Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

27. BÖLÜM "DELİ OLAN İNSANLAR"

Altı köşeli odada yankılanan tiz ama gür sesim kuş olup uçtuğunda tavandaki havalandırmaya çarpmış ve yine bana yankılanmıştı. Çünkü, lanet olası videoyu kapatmak yerine, bana aldırış etmeyerek dikkatle olanları izliyorlardı. Elimi hızla kaldırıp bilgisayarı masadan devireceğim sırada kulaklarıma dolan acı dolu sesle olduğum yerde donakaldım.

Beni izliyorlardı...

Kamerayı düzene sokan, beni benden alan adam sessiz bir lanet daha savurup yeniden çekime başladı. Bir köşeye sinmiş ve korku dolu gözlerle bana bakan adama doğru adeta nefret kusuyordum. Yatağın sağ tarafında duran otuzlarındaki kısa boylu, hafif balık etli bir hemşire yüzüme doğru feneri tutarken kanlar içindeki tırnaklarımı umursamadan ellerimi yüzüme siper etmiştim. Yanıma yaklaşan sarı saçlı hemşire, feneri gözlerimin önünden çekip bir anda saçıma yapışmış ve beni yatağa doğru sürüklemeye başlamıştı. Acı çığlıklarımla ellerini kanlı ellerimle tutarken "Kapa artık şu lanet çeneni!" diye bağırmıştı. Fakat susmamış daha içli ağlamaya başlamıştım. Lal olmuş dilim tek kelime etmezken hareketlerim ve korku dolu gözlerimle derdimi anlatmaya çalışır olmuştum.

En sonunda beni yatağa bırakıp en derinine kadar kesilmiş tırnaklarımdan bileklerime doğru inen kanı umursamadan ellerimi iplerle bağlamaya başlamıştı. Ayaklarımın sert zeminde hırpalanmış olmasına aldırmadan olduğum yerde hareket etmeye çalışıyordum. İki elimi birbirine yaklaştırırken, tırnaklarımdan usulca süzülen, bordo ojeli tırnaklarından daha koyu kanım, beyaz ellerine bulaşmış ve bileklerinde kirli bir bez parçası gibi görünmüştü. Sürekli olarak hareket ettirmemden dolayı bağlayamadığı ellerimi bırakıp kalın ipi yastığımın yanına koymuş ve odayı inletecek derecede sert bir tokatı yüzüme indirmişti. Geriye doğru savrulan başımı umursamadan boynuma yapışıp yüzüme doğru tısladığında korku dolu gözlerle ona bakıyordum.

"Bir daha bana karşı koyarsan seni gebertirim, yılan."

Tiksinerek baktığım yüzüne aynı tiksinti ile tükürmüştüm. Boğazımdaki parmakları bir an gevşemiş ve yeniden sıklaştırıp diğer eli ile saçlarıma yapışmıştı. "Bu sefer seni elimden kimse alamayacak."

"Aptal olamayı kes ve bağla şu sürtüğü." Kamerayı tutan pislik herif, bize doğru kabaca konuşurken kadın ellerimi, benim hareketlerime rağmen hızla bağlamış ve geri çekilmişti. Çekimi yapan adama dönerken ellerini beline koymuştu. "Ağzını bantla. Sebastian denen veledin odaya dalmasını istemiyorum."

Kadın bir an şaşırsa da adamın dediğini yapıp ağzımı bantlamıştı. Sıkı sıkı bağladığı, morarmaya yüz tutmuş ellerimi oynatamadığımdan dolayı işini hızla halledip geri çekildi ve kafasını yeniden kameraya çevirdi.

"Işıkları kapat ve çık dışarı." Hemşirenin yüz ifadesine aldırmadan kurduğu düz cümle ile bağlamış olduğu el ve ayaklarımı yatağın oldukça gerisine çekmeye çalışmıştım. Bir yandan da, başımı iki yana korku ile sallayarak yerimde sessizce haykırıyordum.

Kadın tedirgince "Ama işkenc-" der gibi oldu fakat kameradaki adamın sesi üzerine susmak zorunda kaldı.

"Lafımı ikiletme ve kaybol."

Bir kameraya bir bana bakan kadın, az öncekinin aksine gözlerime korku ile bakarken konuşmaya çalıştı. "Daniel... O daha çocuk..." Sesi, bana tiksinti ile bakan kadından oldukça uzakta, birkaç dakika sonra olacaklara yol almıştı.

"Bunu bana sırtında kızgın demirle şekiller çizen gözü dönmüş kadın mı söylüyor?" Tok sesindeki alay kadının suratını buruşturmuştu.

"İkisini aynı şey değil. Bunu yapmamalısın. Annesine ne deriz?"

"İki aydır kızını görmeye gelmeyen kadından söz ediyoruz. Kimsesizin teki işte. Babası da meçhul. Bu piçleri buraya neden bırakıyorlar sanıyorsun? Korumak isteselerdi bu bataklığa sürmezlerdi. Başlarından savıyorlar. Bu kadar aptal olma, Hera."

Alayla konuşmasına eşlik eden kirli ve nasırlı elleri, kameradan görünüme çıkarken Hera yeniden söze girdi.

"Yine de bunu yapmamalısın. Daniel... O daha on yaşında." Kadın telaşla kameraya yaklaşırken bir anda kamera yere düştü ve odada acı bir çığlık koptu. Çığlık, sırlarla dolu duvarlara çarparken görüntüye alınan tek beden, korku ve dehşet içinde duvara daha çok sinen bir bendim. Halen sallanmakta olan kameradan görünen tek şey ise kanlı bir kadın kafasıydı ve kadının uzun kollarından tutarak kapıya doğru sürüyen bir çift beyaz, kırk numaralı bir ayak ve saniyeler sonra odaya düşen, dilsiz düşlere, boş hayallere, sessiz çığlıklara, ama gözlere, ahraz bedenlere kucak açan koca bir karanlık...

Gözlerimdeki, o günkü karanlık odaya adeta bir sel gibi boşalan hüsran, kirpiklerimde titreşerek önce yanaklarıma oradan da usulca gerdanıma kayarken bir zamanların on yaşındaki küçük kızı gibi sessizdi. Nefes almayı unutarak sessizce arkamdaki duvara yaslandım ve bilgisayardan boş gözlerimi ayırmadan kaygan duvarda yavaşça dizlerimin üzerine düştüm. Ciğerlerime dolmayı unutan rüzgar bir anda sertçe eserek içime girdiğinde gözlerimi sımsıkı kapatıp dişlerimi sıktım.

Bana bir ömür gibi gelen şu birkaç dakika sonunda kolumu tutan kişi ile gözlerimi usulca araladım ve başımı ona çevirdim. Melisa, dolmuş ve bir an önce yanaklarından süzülmeyi bekleyen yaşlı gözlerle bana bakıyordu. Bir elini elime yavaşça koyarken bir şey diyememenin verdiği yükle başını eğdi. Dalgalı saçları toprak rengi parkeye dağılmış ve hıçkırarak ağlıyordu.

Acılar dilimi bin bir parçaya ayırmadan son kez konuşuyormuşum gibi odanın içine kapılan sesimi duvarlara umursamazca imzaladım. İmzamın sonuna koymayı unuttuğum ufak siyah nokta, bu sefer bir köşede çürümeye yüz tutmamıştı.

Kirli bir sabahın... En temiz imzasıydı.

"Devamını izlemeye gücünüz yetmedi mi?" Yüzümde boş gözler ve korkutan mimiksiz ifade ile Aron'a bakarken o sadece beyaz bilgisayarın içinde zıtlıkla kötülüğü haykıran videoyu izliyordu. Ayakta dimdik dikilen vücudu titremeden, gözlerini bir kez olsun kırpmadan, başını yerde perişan bir şekilde sürünen şu anki bana bakmadan... Boş ve karanlık odadaki ağzımdaki banttan dolayı boğuk ve zar zor çıkan hıçkırık seslerimi dinliyordu. Ömründen giden duyguları ile tüm duyularına çelenk vurmuş, sadece kulakları ile olanları anlamamayı umut ediyor gibiydi.

Birkaç hıçkırık sesinden sonra karanlık odanın kapısı sessizlikte gıcırtılı bir gürültü ile açıldı. Hıçkırıklar boğazımda takılı kalırken usulca kesildi ve adım sesleri minik bir bedenin kuytu köşede gidecek olan hayatı için yavaşça odaya dolmaya başladı. Sesler bir anda takılı kalmış gibi kesildi ve sıkıca ufak dudaklara kapanmış bandın açılırken çıkardığı tiz sesi duvarları arsızca doldurdu.

"Yalvarırım yapma." diyen küçük kız, korku içinde hızlı hızlı nefes alırken kısa bir süre sonra hıçkırarak ağlamaya başladı. Sesindeki yıkılmışlık, kalbimdeki yangına bir parça odun daha körüklerken usulca aynı cümleyi tekrarladı.

"Yalvarırım... yapma..."

Tüm bu olanların arasında içimi dolduran tek pişmanlık, direnmeyi bırakmış olmamdı. Susmuş ve usulca ağlamaya devam etmiştim. Asıl ürkünç olan ise biraz sonra olacaklardı. Tek kelime edip, videoyu kapatmalarını isteyemiyordum. Lal olmuş gibi tekrardan yaşıyormuşçasına gözlerimi karşımdaki karanlıktan ayıramıyordum.

Sızlayan sesi ile kısık bir uğultu misali "Neredesin baba?" diyebildi küçük kız. Hıçkırıkları susmuştu, adaletsiz dünyaya. Susmuştu, pencere camında kanat çarpan yarasalarda. Duvarlar bile ardını çevirmişti, yalvarışlara, yakarışlara, şişenin dibinde kalan bir damla kan ile sarhoş olmuş ve ayakta yalpalanarak yürüyen duygulara...

Susmak...

Yaptığı en büyük hataydı...

Aradan geçen birkaç dakika sonrasında izledikleri ile kendine gelemeyen, bir köşeye usulca çöken arkadaşlarıma aldırmadan ellerimi tutan ellerden kurtulup başımı avuçlarımın içine aldım.

Ben bunları yaşamıştım, be!

Utanma duygusu yoktu, his yoktu, güven yoktu, sevgi yoktu, inanç yoktu. Paramparça olan küçük kız çocuğundan geriye kalan tek kırıntı bir bendim. İnsani özelliklerini yitirmiş, kendisi olmaktan çıkmış, bencil, yalnız kendi için yaşayan bir ben... Yaşayabileceği en kötü şeyleri yaşamış, dünyadan bir değil iki değil üç değil binlerce kez tokat yemiş, düşmüş, çoğu zaman parçalanmış, kanamış, hırpalanmış, yerden yere vurulmuş, yine de her seferinde ayağa kalkmış bir ben.

Ben bunlara rağmen yaşamıştım, be!

Ben, bendim işte. Gerisinin ne bedenimde kalan bir kefareti ne de kulaklarımdan sinir hücrelerime doğru uğuldayan bir vicdan azabı vardı. İçimdeki kıvrılarak bir köşede ağlayan yaralı, ufak kıza ellerimi uzatıp tekrardan ayağa kaldırdım ve benim gücümle gözyaşlarını silen kızı sırtlayıp yanaklarımdan usulca süzülen ılık sıvıyı elimin tersi ile sildim. Ayağa, dimdik, kararlı bir şekilde kalkarken yerde derin düşüncelere dalan arkadaşlarımı umursamadan bilgisayar başında şok geçiren Rüzgar'a kısık ama olduğundan daha gür çıkmaya çalışan sesimle "Videoyu ileri sar." dedim.

Tedirgin ve ne olduğunu anlamayan bakışlar bana hızla çevrilirken, benim sesimi duyan Aron da bana doğru dönmüştü. "Birkaç dakika sonra ışıklar açılacak. İleri sar." dediğimde halen bana çarpılmış gibi bakıyordu. "Çabuk ol. Daha çok işimiz var." Gözlerini üzerimden ayırmadan bana aptalca bakmasına, tırnak diplerimden yükselip beynime sıçrayan öfke ile karşılık verirken önümdeki Melisa'yı kenara itip bilgisayarın başına geçtim.

Korku dolu gözlerle beni süzüyorlar ve ne yapmaya çalıştığımı idrak etmeye çalışıyorlardı. Birkaçı ayağa kalkmış ve delirdiğimi sanıp bana yaklaşmaya çalışıyorlardı. Elime fareyi alırken "Delirmedim." diye duygusuzca mırıldandım.

"Birazdan ışıklar açılmış olur. Midesinin bulanacağını düşünen varsa, dışarı." Videoyu ileri saracağım sırada Aron kolumu tutup kulağıma doğru fısıldadı. "İyi değilsin." Başımı bilgisayardan yavaşça çekerken yeşil gözlerime odaklanmış mavi gözlere karşı, kapaklarımı usulca indirdim ve "İyiyim." dedim. Tekrardan bilgisayara dönerken Aron kolumu hızlıca çekip kapıya sürüklemeye başladı. "Hava alman lazım. İyi değilsin." Üzerimde kurduğu hakimiyete bir son vererek kolumu hızlıca çekip bağırmaktan uzakta gür ama yorgun sesim ile bakışlarına eşlik ettim. "Bırak da namusunuzu nasıl koruduğumu göstereyim." Gözlerimi mavi gözlerinden ayırmadım. "Hani aileniz için, dünya hayatında çok önemli olan şey..."

Bağırmadan duygusuzca konuşmuştum. Zaten bu hareketlerimdi onları bu denli korkutan. Normal ben, esip gürlerdim ama şu anki ben, ben değil gibiydim. Yaşadıklarımın yüzüme vurulması ne kadar güçlü olduğumu hatırlatmıştı bana ve ben hatırladığım anıların yükü ile yeniden doğmuştum.

Bana, Ne demek istiyorsun? bakışları atan Aron mavi ve halsiz gözlerini tekrardan kameraya çevirmişti. Olacakları bir yandan merak ediyor, bir yandan da korkuyor gibiydi. Korkusu gözlerinden kayıp tekrar bana ulaşınca bilgisayarın başına geçtim. Rüzgar ayağa kalmış ve hemen yanımda duruyordu. Birkaç tuş darbesinden sonra bilgisayarın karanlık ekranına dolan beyaz aydınlık ile biraz geriledim. Az önce kitaplıkların dibine oturanlar ayağa kalkıp yanımıza gelmişlerdi. Anlaşılan o ki hiçbirinin dışarı çıkmaya niyeti yoktu.

Sadıklar mıydı?

Bana göre sadece meraktı.

Nefes alışverişleri ile dolan odada kırılmış olan parça parça kameradan çekime dahil olan tek şey kanlı bir duvardı. Sanki birisi duvara badana yapmış gibi kana bulanmıştı. Bakışlar kameradan ayrılmaz iken kameranın önüne bir çift ufak, kanlı ayak geçti ve ayağının dibine usul usul akan kan damlaları.... Çıkardığı mayhoş sesler nefes seslerine karışırken hemen yanımda Melisa'nın sesini işittim.

"Aman tanrım." Ellerini ağzına koyup "O... O... sana." derken sesi belirli aralıklarla titriyordu. Başımı hayır anlamında salladım ve "İzle." dedim. Tedirgin bakışlar yeniden bilgisayara çevrilmişti. Damlayan koyu ve pis kanlar küçük kızın ayak altında bir gölet oluşturmuştu. Birkaç saniye sonra boş odaya kasvetli ve tok bir metalin yere düşüş sesi eşlik etti. Küçük bedenimin ayak ucuna düşen kanlı bir döner bıçağı birkaç kez yerinde sallandıktan sonra durdu ve ufak ayaklar kameranın önünden çekildi. Çok geçmeden camları parçalanmış kamera hareket ettirilmeye başladı.

Bu sefer çekimde olan ise...

Kafası ve bedeni farkı köşelere çekilip ayrılmış bir Daniel'dı. Yatağın üstündeki bedeni yarı çıplak bir şekilde kanla karışırken bedenime nazaran ufak olan yatağımın başındaki yastık kanla yıkanmış gibi kızıldı. Kafasının bedeninden canice ayrılmış olan oyuk kısmından hızlı bir şekilde boşalan kanlar belirli bir noktayı takip ediyordu. Kanlar usulca yataktan süzülürken kamerayı duvar kenarındaki yaklaşık yirmi dakika önce bedenimi korumaya çalıştığım köşeye çevirdi ve gözleri açık bir şekilde ağzından boşalan koyu kırmızı sıvı ile köşede duran sarı saçlı kafayı çekmeye başladı.

Ve kamerayı kapatmadan önce çatallaşan sesi ile katil, hayatı elinden bir döner bıçağı ile alınan küçük kız konuştu. Konuştum...

"Ve tanrı... bir kuluna daha küstü."

Görüntü çatallaşırken kısa süre sonra sinyal yok yazısı belirdi. Arkadaşlarım dikkatle başlarını bana çevirirlerken yanağımdan hangi ara süzüldüğünü bilmediğim, fark edemediğim bir damla yaş toprak rengi parkeye usulca damladı ve sessizlikte tok bir ses yankılandı. Acı içinde gülümsemeye çalışırken gözlerimi ekrandan ayırmadan "Ve tanrı... kuluna defalarca küstü." dedim.

Bakışlarım parkeye düşmüştü. Yaşadığım şeylerin ardından bu kadar güçlü olmamı düşündüğüm sırada kitaplığın birisine yaslanmış olan Tuğçe "Sen gerçekten delisin." diyerek bana doğru fısıldadı. Başım yavaş ve tehlikeli bir hızla sağ tarafımdaki saçları teninde zıtlıkla bağıran kuzgun saçlı kıza dönerken "I-ıh." diyerek Uraz'a doğru yürüdüm ve elindeki defteri aldım. Avucunda sıktığı defterlere doğru uzanırken boş gözlerle bana bakıyordu. Bu hareketlerimi yadırgıyor gibi bir hali vardı. Umursamadan defterleri elinden aldım ve ikisini de iki ayrı elimde havaya kaldırarak "Deli olan bunlar." dedim. Adımlarım kitaplığa sinmiş Tuğçe'ye yaklaşırken yavaşça topuklarım üzerinde döndüm ve Aron'a bakarken devam ettim. "Deli olan... İnsanoğlu." Devam ettim.

"Deli olan Oyuncu." Durdum. "Ve bir şeyden emin olun. Onu bulduğum zaman, ölümü kendi ellerimden olacak. Nefes aldığı her vakti, zehir edeceğim ona. Yaşarken ölmesini bilecek. Ben yaşadıysam... O da tadacak."

Aron, kollarını göğsünde birbirine bağlayıp tek kaşını soru sorar gibi kaldırdı ve başını Buğra'ya çevirdi. Birbiri ile kedi köpek gibi didişen adamlar şimdi birlik olmuşlar, tavırları sergiliyorlardı. Bu üçünde anlam veremediğim tuhaflıklar vardı fakat şu an bu tuhaflıkları irdelemenin ne yeriydi ne de zamanıydı.

"Hala anlamadınız, değil mi?" Kınar bakışlarımı, üzerilerinde gezdirirken devam ettim. "Ne Aron'un tezi ne de Uraz'ın tezi kabul görecek olan. Evet. Belki bazı yerlerde haklı olabilirsiniz. Tehlikeli olduğum konusunda Aron, deneyler ve devir takvimi konusunda da Uraz haklı. Fakat atladığınız bir nokta var."

Bakışlarım istemsizce, bana dikkatlice bakmakta olan Uraz'a kaymıştı. Gözlerim, gözlerinde takılı kaldı, net bir şekilde konuşmadan önce ve çok geçmeden son sözüm de araya girdi.

"O da insanlar."

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro