9. BÖLÜM "YOK EDİN AYNALARI"
"Melisa!"
Sinirlerimi her fırsatta bozan Uraz Doğanay (!), Melis'e doğru, garip ses tonu ile seslendiğinde gülmeyi kesmiştik. Arkadaş mıydı bunlar? Ya da ne ara arkadaş olmuşlardı? Belki de okulla ilgilidir, diye geçirdim içimden. Sonuçta o okul başkanıydı ve her ne kadar farklı binalarda okusak da bizimle de ilgilenmek durumundaydı.
"Ne var?"
Melisa, duygusuz ve hiç de hoş karşılanmayacak bir şekilde cevap verirken adım sesleri ve karartı halinde gözüme çarpan birkaç beden bize doğru yaklaşıyordu. Hem de birden fazla.
"Annen, bugün eve erken dönmemizi istiyor. Kimseye söz verme. Çıkışta bekle. Beraber gideceğiz."
Aynı evde mi yaşıyordular? Ama neden annem demedi? Ya da belki... Ahh. Bana ne ki!
"Bugün Aymilerde kalacağım. İletirsin ağabey'ciğim. (!) Hı? Değil mi?"
Ağabey mi dedi o?!
Tamam. Bu konuyu ister ilgilendirsin ister ilgilendirmesin kesinlikle Melis ile konuşacaktım. Kesinlikle.
Sesindeki uyarır tonu gizleme gereği duymadan "Değil mi, Aymi? Bugün önemli bir işimiz var." diyen Melis ile düşüncelerimi dağıtıp kafamı salladım. "Evet. İşimiz var."
"Yarına erteleyemez misiniz, Aymira? Ailevi bir mevzu da."
Resmen zor durumda bırakılıyordum. Bir yanda elimi, elinin içinde sıkarak yapmamam için uyaran Melis, diğer yanımda direten bir ağabey. (!)
Yine de Melisa için hayır demek zorundaydım. Gerçi hiçbir şey için zorunluluk duygusu hissetmiyordum. Fakat... Ne bileyim işte. Mantıklı bir açıklaması olmalıydı yaptığının. Hem anlayıp dinlemeden şu ego yığınına evet de diyemezdim.
"Ben konuşurum ailenizle. Yasemin teyzenin anlayışla karşılayacağına eminim."
Melisa'nın eli gevşerken rahatladığını hissettim. Kulağıma doğru fısıldadı. "Bir tanesin." Tebessüm ettim kelimesine.
Gülümsememi yarıda kesen şey, Uraz denen çocuğun, pes etmeyişiydi. Ya çok önemliydi ya da bilerek yapıyordu.
"Madem çok önemli o zaman biz de halledersiniz işinizi."
Kurduğu cümleye, tabiri caizse ağzım ayrık bir şekilde cevap verince yanındaki birkaç kişinin güldüğünü işitmiştim. Tabii Rüzgar'ın ayağa kalkarak itiraz etmesinden söz etmiyorum bile.
"Olmaz!"
"Neden olmasın?" Bu çocuktaki inat da artık pes dedirtiyordu.
"Çünkü işimizi hep birlikte göreceğiz." Sinirle cevap veren Barış'a anlam veremezken şaşkınlıkla baktım karanlığa. Birkaç saniye sonra zaman kaybetmeden konuştum. Madem bu kadar önemli bir meseleydi, affetsin Melisa, pekala diyecektim.
"Peki o zaman. Biz, sonra da buluşuruz."
Ellerimle yoklayarak Melisa'nın elini tuttum, af diler gibi. Sıcak elleri dokunuşumla gevşerken gülümsenin o kadar da kötü bir şey olmadığını fark ediyordum. Hatta... İyi hissettiriyordu sanki.
"Hem şimdi hatırladım da, benim Aron ile doktora uğramam gerek. Sonra yine görüşürüz. Olur mu?"
Melisa'yı kırsamda o anlayışla karşıladı, hatta beni ve söylediklerimi ciddiye aldı. Avcumu fark etmeden sıkarken endişe içinde konuşmuştu.
"Hasta mısın, Aymira?"
Önemsemiş olmasına içtenlikle gülümsedim ve başımı olumsuz anlamda salladım. "Ben iyiyim."
"O halde sorun ne?"
"Biliyorsunuz ki, gözlerimin rahatsızlığı doğuştan değildi. Yani iyileşebilme olasılığım oldukça yüksekti. Babam ve dayımın aldığı karara göre, yeniden görebileceğim söyleniyor."
Melisa'nın, ani bir hareket ile bana sarılmasının ardından ufak gülümsemem daha da arttı. Omuzlarım kasılırken kısa bir an nefes alamadığımı hissettim.
"Aman tanrım! Aman tanrım! Aman tanrım! Aman tanrım! Aman tanrım!"
Tanrılara inanmazken böyle bir çıkışta bulunması beni şaşırtmıştı doğrusu. Yapma bir Zeusları vardı fakat kale almadıkları kesindi. Yine de ne bileyim... Farklı gelmişti, o anlığına.
Melisa ile gülerken Barış'ın kızgın ve sitem dolu sesi ile afalladım. Yanımda istifini bozmadan oturuyor ve çokta umurunda değilmiş gibi konuşuyordu. İçim burkulurken gülümsemem de yüzümden yavaş yavaş silinmişti.
"Neden bana söylemedin?"
Aslında haklıydı. Ama daha duruma kendimi inandıramamışken onlara nasıl söylerdim? Hem, asıl gerçeği söylesem ne tepki verirlerdi acaba? Muhtemelen hepsi bana cephe alırdı ve bende düşmanları olduğum için öldürülürdüm. Gerçi... Benim sonum her şekilde ölümdü.
Tanımadığım bir ses konuşunca, hem de hiç hoşlanmayacağım bir şekilde konuşunca kaşlarımı çattım ve duruşumu bozdum.
"Belli ki göremiyorum deyip sizi kandıracaktı."
"Yiğit!"
Uraz'ın uyarısını duymamazlıktan gelerek çıkıştım çocuğa. Aşağılanmak son zamanlarda beni oldukça germişti.
"Ben öyle bir şey yapmam!" dediğimde, ellerim iki yanımda yumruk haline gelmişti.
"Sadece şakaydı." Teslim olur gibi düz bir sesle konuşmuştu. Senin şakana da sana da...
"Yersiz yersiz her yerde konuşma!" Melisa'nın beklenmedik çıkışı ile gözlerimi karanlığa kapattım ve bıkkınca soluklandım. Halimi fark eden arkadaşım sakinleştiğinde, bu seferde araya Barış ve sitemleri girdi.
"Cevap verecek misin?"
Beni anlamıyor oluşuna hüzünle yüzümü düşürdüm. Kardeşim dediğim kişi bile, bir yerlerde beni suçluyor ve sorumlu tutuyorsa ne yapmalıydım? Zaten bunca zaman o insan topluluğu yüzünden dışlanmış ve katil damgası yemiştim. Olur da ölmez isem, büyük ihtimal kendi halkımda dışlayacaktı beni.
"Hayatında, belkilerin oranı yüzde kaç?"
"Anlamadım."
"Ciddiyim. Kaç kez belki dedin? Kaç kez ya dedin? Kaç kez keşke dedin? Kaç kez pişman oldun? Kaç kez bıktın? Kaç kez yıkıldın? Kaç kez acı çektin? Kaç kez dışlandın? Kaç kez...?"
"Ne demeye çalışıyorsun, Aymira?"
"Bak Barış. İnanmıyor olabilirsin. Ancak ben kimsenin kaldıramayacağı şeyler yaşadım. Nice umutlarla doldum. Belki kandırdılar... ve ben de inandım. Ama sonum hiç değişmedi. Neye inandıysam yıkıldı. Kime güvendiysem pişman etti. Şimdi karşıma geçip beni yargılayamazsın. Daha kendimi bile inandıramadığım bir gerçeği, nasıl sana söyleyebilirdim?"
"Kardeşinim ben senin..." Sesindeki hüzün, içimi parçalara ayırırken alçalan ses tonum ile araya girmiştim. "Annem de... ailemdi."
"Aymira..."
"Barış... Ben kırmak istemedikçe neden beni kırıyorlar? Ben vazgeçilmez olduklarını söyledikçe neden ilk vaz geçtikleri ben oluyorum? Nedenini söylememi ister misin? Ben herkese gereğinden fazla değer veriyorum."
"Üzgünüm. Yanlış anladın."
Soğukça gülümsemeye çalıştım. "Her ne ise..."
Yavaş yavaş esen bu şehre rüzgar ve güneş, uyum içinde eşlik ederken günahlar sızıntı şeklinde ilimlere doluyordu. İçimdeki baskıya engel olmaya çalıştıkça aradaki sessizlik uzamaya başlamıştı. Ancak Barış, bu havadan sıkılmış olacak, yeniden konuşmaya başlamıştı.
"Peki şimdi ne yapacaksın?"
"Bilmiyorum. Belki göreceğim belki göremeyeceğim. Ama her ne kadar aydınlıktan korksam da, sizleri görebilmeyi çok istiyorum. Sizler hayatıma giren sayılı kişilersiniz."
Boynuna dolanan kollara şaşırsam da Barış olduğunu anlayınca bende ona sarıldım. Ne olursa olsun o kardeşimdi ve bu değişmeyecekti. Öz ya da gerçek. Barış benim için çok şey ifade ediyordu.
"Ne olursa olsun hep yanındayım kardeşim ve ne yaşarsan yaşa haberim olsun. Benden bir şeyleri gizleme olur mu?"
"Ben de senin yanındayım uzun."
Diğer sorusuna cevap veremedim. Asıl önemli olan kısma değinemedim. Çünkü en büyük korkumun gerçekleşeceğini biliyordum. Aslında benden uzaklaşmalarını istemiyordum. Bencildim belki de... Yine de... buna dayanamazdım.
"Yeter lan bu kadar duygusallık. Kız gibi ağlatacaksınız adamı." Rüzgar'ın sıkıntılı sesi ile ayrıldım, Barış'ın güven veren kolllarından. Ne duygusallık vardı sesinde ne de aldırmamazlık. Gırgıra vurarak kendini dizginliyordu kendince.
"İyi ya işte. Bir iki kız daha ayarlarsın sen." Kolları bedenimden ayrılan Uzun, Sarı Papağan ile alayını geçerken Rüzgar'ın cevabı elbette gecikmemişti.
"Kariyerimi söndürmeye kararlısın her halde. Neyse ne. İçeri geçelim hadi."
Rüzgar'ı başımızla onaylarken diğerlerinin varlığını unutmuş vaziyette yukarı çıkıyorduk. Birkaç adım atmıştık ki kulaklarımda Uraz ya da Edward, her ne ise işte, onun kalın ve gür sesi yankılanmıştı. Bu çocuk gitmemiş miydi?
"Senin adına sevindim Aymira. Umarım yakın zamanda istediğine kavuşursun."
Sesin geldiği yöne çevirdim başımı. Her ne kadar doğru yere baktığıma emin olamasam da gülümsedim. Yapma veya gerçek olduğunu çözemediğim bir tebessüm dudaklarına yayılırken çoktan konuşmaya başlamıştım.
"Sağol." dedim, isteğimin ne olduğunu bile, bilmezken. Niye gülümsüyordum onu da bilmiyordum. Ama düşünmesi hoşuma gitmişti. Ahh. Ne diyorum ben? Daha dün lanet okuyordum. Yine okusaydım ya!
-----
"Anlat hadi. Dinliyorum."
Melisa'ya dün yaşananları en ince ayrıntısına kadar anlatmasını söylerken hanımefendi hem kendi ağzına hem de benim ağzıma mandalina tıkıştırmakla meşguldü.
"Ağabeyim işte, Aymi."
Geçiştirmesine, derince bir ofladım ve gözlerini devirdim.
"Ama annen dedi. Neden annem demedi ki?"
Melisa'nın bıkkın nefesi yüzüme çarparken kendi kendine gururdandı bir süre. Ardından ben ve ısrarlarıma, ayrıca akla dahi gelmeyecek sorularıma dayanamayarak konuşmaya başladı. Yaşasın zafer!
"Çünkü üveyiz. Yani anne bakımından. Uraz'ın annesi o iki yaşında iken hayatını kaybetmiş. Sebebini sorma. Benim de haberim yok. Babam da Uraz'a annelik yapması için annemle evlenmiş işte. Uraz daha birkaç seneye kadar annemi annesi olarak biliyordu. Ben de öyle. İnanır mısın, hiçbirimize bir şey hissettirmediler. Sonra bir akşam eve yaşlı bir adam geldi. Tanımadığımız, daha doğrusu babam dışında kimsenin tanımadığı bir adam. Uraz'ın dedesi olduğunu ve onu götüreceğini söylüyordu. O gece birçok şey değişti. Uraz, anneme cephe aldı. Babama ise hiçbir şey demedi. Öyle bir baktı ki... Unutamazdın. Sonra çekip gitti. Annem çok ağladı ardından. Onu öz oğlu gibi seviyordu. Hiçbir zaman ayrım yapmazdı. Hatta benden çok sevdiğini düşünüyordum çoğu zaman. Bir yıl sonra geri geldi işte. Ne yaptı nereye gitti, bı zamana kadar hiç haberimiz olmadı. Sanırım elçi olarak görevlendirilip yanına gönderilmişti. Olayın ardından iki yıl geçmesine rağmen hala bize karşı soğuk davranıyor. Daha çok babama karşı. Anneme, anne demiyor ama sevdiğini ve önemsediğini hissediyorum. O kötü birisi değil Aymira. Sadece, hayat çok acımasız davrandı o kadar. "
Melisa söylediklerini bitirince içimde garip bir sızı hissettim. Acı... Ona ego yığını dediğim için kendimden utandım bir an. Meğer benim gibi, Barış gibi, Aron gibi o da acı çekmişti.
İlk günkü tanışmamız geldi aklıma. Ondan bir güzel dayak yemiştim. (!) Ya buradaki... Bana kör müsün kızım demişti. Şimdi düşünüyorum da. Eski Aymira olsa o da aynı şeyleri söylerdi, aynı şeyleri yapardı Esip gürlerdi. Acısını diğerlerinden çıkarırdı. Başkalarının üzüleceğini düşünmeden yıkıp geçerdi. Sonuçta okulun ilk günü kafasından aşağısını ketçapa bulayan bendim.
Sanırım, o dayağı hak etmiştim.
"Ne düşünüyorsun?"
Melisa'nın sorusuyla başımı sallayarak kendime geldim. "Hiç." deyip geçiştirdim. "Sadece üzüldüm."
"Anladım." dedi Melis ve ardından odanın kapısı açıldı. Kim olduğunu anlamaya çalışırken Barış ve Rüzgar'ın alay dolu sesleri odayı doldurmuştu.
"Müsait misiniz kızlar?"
" Evet. " dedim. Ama Melis hiç oralı bile değildi. Hatta söyleniyordu.
"Kapı açılmadan önce sorulur o panda dışkıları."
Melisa'ya sadece bir of çekti ikisi de. Bense sadece didişmelerini tuhaf yüz ifademle dinliyordum.
"Niye geldiniz?"
"Kızım bizi sevmediğinizi düşüneceğiz bak."
"Sevmiyoruz zaten."
Melisa bazen o kadar ciddi şaka yapıyordu ki... Tanımasan gerçek olduğuna inandıracak kadar.
"İşte bu incitti." diyerek kalbini tutuyordu Barış. Bir anlığına da olsa hareketini fark edebilmiştim. Yüzü zihnimden saniyesinde silinirken gözlerime bir kez daha lanet edip tükenmiş nefesimi dışarı üfledim.
"Aymira'ya yardıma geldik. Üstüne alınma yani. Ayrıca bu evde ben de yaşıyorum ve kardeşimin yanına gelmek en doğal hakkım."
Uzun, Melis'i kızdırmaya çalışırken Melisa yine susmadı. Yanımdaki hareketlenme ile ayağa kalktığını hissettim.
"Hemen şimdi Selçuk Amca ile konuşuyorum. Beni de kütüğüne geçiriyor."
"Kızım bir otur. Şimdi o kütüğü ben geçireceğim senin kafana."
"Bana bak- "
"Hande Hoca mı kesildin kızım başıma. Kulaklarımda yankılanıyor kadının sesi zaten. Bir sen si-"
"Ay sus! Abim zaten son zamanlarda, küfürleri ile yeterince sinirlerimi bozuyor. Bir de sen başlama."
Melisa'nın sesi tiksinir gibi çıkarken Rüzgar gıcıklık yaparak konuşmayı farklı bir yere çekmeyi her zamanki gibi başarabilmişti. Tabii ki de konu yine Hande Hocaydı.
"Kanka bu kadın sana yürüyor bak. Benden demesi." diyen Rüzgar'ın keyfine yine diyecek yoktu.
Onlar didişirken ben hala yardıma geldik konusunda kalmıştım. Sesleri yükselirken ne konuştuklarını anlamadan sordum.
"Niye yardıma geldiniz?"
"Oo oooo. Siz burada çene çalarken biz, benim maketi bitirdik."
Unutkan kafama söverken ödevi hatırlayarak dehşete düştüm. Saniyesinde yüzümü kapatan ellerimde en büyük habercisiydi depresyonumun. Nasıl yetişecekti o kadar gezegen yarına? Hay benim kafamı eşek arıları soksun, pandalar dışkılasın. Hay ben...
"Unuttuğunu söyleme sakın. Saat on bire geliyor." diyen Barış'a yüzümü düşürdüm ve hemen ardından aklıma gelenle sinsice sırıttım. Dışarıdan bakılınca fazla değişik durduğuma yemin edebilirdim.
"Ben yarın gelmiyorum. Sorarlarsa doktora gittim, tamam mı? Babama da hasta olduğumu söyleyin bir zahmet."
"Olmaz. Dünyayı inandırsan, Aron'u inandıramazsın. O yüzden şimdi o maketi yapıyoruz. Melisa sen, sizinkileri ara. Rüzgar zaten burda kalacaktı. Ben de arta kalan malzemeleri getiriyorum. Hadi hadi. Ayaklanın bakalım."
"Yaaaa."
"Aymiraaaaa."
"Tamam. Tamam sus. Şimdi beni anacak kadın. Sonra sol kulağım çınlıyor sabaha kadar."
"Ha şöyle."
Kısa bir sürede, Barış'ın emirlerine dayanamayıp, her şeyi hazır ederek oturmuştuk. Göremediğim için bana daha basit işleri veriyorlardı. Aslında görüyordum birkaç şeyi ama bunu bilmemeleri gerekiyordu şimdilik. Ben toplara kağıtları yapıştırırken Melisa topları boyuyor, Rüzgar kağıtları kesiyor, Uzun'da çubuklara gezegenleri düzüyordu.
Peligomun kokusundan kafayı bulacağım sırada ayaklandım. Gerçekten de zihnimi allak bullak etmişti. Seslenen kişinin kim olduğunu seçmeye gerek duymadan konuştum.
"Biriniz beni lavaboya götürsün lan!" Başımı tutarken kafamı da sallıyordum. "Bir şeyler kayıyor anasını satayım. İyide ben göremiyorum ki. Aaaa...Bu kayan ne Barış?!" Güçlü bir kahkaha atarken "Melisa, Rüzgar duvarda yürüyor." deyivermiştim.
Rüzgar, ben kafamı sallarken kahkahalar içinde gülüyordu. "Aymira, sen küfür eder miydin kız? Ayrıca duvarda yürümeyi henüz öğrenemedim, güzelim. Yapıştırıcı gerçek kimliğini açığa çıkardı bak. Bize de malzeme oldu, ha Barış? "
"Malzeme malum yerlerine girsin emi sarı papağan. Şekilsiz dünyam dönüyor diyorum size!" Yüzümü buruşturdum. "Barış, kafan perdenin üzerine yapışmış..."
Hafiften sallanırken Rüzgar söylene söylene kolumu tutuyordu.
İlerlerken Melis'in sesini duyduk. "Dur Aymim, ben de geliyorum." Durduğumuzda Melisa, Rüzgar'ı ani bir hareketle itekledi. Zaten hafif hafif kayan bedenim Rüzgar'a ayak uydururcasına zeminle buluşurken kulağımın dibinde tiz ve tırmalayıcı bir makas sesi duydum.
Yerde, daha doğrusu Rüzgar'ın sırtında uyuma pozisyonuna geçtiğim sırada Melisa'nın çığlığı ile ödüm bir şeylere karışıyordu. Üstelik ensemdeki soğukluk da cabasıydı.
Bekle. Ensem. Soğukluk. Saçlarım. Lan saçlarım nerede?!
Saçlarım diye çığlığı basarken bir yandan da sallana sallana ayağa kalkmaya çalışıyordum. Melisa olduğunu düşündüğüm kişiye tutunurken küçük çocuklar gibi zırıl zırıl da bağırıyordum. Belime kadar inen saçlarımın ensemden itibaren kesildiğine mi yanayım Melisa'nın saçlarımın uzun kısımlarına sarılıp ağlamasına mı ya da daha ayakta duramama mı bilemez durumdaydım.
Gitti saçlarım. Ya saçlarım. Yaaaaaaaa....
"Lan sen ne yaptın?" diyen Uzun şoktan ilk çıkan kişiydi. Bir de ben çıkabilseydim. Kafamın arkasında adeta bir Himalaya bardı ve efil efil esiyordu.
"Cidden bilerek olmadı. Melisa itince işte."
"Oğlum niye bırakmadın giderken makası?!"
"Ne bileyim ben be. Kafa mı kaldı."
Melisa, daha şiddetli ağlarken kapının aniden açılması ile ikimizde olduğumuz yerde sıçradık.
"Neler oluyor burada?!....... Aymira?"
Aron, böyle tepki verdiyse.... Saçlarım aklıma düştükçe dolan gözlerim mümkünmüş gibi daha çok doluyordu. Girmişti işte. Saçlarımda girmişti ve bu gidenler listesinde ikinci sıranın da üzerini çizmişti.
-------
Gözlerimdeki kumaşı çekiştirdim yeniden. İyice kaşındırmaya başlamıştı ve ben bizimkilere çaktırmadan yalnızken ucundan biraz açıp kaşıyordum. Zaten bizimkiler birkaç gündür ortalıkta yoktu. İkisi de suçluluk duygusundan yanıma gelmeye çekiniyordu anlaşılan. Gözlerim için bir geçmiş olsun deyip gitmişlerdi. Ne kadar dellensem de olan olmuştu. İki haftadır evin içinde oğlan çocuğu gibi dolanıyordum. Zaten kız olduğumu düşündüren tek şey saçlarımdı. Ondan da olduğuma göre... Hoş geldin, James Bond!
Aslında bu bandana işi tam bir uydurmacaydı. Barış olduğu için dikkatli davranmak zorundaydık. Onlardan bunu saklamak zorundaydım. Onların iyiliği içindi her şey.
Gözlerimdeki kumaşı birazdan açacaktılar ve ölüme biraz daha yaklaşacaktı dünya, evren, ben... Mary... Doktor, gözlerimdeki bağı çözerken babam büyüyü bozacaktı. Böylece kimse şüphelenmeyecekti.
Kapının açılması ile yerimde doğruldum. İçeriye dolan adım sesleri kulaklarımı doldururken konuşan kişi ile gülümsemiştim.
"Nasılmış benim güzel kızım?"
"İyiyim Saim Amca." dedim gözlerimdeki kumaş ile uğraşarak.
"Heyecanlı mısın bakalım?"
"Hem de nasıl."
"O zaman çok bekletmeyelim seni."
Yaptığı bülöfe gülümsedim. Oyundu her şey belki ama Saim Amca gerçekten samimiydi. Babamın yakın bir arkadaşıydı ve beni kaybettiği kızının yerine koyarak ilgileniyor ve seviyordu.
"Bence de, çok bekletmeyin."
Saçlarımın ucundaki kıpırdanmayla kalp atışlarım daha da hızlanıyordu. Ritmini bozuyor, deli gibi çarpıyordu. Karanlıkta dolanan hiçsizlik kendine kaçacak delik ararken içimden bir şeylerin kayıp gittiğini hissettim. Karanlık kayboluyordu. Güneş doğarken ay semayı terkediyordu ya da gözlerime fısıldıyordu.
Gözlerine ayın fısıldadığı kız uyanıyordu. Yaşayacaklarını bilmeden uyanıyordu. Belki de karanlık her zaman iyi olacaktı benim için, belki aydınlık ölümdü. Ama ben ilk defa öleceğimi bile bile aydınlığı istiyordum. Deli gibi istiyordum görmeyi.
Güneşi istiyordum ben. Kaderimin aya bağlı olduğunu bilsem de bencilce istiyordum güneşi. Karanlıkta buz kesilmek yerine güneşte kavrulmayı istiyordum delicesine.
Doyasıya görmeyi istiyordum evreni... Görülmeye değer her şeyi görmek istiyordum.
"Hazır mısın?"
Saim Amca'nın sorusu üzerine kafamı salladım. Çünkü nutkumu yutmuştum. Sadece birkaç saniye sonra, sadece birkaç saniye.... Görecektim!
Gözlerimin üzerinde hissettiğim hafiflikle gülümsedim. Kumaş patladı çenemden aşağı kayarak dizlerimi boylamıştı. "O halde... Açabilirsin."
Gözlerimi yavaşça, korkarak aralamaya başladım. Yavaş yavaş... Aydınlık karanlığıma nüfuz ederken tuttuğum nefesimi dışarı verdim. Açılan gözlerimi kırpıştırdım bir müddet. Kamaşan gözlerimi ovalarken birden, tekrar karanlığa dönmek istedim. Bilmiyorum nedenini ama içimde garip bir his oluşmuştu. İliklerimi titreterek korkutmuştu beni.
Sanki her şey daha yeni başlıyordu.
Ellerimi gözümden çekerken ilk gözüme çarpan dayım olmuştu. Hiç değişmemişti. Hala o sert çenesi ile bana bakıyordu. Ama gülerek. Açık kahve saçları ve mavi gözleriyle ahenk içinde bana bakarken ben de ona gülümsedim.
Başımı yana çevirdiğimde babamı gördüm. Sanırım babamdı. Tamı tamına dokuz sene önce görmüştüm onu. Değişmemişti ama yaşlanmıştı. Siyah saçları gürlüğünü az da olsa yitirmişti. Aralarına aklar düşmüş ve bir kısmı dökülmüştü. Biraz kilo almış ve alın kısımında belli belirsiz kırışıklıklar oluşmuştu. Ela gözlerle bana bakarken gülümsüyor ama gözlerindeki pişmanlığı gizleyemiyordu.
Başımı kapı kenarına çevirdiğimde daha önce görmediğim bir yüzle karşılaştım. Ama anımsıyordum. Kumral saçları ve mavi gözleriyle gülerek bana bakıyordu. Biçimli yüzü ve beyaz teni saçlarını tamamlarken gözlerim boyunda takılı kaldı. Uzun... Aron'dan birkaç santim uzun olsa da yine de lakabını taşıyan Barış'tı bu.
Gülümseyerek "Barış?" dedim.
Kafasını salladı gülerken. "Evet. Barış." Gülümsedim. Biliyorum yüzümde aptal bir sırıtış vardı ama görmek, görebilmek serseme çevirmişti iyice.
Kafamı Barış'ın arkasındaki aynaya çevirdim. Her ne kadar göreceklerim korkutsa da bakmayı, kafama koydum. Gözlerim odanın her bir karesinde dört dönerken aynaya doğru ilerledim. Dört köşeli yansımaya doğru yaklaştığımda gözlerimi kapadım.
Derin bir nefes aldım, aklımın içinde eski sahneler dolaşırken. Ama yapmalıydım. Korkmamalıydım göreceklerimden. Sen yaparsın Aymira. Daha önce de yaptın. Aç şu gözlerini ve bak. Kendine bir bak. Alışkınsın sen. Aç gözlerini hadi.
İç sesime destek vererek araladım göz kapaklarımı. Nefesimi dışarı veriyordum ki gördüklerimle boğazıma oturan yumruğu zorlukla yuttum ve saniyesinde arkama dönerek bağırarak konuştum. Ellerim titriyor, ayaklarım beni zor taşıyordu.
"Yok edin şu aynayı!"
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro