25. BÖLÜM "OYUNCU"
Mücadele kararı doğrultusunda geçen birkaç günden sonra, oldukça yorucu vakitler bizim peşimizdeydi. Ay ışığında, sadece kılıç sesleri ve tek tük baykuş uğultusundan başka bir gürültü olmaması da bunun en büyük kanıtlarından birisiydi zaten. 20 kişilik bir grubun içine düştüğü kader çarkında bencilce ilerleyen bizler, ölmemek isteği ile deli gibi savaşmak için çabalıyorduk. Aron'un getirdiği silahlar, oklar ve kılıçlar ile her gün gereğinden fazla oyalanıyor ve derin olmasa da bir takım yaralarla başa çıkmak zorunda kalıyorduk.
Aslında güçlerimi keşfetsem tüm bu olanlardan kurtulabilirdik. Lakin Aron, kesinikle ve kesinlikle dönüşmemi onaylamıyordu. Derdi neydi bilmiyordum ama belki de galanodel olduğumda olası yıkımlardan kaçmak için böyle davranıyordu. Bir doğa üstüne, güçlerini elinden alınanlar ve güçleri olduğu halde kullanamayanlar olarak insan üstü bir çaba ile karşı çıkmaya hazırlanıyorduk. Aron'un yüzüne söyleyemesem de bu fazla... komik bir durumdu. Biliyordum ki bunu fütursuzca dile getirsem şu ağaçlardan birine portre niyetine yapıştıracaktı. Bu yüzden de çenemi sıkı tutmam gerekiyordu.
"Bugünlük bu kadar yeter, millet!"
Barış'ın barakadan yükselen gür sesine karşılık, Aron elindeki kılıcı kınına yerleştirdi ve buz gibi sesiyle "Dönmemiz gerek." dedi. O kadar soğuktu ki, kanımın karanıkta buz olup uçtuğunu zannettim. Duygudan bir haber bakışlarını Aymira'nın üzerinden çekip Ada'ya çevirdi. "Kime diyorum?"
Biraz daha bekledikten sonra Aron sinirle soluyarak barakaya yöneldi. "Ne haliniz varsa görün." Asker yeşili gömleğinin kollarını sıyırıp düğmelerini tekrardan iliklediği sırada arkasını dönüp bana baktı. "Çabuk ol." dedi, diğer kızlara bakmayı akıl etmeyip. Benim cevap vermeme fırsat vermeden çoktan Barış'ın yanına doğru yol almıştı.
"Sen kan içtiğin zamanlarda daha sinirli oluyor."
Elini omzuma koyan Melisa'ya başımı sallamakla yetindim ve Aron'u izlemeyi kesip başımı kızlara çevirdim. Beyaz ellerini omzumdan indiren Melisa, Sona'nın yanına gidip cebindeki mendili ona uzattı. "Elin nasıl oldu? Yaran açılmışa benziyor." Melisa'nın incecik sesine karşılık sıcacık gülümsedi ve elindeki mendili usulca aldı Sona. "Ufak bir sıyrıktı. Boş ver." deyip ayaklandı.
Yan tarafta homurdanan Tuğçe, saçlarını savurarak barakaya ilerlemeye başladı. Tuğba'yı da kendi ile çekiştirirken Ada'ya soğuk bir bakış attı. Benle bir sorunu yok gibi görünüyordu ama Ada'nın ondan uzaklaştığını düşünüp sürekli Melisaları suçluyordu. Zaten Melisa ile aralarında ki husumet bariz ortada idi. Barış'ın eski sevgilisi olarak yanına kim yaklaşırsa yaklaşsın tartışma çıkarıyordu. Melisa da Barış'ın yanından ayrılmadığı için ilk cephe alacağı biz oluyorduk.
"Takma şunu." diyen Sona, Ada'yı sakinleştirmeye çalışmak istese de Ada onu umursamayarak Tuğba'ların peşinden ilerledi. Sona da Melisa ile arkalarından giderken ormanda sadece Aymira ve ben kalmıştık. Eskisi gibi tartışmasak da, yine de yan yana fazla gelmiyorduk.
Her ihtimale karşı.
Konuşmamak adına kılıcımı kınıma koyup ilerlemeye başlamışken arkamdan Aymira'nın sesi duyuldu. "Sadece dövüşerek Ay Kuşağı olamazsın." Düz bir şekilde kurduğu cümle ile başımı ona çevirdim ve "Ne demek istiyorsun?" dedim.
Sessiz bir şekilde, benim cevap bekleyen bakışlarımı takip ederek tam karşıma dikildi. "Neler yapabileceğinin farkında değilsin." dedi başını kınar gibi yana eğerek.
Tek kaşımı kaldırıp Ne demeye çalışıyorsun? bakışımı yolladım. O ise sadece gülümsedi. Demek gülebiliyormuş.
"Bazen... Aron'un seni benden korumaya çalıştığını düşünmüyor değilim? " dedi gülümsemesi tebessüme dönerken. O sırada bana bakmak yerine kılıcın çizdiği yaraya bakıp dudaklarını buruşturuyordu. "Sence de güçlenmeni istemiyor gibi durmuyor mu?" Kollarını belinin arkasına bağlayıp başını çeneme değecek kadar kaldırdı.
Yapmaya çalıştığı şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama şu an tam bir kaçık gibi davranıp sinirlerimi bozmaya çalışıyordu. "Ne saçmalıyorsun?" dedim sinirimi bariz bir şekilde kusarak.
"Daha önce hiç çığlık attın mı?"
Az önceki ifadesini bozarak ciddileşince "Ne?" dedim. Benim daha fazla konuşmama izin vermeden kolumdan tutup tepeye doğru koşmaya başladı. Elimi çekip bağıracağım sırada arkasını dönüp "Galanodel onlar değil, sensin. Onlara neler yapacağını göstermenin zamanı sence de gelmedi?"
Kararlı bir şekilde kurduğu cümleye karşılık elini saçlarıma götürdü. "Bunların gücünü görünce büyüleneceksin." Kahverengi saçlarım, ufak parmaklarının arasından bir şelale gibi akarken gözlerime baktı. "Bak. Ben bir galanım. Yani senin diğer yarın. Aptalca dövüşmek yerine güçlerini kullanmayı öğretebilirim. Kendini kontrol edebilirsen, karşına kimse çıkamaz." Nefes almadan kurduğu cümle ile başını arkama çevirdi. Birilerinin olup olmadığını kontrol edip tekrar bana döndü. Gözünün önüne düşen kızıl bir tutamı kulağının arkasına sıkıştırıp omuzlarımı tuttu." Seninle bir sorunum yok. Tek istediğim, bu notları bırakan kaçıktan intikam almak. Hepimizin intikamını..."
Başını Tamam mı? anlamında sallayıp gözlerime baktı. Evet dememi ister gibi kararlıydı bakışları. Benimse duygularım karma karışıktı. Ya bir şeyler ters giderse ya kötü bir şeyler olursa. Gözlerimi düşüncelerimle kapatıp açtım. Ben değil miydim, intikam isteyen. İşte. Fırsat ayağıma geliyordu ama ben içimde bir yerlerde feci derece de korkuyordum. Yine de gereğinden fazla düşünmeden bakışlarımı Aymira'nın gözlerine diktim.
"Kabul." dedim, buz gibi sesimle. Telaffuz ettiğim mat bir kelime ile gözleri ışıldayan Aymira elimi tutup ormanın derinlerine doğru koşmaya başladı. Etraf fazla karanlıktı ve barakadan gittikçe uzaklaştığımız için göz gözü görmüyordu. Karartı halindeki ağaçlara çarpan keskin bir rüzgar ve ritmini belli belirsiz koruyan birden fazla baykuş vardı. Kalp atışlarım koşmanın ve tedirginliğin etkisi ile hızlanırken Aymira elimi bırakıp bir ışık haznesinin içine koşmaya başladı. Vakit kaybetmeden arkasından ona doğru koşarken o ellerini açmış parlayan ay ışığının altında dönüyordu. Tepeye çoktan çıkmıştık ve buradan şehir gerçekten de net görünüyordu.
"Denesene..." diyen Aymira ile düşüncelerimden sıyrılıp ne yapmaya çalıştığını kavramaya çabaladım. Anlamadığımı fark edince ellerini açıp bana baktı. "Ayı hisset..." dedi gözlerini kapayıp başını rüzgardan yöne çevirirken. "İşte böyle..."
Kendinden geçen Aymira'nın üzerine düşen ay ışığı onu olduğundan daha da beyaz gösteriyordu. Kızıl saçları rüyamda gördüğümden daha gerçekçi ve parlaktı. Bukleleri ensesinde oynamaya başlayınca esen rüzgarla birlikte ince parçalara ayrıldı. Ayrılan parçalar ahenkle havalanırken her bir parça bel kıvrımına doğru uzanıp birleşmeye başladı. Saçları mı uzamıştı?
Hayır!
Uzayan ve kıvrılan şeyler... Yılanlardı!
Gözlerimi dehşet içinde açıp kaparken yavaş yavaş gerilemeye başladım. Bu yaptığı... Bu zamana dek gördüklerimden daha da ilginçti ve kesinlikle farklıydı. Benim hareketlenmemi fark etmiş olacak ki gözlerini aniden açtı ve kızıl gözleri ay ışığında daha bir korkunç hal aldı. Beyaz teni ve ona tezat kırmızı gözleri kesinlikle vampirleri andırıyordu. "Sende denesene." diyen soğuk gözlerinden dişlerine kaydı bakışlarım. Sivri dişlerinin altında korkunç bir dil vardı. Tıpkı... Yılanların ki gibi.
Ellerimi öne doğru itip geri geri giderken başımı iki yana salladım. "Tam bir kaçıksın." Şu an diğerlerini çağırmak yerine saçma bir cümle kurmuştum. Aymira ise bana aldırmayıp ikna yeteneğini kullanmaya başladı. "Sebastian'ın intikamını almak istemiyor musun?"
Tek kaşını kaldırıp kurduğu cümle karşısında tısladım. Sinirim ona değildi, onun haklı oluşunaydı. Sorun, halen derinlerde bir yerlerde yatan intikam duygusuydu. Ayak parmaklarımdan iliklerime doğru yükselen bu duygu son saniyelerinde kalbime kazığı indirdi.
Bakışlarımı kararlı bir şekilde Aymira'dan çekip aya çevirdim. Dolunayın keskin ışığı gözlerimi kamaştırırken kapaklarını indirdim ve rüzgarı hissetmeye başladım. Uçuşan saçlarımla birlikte açıkta kalan ensemi yalayan sert meltem tenime indirdiği her tokatta tırnaklarımdan dirseklerime doğru sivri bir acı hissediyordum. Gözlerimi istesem de açamaz durumdaydım. Büyülenmiş gibi iliklerime işleyen zehre odaklanmıştım. Kendi kendini zehirleyen bir kobra yılanı gibi... Derinlerdeki uyuşukluk hissi saçlarımda karıncalanıp kalbime doğru uçuştu. Çırptığı her bir kanadında boğazımda acı bir tat beliriyordu. Dudaklarımı kesen sivri bir bıçağın acı tadı...
Uyuşan bedenimin daha fazla sessiz kalmasına dayanamayıp gözlerimi açmadan konuştum. "Bu... mükemmel... bir şey."
Kollarımı usulca indirirken gözlerimi yavaşça araladım ve karşımda duran Aymira'ya gülümseyerek baktım. Başındaki yılanlar kaybolmuş, eski görünümünü almıştı ve bana benim gülümsememden daha içten bir şekilde bakıyordu. O soğuk kızın gülümsemesi, içimde uyuyan kötü kızı da gülümsetirken derin bir nefes aldım.
"Çığlık at." dedi, gülümsemesi yerini heyecana bırakırken. Yüzündeki ifade bozulmamıştı fakat yeni bir şeyleri görmek için oldukça hevesli görünüyordu. Kurduğu iki kelime, onun hevesini benim boğazımda takılı bırakmıştı. "Anlamadım..."
"Çığlık atınca, biz galanlar karşımızdaki canlıları önce sağır edici bir gürültü ile parçalara ayırır, ardından da toza çevirip yok ederiz."
"İyi de ben bir galan değilim."
"Ben de onu merak ediyorum ya. Sen bir melezsin. Yani yarı tarafın da odel."
"Pekala... Odellerin özellikleri ne?"
"Onların ki bizden de vahşi. Sonsuz bir kış getirebilirler. Mevsimler üzerinde oynayabilirler. Kanı kullanarak kesici aletler yapabilirler. Hem hayat verir, hem hayat alırlar... Yani mühürlerler."
"Aron, Uraz ve Buğra gibi mi?"
"Evet."
"Yani onları ben mühürledim...?"
"Kesinlikle. Eğer ki, tek kişi mühürlenirse mühürlenen kişi ölür. Ama mühürledikleri kişi birden fazla ise onlara can bahşeder."
"Bu yüzden benim de boğazımda aynı işaretten var."
"Sonunda bir şeyleri anlamana sevindim." Saçlarından bir tutamını kulağının arkasına alıp devam etti. "İlk dönüşümünde başında üçü vardı. Uraz'a, "Ben hep seni sevdim." gibi bir şeyler söylüyordun. Olayın şoku ile seni tutmayı bıraktılar. O sırada mühürledin sanırım."
"Aman tanrım..." Dehşet içinde elimi ağzıma götürürken "Aron bu yüzden bana karşı bu kadar soğuk." dedim. İyi de ben o sırada Sebastian ile konuşuyordum. Benim Uraz'a karşı bu cümleleri kurmam tam anlamıyla, delilikdi.
"Orasını bilemem." Omuzlarımı silkip başını bana çevirdi. "Neyse... Hadi çığlık at."
"Bak. Şu an başımıza kimseyi toplamak istemiyorum."
"O halde toprağa alev aldır."
"Ne? Tanrım. Delirmiş olmalısın. Ya ışığı fark ederlerse."
"Doğru..." diyerek, çenesini sıvazladı ve başını aklına bir şeyler gelmiş gibi ani bir dürtü ile kaldırdı. "O halde uğulda."
Anlamaz bakışlarımı yüzünde dolaştırırken "Böyle..." dedi ve mırıldanmaya başladı. Ona uyup mırıldandığımda saçlarımın havalandığını hissettim. Buz rengi saçlarım havalanıp başımın üstünde sivri bir ipe dönüşünce ben ne olduğunu anlayamadan Aymira'yı boğazından yakalayıp sağ taraftaki ağaca serçe fırlattı.
Acıyla kasılan Aymira, yerden güçsüzce kalkarken ben olayın şokundan yerimden kıpırdayamıyordum. "Bu, düşündüğümden de harikaydı." diye yere bakarak bilinçsizce gülümsedi.
"Sen tam bir kaçıksın."
"Kaçık ola-" Aymira'nın cümlesi başını kaldırdığı an kesilirken gözlerindeki dehşet, korku ve panik ile bana bakıyordu. Daha doğrusu bana değil... Arkamda hissettiğim nefesin sahibine doğru bakıyordu.
"Tamē thōḍī śētāna..." diye tıslayan kişi ile gözlerimi acı içinde yumdum. Arkamda ki... bir odeldi ve galanlar odellerden aşırı derecede korkuyorlardı. Tıpkı şu an karşımda titreyen Aymira gibi... Ensemdeki nefesin sahibine yavaşça ve adım adım dönerken Aymira'nın hayır anlamındaki baş sallayışına aldırmadım. Arkamı usulca döndüğümde sessiz bir şekilde yutkundum. Arkamda odelden de farklı bir varlık vardı.
Kafasına geçirdiği siyah pelerinden dolayı yüzü net anlaşılmıyordu. Ayın tam arkasına döndüğü için tek fark edebildiğim mavi gözleriydi. Mavi ve nefretle bakan iki çift göz... Aramızdaki nefeslik mesafeye aldırmadan mümkünmüş gibi biraz daha yaklaşarak gözlerimizi olabildiğinden daha kararlıca buluşturdu. Gözleri, kırmızı gözlerimden çekilip beyaz saçlarıma kaydı. Ardından da ensemden süzülüp alın hizama doğru kıvrılan yılana. Boynumu takip eden mavilikler başını karaya çalan ellerime indirdiğinde "Seni öldürmemem için bir neden söyle." diye soğukça konuştu.
Tok sesi karşısında sessizce yutkundum ve bakışlarımı yeniden gözlerime çıkan gözlerinden çekmeden "Yakında kendi kendimi zaten öldüreceğim." dedim. Yalan... Boş fakat korku dolu gözlerime bakan mavilikler bir süre daha gözlerime baktığında "Biliyorum. Bilmediğim bir şeyler söyle." diyerek beni adeta bozguna uğramış bir sırtlana çevirdi. Karıncalanan tırnaklarım nefretle biraz daha kararırken bir çıkış yolu aramanın derdindeydi.
"Galanodelim..." dedim, kin ile bakan gözlere aynı duyguyu vermeye çalışırken. Gözleri istediğim gibi kısıldığı sırada şaşkınlıkla vücudumu inceliyordu. Boynumdaki bakışları dudaklarıma kaydığında gözlerini gözlerime ani bir dürtü ile kaldırdı ve arkasını hızlıca dönerek uzaklaşmaya başladı. Adımlarını hızlandırırken ayaklarından yükselen kara dumanlara kaydı gözlerim. Büyülenmiş gibiydim.
Transtan çıkar çıkmaz birkaç adım ilerleyerek uzaklaşmasına izin vermeden seslendim. "Kimsin sen?" Rüzgarda uğuldayan sesimin ona ulaşıp ulaşmadığını kafamda tartıyordum. Dumanlar anlık bir mesafede bulut halkasına dönüştü. Siyah pelerinini başından çıkarmadan omzunun üzerinden kırmızıya dönüşen gözleri ile bana baktı ve önünü dönmeden önce, aklımdan çıkmayacak o garip cümleleri kurdu.
"Üzgünüm, kraliçe... Sana adayacağım bir ismim yok." Ukala tavırları sesine yansırken yeniden önüne döndü. Yanıma yaklaşan Aymira'nın varlığını hissetmeye yeltenemeden kanımı donduracak kelimeleri telaffuz edip bir toz bulutuna dönüştü.
"Kurbanlarım... Oyuncu der."
Karanlığın içinde o kaybolana dek, arkasından bakmakla yetindik. Katil olmama sebep, beni de kendine bezeten, 20 kişiyi daha ölüme terk etmemi isteyen kişi az önce karşıma dikilmişti.
Şizofreni miydim, acaba?
"Onu sende gördün mü?" dedim bakışlarımı karanlıktan ayırmadan. Yalnız, sessiz bir şekilde kendi kendime mırıldanmıştım. Kolumu sertçe çekiştiren Aymira "Çenemizi sıkı tutuyoruz ve bu olanları unutuyoruz?" dediği sırada transtan çıkıp soru sorar bakışlara çevirdim normale dönen bedenimi. "Saçmalama. Az önce onu..." gözlerimi sinirle sıkıp açtım. "Tanrım... Az önce onu gördük. Bunu değiştiremeyiz."
Sinirle sıkıntılı bir nefes veren Aymira elini saçlarına geçirdi ve rahatlatmaya çalıştığı bedenini bana yeniden çevirerek konuştu. "Bak. O psikopat, dedemin dediğine göre kurbanlarına görünmezmiş. Peki neden sana göründü?"
"Bilmiyorum..." diyerek yanımdaki taşlardan birisine oturdum. "Onun benimle ne alıp veremediği var, bilmiyorum."
"Tamam. Tamam. Şimdi sakin olmalıyız." Aymira, kendini ilk toparlayan olarak yanıma oturdu ve "Sen özelsin, Lilith. Seni öldürmedi, baksana. Belki de korkuyordur?" dedi.
"Sanmam." dedim, omzumu silkerken. "Öyle olsa neden ukala tavırlarla konuşsun. Benimle dalga geçti, Aymira. Beni hepinizden çok tanıdığı kesin. Canı oyun istiyor... Kanlı bir oyun."
"Adı üstünde." diyen Aymira, elini uzatıp beni kaldırdı. "Şimdilik bu aramızda kalsın. Ortalığı ayağa kaldırırsak yarın Amanda'nın notlarına ulaşacak zamanımız kalmaz."
"Haklısın." Başımı sallarken mırıldanmıştım.
"Gidelim o zaman."
"Gidelim..."
Ölüme...
Başımı yerden kaldırmadan herkes gibi Sonaların evine doğru bitkin adımlarla yürümeye devam ediyordum. Kafam fazlası ile karışık ve allak bullak bir şekilde... Dün gece, aptal olmadığıma göre, bana bu notları bırakan psikopat ile tanışmıştım. Galanodel olduğumu duyunca şaşkınlıkla uzaklaşan varlık. Ah. Ne diyordu kurbanları?
Oyuncu...
Ben de bir kurban olduğuma göre, benim de ona dediği gibi hitap etmem gerekiyordu. Hayatımı elimden alan mavi gözlü yaratığa bir şekilde sevimsizce seslenmem isteniyordu. İsimsiz, pislik herif!
"Fazla dikkat çekiyorsun." diyerek yanıma gelen Aymira'ya, ondan hoşnut olmadığımı fazlası ile belli ederek baktım. Dün gece, birbirimizden hoşlanmıyor gibi davranma rolüne bürünmüştük. Dikkat çekmek istemiyorduk, güya. Etrafta bizi izleyen birileri var mı diye biraz göz gezdirdikten sonra kulağına doğru zehirli bir şekilde tısladım. Oyuncu ile nefeslerimiz birbirine girecek derecede yakınlaşan bendim."
Yeşil gözlerini kocaman açarak bakmasına karşılık gözlerimi devirirken "Kaybol." diye direttim. O ise yanımdan ayrılmak yerine etrafı kolaçan ederek konuşmaya başladı. Ayağına çarpan taşları umursadığı pek söylenemezdi. "Aron, bir şeylerden şüpheleniyor." Büyük bir taşa çarpıp sendelediği sırada küçük bedenini belinden yakaladım. Çıkardığı gürültü ile birkaç kişi bakışını bize çevirirken "Sorun yok, sorun yok..." diyerek gülümsemeye çalışan Aymira'ya anlamsız bakışlar atan İpek ve Ahmet kollarına doladığı okları daha sıkı tutmak için omuzlarına asıp yürümeye devam ettiler.
"Senin derdin ne?" Kulağına doğru usulca konuşurken gözlerim bizi birilerinin izleyip izlemediğini kontrol ediyordu. Sesimdeki öfke kaybolmuş ve yerini tedirginliğe bırakmıştı. Arka cebindeki silahı temkinli adımlarla çıkarıp bana gösterdi. "Baban seni bulduğunda bu gürültü zımbırtıları bir işe yaramayacak. Kızını bizim kaçırdığımızı bile düşünecek. Sonra ne olacak biliyor musun?" Tek kaşımı kaldırıp Ne olacak? bakışı attığımda gülümsedi ve ardından diğerlerinin dikkatini çekip çekmediğine aldırmadan silahın emniyet kilidini açtı ve bana bakarken ağaçlardan birini hedef alıp ağzında gevelediği kısa bir Bum! sesi ile tetiğe bastı.
Ormanda yankılanan derin patlama, yerini uğultuya bırakıp ardından milyonlarca kanat çırpma sesine eşlik etti. Kalbim yerinden çıkacakmış gibi atıyordu ve burnuma doğru tütüp genzimi yakan barut kokusu benliğimi bir hoş edip içimi yakmıştı. Gözlerimi sıkıca kapatıp ürperen tüylerimin sakinleşmesini birkaç saniye bekledim, ardından da iliklerime işleyen öfke haznesi ile Aymira'nın elindeki silahı alıp yere attım.
Silahı yerden alıp panik içinde bana bakan Uraz'a uzatan Sona, Aymira ve bana Neler oluyor? bakışı atıyordu. Benim sinirli gözlerime karşılık onun gözlerinde mide bulandırıcı bir alay vardı. "Dediklerimi bir düşün. İnan bana sonumuz bir kurşun yarasından daha beter olacak." Sessizce fısıldadığı kelimeleri yalnız ben duyabilmiştim.
Olayı anlamayan gözler boşluğunu korurken dolmayı deli gibi istiyordu. Kavga ettiğimizi sanıp başımıza toplananlar bu kesimin en büyük soylularıydı zaten. Tıpkı bana tehlikeli adımlar atarak yaklaşan Aron gibi...
"Sizin birbirinizle alıp veremediğiniz ne, ha?! Daha birkaç gün önce tartışmayacağınıza dair söz vermediniz mi?"
Mavi gözlerini tehditkar bir şekilde gözlerime odaklarken sıkıntılı bir nefes verdi ve beyaz gömleğinin üzerinde duran zıtlık abidesi siyah bir yayı ve sırtına astığı ok çantasını ellerime tutuşturup belimdeki şarjörlü tabancaya uzandı. Yaptığı hareketle bir iki adımla gerilerken "Rahat dur." diyerek sinirle soludu. Emrine karşı çıkamadan yerimde sabit bir şekilde durdum ve silahı almasını bekledim. Belimdeki silahı aldıktan sonra bakışlarını Aymira'ya çevirdi ve Barış'a doğru gözlerini ondan ayırmadan seslendi.
"Barış, onu yanından ayırma."
Komutu alan Barış, Aron'u başı ile onaylamakla yetindi ve Aymira'nın kolundan tutup onu yanımdan uzaklaştırmaya başladı. Gözlerini benden ayırmayan yeşil gözler kapaklarını bir iki kez kapatıp sahibinin dudaklarını usul ve kararlıca oynattı. "İyi düşün."
Boş ve sinirli bakışlarım bir süre yanımızdan uzaklaşan Aymira'yı izledi. Ardından da usulca önüne döndü. Belki dediklerinde haklıydı, hatta gereğinden fazla haklıydı ama ben daha babamın bile adını doğru düzgün bilemezken onun kişiliğini hakkında fikir yürütemiyordum. Bir odel ise beni neden kabul etsindi? Veyahut neden bunca yıl benim insanlar arasında yaşamama göz yummuştu?
Mavris kimdi?
Oyuncu kimdi?
Euryale kimdi?
Lanet olası ben kimdim?!
Kafam fazlası ile karışık, Aron'un yanında onu takip eden adımlarımla ilerlerken gözlerim diğer yanımda yürüyen Uraz'a kaydı. Karşıdaki, yaklaştığımız şehir girişine odaklanmış, elinde şarjörlü bir tapanca ile arada bir sağa sola bakınarak ilerliyordu. Siyah saçları, iki haftadır uzun süredir yaşadığımız berbat hayattan ötürü esmer çenesini kaplayan, yeni çıkmaya başlamış sakallarla uyum sağlarken ela gözleri huzursuzca kısıldı.
"Sence de şehir fazla sessiz değil mi?" Kuşku dolu sesiyle birlikte başını Aron'a çevirdi ve cevap bekler gibi yerinde durdu. Aron ise gözlerini kısmış etrafımızı tarıyordu. "Fazla sakin..." diyerek mavi gözlerini kısıp mırıldandı.
"Tüm şehir dünyada olduğu için olamaz mı?" Alayla kurduğu cümle ile araya giren Buğra elindeki silahı beline koydu ve önümüze dikildi. Bu kadar aptal olmazsınız. bakışlarını üzerimizde gezdirdiği sırada Aron elini Buğra'nın omzuna koyup kenara ittirdi. "Cahil misin yoksa aptal mı?" Buğra'ya dönmeden telaffuz ettiği kelimelere karşılık Uraz araya girerek "Yine de tedbirli olmalıyız." dedi. Buğra, dişlerini sıkmakla yetinmekle kaldı ve tabii ki yumruk olan ellerini şıklatarak...
"Her neyse... Bir an önce şu notları ağabeyimin dolabından almalıyız."
Sona'nın sabırsızca kurduğu cümle ile birlikte adımlarımızı hızlandırıp eve doğru ilerlemeye devam ettik. Herkes, tıpkı benim gibi sessiz ve düşünceliydi. Belki de notları okuduktan sonra yaşanacaklardan korkuyorduk. Bu notlar, Medusa'nın zehrinden bile daha tehlikeli ve yasaktı. Zehrinde huzur bulacağımız düşüncesi ile notlara ve ölümlere adım adım ilerliyorduk.
Amanda'nın notlarına doğru...
Ölüme doğru...
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro