstelik bunu kendi evde yokken yapıyor, çünkü yanımdayken karşı koymak yerine beni beceri... Zihnimi adeta silkeledim.
Kes sesini orospu! Zihnimi bir kez daha silkeledim. Bunları Hakan'a anlatamazdım.
Utançtan yüzüm kızarırken, karşımda olmadığı için şükrettim. Katiyen açıklayamazdım.
"Nil?"
"Kapatmam lazım, danışan geliyor. Arayacağım." Dedim ve telefonu yüzüne kapattım. Derin bir nefes salarken, telefonu masanın üzerine bıraktım ve arkama yasladım.
•
İş çıkışı Hakan'la dışarıda buluştuk. Giremediğimiz filmi telafi etmek amacıyla muhteşem bir bilim kurgu filmine girdik. Film çıkışı Avm'nin yemek katında bir şeyler yedikten sonra, tüm ısrarlarıma rağmen kahveleride o ısmarladı. İşinden ettiğim yetmiyormuş gibi bir de dışarıda ona masraf olmak beni utandırmıştı doğrusu.
"Son üç gün." Dedim sesli bir nefes alarak.
Hakan hayırdır dercesine göz kırptı.
"Maaşımı almama son üç gün... Sabırsızlanıyorum." Dedim gözlerimi irileştirerek. "Çalışmadan geçirdiğim 2 ay beni mahvetti. Daha önce hiç bu kadar daralmamıştım." Dedim doğrudan. "Ama bak anlaşalım, bir dahakine her şeyden benden."
"Dert ettiğin şeye bak." Dedi kaşlarını çatarak. "Ve karşımda bana yük oluyormuşsun gibi kıvranıp durmayı da bırak artık."
Güldüm. "Çok mu belli ettim?"
"Çok." Dedi o da gülerek.
"2 aydır hiç alışveriş yapmadım kafama vurdu." Dedim gülerek. "Hayır alışkın olduğum şeyler değil."
"Var zaten sen de öyle çılgınca alışveriş yapan bir tip." Dediğinde eğleniyordu. "Bak sana ortak noktamız. Ben de severim alışveriş yapmayı. Harcamak için kazanıyoruz sonuçta."
"Aynen." Dedim başımı sallayarak. "Birikim yap diyor Çakıl bana. Ben de bir ay kenara atıyorsam, diğer ay mutlaka eziyorum o parayı."
"Ben kendimden beklenilmeyecek kadar istikrarlıyım o konuda." Dedi. "Araba alacağım. Ondan atıyorum mecbur."
"Hım..." Dedim kaşlarımı kaldırarak. "Aslan burcuydun değil mi sen?"
"Aynen." Dedi. "Kulağa inanılmaz geliyor değil mi benim para biriktirebilmem?"
Kahkaha attım. Burçlarla ilgilendiğini de öğrenmiş olmuştum böylelikle.
"Orası öyle." Dedim bilmiş bir ifadeyle. "Burçlarla aran iyi demek?"
Başını geri çekti. "Yok ya, anlamam etmem. Teyzemler dolduruyor kafamı arada ordan aklımda kalmış."
"Teyzenler sana çok düşkün." Dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Ellerinde büyüdüm. Normal. Bizimkiler ayrılmaz 5'li. Hepsi evli barklı, içlerinde torun sahibi olan bile var ama kardeşlik bağları çok güçlü. Her fırsatta beraberlerdir."
"Kalabalık bir ailede büyümek çok güzel olmalı. Ben tek çocuktum, annem ve babam da tek çocukmuş. Şans işte." Durup gülümsedim. "Ama annemin de babamın da arkadaş çevresi çok genişti. Sık sık yemekler, ziyaretler düzenlenirdi. Ben de hep onların çocuklarıyla arkadaş olurdum. Çakıl'ın babası babamın en yakın arkadaşıdır mesela. O yüzden Çakıl'la hep ayrı bir bağımız oldu."
Hakan elimi avucunun içine aldı. "Altın günlerinde kadınların kokulu çorapları eşliğinde kek börek yemekten iyidir." Derken gülüyordu. "Hayır birde yiyorsa şikayet et, gitmek iste. Hemen koluna bir cimcik, popoya bir terlik... Ah çok zor günlerdi."
Küçük bir kahkaha döküldü dudaklarımdan. O gülerek anlattıkça ben daha çok gülmeye başladım. "Kısır aşkının sebebi belli oldu."
"Bir de çok haylazdım ben. Sürekli misafir çocuklarını döverdim. Hiçbir şeyimi paylaşmazdım."
"Ay ama nasıl sinir olurdum öylelerine... Annemin bir arkadaşı vardı, onunda oğlu öyleydi. Eve sokasım gelmezdi çocuğu. En son bir keresinde Çakıl'la bunu bir sıkıştırdık. O günden sonra insanlık için daha faydalı birine dönüşmeye başladı." O anılar aklıma geldikçe gülüyordum.
"Bir şey soracağım." Dedi ansızın.
"Sor." Dedim.
"Çakıl'la konuşmuş olabilir misin?" Derken tek kaşını kaldırmıştı. "Öfken çekilmiş gibi. Sıcacık bakıyorsun ondan bahsederken."
Dudaklarımı birbirine bastırırken, başımı salladım. "Zihin okuyan sihirli güçlerin var senin." Dedim takılarak.
Gülümsedi. "Anlat artık."
Ona dün Çakıl'la buluştuğumuzdan itibaren olan biteni olduğu gibi anlattım. Hatta kelime sekmemiş dahi olabilirdim. Anlattıklarımı merakla dinledi, kendi fikirlerince yorumladı. Tek bir şey dışında. Çakıl'ın ona aşık olduğunu öğrenmesi karşısında, kaşlarını çatmak dışında bir tepki vermedi. Hiç değinmedi bile, sormadı. Belki de bunun beni nasıl rahatsız ettiğinin o da farkındaydı. Çakıl'dan vazgeçmek istemiyordum ama Hakan hayatımdayken daha sıkıntılı olacaktı bu arkadaşlığı yürütme süreci. Karşı karşıya gelmelerini kesinlikle istemiyordum. En azından Çakıl'dan emin olacağım ana dek.
"Nil..." Gözlerimin içine dikti geceden daha güzel olan siyah gözlerini. "Ondan vazgeçmemeni anlıyorum, onu sevdiğini de biliyorum. Ama senden tek isteğim, dikkat et." Kafasını bir şeyin kurcaladığı belliydi. Düşünerek konuştuğuda.
"Bir şey var." Dedim kaşlarımı kaldırarak. "Hâlâ söylemediğin ve sakladığın... Seni tedirgin eden bir şey var Hakan."
"Var. Evet." Alt dudağını diliyle ıslattı. Konuşup konuşmamak konusunda kararsızdı. "Ama emin değilim sadece. Paranoya yapmak istemem."
"Söyle." Dedim kararlı bir sesle.
"Yasemin'in cinsel sadizme ilgisini olduğunu düşünüyorum." Dedi tek nefeste.
"O da ne?" Dedim şaşırarak.
Sıkıntılı bir nefes aldı ve alnını ovaladı. "Tıbben bir parafili.*(Bir kişinin yoğun fantezi, anormal arzular içinde bulunmasını tanımlayan psikoloji terimi.)" Dedi. "Kişinin başka bir kişiye fiziksel veya psikolojik acı yaşatmaktan zevk alması durumu." Kısa bir es verdi. "Bu tür davranışlar sadece kronik olmakla kalmayıp zamanla şiddetini de arttırabiliyor..."
Tuttuğum nefesimi yavaşça saldım. "Tam olarak söz ettiğin şey ne? Daha açık konuşur musun Hakan?"
"Bolu'daki kız. Sana bahsettiğim hani. Sıradan bir yaralanma değildi Nil. Daha açık konuşmam gerekirse, kızın bakire olmasından kaynaklı bir darlığı zorlamasından söz etmiyorum. Kesici bir aletle, kızın vajinasını resmen parçalamıştı." Gözlerini kapatıp açtığında, gözünün önüne gelenden kurtulmak istercesine başını iki yana salladı. "Üç ay kadar kadın görsem kafamı çevirdim ben."
Sertçe yutkundum. "Endişeni anlıyorum." Dedim ürperen kollarımı ovarken. "Ama hayır, Çakıl bana zarar vermez. Sen merak etme."
Vermezdi değil mi?
"Muhtemelen. Ama yine de dikkatli ol." Dedi benden uyarması dercesine bir baskınlıkla.
"Tamam." Dedim onaylayarak. Onu daha fazla tedirgin etmek istemiyordum. "Kalkalım mı artık?"
"Saat daha erken, bir planın mı var?" Diye sordu.
Aslında yoktu. Sadece yorgun hissediyordum. Günlerdir her şey çok karmaşık ilerliyordu ve ben kendimi bir türlü doğru düzgün toparlayamamıştım.
"Biraz dinlenmek istiyorum sadece." Dedim samimiyetle. "İşler de bu aralar çok yoğun. Günü erken kapatmakta fayda var."
"Yemedim." Dedi dikkatle yüzümü süzerken. "Ama öyle olsun bakalım."
•
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro