I. Kısım: Tanrıça'nın Gözyaşları ─ VI. Bölüm
BROYN BLYAE KRALLIĞI
Gael Toprakları, Neskana - KAS 814
Her şeyi hatırlıyordu.
Yaşanan bütün yıkım ve kaos aklının içinde çığlık atıyordu. Fısıltılar asla durmuyordu. Hiç susmuyorlardı ve işin kötü tarafı artık onları anlayabiliyordu. Sen yaptın, senin suçun, diyorlardı. Her şeyi mahvettin, yıktın.
Ellerine baktı korkakça, onca hayatı yakan ellerine. Yüzlerce, çoğu masum yüzlerce can yitirilmişti ve suçlusu bu ellerdi. Daha fazlasını yapabilirsin, diyen sesleri görmezden gelmeye çalıştı. O'na bu öfkeyi, bu lanet gücü getiren onlardı. Herkes ölmüştü işte, daha fazla ne istiyorlardı?
Odada Lilura'nın tanıdık sesinin, "Günaydın," deyişi yankılandığında irkilerek ayrıldı düşüncelerinden. Athelisia başını kaldırırken, Lilura yine dünkü gibi yatakta genç leydinin yanına oturdu ve yüzüne küçük bir gülümseme ile baktı. Athelisia ne kapı tıklatılışını ne de açılma sesini duymuştu. Yüce Rahibe konuşana kadar odadaki varlığından tamamen habersizdi. Sandığından daha derin dalmış olmalıydı. "Kapıyı çaldım ama duymadın galiba. Seni kahvaltıya çağırmaya gelmiştim," diye açıkladı kendini Lilura.
Lilura, Athelisia sanki burada normal bir misafirmiş gibi konuştuğunda; Athelisia kaşlarının çatılmasına engel olamadı. Gael Tapınakları'nın Yüce Rahibesi'nin uğraşacak işleri yok muydu? Kızlardan birini gönderememiş miydi çağırmak için? Neden Athelisia ile konuşmaya, yardım etmeye çalışıyordu? Felaketin mimarının Athelisia olduğumu anlamıştı, bunu dün yeterince güzel ima etmişti ama neden bir katil ile arkadaş olmaya çalışıyordu? Athelisia'yı bir zindana atmalı, sonra da aleme ibret olacak şekilde idam etmeliydi. Athelisia'nın suçlarının karşısında verebilecek tek bir canı kalmıştı zira.
"Kahvaltı yapmak istemiyorum." Dün uyandığından beri hiçbir şey yememişti, yemek de istemiyordu.
Athelisia, gözleri Lilura'nın basit fildişi elbisesine kayarken bugün kızıl pelerin giymediğini gördü. Saçları açık dalgalar haline omuzlarına dökülürken ise yataktan kalktığı hali ile gelmiş olabileceğini fark etti. Sarsılmaz ve güçlü Yüce Rahibe görünüşünün aksine bugün daha zarif ve savunmasız görünüyordu.
Lilura sağ bacağını diğer bacağının üzerine attığında geceliğe benzer elbisesinin yırtmacından açılan çıplak tenini ve tenindeki sarmaşık gibi soluk yeşil bir boyayla çizilmiş desenleri gözler önüne serdi. Sanki silinmiş ama izleri kalmış gibiydi.
İzlerde normal olmayan bir şey vardı, Athelisia hissedebiliyordu. Fısıltılar ya da içindeki ateş gibi yakıcı değildi ama, hayır. Daha çok doğada huzurlu bir yürüyüşe çıkmak ya da güneşin doğuşunu izlemek gibiydi.
"İstersen dokunabilirsin."
Rahibenin sesini tekrar duyana kadar desenlere dokunmak istediğinin farkında bile değildi. Tereddütle Lilura'nın yüzüne baktığında, Lilura gülümseyerek başını salladı.
Athelisia uzanarak parmak uçlarını varla yok arası rahibenin bacağındaki sarmaşıklara değdirdi. "Çok güzeller."
Lilura, Athelisia elini tekrar kendi kucağına koyarken iç çekerek, "Kaybolan ve hayata tutunmaya çalışan büyünün külleri sadece," diye mırıldandı. Ardından bedenini genç leydiye doğru çevirdi. "Senin içindeki güç ile kıyaslanamaz bile, ateşçağıran."
Athelisia tekrar kaşlarını çattı ve sorarcasına tekrar etti: "Ateşçağıran?"
"Yüzyıllar önce ateşe hükmedenlere böyle sesleniyorlardı," diye cevap verdi Lilura, sesindeki bariz heyecanla. "Herkes Neskana Kalesi'nin lavlar içinde kalmasının nedeninin bölgedeki yüzyıllardır uyuyan Sirvir Sai Yanardağı olduğunu sanıyor ama öyle olmadığını ikimiz de biliyoruz, değil mi?"
Athelisia gözlerini kaçırdı. O bile henüz neler olduğunu tam olarak kabullenememişken, rahibenin olayları bu denli çözmüş olması... Çözmemiş ve sadece tahmin ediyor, ağzını arıyor olsa bile Athelisia'nın istemsizce verdiği tepkilerle çoktan her şeyi anlamış olması kaçınılmazdı.
Çadırdaki Ateş Rahibesi'nin söylediklerini, kalbinde büyüyen öfkeyi, başına gelen her garip olayı göz ardı etmişti. Her şeyi içine atmıştı ve sonunda yaşadığı duygusal çöküntü patlamasını sağlamıştı. O'ndan istenileni yapmış, öfkesini haykırmıştı ve sonuçları herkes için ağır olmuştu.
Ilana'nın kolunun yanmasını sağlayan oydu.
Ateş Rahibesi içini okuduğunda yerin sarsılmasını sağlayan, çadırının ateşler içinde kalmasını sağlayan oydu.
Rhysand korkup kaçtığında, bütün ailesi ona hayal kırıklığı ile bakarken bütün kalenin patlamasına ve lavlar içinde kalmasına sebep olan da Athelisia'ydı.
Ateş onun için gelmişti ve onun için her şeyi yakıp yıkmıştı.
Hala ailesinin, neredeyse hayatı boyunca tanıdığı herkesin öldüğünü kabullenemiyordu. Bir kabusun içinde gibi hissediyordu. Sanki biraz sonra uyanacaktı ve annesi çok uyuduğu için yine onu azarlayacaktı.
Lilura'nın, "Lütfen bana aklındakileri anlat," demesiyle daldığı yerden hızla ayrıldı. "Anlat ki beraber çözüm bulabilelim. Tüm kalbimle sana yardım etmek istiyorum."
Athelisia ona tereddütle baktı. Anlatmalı mıydı gerçekten? Gerçi ona anlatmasa bunca şeyi, kime anlatabilirdi ki? Herkes deli olduğunu düşünürdü. O'na inananlar olsa bile en iyi ihtimalle ruhunun kirlendiğini söyler, arındırılma bahanesiyle hapsedilirdi. Ya da arındırmak ile falan uğraşılmaz, direkt infaz ederlerdi. Ellerindeki kanın cezasını çekmesini isterlerdi.
Gözyaşı yumruk halindeki eline düştüğünde ağladığının ancak farkına vardı. Ağzından bir hıçkırık kaçarken Lilura ona doğru sarılmak için tereddütle hamle yaptı ama Athelisia'nın onu tersleyeceğini düşünüyor olacak ki sarılmaya cesaret edemedi. Lilura elini dizine bırakıp buruk bir şekilde gülümserken ona kollarını saran Athelisia oldu. O an kimden olduğu önemli olmayan bir teselliye ihtiyacı vardı ve Lilura beline sarılıp omzuna yaslanmasına izin vererek Athelisia'yı teselli eden kişi oldu.
Lilura sıkıca sarıldı ve Athelisia bırakana kadar da geri çekilmedi. Athelisia ne kadar zaman gözyaşı döktüğünü bile bilmiyordu ama Lilura asla sıkılmadan ya da bunalmadan sarılmaya devam edip sırtını sıvazladı. "Dünyanın sonu değil ya," diye fısıldadı sarılırken de. "Merak etme, her şeyi çözeceğiz."
Yiten onca can, elleri arasına alıp yok ettiği yüzlerce hayat. Annesi, babası, Leona... Son zamanlarda yüzünü bile görmek istemediği Leona. Ah, küçük kardeşi Leona. Athelisia sapasağlamdı ama Leona, hak etmediği halde sürekli nefret ettiği Leona bile ölmüştü.
Dünyanın sonu değil miydi sahiden de?
Sonunda sakinleşip Lilura'nın kollarından çıktığında ıslak gözlerini elinin tersiyle sildi. Kollarını kendine sararak bakışlarını kucağına indirdi. Doğru dürüst tanımadığı birine sığınmanın ve yaşadığı ani kırılışın utancı çökmüştü üzerine.
"Kahvaltı?" diye sordu Lilura biraz sonra. Athelisia bakışlarını ona çevirdiğinde sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi gülümsüyordu. "Hadi," dedi yataktan kalkarak. "Güzel bir kahvaltı yapalım ve sonrasında da Tapınak Bahçeleri'nde yürüyüşe çıkalım. Bahçelerimizin güzelliğini kesinlikle duymuşsundur!"
Lilura kalkması için elini uzattığında, Athelisia elini onun avuç içine bıraktı ve kendini kaldırmasına izin verdi. Gözleri üzerindeki geceliğe giderken, "Üstümde geceliklerim var ama," diye mırıldandı.
Lilura genç leydinin elini bıraktı ve gülerek, "Hemen üzerini değiş ve gel o zaman," dedi. Kapıya yönelirken ise, "Elara seni odama getirir," demiş ve sonrasında odadan çıkmıştı.
Lilura gittikten sonra, Athelisia derin bir nefes vererek odadaki elbise dolabına yöneldi. Kahvaltıdan ve küçük bir yürüyüşten kimseye zarar gelmezdi.
𓆩𓆪
Lilura geçirdiği birkaç saatin ardından, Athelisia'nın ona dökülmemesi imkansızdı. Sıcaklığı, verdiği güven hissi Athelisia'yı sarmalamıştı ve Athelisia, onun yardım etmek istediğinden emindi. İşin içinde kendi çıkarları da olduğu kesindi, bunu anlamayacak kadar aptal değildi fakat Lilura ona ne zarar verebilirdi ki? Zaten verilecek zararı Athelisia kendi elleriyle, hem kendine hem de ailesine yeterince vermişti.
O yüzden baştan itibaren, her şeyi, atlamadan anlattı ona. Gördüğü kabusları, onu rahat bırakmayan fısıltıları, nasıl günler geçtikçe değiştiğini, Ateş Rahibesi'ni ve söylediklerini, haykırmadan önce gördüğü güzel yüzü, ateşin gelişini... Her şeyi. Rhysand'ı ve kız kardeşini nasıl aldattığını bile. Anlattıkça ise hafifledi.
"Ben böyle biri değildim," dedi Athelisia, önündeki çay fincanı ile oynarken. "Kardeşinin nişanlısı ile yatacak kadar alçalacak biri değildim." Titreyen sesini düzeltmeye çalışırken ekledi: "Ama artık ne önemi var ki? Leona toprağa karıştı, geriye sadece külleri kaldı."
Baştan beri tek kelime etmeyen Lilura, bitirdiği çayını itekledi ve düşünür gibi çenesini sıvazladı. Kısa bir sessizliğin ardından ise, "Sessiz Fısıltılar'ı bilir misin?" diye sordu.
"Tabii ki de," diye cevap verdi Athelisia. "Gael İlahlar'ı ile ilgili ilk anlatılan şey odur. Eion'un Artia'ya karşı çıkması ve Artia'nın savaşı kazandıktan sonra Eion'u yeryüzüne sürgün etmesi-"
Lilura, "Savaşın nasıl kazanıldığı anlatılmaz ama," diyerek araya girdi. "Tapınaklar'daki kıdemlilere anlatılıyor tabii ama size anlatılmaz, rahibe olma yoluna girmediğiniz sürece." Oturduğu sandalyede doğruldu ve konuşmaya devam etmeden hemen önce derin bir nefes aldı. "Tanrı Eion'un Artia'ya karşı çıktığı doğru. Kendini İlahlar'ın İlahı, Tanrıça Artia ile bir tutmuş ve ona baş kaldırmıştır. Bir insana aşık olmuş ve Artia'nın onu yeryüzüne sürmek istemesini kabul etmemiştir, ona savaş açmıştır. Altı İlah'tan Ölüler Diyarı Tanrısı Ieus, ikiz oğulları Etis ve Otis de Eion'un yanında savaşmıştır."
Athelisia başını onaylarcasına sallarken, "Evet," dedi. "Neskana Kalesi'nin Başrahibesi Rosan anlatmıştı, hatırlıyorum."
"Artia savaşı fısıltıları sayesinde kazandı, Athelisia. Sessiz Fısıltılar. Savaşın adı da buradan geliyor zaten. Tabi Tanrı Dierin ve ejderhalarının da yardımı oldu fakat asıl kazanma sebebi fısıltılarıydı. Fısıltıları Eion ve yandaşlarını delirtti, Dierin ise son darbeyi vurdu."
Lilura anlattıkça Athelisia'nın kafası karışıyordu. Bunca şeyin neden sadece rahibelere anlatıldığını anlamamıştı. Biraz sonra da aklındaki soruyu Lilura'ya yöneltti: "Neden sadece rahibelere anlatılıyor?"
"Bir kehanet var," diye cevap verdi Lilura. "Sessiz Fısıltılar'dan sonra Artia'nın gözlerinden iki damla yaş aktığı söylenir; biri ihanetine uğradığı eşi, diğeri ise çocukları için. Artia bu gözyaşlarını saklamış ve kendi safında savaşanların soyundan gelen en güçlü kişiye hediye edeceğine dair yemin etmiştir. Ama Gözyaşları'nın barındırdığı gücün insanın aklını kaçırmasını sağlayacağı söylenir. Sadece rahibelere anlatılıyor çünkü yüzyıllarca rahibeler bu kehanete inanmış ve kehanette bahsedilen kişiyi bulmaya çalışmışlar, hatta bunu kendilerine görev edinmişler. Gizlice sürekli Tanrıça'nın Gözyaşları'nın sahibini aramışlar."
Athelisia'nın kaşları şaşkınlıkla havalandı. "Gözyaşları'nın bende olduğunu mu düşünüyorsun?"
Lilura kısa bir süre sessiz kaldı. Bir süre sonra ise, "Hayır," diye cevap verdi ve güldü. "Dediğim gibi, Gözyaşları'nın barındırdığı gücün insanın aklını kaçırmasını sağlayacağı söyleniyor. Sen oldukça aklı başında gibi görünüyorsun. Ama çadırdaki rahibe öyle düşünüyor gibi."
Athelisia bir safkan Regn Blyae soylusu olabilirdi fakat kardeşi ve ondan önce gelen birçok soylu hane de öyleydi. Gözyaşları'nın onca insanı geçip onu bulması... Bu kadar basit olamazdı her şey, daha fazlası olmalıydı.
Tekrar aralarına boğucu bir sessizlik çöktü ve "Başına gelen her şey için üzgünüm, Athelisia," diye konuşarak sessizliği bozan yine Lilura oldu. "Eğer sen de izin verirsen sorularına cevap bulmana yardım etmek istiyorum. Ben de büyü hakkında çok usta sayılmam ama beraber öğrenebileceğimizi umuyorum. Eğer yanında olmama müsaade edersen."
Athelisia başını sallarken gülümsüyordu. "Teşekkür ederim."
Athelisia gözlerinden akan birkaç damla yaşı elinin tersi ile silerken, Lilura da hafifçe başını yana eğerek gülümsedi ona. "İstersen sana misafir köşklerinden birini ayarlayabilirim, istersen de şu an kaldığın odada kalmaya devam edebilirsin. Ne kadar süre kalmak istersen, o zamana kadar Tapınaklar senin evindir."
Neskana Kalesi'nın artık kullanılamaz olduğu kesindi, yani artık Athelisia'nın bir evi yoktu. Yanında kalabileceği akrabaları vardı fakat kimsenin sorularına maruz kalmak, hatta insan içine bile çıkmak istemiyordu. Herkes onu ölü biliyor olmalıydı, öyle de kalsındı.
"Rahibe yemini etmeyenlerin Tapınaklar'da uzun süre kalamayacağını sanıyordum."
Lilura omuz silkti. "Sen Yüce Rahibe'den torpillisin."
𓆩𓆪
Tapınaklar, Neskana Kalesi'ne kıyasla oldukça soğuktu. Misafir köşkleri ise deniz kenarına daha yakın olduğundan esen rüzgar yaz mevsiminin ortası olmasına rağmen insanı üşütüyordu. Deniz, kuzeyden soğuk rüzgarları taşıyordu.
Fakat deniz kenarındaki yüksek kayalıklardan birinin üzerinde otururken Athelisia, pelerinine sıkıca sarılmış olan Rahibe Elara'nın aksine üşümüyordu. Üzerindeki elbise çok da kalın olmayan mavi bir kumaştan yapılmıştı ve geniş, v şeklindeki damask işlemeli yakası oldukça açıktı, belini ise lacivert kalın bir kemer sarıyordu. Elbisenin genişçe uzanan kollarının yenleri de aynı işlemelere sahipti. Lilura'nın ona hediye ettiği dolap dolusu elbiselerden sadece bir tanesiydi.
Tapınaklarda kızlar genelde böyle rahat elbiseler, cübbeler ve roplar giyiniyorlar, bellerini ise işlemeli ya da renkli kemerlerle bağlıyorlardı. Leydilerin giydikleri korseler ve ağır elbiselerden daha rahat oldukları su götürmez bir gerçek olsa da Athelisia, üşüyen fakat yine de genç leydinin yanından ayrılmayı reddeden Elara'ya bakarken evini düşünüyordu. Giydiği rahatsız elbiseleri, rol yapması gereken ziyafetleri, etrafında dört dönen leydileri ve hizmetçileri. Eleni, Esti, Osia ve birçoğu daha...
Artık elbiselerini kendi giyiyor, banyosunu kendi yapıyordu. Elara izin verse yemeklerini de kendi başına yiyecek, zamanını yalnız geçirecekti fakat genç rahibe asla yanından ayrılmıyordu. Lilura'nın verdiği kitaba gömüldüğü birkaç günden sonra denizi görmek istemişti ve işte, Elara yine buradaydı. Sürekli köşkünün bahçesinde bekleyen Rahip Neil de arkalarına takılmıştı.
Kedere boğulmasını engelledikleri için Athelisia onlara minnettar mı olsa, yoksa kendini yalnız bırakmaları için çığlık mı atsa karar veremiyordu.
Derin bir iç çekerek oturduğu kayalıklardan kalkarken, "Kumsala ineceğim," diye açıkladı. "Siz burada bekleyin."
Rahip ve rahibe ilk önce genç leydiye, sonra da birbirlerine tereddütle baksalar da Athelisia eteklerini tutup kumsala inen patikaya yöneldiğinde yerlerinde durmaya devam ettiler. Kumsal hemen ayakları altında, gözleri önündeydi. Genç leydi ayakkabılarını çıkarıp ayaklarını küçük dalgalar halinde kumlara çarpan suya soktuğunda onu rahatça izleyebiliyorlardı.
Elara ona yardım ediyor, Neil ise onu koruyordu fakat; Athelisia, Lilura tarafından sürekli izlendiğinin farkındaydı. Kendi haline bırakılmayı beklemiyordu zaten fakat Lilura'nın ne beklediğini de bilmiyordu. Şimdilik insanlardan uzak bir şekilde yaşayabilmesini sağladığı köşk ve huzurlu ortam için minnettardı sadece.
Saçları rüzgar ile havalanırken bastığı çakıl taşları ayaklarını acıtmaya başlayınca kaşlarını çatarak başını eğdi, acının kaynağını bulmaya çalıştı fakat kum ve taştan başka bir şey yoktu.
Herhangi bir taşın keskin tarafına denk geldiğini düşünerek ayaklarını su dalgalarının içerisinde oynatmaya devam etti. Fakat tabanları acımaya devam etti. Acı dayanılamaz olana kadar önemsemedi. "Gerçek değil," diye mırıldandı kendi kendine. "Hiçbiri gerçek değil."
Ayakları suların içinde çakıl taşlarının içindeydi. Ateşe yaklaşmış gibi yanmaları için hiçbir neden yoktu. Gerçek değildi.
Rüzgar esip saçlarını ve eteğini havalandırdığında getirdiği fısıltılar ile birlikte her şey değişti. Ufukta görünen güneş kızıllaştı, bakışlarını yere indirdiğinde ise taşlar artık kor parçalarıydı. Su dalgaları aleve, ve hatta lavlara dönüşmüştü.
Korkarak geriye doğru kaçmaya çalıştı ama artık canının yanmadığını fark etti. Ayak tabanlarına baktı fakat yanık falan yoktu. Fısıltılar rüzgar ile dans ederken korların üzerinde sanki bulutlar üzerinde yürüyormuş gibi hareket edebiliyordu.
Lilura yanılıyordu. Athelisia'nın aklı başında falan değildi. Gerçekten de deliriyor olmalıydı.
"Leydim?"
Elara'nın sesi yakınından gelene kadar korların üzerinde yürümeye devam etmişti fakat rahibenin sesi kulaklarına ulaştığında fısıltılar yok oldular, dünya tekrar aydınlandı.
Athelisia bakışlarını yerden alıp Elara'ya doğru kaldırdığında onun yüzündeki endişeyi gördü. Yanına ulaşana kadar birçok kez sesleniş olmalıydı.
"Efendim, Elara?" diye cevap verdi Athelisia.
Elara gülümsemeye çalışarak, "Artık dönelim mi?" diye sordu. "Akşam yemeğini kaçıracağız."
Athelisia dalgalardan uzaklaşarak ayakkabılarını bıraktığı yere doğru yürüdü. "Olur," dedi ardından da. "Dönelim."
𓆩𓆪
Not: Yapay zeka görsellerini aklımdaki karakter betimlemelerine yakın ve bana göre karaktere uyan oyuncu/model yüzleri ile tasarlıyorum. Bazı saç şekilleri, renkleri vs. görselden görsele değişebilir çünkü hepsi aynı çıkmıyor maalesef, bunlara takılmamanızı rica ediyorum.
Bölümü nasıl buldunuz? Genel olarak düşüncelerinizi yazabilirseniz çok sevinirim.
Athelisia'nın felaket sonrası düşünceleri hakkında fikirlerinizi duymak isterim.
Athelisia'nın Lilura'ya yaşadıklarını anlatması doğru muydu? Sizce Lilura'ya güvenmeli mi yoksa hata mı yaptı?
Lilura'nın Athelisia'ya anlattıkları hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce Athelisia'nın yaşadıkları Tanrıça'nın Gözyaşları yüzünden olabilir mi?
Yorumlarınızı bekliyorum... Diğer bölümde görüşmek üzere.^^
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro