II. Kısım: Ruh Çalan Cadılar ─ II. Bölüm
BROYN BLYAE KRALLIĞI
Kızılkül Kalesi, Myndena - KAS 815
Kızılkül Kalesi'nin yemek salonundaki uzun masa birçok leydi, lord ve dahası ile doluydu. Helyas baş köşede oturuyordu. Kral babasının yatağa düşmesi ile bu tür ziyafetleri Helyas düzenlemeye başlamıştı. Genelde baş köşedeki tahtın sağ yanındaki sandalyede her daim çocukluk arkadaşı Lorcan olurdu fakat arkadaşının noksanlığı yüzünden onun yerini Auic almıştı. Diğer yanında ise Konsey Lideri olan dayısı Delroy Luvin vardı.
Herkes yemeğe dalmışken Helyas, dayısının eşi Espen Neskana'nın masada olmadığını fark ettiğinde kaşlarını çattı. Yaşlı kadın Neskana Felaketi'nden sonra aylar boyunca ortalıklarda gözükmemiş, tuttuğu yas ile depresyona girerek odasına kapanmıştı fakat Helyas onu birkaç defa bahçede gördüğünden sonunda yasından çıktığını düşünmüştü. Şimdi yine yemekte bulunmaması Helyas'ı meraklandırmıştı. Helyas, leydiye yas tutması için gerekli zamanı, hatta daha fazlasını vermişti ve eşi Konsey Lideri iken bir leydinin sürekli odasına kapanması hoş karşılanmazdı. Ayrıca Helyas da bütün davetlerinin geri çevrilmesinden hoşnut değildi.
"Leydi Espen bize yine katılmayacak mı, dayıcığım?"
Helyas diğer insanların dikkatini çekmeyecek bir tonda dayısına sorusunu yönelttiğinde, Lord Delroy ile birlikte Auic de bakışlarını prense çevirmişti. Auic de felaketten sonra birçok kez Espen Neskana'ya başsağlığı dilemek için odasına uğramıştı fakat leydi tarafından reddedilmişti. Bu yüzden o da lordun cevabını merak ediyordu.
Delroy, "Eşim," diye konuştu ama devam edip etmemekte kararsız gibiydi. Helyas ilgiyle kaşlarını kaldırdığında ise ilk önce dudaklarına birbirine bastırdı ve ardından ağzındaki baklayı çıkardı: "Eşim, Neskana yönetiminin Cerella Hanesi'ne verilmesi konusuna hala kızgın."
Helyas bir süre şaşkınca baktı dayısına. Böyle bir şeyden haberi yoktu. Yaşlı kadın kendi kendine düşünüp kendi kendine sinirlenip sonrasında ise alındığını göstermek adına gelen davetleri reddetmeye mi başlamıştı? Güldü ve "Leydi eşin bu yaşta Neskana'ya taşınıp harabeler arasından bölgeyi mi yönetmeyi mi planlıyormuş?" diye sordu.
Lord Delroy'un yüzü düştü. Helyas şakayla konuşmuştu fakat dayısının bunu ciddi ciddi düşündüğünü ve elde edemeyince de eşi gibi alınganlık yaptığını fark etti.
Auic hafifçe öksürdüğünde Helyas'ın gözü kısa bir süreliğine ona kaysa da Delroy Luvin, "Urchin Neskana'nın hala hayatta olan iki erkek kardeşi ve bir oğlu var," diye konuştuğunda tekrar ona döndü.
Helyas ciddileşerek, "Üçü de hane miraslarından feragat edip Kraliyet Muhafızı olmak için yemin eden erkekler," diye cevap verdi. Çoktan kararlaştırılan bir mesele hakkında neden şimdi böyle direttiğini anlayamıyordu.
Yakınlarında oturan birçok kişinin dikkatleri artık prens ve dayısındaydı artık. Bunun farkında olan Lord Delroy'un ise sesi yükselirken, "Marian Neskana dışarıyla iletişime geçemeyeceği bir eğitimde ve ailesinin öldüğünden haberi yok," diye konuştu.
Helyas, dayısının insanlara oynamaya çalıştığını anlasa da önemsemedi çünkü bu konuda haklı olduğunu düşünüyordu. Cerella Hanesi, Neskana'nın başına yeni geçmemişti. Felaketten sonra ise ne Finnian Neskana ne de Kahnyr Neskana yeminlerinden azat edilmek istememişlerdi. Muhafız yemininden azat edilmek hanelerine utanç getirirdi, ikisi de bunun farkında olmalıydılar.
"Ama Yüce Rahibe'nin elindeki belgeye göre çoktan Kraliyet Muhafızı olmak için hane adından feragat ettiğine dair yemin etmiş ve imza atmış."
Delroy Luvin bıkkın bir nefes verdi ve yeğenine, "İki kardeşi olmasına güvenen genç bir çocuktu," diye cevap verdi. "Ailesinin vefatını öğrendiğinde pişman olacaktır ve siz ise-"
Helyas onun sözünü kesti. "Ben ise hiçbir şey yapamam. Her pişman olanı yemininden azat etsek bu ülke nasıl bir hale bürünür? Ayrıca Yüce Rahibe Cerella Hanesi'nin Neskana'yı yönetebileceğine kanaat getirdiyse ben ne yapabilirim?"
"Siz kral naibisiniz, prensim. Tek bir sözünüzle bütün toprakları Cerellalar'ın elinden alabilirsiniz."
Helyas alayla gülmesine engel olamadı. Bu konuşmayı bile yapmalarını oldukça gereksiz görerken, dayısının bu saçma isteği onun öfkelenmesine neden olmuştu. "Alıp kime vereceğim, dayıcığım?" diye sordu. Kibar hitabına rağmen sinirlendiği ses tonuna yansıyordu. "Arkasında varis bırakmamak adına yemin etmiş adamlara mı, zaten Luvin Kalesi'nin varisi olan senin oğluna mı?"
Yaşlı adam bir süre yeğeninin suratına baktı. Ardından ise elindeki çatalı bırakıp sandalyesini geriye doğru itti ve ayağa kalktı. "İzninizle."
Helyas, dayısının sonunda pes ettiğini düşünerek gülümsedi ve "İzin senin dayıcığım," diye cevap verdi. Adam sandalyesini düzeltirken ise arkasından, "Leydi eşine iyi dileklerimi ilet lütfen," diye ekledi. "Artık onu da ziyafetlerde ve etkinliklerde görmek istiyoruz."
Yaşlı adam hafifçe eğildi ve cevap vermeden salondan çıktı. Kısa bir sessizlikten sonra Helyas'ın da kadehine uzanması ile birlikte herkes sohbetlerine geri dönmüştü.
Herkesin dikkatinin dağılmasını fırsat bilen Auic kadehini masaya bırakarak Helyas'ın koluna dokundu ve yüz yüze gelmelerini sağladı. "O senin dayın, Helyas."
Helyas sevgilisine gülümseyerek elini tuttu. "Dayım da olsa haddini bilecek," diye cevap verdi. "Elinde zaten önemli bir konumda kocaman bir kale varken bir de Neskana'yı kendine istiyor. Eşinin mirası falan bahane."
"Haklısın ama herkesin içinde böyle," diye mırıldandı Auic. "Hoş olmadı."
"Daha iyi oldu," dedi Helyas. "Bir daha konuyu açmaya cesaret edemez."
Auic hafifçe başını sallayarak prensten uzaklaşmaya çalıştı fakat Helyas ona izin vermedi ve elini daha sıkı tuttu. Auic, "Helyas," diye uyarırcasına konuştu fakat prens uzanarak ona daha çok yaklaştı.
"Kendini geriye çekmekten ne zaman vazgeçeceksin, Auic?" diye sordu Helyas. Gözleri sevgilisinin dudaklarına inmişti. "Sen benim sevgilimsin, kalbimin diğer yarısısın. Ben seni yanımda gezdirmekten utanmıyorum. Sen neden kendinden utanıyorsun?"
Auic gözlerini kapatıp prensin yüzündeki nefesinin tadını çıkardı. Tekrar açtığında ise karşısındaki mavi gözlere kilitledi bakışlarını. "Asla bir sevgiliden öteye gidemeyeceğimin farkındayım ben, Helyas. Ve bunu kabul ettim. İnsanların benim üzerimden seni de incitmelerini istemiyorum."
Helyas başını reddedercesine iki yana salladı ve tuttuğu ele küçük bir öpücük kondurdu. "Düşünme böyle şeyler."
Seviyordu Helyas, bunu hissettiriyordu da ama Auic'in söylediği hiçbir şeyi inkar etmemişti. Auic, yalan olsa bile inkar ettiğini duymak isterdi ama Helyas'ın da elinden bir şey gelmeyeceğini biliyordu. Henüz bir prensti fakat kral bile olsan bazı şeyleri değiştiremiyordun.
Auic yavaşça sevgilisinin koluna doğru yaslandığında, Helyas kendine doğru gelen muhafızı fark etti ve kaşlarını çattı. Özellikle rahatsız edilmek istemediğini söylediği bir akşamda kendine böyle telaşlı bir şekilde yaklaşan bir muhafız kesinlikle hayra alamet bir haber getirmiyor olsa gerekti.
Muhafız, prensin yanına ulaştığında kulağına eğildi ve Helyas da geriye doğru uzanarak onu rahatça duyabilmek için daha çok yaklaştı. "Gael Toprakları'nın Yüce Rahibesi'nden önemli bir mektup geldi, majesteleri."
Helyas muhafızın uzattığı parşömen rulosunu aldı ve üzerindeki mühre baktı. "Sabaha kadar bekleyemez miydi?"
Muhafız, "Mektubu getiren ulak Prens Evan ile ilgili olduğunu söyledi," diye cevap verdiğinde Helyas ilgiyle kaşlarını kaldırırken küçük bir el hareketi yaptı ve muhafız hafifçe başını eğerek uzaklaştı.
Auic yaslandığı yerden doğrulurken Helyas zaman kaybetmeden mührü kırdı ve mektubu açtı. Gözleri hızla cümleler üzerinde gezerken aklında kalan tek şey vardı: Evan yaralanmıştı.
Kardeşi yaralanmış ve arkadaşı Elias Luvin tarafından tapınaklara getirilmişti. Tapınak rahibeleri tarafından tedavi ediliyordu fakat bilinci açık değil, durumu ise kritikti. Eğer Yüce Rahibe, durumu haber alır almaz bu mektubu başkente gönderdiyse bile; Evan en az bir haftadır tapınaklardaydı. Şimdiye belki ölmüş bile olabilir, ölüm haberini getirecek olan ulak yola çıkmış bile olabilirdi.
"Helyas?" diyen Auic'in sesi Helyas'a ulaştı ama tepki veremedi. "Helyas, ne oldu? Bembeyaz kesildin," diye fısıldayarak sordu Auic ardından, onun koluna dokunarak. "Evan'a bir şey mi olmuş?"
Helyas cevap vermedi. Parşömen parmakları arasında kırışırken önce derin bir nefes aldı, ardından ise hızlıca sandalyesinden kalkarak bütün dikkatlerin üzerinde toplanmasına neden oldu. Sandalyeyi geriye iteklerken, "Siz devam edin," dedi ama duyulduğundan emin bile değildi. Uzun masada oturan her insanın arkasından geçip kapıya ulaşana kadar nasıl bayılmadığından emin bile değildi. Midesi bulanıyor, görüşü bulanıklaşıyordu. O an, kulaklarına ulaşan kendi nefesinin sesi bile fazlalık gibi geldi. Hiçbir şey duymak istemiyordu.
Yalvarırım alma onu benden Ieus, diye geçirdi içinden salondan çıkarken. Kardeşim olmaz. O da olmaz.
Ne günah işlemişti de teker teker, bütün ailesi ellerinden kayıp gidiyordu? İlk önce annesinin kaybı, sonra babasının yatağa düşmesi, şimdi de Evan... Yalnız kalmaya mahkum mu edilmişti? Kaderi bu muydu?
Helyas'ın tek yaptığı kenarda oturup izlemekti.
Nefesi teklerken merdivenlere ulaşamadan duvar dibine yaklaştı. Elini duvara koyarken alnını da koyduğu eline yasladı, nefeslerini düzenlemeye çalıştı. Ne yapmalıydı? Burada, eli kolu bağlı kardeşinin durumu için gelecek mektupları mı beklemeli miydi yoksa ilk fırsatta atına atlayıp Gael Toprakları'na yola mı çıkmalıydı?
"Majesteleri! İyi misiniz?"
Helyas kendine doğru koşuşturan muhafızları fark ettiğinde yaslandığı yerden ayrıldı ve elini kaldırarak durmalarını sağladı. "İyiyim," diye cevap verdi. Ses tonu iyi olmadığını haykırsa da hiçbir muhafız tersini iddia etmedi. Kendini toparlamaya çalışırken derin bir nefes aldı ve "Lord Cruor, Lord Delroy ve Üstat Graeme'e haber gönderin," diye konuştu. "Sabah ilk ışıkta onları Konsey Odası'nda istiyorum."
Muhafızlar başlarını eğdikten sonra görev yerlerine dönerken Helyas da yavaş adımlarla merdivenleri çıktı ve odasına girmeden önce Kapı Muhafızları'na içeriye kimseyi almamalarını tembihledi. Ardından ise üstünü bile değiştirmeden yatağına girerek örtüyü başına kadar çekti. Gözüne bir damla uyku bile girmeyecek olsa da...
𓆩𓆪
Helyas, annesinin ani ölümünde bile bu kadar darmadağın olduğunu hatırlamıyordu. Kardeşi henüz ölmüş değildi ama Helyas tamamen dağılmıştı. Ne kadar zaman düşüncelerinin içinde kaybolduğunu bilmiyordu ama pencereden içeri giren güneş ışıklarına göre, uzun bir süre olmalıydı. Hiç öyle hissettirmemişti halbuki.
Üzerini değiştirirken gözü aynaya takıldığında derin bir iç çekti. Saçları darmadağınıktı ve gözlerinin altı morarmış, ağlamaktan şişmiş ve kıpkırmızıydı. Hiçbirini önemsemedi, saçını düzeltmeye bile yeltenmedi ve hızlıca odasından çıktı. Merdivenlerden hızlıca indi ve taht odasına gitmek için uzun koridora girdi. Henüz sabahın erken saatleri olduğundan muhafızlar ve hizmetçilerden başka kimse ortalıkta görünmüyordu.
Taht odasının kapıları muhafızlar tarafından açıldığında Helyas derin bir nefes alarak büyük salona girdi ve kapı arkasından kapandığında tahta giden yolda ilerleyerek yerden yüksek platformdaki heybetli tahta baktı. Babasının tahtına. Sağında ve solunda, aynı yükseklikte fakat daha basit iki taht daha vardı. Helyas sağdaki tahta uzun zamandır oturuyordu fakat hiçbir zaman kendini asıl tahtta hayal edememişti. Kendisini oraya konduramıyordu çünkü Helyas'ın o tahta oturması demek, babasını da kaybetmesi anlamına geliyordu.
Derin bir nefes vererek ilerledi ve soldaki kapıyı açtı, Konsey Odası'na girdi. Cruor Lordessar ve Delroy Luvin çoktan uzun masanın sandalyelerine yerleşmiş, yaşlı üstat Graeme ise pencere kenarında dışarıyı izliyordu. Prensin girdiğini gördüklerine oturan iki adam kalkmaya yeltendiğinde, Helyas elini kaldırarak onlara engel oldu. Kral veya naibinin yokluğunda Konsey Lideri'ne ait olan baş koltuğa ilerlerken, "Bu saatte yataklarınızdan kaldırdığım için kusura bakmayın," dedi.
Helyas'ın sandalyeye kurulması ile Üstat Graeme de sandalyelerden birine yerleştiğinde Cruor Lordessar, "Mesele nedir, majesteleri?" diye sordu. Adamın sesinde samimi bir endişe vardı. Zaten Helyas da ona güvendiğinden çağırdığı üç kişiden biriydi.
"Dün Yüce Rahibe'den bir mektup aldım," diye cevap verdi Helyas. "Evan'ın durumunun kötü olduğunu ve tapınaklarda tedavi gördüğünü yazmış. Bugün akşam kardeşimi görmek için Gael Toprakları'na doğru yola çıkacağım. Sizden istediğim ise yokluğumu saklayabildiğiniz kadar uzun süre sır olarak tutmanız."
Odada kısa süreli bir sessizlik oluşurken ilk konuşan Delroy Luvin oldu: "Kral hasta ve siz de kralın veliahtısınız. Başkenti öylece terk edemezsiniz."
Helyas derin bir nefes alarak sinirlenmemeye çalıştı. Dayısına cevap vermek üzereydi ki Üstat Graeme, "Rahibeler tıp alanında uzman kadınlar," diye konuştu. "Prens Evan için gereken her şeyi yapacaklardır, majesteleri."
"Ya ölürse?" diye sordu Helyas. "Ya Evan o tapınaklarda ölürse ve ben onu bir daha göremezsem?"
"Ya siz burada değilken babanız ölürse?" diye karşılık verdi üstat.
Helyas oturduğu yerden doğrularak, "Babam zaten yıllardır Ieus'un kapısında yaşıyor!" diye sesini yükseltti.
"Ya Başkent?" diye konuşan bu sefer Lord Cruor'du. "Kral hastayken ve naibi de uzaktayken Myndena'nın başında kim duracak?"
Lorda dönerek, "Sizler ne güne duruyorsunuz?" diye sordu Helyas. "Konsey'in işi zaten ülkeyi yönetmek ve korumak değil mi?"
"Öyle fakat prensim-"
Helyas daha fazla dinlemek istemediğini belirten şekilde, "Ayrıca sizleri fikir almak için değil haber vermek için çağırdım," diyerek Lord Cruor'un sözünü kesti. Ardından ise ekledi: "Koca ülke ben birkaç hafta yokum diye çökecek değil ya."
Üç adam da prensin sert tavrı yüzünden sessiz kalmak zorunda kaldılar. Helyas ise söylediği gibi haberini verdikten sonra ayaklanıp hızlıca Konsey Odası'ndan çıktı. Amacı yol için hazırlıklara başlamaktı fakat Taht Odası'nda bekleyen Auic'i görünce yürümeyi bıraktı.
Auic, Helyas'ı gördüğünde rahatlamış bir şekilde gülümsedi ve hızlı adımlarla ona doğru yaklaştı. Helyas'ın tek kelime bile etmesine izin vermeden iki elini presin iki koluna sardı sıkıca. "Seni çok merak ettim!" derken hem sinirli, hem de endişeliydi. "Ziyafetten sonra odana geldim ama muhafızlar içeri almadı. Hizmetçilerin gece odana kırmızı gözlerle girdiğini söylediler."
Helyas, güven vermek istercesine gülümsedi. Auic'in anlayacağını biliyordu ama buna rağmen yalan söylemeyi tercih ederek, "Bir şey olduğu yok," diye cevap verdi. "Sen odana git, uyumaya devam et. Saat daha çok erken."
Auic kaşlarını çattı ve ellerini Helyas'dan ayırarak bir adım geriye gitti. "Çocuk mu kandırıyorsun?" diye sordu. Ardından ifadesi yumuşadı ve kaşları düşerken sesindeki aksilik şefkate dönüşmüştü. "Evan'a bir şey olmadı, değil mi?"
Helyas üzgün bir ifadeyle başını eğdi. Bu sefer o Auic'e yaklaştı ve kollarını sıkıca genç kızın bedenine sarıp başını boynuna gömdü. Auic birkaç saniye tepki vermese bile ardından o da Helyas'a sarılmıştı. "Evan..." dedi hala Auic'e yaslanırken. Fakat devamını getiremedi.
Auic kollarını Helyas'dan ayırdı ve sarılmayı bırakarak, "Ne oldu Evan'a?" diye sordu.
Helyas, Auic'den uzaklaştı ve gözlerini sıkıca kapatarak burun kemerini sıktı. "Evan, bir saldırıya uğramış ve-"
Helyas sözlerini tekrardan tamamlayamadığında Auic Helyas'ın ellerini elleri arasına aldı. "Ve?" diye sordu sabırsızca. "Helyas, konuş lütfen. Ne oldu Evan'a? Yaralanmış mı, ne olmuş?"
Auic sabırsızca ve merakla bakarken Helyas, "Kötü bir şekilde yaralanmış, durumu kritikmiş ve Tapınaklar'da tedavi görüyormuş. En azından bir hafta önce Başkent'e gönderdiği mektupta böyle yazıyordu," diye cevap verdi. "Karanlık çöktüğünde Gael Toprakları'na gitmek için yola çıkacağım."
"Tamam." dedi Auic, zoraki bir şekilde gülümseyerek. Üzüntüsünü ve endişesini saklamaya çalışıyordu. "Beraber gideriz, Evan'ın yanında oluruz."
Başını iki yana sallayarak reddeti Helyas onu. "Hayır," dedi. "Senin babamın yanında olmanı istiyorum. Ben yokken o sana emanet. Her gün benim yaptığım gibi onun yanına gitmeni, konuşabilirse de sohbet etmeni, yokluğumu aratmamanı istiyorum."
"Ama Helyas-"
"Lütfen," diyerek onu sözünü kesti Helyas. "Benim için bir şey yapmak istiyorsan bunu yap lütfen." Auic kabullenmiş bir şekilde ve üzgünce başını eğdiğinde onun çenesini tutarak başını kaldırmasını, göz göze gelmelerini sağladı. "Üzme kendini, sevgilim. Her şey yoluna girecek."
İçindeki kötü hisse rağmen sevgilisini üzmemeye çalıştı. Her şeyin yola gireceğine inandırmaya çalıştığı asıl kişi kendisiydi zira.
Auic'in dudaklarının kenarları hafifçe kıvrıldığında Helyas da gülümsedi ve uzanıp sevgilisinin dudaklarına küçük bir öpücük kondurdu. Ayrıldıklarında Auic, "Asıl sen üzme kendini," dedi. "Evan güçlüdür, inatçıdır. Eminim her şeyi kolaylıkla atlatacaktır."
Helyas hafifçe başını salladı. "Hadi sen git odana, uyu. Ben ayrılmadan önce vedalaşmak için yanına geleceğim."
Auic, "Tamam," diye mırıldanarak Helyas'ın yanağına küçük bir öpücük kondurdu ve sevgilisine küçük bir gülümseme bahşetti. Ardından ise "Bekliyor olacağım," diyerek yavaş adımlarla Taht Odası'ndan çıktı.
Sevgilisinin arkasından bir süre bakan Helyas, Konsey Odası'ndan gelen tartışmaları duysa da umursamadı ve o da büyük odadan çıkarak hazırlıklara başlamak adına doğu kanadına yöneldi. Ayrılışı ardından ağzını sıkı tutacak bir seyis bulması gerekiyordu.
Başkenti terk etmemliydi, biliyordu fakat konu kardeşiydi. Ailesi, kanıydı. Risk almak zorundaydı.
𓆩𓆪
Not: Yapay zeka görsellerini aklımdaki karakter betimlemelerine yakın ve bana göre karaktere uyan oyuncu/model yüzleri ile tasarlıyorum. Bazı saç şekilleri, renkleri vs. görselden görsele değişebilir çünkü hepsi aynı çıkmıyor maalesef, bunlara takılmamanızı rica ediyorum.
Bu bölüm için küçük bir hatırlatma yapmak istiyorum, unutan olabilir diye: Athelisia, Espen Neskana'dan ilk bölümlerde bahsetmişti. Kendisi Athelisia'nın babası Urchin'in kız kardeşi olur. Bölümde öğrendiğimiz üzere Espen, Helyas'ın dayısı (annesinin kardeşi) Delroy Luvin ile evli. Ayrıca ilk bölümlerde paylaştığım aile ağacını da bir kez daha paylaşmak istiyorum;
Sorularıma gelirsek ise, Helyas'ın Delroy Luvin ile yaptığı konuşma hakkında fikirlerinizi duymak isterim.
Helyas'ın aldığı mektuba gelirsek de, sizce kardeşi için tapınaklara gitmesi doğru bir karar mı yoksa aşırı duygusallık ile verilmiş bir karar mı? Bu kararı nasıl sonuçlar doğurabilir, tahminlerinizi duymak isterim.
Genel olarak bölüm hakkındaki yorumlarınızı da alabilirsem çok güzel olur. ^^
Diğer bölümde görüşmek üzere diyorum, kalplerinizi ve yorumlarınızı bekliyorum...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro