Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

8. BÖLÜM "GÖZLERİMİ AÇ"

Çığlıkları, lacivert hırkanın karanlığında arşa yükselen yılanların ruhları izbedir. 


&

Karanlık geceye tutsak olurken gündüz, aydınlığa sırtını dönmeyi ihmal etmiyordu. Yüzlerine geçirilen soğuk maskeden ne kadar görebilirsen ışığını, o kadar incitiyordu. Açığını kovalayan canavarlar çoğaldıkça savunman da güçleniyordu belki. Lakin her güçlenişte bir o kadar yıkıyorlardı duvarlarını. Özenle ördüğün duvarlarını...

Dün yaşanan olaydan sonra fazlası ile suskundum. Önce aşağılanmış, sonra aşağılamış, en sonunda da cezamı çekmiştim. Beynimde hüküm süren her ne ise yine konuşmaya başlamıştı ve bu sefer dediklerinden hiçbir şey anlamamıştım.

Mary bile konuşmuyordu benimle. Arkadaşlarım... Onlarla ne zaman konuşsam canımı yakıyor fakat gün yüzüne çıkmıyordu. Seslenmiyor, sinirlerimi bile bozmuyordu. Düşüncelerimin çizdiği rotaya bir çizgi çektim ve gözlerimi boşluktan çekip başka bir karanlığa teslim ettim. Fakat hemen sonra kapının ardındaki sesler dikkatimi o yöne topladı.

"Çekil kapının önünden!"

"Bana bak! Sakinleşmen lazım, tamam mı? Bu şekilde ona yalnız zarar verirsin!"

"O şerefsiz söylettiriyor, değil mi bunları sana? Sen de bana bak o zaman. Kızını çevredeki akbabalardan korumak yerine onları kendi kızından koruyan bir şerefsize, Aymira'yı bırakacak göz var mı bende?"

"Tüm bunları kızı için yapıyor. Her şey onun iyiliği için anlasana artık. Farkında mısın bilmem ama günlerdir uyuyamıyor o adam."

"Kızı için, öyle mi? Ablam gibi o da kızı için çabalıyor. Zaten o sürtük de sevdiği için onca kişinin önünde onu rezil etti. Gözümün önünde kötülüyor Barış! Yardım ettiğini sanan birkaç aptal yüzünden!"

"İkisi aynı şey değil."

"Çekil önümden hemen!"

"Kendine gel, Aron!"

Barış'ın bağırması ile kapıya inen yumruk bir olmuştu ve ardından Aron'un pişmanlık dolu sözleri...

"Lanet olsun! Lanet olsun! Buraya hiç gelmemeliydik! Hepsi benim suçum...."

Kapıdan gelen gürültülerle doğruldum yatakta. Ne olduğunu anlamaya çalışırken kapının kırılmasıyla içine gömüldüğüm yatakta titredim. Pekâlâ. Çoğu şeye korkmadan gözü kapalı giderdim ama bazen, hani siz en sıkıcı dersi dinlemek yerine bilmem kaçıncı rüyanızda yakışıklı bir mafyanın sizi kaçırdığını görürken işsiz bir hoca "Yavrum. Annem. Geldik. Kalk hadi." deyip sizin uykunuza eder ya... Hah! İşte onun hemen ardından gelen ritim bokuzluğunu yaşıyordum şu an. Buna gerilim diyorduk yanılmıyorsam. Rezil olma korkusunun hemen ardından gelen yakıcı sahne. Gerçi diyorlardı. Yani saçma sapan mafya hikayelerini kafama takacak kadar, daha alçalmamıştım. Taksa taksa, Sirena takardı.

Tiksintiyle yüzümü buruştururken boynuma dolanan eller sayesinde şekilden şekile giren suratım öylece kalakalmıştı. Beni transtan çıkaran kokuyu tanır tanımaz ağzımı açacaktım ki ellerimi tuttu. Neler oluyordu, tanrı aşkına?

Başımı okşayıp ellerimi yeniden tuttu ve tekrar sarıldı. Neler olduğunu anlamaya çalışırken gür ama şevkatli sesiyle konuştu.

"Her şey düzelecek bir tanem."

Her şey düzelecek... Kafamda bu cümleyi ayrıştırırken aklıma gelen hayalle gülümsedim. Hayaldi çünkü bunun gerçekleşemeyeceğini, buraya geldiğimde aklıma kazımıştım.

Hiç düşünmeden en yüksek ihtimalli olasılığımı bir biri ardına saydırmaya başladım.

"Tanrım.... Şükürler olsun. Gidiyoruz. Sonunda bu cehennemden kurtulacağım. Görebileceğim. Tanrım... Tanrım..."

"Aymira..."

Ellerimi Aron'un elinden çekerek yapacaklarımı sıralamaya başladım. İşaret parmağımı hızla avuç içine değdirip çekiyordum. Kurtulduğum da yapacağım işleri saymak bile huzurun ta kendisiydi.

"İlk işim Sirena'nın babasını ziyaret etmek olacak. Kim bilir, şimdi nasıldır zavallı Ed amca? Sonra... Sonra tefecilerden özür dileyeceğim. Paralarını da geri vermem gerek ama bu pek de önemli değil. Görünce bir şekilde para mevzuatını hallederim nasılsa. Bir de, takım kaptanı Antony ile ponpon kız Dora'yı ayırdığım gibi tekrar barıştıracağım. Umarım hala birbirlerini seviyorlardır. Aslında Antony kendine yeni bir ponpon kız bulmuştur. Boş bir uğraş olacak ama biz bir şansımızı deneyelim, değil mi? Sonra... Gözlüğünü kırdığım sınıf başkanı Thomas'ın gözlüklerini tamir ettireceğim. Bak yine hatırladım. O işsiz velet yüzünden tuvalet temizleme cezası almıştım. Gerçi bu iğrenç işi ikizlere yaptırmıştım. Hah! En iyisi ikizlerden özür dileyim ben."

"Aymira..."

"Bayan Hildegard'a müfettişin önünde koca popolu dediğim için bir özür mektubu yazacağım. Dövdüğüm çocuklardan teker teker özür dileyeceğim. Zack, Usher, Donald, Edgar, Jake, Harris... Hatta... Hatta pezevenk Dean'den bile. Ondan özür dilemesi zor olacak ama yapacağız artık. Lily'ye denize attığım makyaj malzemelerinden ötürü yeni bir makyaj seti alacağım. Kantinci kadına çarpık bacaklı dediğim ve okul servisçisine küfrettiğim için özür dileyeceğim. Sonra.... Hah! Sonra da okulun sarışın çocuğunun çıkma teklifini kabul edeceğim. Sarı marı katlanacağız, ne yapalım? Acaba beni unutmuş mudur? Neyse. O unuttuysa bir başkasınınkini kabul edeceğiz artık."

"Aymira... Bir yere gitmiyoruz."

Söylediklerini beynim algılamıyordu ya da algılamak istemiyordu. İşine gelmiyordu işte.

Hayallerim... Umutlarım... Her zamanki gibi bedel denen saçmalığın etrafında ondan medet umarcasına dolanıyordu. Yine kaybetmiştim. Aymira Çetiner (!) yine kaybetmişti. Lanet olsun! Bedele karşı bir kez daha yenilmiştim.

Odanın içindeki hıçkırık dikkatimi Aron ve sözlerinden çekip o yöne çevirmişti. Tiz sesin kendini sıktığı bariz ortadaydı. Ağlamak istiyor ama bir türlü bulutlarına izin vermiyor gibiydi.

"Melisa..."

Barış'ın, Melisa'ya seslenişi ile birlikte birkaç adımın odadan çıkışını dinledim. Koridorda yankılanan sesin sahibi Melisaydı. İyi de, Melisa neden ağlıyordu ki...?

Yatakta yoklayarak da olsa dayımın ellerini buldum.

"Melisa... Onun nesi var?"

Tamam. Şu an yaptığım saçmalıktı. Yaşadığım hayal kırıklığından sonra bu kadar rahat davranabilmem, özellikle de ağlamamam konusunda şaşırmış olmalılardı. Aslında ben sulugöz birisi olmamıştım hiçbir zaman. Ama işin içine kriz girdi mi böyle saçma sapan davranışlar sergiliyordum. Eskiden kriz denen bir şey yoktu çünkü sıkıntılarımı dışarıda çözüyordum. Dövüyordum, yakıyordum, yıkıyordum... Ama şimdi her şeyi içime atmak zorundaydım. Dertlerimle çevremdekileri bunaltmamak için.

"Bilmiyorum."

Benim ki de soruydu işte. Aron nereden bilecekti, Melisa'nın nesi var.

"Anladım..." dedim sıkıntımı içeri verirken.

"Sormayacak mısın?" dedi Aron gözlerimin önüne düşen saç tutamını kulağımın ardına götürerek.

"Neyi?" Sorusuna soru ile cevap verirken ilk defa sinirlenmediğini hissettim. Ellerini saçımdan çekeceğim sırada yeniden konuştu.

"Seni umutlandırdığım için üzgünüm." dedi ellerimi geri indirerek.

Ellerimi çekip savuşturur gibi yaptım. Artık önemli değildi. Kanamaktan yosun tutmuştu yüreğim. Birilerini suçlamaktan bıkmıştım. Annemi, Aron'u, babamı, Sebastian'ı... Hatta bedel denen saçmalığı da suçlamaktan usanmıştım. Kaderdi tüm bu yaşadıklarım ve sen kaderini suçlayamazdın. Bunları yaşamaya mahkumsan, ki müebbetti benim için, kodesten ömür boyu çıkamazdın.

Savuşturduğum ellerimi tuttu Aron. Tanrı aşkına, nesi vardı bunun bugün? Birkaç günlük ömrüm kalmış gibi davranıyordu. Sahi... Beni bu denli önemsiyor muydu?

"Dinle... Buradan gidemeyeceğiz belki ama... Görebileceksin."

Görebileceksin! Görebileceksin! Görebileceksin!? ........

Dayımın sözleri kulaklarımda yankı yapıp çağlarken bir anda benden çıkması imkansız bir sesle ciyakladım.

"Ne?!"

Ellerimi sakin olmam için avuç içinde sıkarken sözleriyle de temkinliyordu, aynı zamanda.

"Tamam. Tamam... Sakin ol." dedi bir eliyle saçıma dokunarak. "Araştırdım. Geldiğimizden beri bunun için çabalıyorum ve önemli bilgiler buldum. İyileşeceksin ama..." deyip duraksadı.

"Ama ne?"

"Bu, bir gorgona dönüşeceğin gerçeğini değiştirmiyor."

Ellerini iterken "Anlamıyorum." dedim. Gerçekten anlamıyordum. Şu gorgon saçmalığından da, peri masalı şeylerden de bıkmıştım.

Ellerimi yeniden tuttu ve garip ses tonuyla konuşmaya başladı. Tanrı aşkına, neler oluyor?!

"Aymira. Bak bu öyle bir kehanet ki engel olamazsın. Önünde sonunda sen, sen... Sen bir gorgon ya da ne bileyim bir canavara dönüşeceksin. Gözlerini kaybetmen kehaneti geciktiriyor o kadar. Baban... O çevrene zarar vermemen için döngüyü yavaşlatıyor. "

"Ne kehaneti?" Anlamaz bakışlarıma, derin bir soluk çekti.

"Geçmişte... Bir lanet okunmuş. Şimdi bu lanetin cezasını sen ve çevrendekiler çekiyor."

"Anlamıyorum... Kim? Neden böyle bir şey yapsın?"

"Baban bilmiyor. Kimse bilmiyor... Çok gizli bir kaynaktan alınan bir bilgi."

"Nasıl bir kehanet bu?"

Ellerimi destek olurcasına sıkarken ofladım ve ellerimi, ellerinden çektim. Lanetler, canavarlar, kehanetler... Fazla anlaşılmazdı. Ama o, umursamadı ve devam etti.

"Bir zamanlar iki ayrı ırk varmış. Birbiri ile düşman olan... Büyükler ne kadar karşı çıksada küçükler birbirini sevmiş. Bu aşk öyle büyümüş ki... Dünya'nın dört bir yanına bereket saçmış. Gel zaman... Bir gün bir kadın çıkagelmemiş. Aileden biri gibi görülmeye başlanmış. Ancak o kadın, kendisine evini açan kadının kocasını elinden almış. İhanetler, yalanlar, dönen dolaplar... Adamın gözü öyle çok dönmüş ki, aşkla sevdiği kadını öldürmek istemiş. Bir zaman sonra gün çatmış ve güzeller güzeli kadının bedeni, ateşin ortasına asılmış. Ateş, cayır cayır yükselirken kadının sesi tüm imparatorlukta yankılanmış."

'Sevdiğim adamın kalbini çalıp, ölümüme sebep olduğun için seninde ruhunu parçalamaları adına lanetimi okuyorum. Ey gökyüzü acımı gör! Kalbimdeki can parçalarının kırık seslerini duy! Ey Aspendos'un kutsal toprakları! Kalbimdeki kazıktan akan koyu kanların pençesinde... Canımı yakan kişinin ruhunu bedeninden ayır ve haz etmediği soyun, insanoğlunun bedenine hapset. Ne zamanki 10.000 ruh, ruhuma şad olup beni yeniden diriltirse.... işte o gün bu iffetsiz kadının pis ruhunu masum insanın bedeninden çek!

Ey yerlerin yaratıcısı! Ey göklerin hakimi! Sevdiğim adamın tanrısı! Kehanetimi Mary'nin üzerine oluk oluk akıt!'

Sesim kaybolurken biraz öncekinin aksine kısık çıkmasına şaşırmadan "Biliyorsun..." diyebildim. "Mary..."

Elini, dudaklarıma kaparken "Sır..." dedi, her zamanki güven veren sesi ile. "Bizim sırrımız." Acı içinde gülümserken kollarımı boynuna dolamıştım. "Teşekkür ederim..." Sesimi yutarken bir kez daha yineledim. "Teşekkür ederim, Aron."

Gözlerime dolan yaşları sakladım kirpiklerime. Ardına kadar açık olan odayı öyle bir kilitledim ki... Kollarını geri çektiğim sırada yeniden konuşmaya başladı.

"Bak. Bizim kaderimiz bu. Sen bir canavara dönüşeceksin. Ben de... Bu canavarın acımasız hizmetkarı olacağım."

" Hayır! " dedim ellerimi çekmeye çalışırken. "Dinle... Madem Mary'nin kurbanı olduğumu biliyorsun-"

"Sen ikincisin." diyerek sözümü kestiğinde "Na, Nasıl yani?" diyebildim.

"Mary, o..." Sesi hüzünle çıkarken bir şeyler yaşamış gibi boğuk çıkmasına da engel olamamıştı. "Zaten bir kişinin canını aldı."

Kalbim param parça olurken dolan gözlerimden bir damla yaşın akmasına engel olamamıştım. "Öleceğim... Bende..."

"İzin vermem!" Elleri omzuma asılırken kararlı bir şekilde konuşmuştu. "Öleceğim..."

Sözlerimi bitirir bitirmez sarıldı Aron. Sanki... Acılarını saramadığı birisinin yerine asılıyordu duygularıma.

"Sus! Sus... Sus tamam mı? Öleceksek de beraber öleceğiz biz. Seni bir kez bıraktım ve şimdi yaptığım şerefsizlik yüzünden kahroluyorum. Bir daha asla bırakmam seni. Kötü mü olacaksın? Umrumda değil! Adam mı öldüreceksin? Bir tane de ben sıkarım kafasına. Umrumda değil! Benim için ne olduğunun bir önemi yok. Dolunayımsın sen benim ufaklık. Tek zaafımsın. Söyle. Kurtlar taptığı ışığından, uzak kalır mı hiç?"

Karanlığa hapsettiğim yaşlar iznimi bile istemeden kalbimi ıslatırken konuştum acı içinde.

"Ne dersem deyim... vaz geçmeyeceksin, değil mi?"

Sol yanıma elini koyup yaşları silerken konuştu. "Anca beraber, kanca beraber be baş belası."







"Aymira! Hadi geç kalıyoruz!"

Aşağıdan seslenen Barış'a doğru aynı ses tonuyla bağırdım. "Tamam! Geliyoruz!"

Çantamı elime veren Zehra teyze yanağıma da kocaman bir öpücük kondurup konuştu.

"Hadi kızım hadi. Biraz daha oyalanırsak, şu uzun buraya çıkacak bak. Aman canım ne varmış azıcık geç kalkmışsan. Hep ben şımarttım bu haylazı. Yarasın benim güzel kızıma uyku. Uyusunda büyüsün kuzum."

Zehra teyze konudan konuya balıklama atlarken kafamla oynayladım onu. Biraz daha beklersem uzunu buraya çıkarmayı bırak, ton ton teyzem beni kucağına alıp pışpışlayacaktı.

Aşağı indiğimizde Barış arabaya binmeme yardımcı oldu. Bu işi genelde dayım yapıyordu ama pazartesileri okula erken gitmesi gerekti. Malûm. Kendileri dövüş hocamız. Daha doğrusu ikinci sınıfların hocası. Yani Melisaların. Biz daha bir olduğumuz için bu tür savunma sanatı derslerini almıyorduk. Daha çok alışabilmemiz için normal dersleri alıp birkaç büyü tekniği ile uğraşıyorduk.

Buradaki ilk ayımı doldurmak üzereydim. Birkaç ay sonra biz de uygulamalı derslere geçecektik.

İlk başlarda sevmesem de buraya baya alışmıştım aslında. Melisa'ya , Barış'a, Rüzgar'a, sınıf arkadaşlarıma, okula... Hatta babama da. Dayımın anlattıklarından sonra ihanete uğramış gibi hissetsem de onlara da hak veriyordum. Kim olsa aynı şeyi yapardı. Annem de babam da bir bakıma kötü olmamam için, zarar vermemem için çabalamışlardı. Ama yaptıkları boş bir uğraştı tabii ki de. Ne annemin beni akıl hastanesine tıktırması ne de babamın gözlerimi kaybetmeme sebep olması beni durdurabilirdi. Ben saatli bir bomba gibiydim. Üstelik ne zaman etrafı paramparça edeceğimi bilemedikleri bir bomba.

Yakın bir zaman da görecektim. Babam ve dayım tüm tartışmalara rağmen ortak bir karara varmıştı. Bir yandan konseyden ve bizimkilerden durumu saklamaya çalışırken, ki bu Barış yanımızda olduğu için oldukça güç oluyordu, diğer yandan da üzerimdeki büyüyü kaldırmaya çalışıyorduk. Daha doğrusu babam çalışıyordu.

"Geldik Aymi."

Barış'ın seslenmesiyle düşüncelerimden uzaklaşıp kafamı sallıyordum ki, uzunun az önceki hitap şekli dank etkisi yarattı. Sinirli bir soluktan sonra koluna bir tane geçirdim. Gerçi kolumu nereye savurduğumun farkında değildim. Her neyse. Her şekilde hıncımı bir şeyden çıkarmıştım.

"Hey! O Melis'in lafı bir kere, tamam mı?"

Barış'ın gülmesi ile sinirlerim kendine Uzunköprü'de yer bulurken konuşmaya çalıştı. Evet çalıştı. Çünkü beyfendi gülmekten konuşamıyordu.

"Ben de... Ben... Ben de ne zaman jeton düşecek diyordum."

"Bana bak Uzun. Eğer biraz daha gülersen jeton yerine başka yerlerin düşecek."

"İşte benim kardeşim be. Ne kadar da uyumlu olduk bak. İmaları ile ün salan kardeşler."

"Ona sen birbirini öldüren kardeşler de bence. Birazdan o fesat kafanı eline vereceğim senin."

"Ben mi fesatım? Düşürmek filan, sen kendine bak."

Dedikleri ile pancara dönerken susup yerime sindim. Uzun haklıydı. Nasıl böyle bir cümle kurmuştum ben. Aptal, aptal...

"Tamam. Tamam. Hem, kimse benden fesat olamaz. Ben ki, dünyanın en, en, en imalı küfürbazı, Barış Çetiner'im. Kimse elime su dökemez güzelim. Hiç kusura bakma ama buna sen de dâhilsin."

Barış'a tam cevap verecektim ki kulağımın orada patlayan yumruk sesiyle ödüm antika tuvaletlerden birine karıştı resmen. Ne diyordum ben ya. Bu uzun iyice kendine benzetmişti beni.

Barış'ın konuşmasıyla kim olduğunu anlamam uzun sürmedi.

"Lan ne vuruyorsun alacaklı gibi cama?"

Camın açılmasıyla Rüzgar'ın konuşması bir oldu.

"Sen de kapıyı açsana oğlum. Kök saldım burada. Bak yeşeriyorum da. Kaç dakikadır şebeklik yapıyoruz, haberin var mı senin? Ah! Şimdiden iki sevgili kaybettim. Sen affet Sebastian."

"Bir şey olmaz. Daha vardır sen de kız. Hem Angelina Jolie dudaklarından vaz geçer, kızlar senden geçmez oğlum."

"Yok. Orda duracaksın aslanım. Angelina ve dudaklarından bahsediyoruz şurada. Sebastian çarpar bak."

"Lan ben bir çarpacağım sana şimdi... Angelina'nın o vazgeçemediğin dudaklarına dönecek suratın."

Ateş ortasında kurşunların susmasını beklerken kurtarıcım tiz sesiyle kavganın ortasına daldı.

"Aymiiiiim. Yettim beybisi."

Ses yaklaşırken yanımdaki Barış'ın sessiz küfrünü duymaktan kaçamadım. Küfür ki hayatımda en nefret ettiğim söz kabilesi arasındaydı.

"Sıçtık."

"Çekil şuradan sevimsiz şey."

Melis'in, Rüzgar'a hitaben kurduğu cümleye sırıttım.

"Aaaaa. Aymim, bebeğim... İyi misin canısı? Ne yaptı bu kütükler sana bakayım? Betin benzin atmış bir sanki. Gel, elini yüzünü yıkayalım."

Beni arabadan çıkarırken de söyleniyordu bizimkilere.

İlerlerken bizimkilerin nefeslerini dışarıya vermesini duyduk. Tabii Melisa konuşunca yutuyorlardı zavallılar. Melisa'nın bağırmasıyla kulaklarımı tıkama isteğimi bastırdım. Ne ses vardı be!

"Sizinle daha işim bitmedi panda dışkıları!"

Ben sesli bir şekilde gülünce kendisi de güldü.

"Öyle küfredilmez, böyle edilir."

Melisa ile önce tuvalete, ardından da sınıfa gitmiştik. Harbiden de elimi yüzümü yıkamaya götürmüştü. Deli kız.

Şimdi de o sıkıcı biyoloji dersinde oflayarak Hande Sultan'ı dinliyorduk. Hande Sultan'ı, Ali'yi, Ahmet'i sınıf arkadaşlarımı farklı olsalar da diğer okuluma nazaran seviyordum. Çünkü hepsi dünyada yaşayıp büyümüş ve ardından eğitim için 2300 yılındaki bir boyuta gelmişlerdi. Çevreyi bilmesem de susuzluğun ve benzeri yapılan tahminlerin olmaması beni şaşırtmamıştı. Çünkü farklı bir boyutun çok çok farklı bir zamanındaydık.

Kitabı amaçsızca karıştırmayı bırakan Barış sinirle imalarını savurdu.

"Ben bu kağıdı icat edenlerin büyük büyük büyük babasının, büyük büyük babasının, büyük babasının, babasının, oğlunun torununun teyzesinin görümlük kızının sınıftaki en kısa arkadaşının dedesinin bıyığının içine edeyim lan. Ne biçim kitap bu? Sanki profesör olacağım, anasını satayım."

Barış'ın kurduğu ilk cümlede, küfrettiği kişiyi seçmeye çalışırken uğraşlarımın boşuna gittiğini geç olsa da anladım. Ben bu kağıdı keşfedeni bilmiyordum ki.

"Çok düşünme kime küfrettiğimi, ben de bilmiyorum. Sanırım Mısırlılara sayıp sövdüm."

Hocanın hıştlaması ile Barış yeniden konuştu.

"Biraz daha sündürürse, kelimeyi kuyruk sokumuna çevirecek lan."

Uzunun dediğine gülümsediğim sırada Hande hocanın Barış'a seslenmesiyle gülümsemeyi kestim. "Barııııış."

"Aha başlıyoruz... Efendim hocam."

"Efendim hocam değil çocuğum. Buyrun öğretmenim diyeceksin."

Barış oflarken Hande hoca hangi boyutta olursak olalım gıcık hocaların hakkını fazlası ile veriyordu.

"Buyrun öğretmenim."

Barış, öğretmenim kelimesini kabız olmuş gibi telafuz ederken Hande hoca yeniden konuştu.

"Evladım, ishal olmuş gibi konuşmasana. Me hecesini yutuyorsun, bak. Öğ-ret-me-nim. Hadi bir kez daha Barıııış."

Sınıf Barışa gülerken Barış güç bela kelimeyi heceledi.

"Otur Barıııış."

"Sanki birinci sınıfız lan. BARIIIIIŞ mış. Yok heceleyecekmişim."

"Sen kaşındın oğlum. Yanık bacaklıma laf yok."

Bir önümüzde oturan Ahmet'in gülerek Barış'a söylenmesine Ali ile birlikte güldük.

"Ahmeeeeeet."

Gülüşümüzü yarıda kesen şey Hande hocanın Ahmet'e seslenmesiydi.

Ahmet oflarken Barış 'adalet' deyip duruyordu.

"Buyurun, Sultanım."

"Evladım tarih değil, biyoloji dersi görüyoruz."

"Buyurun, kamçı kuyruklu kertenkelem."

Sınıfla birlikte katıla katıla gülerken göremesem de Hande sultanın pancar kesildiğine adım kadar emindim. Çünkü kamçı kuyruklu kertenkeleler, erkek olmadığı için üreme dönemlerinde erkek taklidi yaparak çoğalıyorlardı. Bir nevi kuyruk sallıyorlardı.

Hande Sultanın tiz sesi ile hepimiz sustuk.

"Anlaşılan anlattıklarımı çok iyi anlamışsınız. O halde haftaya sözlünüz."

Hep birlikte yağlayıp yoğurtlarken Hande hoca zafer kazanmışçasına bir nefes verdi ve Ahmet' e günün en bomba sorusunu sormak için ön alıştırmaya başladı.

"Ahmeeeet. O zaman haftanın açılışı senle başlasın evladım."

"Hocam. Haftanın açılışı haftaya başlar. Siz bir hafta önceden açılış yapan bir dükkan gördünüz mü hiç?"

"Hocam dediğin için seninkini öne aldım."

"Ama onu sonradan dedim."

"Ahmeeeet."

Ahmet pes edince Hande sultan soruyu patlatmak için hazır ola geçti.

"Madem kamçı kuyruklu kertenkelelere bu kadar çalıştın. Oradan soralım."

"Ben en genişinden bir tuvalet kapıp geliyorum kanka." diyen Barış'a, Hande Hocanın cevabı gecikmedi.

"Tut biraz evladım. Kaç yaşında bireylersiniz siz."

"Bu kadında da ne kulak var be. Sanarsın hobbit."

Biz daha da gülerken zil çaldı ve Ahmet derin bir oh çekti.

"Senin sorunu da unutmadım çocuğum. Aymira, bana hatırlat bir daha ki derse kızım. "

"Tamam öğretmenim."

Yerimde kurduğum cümleye yüzümü buruştururken Ahmet hatırlatmamam için ısrar ediyordu.

"Tamam. Tamam. Nasılsa yarına unutur. Başında bizden başka belâlar da var."

"Yok. Biz farklıyız kızım. Biz 1-E yiz be. Farkımız, tarzımız, yaşasın Hande Sultanımız!"

Ahmet, bağıra bağıra sınıftan çıkarken Ali ve birkaç kişide tezahürat yapıyordu. Gelde bağlanma şu sınıfa işte.

Kafamı gülerek sallarken Barış'a ciyaklayan Melis ile kendime geldim.

"Kıpkırmızı kesilmişsiniz be. Ne oldu size?"

"Hande Sultan işte. Boşver."

Melisa olayı anlamasa da üzerinde durmadı. Hayret.

"Hadi biraz hava alalım. Havaya ihtiyacım var benim."

"Ne o. Sevgili hocacığın çok mu hırpalıyor seni?"

"Ne hırpalaması. Hırpalamak onun yanında okşamak gibi bir şey. Bugün Serdar'a bir vurdu, çocuğu en son ormanlık alanda bulduk."

"Hadi. Hadi. Mübalağa yapma bana."
diyen uzuna güldüm.

"Ama cidden çok pis benzetiyor. Eee. Katil bebek Chucky'e benzemiş miyim bari?"

"Hadi inelim Melisa. Hadi. Hadi."

Barışla birlikte, konuştukça konuşan Melis'i susturarak aşağı indik. Oturduğumuz da bizim play boyun eksikliği fazlasıyla kendini hissettiriyordu.

"Rüzgar nerelerde?" diye sorduğumda omzuma kolunu atan Melisa konuştu.

"Valla sabah kuzeye doğru esiyordu, az önce de güneye doğru. Hah! Şimdi de batıdan dönüyor."

"Çorap değiştirir gibi kız değiştiriyo lan, sarı papağan." dedi Barış alayla cümle kurarken.

"Sen de öylesin Barış." diyen Melisa oldukça ciddi konuşmuştu.

"Kızım daha kaç kişi ile çıktım ben?"

İsyan esen Barış'a Melis gülmekle yetinmeyip ardından da konuştu.

"Herkesin çorap değiştirme süresi farklıdır Uzun."

"Çok konuştun küçük. Az sus."

"Bana bak Barış. Sabah ki davam kapanmadı bilesin. En kısa sürede konseyi toplayacağım. Aleyhine bir cümle kurmamı istemiyorsan sen sus."

"Sanarsın Avrupa Birliği'ndeyiz anasını satayım. "

Barış'ın cümlesine bu sefer cevap veren Rüzgar olmuştu. Hayret. Bu çocuk yine mi çorap değiştirmişti?

"Bu çocuk iyi değil, ben size söyleyim. Müdahale edilmezse pezevenkliğe doğru gider. İki lafından biri satmak çocuğun."

"Oooo. Playboyumuz nasıl bırakıp da gelmiş sevgililerini."

Melisa, uzunu savunmaya geçerken Barış altta kalmamak için konuyu değiştiriyordu.

"Çok konuşma da söyle. Yarın ki işi hallettin mi? Bak bir eksik olursa indiririm o paçanı aşağı."

"Ulan bir kerede, "Vay, kardeşim Rüzgar, dert ettiğin şeye bak. Sonra hallederiz koçum. Senden önemli mi?" de de kendimi atayım denizlere. Ne hayırsız dostsun lan."

Sitemine hep birlikte gülerken yine o sesi, o tınıyı duydum. Ya tesadüftü ya da kasten yapıyordu. Hep etrafımda olmak zorunda mıydı, bu çocuk?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro