Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

26. BÖLÜM "ÖĞRENİLMEMESİ GEREKEN"

Korkunun içinde uyuya kalan bir tutam cesaretle adımlarımızı Sonaların evinin önünde durdurduk. Zift kokan şehrin ortasında tüm heybeti ile dikilen sarı panjurlu ev, biz yaklaştıkça daha da büyümüştü. Canımızı yakacak gerçeklerin yüzümüze indirdiği her sert darbede, biz ölümsüzler kaçmak yerine dimdik dehşet evinin karşısındaydık. Yaşamımızı derbeder eden notların sakin ama yoğun sularına ramak kalmıştı.

"Açıyorum." diyen Sona ile gözlerimi daldığım karanlıktan çektim ve yavaş hareketlerle anahtarı kilidine yerleştiren arkadaşımı izlemeye koyuldum. Kapıda bıraktığı parmak izleri, terli ve gerçeklere karşı mesafeli idi. Çok geçmeden boş şehirde çevrilen anahtarın beraberinde getirdiği bir klik sesi duyuldu ve Sona başını yavaşça bizlere çevirdi.

"Hadi beyler..."

Sona'nın el hareketi ile önce içeri Uraz girdi. Ardından da Aron ve diğerleri... İçeri bir bir girerlerken arkada sadece ben ve Sona kalmıştık. Birbirimize kısa bir bakış atıp içeri girdik. Arkamızdan etrafı tarayan Sona, kapıyı çevik bir hareketle kapayıp tekrardan kilitledi.

Evin iç kısmına doğru girdiğimizde pek bir farklılık görememiştik. Çünkü bu şehirdeki evlerin neredeyse hepsi birbirine benziyordu. İki katlı ve oldukça seyrek odalı bir yapıydı, çoğu. Geniş koridorlar beraberinde farklı odalara çıkıyordu. Bu da özenle inşa edildiğinin kanıtıydı.

Etrafı incelemeyi bırakıp önüme döndüm ve Sona'yı takip etmeye başladım. Beyaz duvarlara zıt bir şekilde tasarlanmış ahşap merdivenin siyah ve ufak kıvrımlarla hareketlendirilmiş korkuluklarına sol elini atınca bize başını döndü ve sağ adımının merdivende yarattığı gürültüye aldırmadan yukarıya çıkmaya başladı. Arkasından bizde yavaş ama tedirgin adımlarla onu takip etmeye başladık.

Geniş ve kasvetli bir koridoru geçip sonunda modern mimarinin ufak dokunuşlarını hissettiğim odanın önünde durduğumuzda Melisa heyecanla kapının kilidine uzandı fakat Sona fevri bir hareketle elini yakalayıp "Bekle." dedi. Kararsız bakışlarla elini çeken Melisa'nın gözleri tıpkı bizim gibi Sona'nın ne yapmaya çalıştığını inceliyordu. "Buradan." diyen Sona, ayağının altındaki halıyı gösterince Ada alayla "Anlamadım?" demişti.

Sona, derin bir nefes aldıktan sonra devam etti. "Ağabeyim kaybolduktan sonra babam eşyalarını evin altındaki gizli odaya koymuştu. Bunu da sadece ben ve annem biliyoruz." Bozulan topuzunu çözüp koyu kahve saçlarını hızlı bir şekilde at kuyruğu yaptı. "Her şeyi o odada. Amanda'dan kalanlar da..." Eğilip halının bir ucundan tutarken "Rüzgar, diğer ucundan tutsana." dedi, halının sağ köşesinde duran Rüzgar'a doğru. İkiletmeyen Rüzgar ile birlikte halıyı kaldıran Sona'nın ardından öne çıkan tahtanın için gömülmüş demiri kaldıran Uraz, ellerini çırparak merdivenden inmeye başladı. Onun peşinden Melisa ve diğerleri de inince yine son olarak Sona tahtayı üzerimize çekip kapatmıştı.

"Üstünüzü çırpmanız bittiyse bir an önce şu günlüğü bulmaya başlayın. Çekinmeyin... Sadece amacınıza odaklanın. Çünkü bu odadaki her şey bizim kurtuluşumuz."

Bu kadar soğukkanlı davranıp ağabeyinin odasına bizi girdirmesi ve eşyalarına dokunmamıza izin vermesi, onun için ne kadar zor olsa da bize bu şansı vermesi ayakta alkışlanacak bir durumdu. Yanına kısacık bir mesafede ulaşıp omzuna dokundum ve buğulu gözlerine bakarak "Teşekkürler..." dedim. Önce gözlerime tarif edemeyeceğim bir duygu ile baktı. Ardından, önemli değil gibi bir şeyler geveleyerek elini gelişi güzel savurdu.

Odanın normalliği karşısında tek kelime etmeyenler direk raftaki kitaplara yönelmişti. Altıgen planlı odanın her köşesine boydan boya kitaplık yerleştirilmişti. Odanın tam ortasında da sadece ahşap bir masa ve masanın üzerinde eski püskü tozlanmış bir bilgisayar vardı. Her birimiz aldığımız kitaplarla bir köşeye kurulurken oturduğum sandalyeye biraz daha kuruldum ve elime aldığım üstü galaksi fotoğraflarıyla donatılmış kitabın kapağını açtım. İçimden Bilim kurgu kitabı mı acaba? demeyi de ihmal etmemiştim. Fakat ilk sayfasında yazan büyük yazıları okuduğumda yanıldığımın farkına varmam geç olmadı.

ÖLÜM DENEYLERİ - 0000

Gördüğüm bu yazı ile hızlanan kalbim sayfayı çevirmem için adeta yalvarıyordu. Hızlı şekilde her bir sayfaya tutulan tek ve kısa cümleleri okumaya başladım. Okudukça da ürkmeye...

1200 - Albino hastalığını açıklayamayan yöneticiler, çoğu beyaz tenli insanları vampir suçlamasına tabii tutarak öldürdü.

1400 - Çocuk ölümlerinin artması üzerine aşırı derecedeki tüylü insanlar, kurt adam suçlamaları doğrultusunda diri diri gömüldü.

1600 - Genç kızların sebepsiz ölümleri, Salem kasabasındaki çoğu kadının cadı olduğu şüphesini arttırdı ve yöneticiler bu doğrultuda çoğu genç kadını diri diri yaktı.

1700 - Kara büyü ile uğraşanlar damgalanarak öldürüldü.

.........

2100 - Hayvanlar üzerinde mutasyon deneyleri yapılmaya başlandı.

2200 - Deneylerden sonra evrimleştirilen hayvanlar; vampirleri, kurt adamları, cadıları ve benzeri yaratıkları dünyaya getirdi.

2300 - İnsan iktidarı sona erdi.

0000 - Boyutlar arası ölüm geçitleri kuruldu.

0001 - İnsanlar içlerinden seçtiği bir varlığa doğaüstü güçler vererek dünyayı kurtarma projesine başladı.

Kitabın son sayfasına geldiğimde başımı kaldırıp etrafa bakındım. Herkes kitaplara gömülmüş araştırma yapıyordu. Bense az önce okuduklarımdan dolayı küçük bir şaşkınlık içerisindeydim. Kitabı yavaşça kapatarak yerimden kalkıp Aron'un yanına gittim. Elinde birkaç kağıt vardı. "Şuna baksana." dediğimde kafasını kaldırıp elimdeki kitabı diğer eline aldı ve sağ elindeki notları yanındaki komodine bıraktı. Kitabı açıp okumaya başlayınca değişen yüz hatları tedirginlik ile harmanlanmıştı.

"Şaka mı bu?" deyip ayaklanınca Uraz'ın yanına doğru gitti. Bense kafamı anlamsızca sallayıp yeni bir kitap arama derdine düştüm. Raflarda elimi gezdirirken Sevgili Günlük adlı mavi bir defter dikkatimi çekti. Defteri alıp az önceki yerime koyuldum ve ilk sayfayı çevirdim.

Defterin üzerinde kocaman harflerle YASAK yazıyordu. Okuyup okumamak üzerinde biraz çelişki yaşasam da başımı etrafta gezdirerek bir sayfa daha çevirdim. Gözler okudukları kağıtlardaydı ve beni umursadıkları pek söylenemezdi. Buğra, Uraz ve Aron ile az önce benim verdiğim kitabı okuyordu ve diğerleri de gruplaşmış bir şekilde tartışıyordu.

12 Ocak 1999 - Salı

Akıl hastanesindeki ikinci yılım. Buradaki kasvet bir gün sonum olacak. Her gün işkence görmek beni oldukça yoruyor. Hem bedenen hem de ruhen, psikolojim yerle bir edildi. Sürekli olarak 'sen delisin' diyorlar ve benim de 'deliyim' demem konusunda ısrar ediyorlar. Geçen gün doktorum bana saldırdı ve ben kimseye yine tek kelime edemedim. Bu belki de beyin istismarına giriyor. Kafama bağladıkları o kablolarla ne yaptıkları hakkında pek bir fikrim yok fakat uyandığımda çoğu şeyi unutmuş oluyorum. Aklımda sadece yaşanan sapkınlıklar kalıyor. Bunu lityumlara bağlıyorum... Günlük. Sence de on yaşındaki bir kız çocuğu olarak fazla şey yaşamıyor muyum?

Bu arada, notlar artık eskisi kadar sık gelmiyor ve... Ağlamamayı öğreniyorum.

Kendi hayatımı okuyormuşum izlenimine kapılmam normal miydi? Okuma isteğim artarken bir sayfa daha çevirdim. Gelişi güzel atılan tarihler günlüğün düzenli olarak tutulmadığının bir kanıtıydı ve bu el yazısı az önce okuduğum kitaptaki yazı ile oldukça benzerdi.

24 Nisan 1999 - Pazar

Annem, eskisi gibi sık sık kontrole gelmiyor ve bu durum gerçekten üzücü. Ama sana güzel bir haberim daha var. Doktorum değişti! Eskisi kadar işkence görmüyorum. Her gece beynime zorla sahip olmuyorlar ve doktorumla oyuncu hakkında uzun uzun konuşabiliyorum. Oyuncunun hayali bir arkadaş olduğunu söylüyor. Ondan korkmamam gerektiğini çünkü büyüyünce beni terk edeceği gibi şeyler. Benim yaşımdaki çoğu çocuğun bu yaşlarda hayali arkadaşı olması çok normalmiş. Belki de haklı, bilemiyorum. Çünkü onu benden başkası göremiyor ve eskisi kadar fazla değiller.

Son olarak. Doktorumu gerçekten çok seviyorum. Ölen babam gibi sanki... Ah! Az kalsın unutuyordum. Adı Sebastian Walker... Kurtarıcım.

Yazdıkları yüzümde ufak tebessüme sebep olurken son satırda okuduğum isimle kafamdan aşağıya dökülen kaynar pınarların içimi yakması bir oldu. Belki de tesadüftü. Yoksa... Hayır. Hayır. Tesadüf olmalıydı.

06 Ocak 2000 - Çarşamba

Bugün yazacaklarımla bana kızma. Biliyorum... Tam bir pisliğim. Fakat inan ki benim bir suçum yoktu. Notta yazanları yerine getirmezsem öleceğimi söyledi. Nasıl yaptım halen aklım almıyor. Ben... Tanrım... Günlük affet ne olur... Ben doktorumu da öldürdüm.

Lanet biriyim!

Yazanlarla birlikte değişen yüz ifadem sürekli olarak yenileniyordu. Bu... Tarifi imkansız bir hüzündü. Aptal bir varlık yüzünden sevdiklerimizin canına kıymamız bir delilikti. Asla onu suçlamıyordum ve çektiği acıyı tüm hücrelerimde hissediyordum. Nasıl dayanmıştı tüm bunlara?

12 Ağustos 2004

Bugün seni ne kadar burada bırakmak istesem, kötü anıları da seninle yakmak istesem de yapamıyorum. Biliyorum çünkü. Ölüm burnumun dibinde ve beni asla bırakmayacak. Akıl hastanesini yakmam bir şeyi değiştirmeyecek. Bu yüzden seni de yanımda götürüyorum. Evet. Son olmadığını tahmin ettiğim notta bugün akıl hastanesini yakmam istendi. Birazdan da görevimi yerine getireceğim. Aslında büyük bir sorunum var. Önceleri insanları öldürürken çektiğim vidan azabının v-sini bile hissetmiyorum. Ben... Şiddete mazur bırakılırken göz yuman herkesi öldürmek, inan bana kanımı bile kıpırtdatmıyor.

Tüm insanların canı cehenneme.

Ne oldu da bu dört senede bu kadar şey değişti diye düşünmeden edemedim. Sonra aklıma gelenlerle acı bir şekilde tebessüm ettim. Beynimizi yıkamıştılar.

21 Şubat 2007

Uzun bir aradan sonra yine ben ve senin peşini nasıl bırakmıyorsam ölüm de benim beşimi bırakmıyor. İki sene önce annemi kaybettim ve dayım Aron ile kalıyorum. Biliyor musun? Annemden de huysuz ve çekilmez birisi. Sürekli olarak 'ablasının katili' damgasını bana basıyor. Pek kaile aldığım da söylenemez. Okulda da işler berbat durumda. Geçen gün müdirenin odasındaki sınav kağıtlarını sınıftaki kızlara dağıttığım için önce müdireden sonrada sınıftaki erkeklerden bir güzel dayak yedim.  Edward tabii ki de başı çekiyor. Takım kaptanı Anthony'den yediğim yumruğun yeri halen sızlıyor ama şundan emin ol. Çenemde çektiğim acının daha fazlasını onun malum yerlerinde fazlası ile hissettireceğim. Piç herif!

Bu arada... Oyuncu uzun zamandır ortalarda yok.

Kelimelerin beynimde çizdiği rota bir noktada yerini şaşırmış gibi sağa sola dönerken midemin bulandığını hissettim. Ben günlük tutuyor muydum?! Onuda mı unutmuştum acaba. Benim değilse... Benim kaderimi tekrarlayan kişi Amanda mıydı?

14 Eylül 2008

Bugün cidden berbat durumdayım. İnsan olmadığımı tahmin ediyordum ama Tanrı aşkına... Galanodel de ne?! Yılan mıyım, vampir mi belli değil. Önce gorgonsun dediler, sonra galan oldum, bir ara kara büyücüydüm. Hıh. Şimdi de odelmişim. Var ya... Neymişim diyorum. Üstelik iki gün önce babamın okulunu yaktım. Yani ortalıklarda başka galan yoksa ben yaptım. Babamın ölmediğini söylemiştim değil mi? Ah... Şey üvey babamın... Şimdi şehir odeller tarafından kuşatılmış durumda. Lilith, adında bir kızın notlarını okumak için Sona'ların evine gidiyoruz. Belki bu yolla babam Mavris'e ulaşabilirim derdindeyim. Belki içimdeki Mary'i bile yok edebilirim. Bir de şu pislik herifi enselemenin...

Ortalardan kaybolan Oyuncu'yu bulmama ramak kaldı.

Şaka mıydı okuduklarım...? Lilith'in notlarına... gidiyordu. Tabii ya. Bu olanlar önceden yaşanmıştı. Şimdi de tekrarlanıyordu. Öyle ise bizler gerçek değil miydik? Tanrım. Nasıl bir belanın içindeydik böyle? Bunlar gerçekse, eğer yaşanalar tekrar yaşanıyorsa bir sayfa sonrasında geleceği de görebilirdim. Belki de olacakları durdurabilirdim...

20 Kasım 2008

Sayfayı sakın çevirme!

Kaşlarımı verilen emirle çattığımda, Amanda'nın neden böyle bir cümle kurduğunu anlamaya çalışıyordum. "Ne oldu?  diyerek yanıma gelen Uraz'a kafamı kaldırmakla yetindim ve "Hi-hi-hiçbir şey." gibi ağzımda bir şeyler geveledim. Kaşının birini tehditkar biçimde kaldıran Uraz "Ne yazıyor orada?" dedi. Yine ağzımda bir şeyler geveleyeceğim sırada hangi ara geldiğini bilmediğim Aron, elimden günlüğü alarak kurcalamaya başladı. Az önceki mimiklerimi tekrarlayan Aron, son sayfada durdu ve bana baktı. "Okudun mu?" dedi son sayfayı göstererek. "Okumadım." Uraz'a bakarak kurduğum cümlenin sonunda başımı yeniden Aron'a çevirdim.

"Bizi uyardı." Derin bir nefes alıp dönüşümden sonra uzayan kahve saçlarıma elimi daldırdım. Sakin olduğumu düşündüğüm zaman yanımıza gelen Buğra'ya da hitaben konuşmaya başladım.

"Amanda'nın günlüğünde anlattığı çoğu olayı yaşadım. Tek fark, Sebastian onun doktoruymuş. Bir de başlarda babasının öldüğünü sanıyormuş. Mavris ve Euryale onun ailesiymiş." dediğimde Aron kaşlarını çatıp açık konuşmamı isteyen keskin gözlerini üzerime dikti. "Günlüğünde anlatığı her şeyi yaşadım ben. O makineler, kablolar, işkenceler... Her şey." Sonlara doğru sesim olduğundan daha güçsüz çıkmıştı.

Düşünceli sesiyle "Ablandır?" diyen Buğra'ya başımı çevirip "Aron'un, dayısı olduğunu yazmış." dedim. Gözlerindeki şaşkınlığı okuyabilmiştim. Önce ellerini sarı saçlarına geçirdi ve "İmkansız..." diye bir şeyler mırıldanmaya başladı. Başımı Aron'a çevirdiğimde ne düşündüğünü tartmaya çalışıyordum. Seçtiğim de pek söylenemezdi. Zira şu anda donmuş bir şekilde önüne bakıyordu, tek bir mimiği bile oynamadan. Bu hareketlerinden korksam da geçirdiği şoka verdim davranışını.

"Emin olamayız." diyen Uraz başını Aron'a çevirip eli ile omzunu dürttü. Aron, kısmen kendine geldiğinde bile gözlerindeki dalgınlık içimde bir yerlerde yatan uykusuz kızı uyandırmış gibi ürküyordu. "Dünya'da ki zaman diliminden haberin var mı?" Uraz'ın sorusu ile dalgın gözlerini kısa bir anlığına çekti gölgelerden. "2016 yılında olmaları lazım."

Uraz, elini çenesine götürüp düşünürken "2300..." dedi, mırıldanarak. Ağzında bu kelime ile oyalanırken üçümüzde ona bakıyorduk. Düşünceli halinden, ışık tutan ela gözleri ile çıktığı sırada tahmin edemediğine sinirlenir tınısı ile konuşmaya başladı. "Tabii ya. 2300 bir devrin sonu. Her 2300 yılda, yeni bir devir başlıyor. Devir tekrarlanıyor. Amanda'nın notlarda bahsettiğine göre insanlar bu zamanlarda yok olmuş olmalı. Bakın. Evet karışık gibi geliyor ancak bu oyundaki yapbozları birleştirdiğimizde her şey o kadar açık ki."

Ona olan şaşkın bakışlarımıza sinirlenip hızla kitabın olduğu yere gitti. Kitabı alıp geri döndüğünde gürültüden etrafımıza toplanan çocuklara da kısa bir bakış atıp kitabın ilk sayfasını açtı.

"Bu yazı Amanda'nın yazısı ise, o bir şeyleri anlamış ve yeni bir devrin başlangıcında bize bir şeyler anlatmaya çalışıyor olmalı. Bakın. İlk sayfasında, Ölüm Deneyleri yazıyor, değil mi? Yanındaki sıfırlar da devrin ilk tarihi. Kısacası baştan beri fark ettiğimiz, dünyanın başlangıç tarihi. Gelelim diğer sayfaya."

Garip bakışlar çoğalırken Uraz bıkmadan bir şeyleri anlatmak istercesine sayfayı çevirdi.

"Bakın. Kurt adamlar, vampirler, odeller, cadılar, periler ve daha nice varlığın yaradılışı yer altı kütüphanesinde saklanan gizli kaynaklarda korunuyor. Hepsini ama hepsini biliyorum. Bu canlıları dünyaya insanlar getirdi. Onlar yüzünden bir çok hayvan mutasyona uğradı. İnsanlık yine durmadı ve mutasyonik canlıları evrimleştirmeye başladı."

Hızlı bir şekilde bir sayfa daha çevirdi ve devam etti.

"Sonra yaptıklarının farkına vardılar ancak çok geçti. Dünya'da büyük bir savaş çıktı ve savaş sonrasında bir çok evrimleştirilmiş hayvan, insanları öldürdü. İktidar insanların elinden alındı ve dünyada tek tük insan yaşamaya başladı. Köle olarak..."

Dediklerinde fazlası ile ciddi görünüyordu ve diğerlerinin de onu koşulsuz dinlemesi bunlara inandıklarını gösteriyordu.

"Yaşanan iğrençlikler insanların canına tak etti ve içlerinden birisini dünyayı kurtarmak için seçtiler. Bu kişi de geçmiş ve gelecek arasında mekik dokuyor. Yaşadığımıza göre de henüz amacına ulaşamamış durumda." Elini siyah saçına daldırıp devam etti. "Dinleyin. Bizler birer insan değiliz. Evet insanlar yarattı. Fakat sadık değiliz. Ve şu an yapmamız gereken tek şey önce kendimizi sonra da iktidarımızı korumak. Cadıları, büyücüleri, galanları, odelleri, vampirleri... Bir olursak tüm bu olanlardan kurtulabiliriz."

Barış, aklı yatmamış olacak ki uzun zaman sonra ilk defa konuştu. "Düşmanlardan söz ediyoruz. Hepsi bir yere dağılmış durumda. Odeller ve galanları getir bakayım bir araya. Kan mı çıksın istiyorsun?"

Sıkıntılı bir nefes veren Uraz "Başka bir önerin var mı?" diyerek Barış'ı susturmayı denese de Barış susmadı ve konuşmaya devam etti.

"Amanda ve Lilith arasındaki ilişkiyi çözebiliriz."

Kararsız bakışlar çoğalmış ve hepsi üzerime dikilmişti. Benden methet umar gibi bakıyor ve bir şeyler söylemem için diretiyorlardı. Göz ucuyla Aron'a baktım. Fakat onun bırak benim bakışlarımı görmesini, konuşmalarımızı duyduğunu bile zannetmiyordum.

"Ya da..." diyen Rüzgar elindeki DVD'yi parmağında döndürerek yanımıza gelirken asıl çözümü ben buldum bakışı atıyordu. "Ya da bu filmi izleyip gerçekleri ihtimale bırakmadan anlarız."

Cevap vermemizi beklemeden yanındaki bilgisayarın başına oturdu ve DVD'yi yatağına yerleştirdi. Şaşkın ve kesin çözümler vaat eden bakışlarımıza kısa süreli göz gezdirip önüne döndü. İşine sessizce konsantre olmuştu ve başına toplananların nefes seslerine kulak tıkayıp tuş seslerine odaklanmıştı.

"Açılıyor..." diyerek masaya tırnaklarını vurarak ritmik sesler çıkarırken film oynamış olacak ki "Hah!" dedi. "Sonunda."

Filmdeki ekrana başımızı çevirdiğimizde karınca karınca oynayan birkaç görüntü takılmıştı gözlerimize. Boş ve karanlık bir odayı amatör bir kamera çekiyordu. Garip nefes seslerinden başka bir ses duymuyorduk. Sanki birisi acı çekiyor gibi sesler kulaklarımıza dolarken ışıklar aniden açıldı ve kamera yere düştü. Kısa süre sonra "Lanet olası sürtük. Kes artık." diye bir adam söze girdi. Kamerayı elinde döndüren sesin sahibi, yüzünü çevirdiği sırada arkadaşlarımı korkutacak derecede  bağırdım.

"Kapatın şunu!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro