Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

24. BÖLÜM "AY KUŞAĞI OLMAK"

Tuğçe'nin ellerindeki not, titreyen parmaklarından yavaşça yere süzülürken gözlerimi sımsıkı yumdum. O günü hatırlamak bile çamur olmuş canımı yakmaya yelteniyordu.



"Yapamam Sebastian."

Sebastian, elindeki hançeri, süt beyazı yorganımın yanındaki komodine bıraktı ve elimi tuttu. "Gel buraya." dedi, sesi şefkat ve yorgunluk arasında sayarken.

Terden ve yaştan ıslanmış yanağımı okşadığında, yatağa uzanıp kafasını başlığa dayadı ve beni göğsüne çekti. "Ağlaman canımı yakıyor." Saçlarımı öperken korkudan yumruk yaptığım ellerimi avucunun içine aldı.

"Şimdi... İyi dinle beni, Aymira." İçeriye düşen loş ay ışığı önümüzdeki aynaya çarpmıştı. Sebastian, aynadan bana bakmaya devam ediyordu. "Çocukluğumdan beri boş bir hayat yaşadım ben. Gülemedim, ağlayamadım, heyecanlanamadım, kızamadım... Duygu yoksunu biri olarak nefes aldım hep. Sevemedim. Sevilemedim... On altı sene, koca bir on altı sene his yokluğuna karşı koymaya çalıştım. Çoğu zaman yıldım da. Fakat sonra birisi çıktı karşıma. O boş dünyamı, küçücük umutları ile doldurdu. Dilim tutuldu, dolanan tüm cümleler boğazıma takıldı. Sevilmeyi yaşattı bana. Ailemden göremediğim sevgiyi her hücreme yerleştirdi."

Ellerimi avucuna biraz daha yerleştirirken devam etti.

"Bir paçavra gibi attıkları ceza odasında, o sarıldı boynuma. İlk defa birisi, bana... 'Ağlama' dedi. 'Erkek adamlar ağlamaz. Hele ki, fiziksel acıdan asla ağlamaz.'" Yüzündeki gülümseme sesine de yansımıştı. "Benden sadece iki yaş küçük olan bu kız bana, nasıl oluyorsa yaşattıklarıyla hem üşümeyi hem yanmayı öğretti. Bu kız... Beni baştan yazdı. Belki hiçbir zaman benim gibi sevmedi ama bana sevmeyi fazlası ile öğretti."

Gözyaşlarım, yine izinsizce yanaklarımı yakmaya başlamıştı. İncecik bir hıçkırık koptu boğazımdan. Dudaklarımı birbirine bastırıp durmasını bekledim. Benim yüzümden acı çekmesi olmayan kalbimi mahvediyordu işte.

Ağladığımı fark edince yatakta doğruldu ve sağ kolunu duvara yaslayarak bana baktı. Ölürüm dediğim masmavi gözleriyle öyle bir bakıyordu ki... Bakışlarımı, göz yaşlarımın yastığa damlamasına aldırmadan aşağı çevirdim. Dudaklarımı aralayınca yine durduramadım hıçkırığımı. Saçları, dudakları, gözleri, mimikleri... içimi parçalıyordu.

Çenemi, buz gibi eli ile tutup gözlerimi gözlerine odakladı. "Canımı yakma." Gözlerimden yaşlar aşağı usulca aktığında, dudağımı sımsıkı dişledim, hıçkırmamak umudu ile. Ben canın için canımı veririm be. Başımı, çenemden akan yaşlar ile sallarken bir hıçkırık daha koptu boğazımdan. Sonra bir tane daha... Susmak için elimi ağzıma götürdüm.

Yüzümü avuçlarım ile kapattığım sırada Sebastian beni kendine çekip sarıldı. Hıçkırmamak için dişlerimi sıkıyordum. Başımı göğsüne gömüp ellerimle beyaz tişörtüne tutundum. Kirpiklerimin, mahkumu olduğu koğuş arsızca aşağı süzülürken kulaklarımda sevdiğim kişinin sözleri yankılandı. "Seni seviyorum."

Duyduğum iki kelime sırtıma sert bir bıçak darbesi gibi indi. Göz kapaklarım kendini zincire vurmuştu. Yankılar uğultuya dönüşürken "Sebastian..." dedim. Sesim kalbinin üstünde titremişti. Bana aldırmadan devam etti. "Çok seviyorum." Başımı ıslanan tişörtünden çektim ve gözlerinin içine baktım. Masmavi gözleri dolmuştu. "Seven insan bunu yapmaz."

Sözlerimin ardından ellerini yanaklarıma koyup bana doğru yaklaştı. Bakışları her bir santimimi aklına kazımak istercesine yüzümde hareket ediyordu. Kollarına tutunup başımı iki yana salladım, göz yaşları içinde. "Böyle olmamalı."

Başımı ellerinin kıskacından çıkarıp kaçmak istedim. O aptal notlardan kaçmayı. Onların bana buyurduğu iğrençliklerden men edilmeyi, kurtulmayı... O kirli notu, ilk gün olduğu gibi parçalamak istedim. Yapmamak, 'hayır' diye haykırmak.

Hayatımı çalan bu kağıt parçaları, şimdi de tutunduğum dalımı istiyorlardı. Her şeyimi... Sahip olduğum tek şeyi...

Ani hareketim üzerine ensemi tutan ellerin sahibi beni alnına yasladı. Doğam, denizinde hayat buluyordu. Nefesim onun nefesine karışırken başımı tekrardan salladım. Dudaklarım dudaklarına çarptı. Bu ufacık temas içimi titrettiğinde, usulca "Böyle olmamalı." diyebildim.

"Aymira..." dedi, sesi son hecesinde daha çok kısılırken. " Bu sır fazla ağır. İki kişinin kaldıramayacağı kadar ağır. "Başını fazla uzaklaşmadan alnımdan çekerken gözlerime bakıyordu. "Sır paylaşıldığından bu yana notlar çoğaldı. Eskiden ayda bir aldığın notlar, şimdi her saat başı masana bırakılıyor ve bu benim yüzümden. Eğer, o pislik adamı astığını görmeseydim yaşama tutunmak için bir umudun olacaktı. Eğer onu senin yerine ben öldürmeseydim, şu an ikimiz de yaşıyor olacaktık. Bu yüzden.."

"Sus. Gözlerimdeki yaşlar gerdanıma doğru yol alırken tişörtümün yakaları izinsizce ıslanmıştı. "Ben ölmeliyim. Senin-" diyebildim nefesim boğazımda takılmıştı. "Senin ölmene izin veremem." Başımı kıskacından çekip iki yana salladığımda yüzümü yeniden avuçları arasına aldı.

"Her zaman yanında olacağım." Gözleri kalbimin üzerine indi ve bakışlarını çekmeden devam etti. "Oraya... Yeni biri sahip olmadığı sürece, diğer yarın olarak kalacağım. Hissetmen yetecek." Dolan gözlerindeki isyankar yaşlar kirpiklerinden usulca süzülürken "Seni hep seveceğim. Nerede olursan, kiminle olursan... Hep yüreğimde olacaksın."

"Kimseyi sevemem."

Mavi gözlerinden dökülen nehir, dudaklarına takılı kalınca gözlerini gözlerimden ayırmadan usulca gülümsedi. "Biliyorum..."

Ellerini yüzümden çekip yanı başındaki hançere, engel olamadan uzandı ve bana acı içinde bakıp yanaklarımdan süzülen yaşlara bakmamaya çalışarak elime hançeri tutuşturdu.

"Cennetin varlığına inanır mısın?"

Sorduğu sorunun, yaşadığımız durumla alakası olup olmadığına aldırmadan başımı salladım. "Sana inandığım kadar."

"Ya cehenneme?"

"İkisi de aynı şey, değil mi?"

Başını 'hayır' der gibi salladı ve gözlerimin içine bakarak  "Değil." dedi. "Peki... İyi ya da kötü... Ne olursam olayım, beni her halimle sever miydin?"

Söylediklerine anlam veremedim ve hıçkırdım. "Sebastian?" dedim. Ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum.

"Sever miydin?" Israrla sorusunu sormasına dayanamayıp hızla cevap verdim.

"Ne olduğun umurum da değil."

"O halde rahatça ölebilirim." Ölüm kelimesi dudaklarından yeniden döküldüğünde göz yaşlarım arkasından koşmaya başlamıştı.

Elimdeki hançeri hızla kalbine doğrulttu. Nefesimi yuttuğumu hissettim. Her nefeste biraz daha bitiyordum. "Tekrar söyler misin?" dedi. Göz yaşlarım hızlandı. Başımı salladım. "Sebastian..." diyebildim, usulca. "Yapma..."

"Beni sevdiğini söyle." dedi mavilikleri umutla bakarken. Acı ama gerçek. Son kez bakıyor gibi hissediyordum. Bu gözler tekrar karşıma çıkmayacak gibiydi ve bu düşünce kanımı donduruyor, kalbimi sivri bir buz kütlesine çeviriyordum

"Seni seviyorum..."

Sebastian'ın gözlerindeki yaşlar donuklaştı. Bakışlarım ellerimden süzülen kana kaydığında boğazım kesildi. Sevdiğim, sevebileceğim kişinin kanı... Başı omuzlarıma düştüğünde, gözlerimi kapadım ve lanet olası kaderime haykırdım. Her şeyim... gitmişti benden...

"Hayır!"





Hatırladıklarımla, Aron'un kıskacındaki ellerimi çektim ve hızlı bir şekilde ayaklandım. Kuytu bir köşede kuruyup yanaklarımı tuza bulayan göz yaşlarımın nereye süzüldüğü umurumda değildi.

"Rahatladınız mı?!" dedim, ateşin etrafında dönerek bağırırken. "Bunları duymak hoşunuza mı gitti, ha?" Bakışlarım arkadaşlarımın gözlerini turladı. Gözlerim Uraz'ın gözlerinde takılı kaldığında başımı acı içinde salladım. "Sevdiğim erkeği öldürmek kolay mıydı sanıyorsunuz?" Göz yaşları içinde beni izleyen Melisa'ya çevrildi başım. "Okurken tiksindiniz, korktunuz, aklınız almadı değil mi?" Kafasını acı içinde eğen Melisa'dan gözlerimi kaçırıp Rüzgar'a baktım. "Ne kadar da iğrenç bir karakter..." Ellerimi bıkkınlıkla iki yana açarken Barış'a baktım. "Tam bir pislik." Hüzünle karışıp akan bir damla yaş, Sona'nın gözlerinden döküldüğü sırada "Katil." dedim ve başımı, yumruk yaptığım ellerime indirdim.

"Sizin dillendirmekten çekindiğiniz şeylerin hepsini yaşadım ben. Öldür dediler, öldürdüm. Kes dediler, kestim. Boğ dediler, boğdum. Yak dediler, yaktım. As dediler, astım. Çocukluğumdan beri bu haldeyim. Kimsenin izini süremediği bir seri katilim." Ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bir tür krizin eşiğindeydim. Sinirle yanağımı dişledim ve nefes aldım. "Tüm bu iğrençlikleri yapıp ardından da kurbanlarımı kurtarmak normal mi, ha?!"

Ayağımı sinirle taşın birisine geçirip, tekrardan bağırdım. "Önce boğup, ardından da zaten ölmüş birisine suni teneffüs yapmak normal mi ya da donmuş birini ısıtmak için koca bir ateşin içine atmak?! En yakın arkadaşımın babasını önce felç bırakıp sonra da ameliyat parası için tefecilere bulaşmak! Normal mi?!"

Yumruk yaptığım elimi Aymira'ya doğrultarak, yeniden bağırdım.

"Normal mi?!"

Sinirden tüm vücudum titriyordu. Aron arkamdan sarılıp "Sakin ol." dediğinde başımı acı içinde salladım. Kollarından çıkıp bir şeyleri parçalamayı istiyordum. Dirseğimi hızlı bir şekilde karnına geçirirken bağırdım. "Tek yaptığınız, sakin ol demek! Çok zekisiniz değil mi? Herkes zeki, bir ben aptalım!" Ayaklarım geri geri giderken konuşmaya devam ediyordum. "Ama biliyor musunuz?" Alev saçan gözlerim Aron'un gözlerinde yanıyordu. Nefes aldım ve kararlı bir şekilde gerçekleri dile getirdim. "Sizler, bir şeyler bildiğini sanan zavallıların tekisiniz."

Aron'un gözlerindeki şefkat ve acıma duygusu tıpkı diğerlerinde de olduğu gibi öfkeye yelken açarken devam ettim. "Hiçbir halttan haberiniz yok. O notların ne kadar tehlikeli olduğundan... Yaşananların bir bilmeceden ibaret olduğundan. Peşimde psikopat birinin olduğundan haberiniz yok!" Aron, delirmiş gibi bağıran bana yaklaşmaya çalışırken sanki durdurabilecekmişim gibi elimi ona doğru kaldırmıştım.

"Bu sırrı yıllar önce iki kişi paylaştı ve sayısız insan öldü! Şimdi ise yirmi kişi öğreniyor! Bu yüzden susun dedim. Lanet olası inadınız yüzünden hepimiz öleceğiz! Tek bir kişi bile sağ kalmayacak! O son not, bana gelen notlardan birisi değildi. Tamı tamına üç yıldır almadığım notlar sizin aptal cesaretiniz yüzünden yeniden gelmeye başladı ve nasıl durdururuz, biliyor musunuz?"

Üzerimde gezen bakışlar korku ve panik arasında sayarken sorunun cevabını bekler gibiydi.

"Ya Sebastian gibi sırrı paylaştığınız için sayısız notla karşı karşıya kalırım ya da notta yazdığı gibi ben ölürüm!"

Birkaç kişi korku içinde yerine sinerken Buğra bakışlarını üzerime dikti. "Ya da?" dedi başka bir seçeneğin olup olmadığını öğrenmek istercesine. "Ya da onların bizi öldürmesini bekleriz."

Dehşet içinde yere çömelen Sona, ellerini başına alırken söylendi. "Nasıl bir belaya bulaştık böyle?" Donmuş gibi bir yere odaklanmıştı ve yanına diz çeken Rüzgar'ı fark etmeyecek kadar titriyordu. "Ağabeyim gibi öleceğim..."

"Ne demeye çalışıyorsun?"dedim, az öncekinden daha kısık çıkan sesimle. Yeni yeni ayılırmış gibi başını bana yavaşça çeviren Sona, konuşmaya başladı.

"Ağabeyimin ölümü de sır perdesi gibiydi. Yaşadıklarımın aynısını yaşamıştı. Babama bıraktığı son mektupta bir oyunun içinde olduklarını ve eğer oyunun sonuna gelmezlerse öleceklerini yazmıştı. Oyunda, sana bırakılan notlara benzer iğrenç notlar varmış ve bu notlar onları bitişe götürüyormuş. Eğer ki bitiremezlerse bir daha karşılaşamayacağımızı yazmıştı. "

Gözlerim diğerleri gibi kocaman açılırken kaderimle birebir aynı bir kader ile daha karşılaşıyordum.

" Ağabeyimin bir kız arkadaşı vardı. Sanırım o zamanlar yedi yaşında falandım. Bizimle tanıştırmaya getirmişti. Kız, nasıl denir, biraz tuhaftı. Deli gibi davranıyordu. Sürekli panik içindeydi. Sanki birisi onun ensesindeymiş de, boğazlanacakmış gibiydi. Pek üstelememişti babamlar. Sonra bu kız evimize sürekli girip çıkmaya başladı. Ağabeyimle tabii. Bir gün onları odada konuşurken dinledim. Daha doğrusu kulak misafiri oldum. O garip kız, ağabeyime ölüm notları diye birkaç nottan bahsediyor ve ağlıyordu. Akıl hastanesinden yeni çıktığını ve farklı biri olduğunu söylüyordu. O an, bu boyutta normal şeyler olmadığının kanısına vardım. Kızın ismi yanlış hatırlamıyorsam, Amanda idi."

Kendi hayatımı dinliyormuşum gibi hissetmiştim bir an. Benim yaşadıklarımı yaşayan birisi daha.

"Ne oldu o kıza?" dedim aniden. Bir yandan da tahmin ettiğim şeyleri dillendirmemesi için içimden yalvarıyordum.

Sona, bakışlarını önce hemen yanımda duran Aron'a, ardından bana çevirdi ve yutkunarak korktuğum kelimeleri dudaklarından döktü. "Öldü."

Sırtıma inen garip sızı beni titretti önce. Buz kesilmiş bedenimi yere bıraktığımda kulaklarım uğulduyordu. Dünyam çıkmazlarında dönmeye çalışıyor, korkunun kıskacında nefes almaya çalışıyordu. Uyuşmuş bedenim yavaşça çözülürken gözlerimin karardığını hissettim.

Bayılıyor muydum?

Hayır!

O halde, neydi beni bu denli bitiren? Neydi canımdan can götüren? Kalbimin buz kesilmesine, düşlerimin titremesine sebep olan neydi? Zaten ölmeyi istemiyor muydum? Kurtulmayı istemiyor muydum?

Bir gerçekti belki de iliklerime kadar korkmamı sağlayan.

Ben... ölümsüzdüm!

Dizlerim kesilince kendimi taşlı toprak zemine bıraktım. Birkaç çakıl taşının avucumda kayboluşuna aldırmadan ellerimi de buluşturdum toprakla. Akmaya yetecek göz yaşı kalmamıştı. Bir gerçek ki beni mahvetmişti. Eğer ölmezsem... Başıma gelecekler daha da korkunçtu!

"Ölümsüzüm..." diyerek, donuk bir şekilde mırıldandım. Önümde kızıllığını kalbime saplayan alevler şaha kalkarken ben sadece ateşi izliyordum. "Ben... ölümsüzüm..." İçimdeki kötü varlık, Mary, Bunun farkına yeni mi vardın, aptal. diyerek dalga geçtiğinde kafamı salladım. "Yeni vardım..."

Mary ile daldığım sohbetten omuzlarımı sarsan kişi ile çıktığımda, gözlerimdeki karanlığı kenara itip önüme baktım. Aron, kollarımı sarsıyor, endişeli gözlerle bana bakıyordu. "Kendine gel." dedi sesi emir vermekten çok uzakta iken. Kafamı aşağı yukarı sallarken "Gelirim." dedim. Halen içimdeki varlıkla konuşuyor gibiydim. "Lilith..." dedi mavi gözleri yeşil gözlerimde asılı kaldığı sırada. "Bizim kaderimiz daha farklı olacak." Bana ısrarla bakan göz bebeklerine odaklanıp "Olacak..." dedim. Bir türlü ayılamayan beni tekrardan sarsarken bu sefer kulaklarımda yankılanan sesi ile fısıldadı. "Sana bir şey olmasına izin vermem."

Gözlerimi, kendine gelen Lilith ile açıp kapadım ve "İnanmıyorum..." dedim. Aron'un gözleri, sanki sesime aldırmamış gibi gözlerime odaklandığı sırada bana birini hatırlatacak derece yakındı. Tanıdık gelen nefesinden kaçmak için yerde geri geri emeklediğim sırada kafamı sallayarak "İnanmıyorum..." dedim.

Bana hatırlattıklarından, hatırlayamadıklarımdan kaçarken ayağa kalkıp Sona'nın yanına yürüdüm hızla. Şoka giren Sona'nın yanına, Barış, Rüzgar ve Melisa toplanmıştı. Önümde duran Uraz'ı hızlı bir şekilde kenara itip Sona'nın önünde diz çöktüm. "Ağabeyinden hiç mi haber alamadın? Belki bir şey söylemiştir sana. Nasıl kurtulacağımızı da yazmıştır belki." Heyecanla soruları sıralarken Sona göz yaşları içinde kafasını salladı ve dudakları titrerken konuştu. "Eğer... Amanda güçlerini keşfetse idi, onlara karşı koyabileceklerini ama onun korktuğunu söylüyordu. Başka bir şey söyleyemeden..." Dudaklarını dişlerken hıçkırarak başını Rüzgar'ın göğsüne koydu.

Yerimden güçsüz bir şekilde kalktım. Sulak alana doğru adımlamaya başladım. Arkamda birkaç kişi ağaç diplerine diz çökmüş ağlıyordu. Berbat bir haldeydik. Benim veya bir başkasının yüzünden... Şu an yaşadıklarımızda fazlaca payım vardı ve onların tek kurtuluşu da bendim. Ya seneler öncesinde kalan korkak kız çocuğu gibi yaşadıklarıma boyun eğecektim ya da yeni Lilith ile oyunun karşısına ben dikilecektim. Tüm gücümle... Hayatta bir kez olsun, bana değer verenlerin yanında olup onların canını almak yerine onlara can verecektim.

Kurtuluş bendim.

Arkamı fazla uzaklaşmadan döndüm ve bir köşeye çekilip perişan bir halde ne yapacaklarını düşünen arkadaşlarıma doğru kararlı bir şekilde konuşmak için kendimi tembihledim. Aron'un gözlerine doğru bakarken intikamla yanan yeşillere karşılık, sakin ama keskin mavileri oyunun içine katıp kelimemi sivri dilimden telaffuz ettim.

"Ay kuşağı olmam için ne yapmam gerekiyor?"

Bundan böyle korkan ben olmayacaktım. Köşesine çekilecek birisi varsa, o da bana bu notları bırakan psikopat olacaktı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro