23. BÖLÜM "SEBASTİAN'I ÖLDÜR"
Uzaklardan gelen sesin desibeli, her yükselişinde panik dalgası içimi kemirmeye sür'atsiz devam ediyordu. Bağıran kişi var gücü ile kaçmamızı söylerken nihayet Ada suskunluğu bozdu ve başı bana dönerken kısılan gözlerini üzerime dikti. Bir şeyler seziyor da, söylemeye dili yetmiyor gibiydi.
"Neler oluyor?" Sorduğu soru, panik ve bıkkınlık arasında saymıştı. Ayağa kalktı. Ona ayak uydurup ayaklandım ve kollarımı iki yana açarak panik içinde "Bilmiyorum." dedim. Sözlerim üzerine omzuma dokunan Ada, hafifçe beni ileri ittirerek "Diğerlerini bulmalıyız." dedi.
Sulak alandan ve bizimkilerin kaldığı ağaç kovuğundan hızla geçerken hiçbir şey olmamış gibi davranan çocuklara önce şaşırdım ve kaşlarımı çattım. Aron, her zamanki gibi görünürlerde yoktu. Barış ve Aliler, Yiğitlerin yanında, ateşin üzerindeki kızgın demirlerle uğraşıyorlardı. Uraz, elindeki odun parçasına sivri şekiller vermekle meşguldü. Buğra ise, diğerlerinden oldukça uzakta, elindeki gümüş defterin içine bir şeyler yazıyordu.
"Neler oluyor?" diyen Ada ile, etrafı incelemeyi kesip daldığım alemden kendimi sıyırdım ve sorar bakışları gözlerime yerleştirdim. Ancak bizimkilerin pekte kale aldığı söylenemezdi. Ada, sorusunun havada asılmasına sinirlenmiş olacak ki, ateş saçan mavi gözleri ile tekrar konuştu. "Size neler olduğunu sordum. Neydi o ses?" Sarı saçlarındaki toka omuzlarından aşağı kayarken cevabını alamadığı soruyu ben yönelttim, duygudan yoksun sesimle. "O kız neden çığlık attı?"
Ada, sorumu onayladığında, diğerleri beni yeni fark ediyor gibi hızla başlarını kaldırdı. Sorduğum soru mu yoksa iki hafta sonra arkadaşım dediğim kişilere karşı kurduğum ilk cümlenin bu olması mı bilinmez, şaşırmış bir şekilde bana bakıyorlardı. Hallerine, geçen korkumun etkisi ile gözlerimi devirdim ve hadi der gibi ellerimi salladım.
Birkaç kişi tekrar işe koyulurken Uraz, elindeki bıçağı kenara bırakıp ayağa kalktı. "Birisi..." dedi, üç numaralı kovuğun oyuk kısmından bize bakan Aymira'yı gözleri ile işaret ederken. "Birilerini..." dediği sırada, başı tekrar bize çevrilmişti. "Korkutmak için yeteneklerini kullanıyor."
Tek kaşımı kaldırıp "Açık konuş." dedim. Yanımıza biraz daha yaklaştığında aramızda sadece beş adımlık mesafe kalmıştı.
"Seni kendi ırkınla korkutmaya çalışıyor. Korktuğun zaman dönüşeceğini biliyor ve henüz yeteneğini bilmediğin için dönüşüm esnasında kendine zarar vereceğini düşünüyor."
Yanımdan hışımla geçen Ada, kovuğa doğru hızlı adımlarla ilerlerken onlardan farklı bir evrende, farklı bir boyutta, astral seyahate çıkmış gibi davranan vücudumu ayakta tutmaya çalışıyordum. Koluma omuzlarını çarpan acılar, pişmanlığa ve hüzne adsız bir davetiye sunuyorlardı. Ömründen düşen duygu kırıntıları gözlerimde birikirken geriye itememe korkusu, adımlarımı kendi etrafında döndürüp sulak alana doğru ilerlemeye başladı. İzinsiz... İnfazsız... Lal...
Canım yanıyor muydu peki?
Neden...
Niçin yansındı ki?
Önünde diz çöktüğüm ölüm, yetim beni sahiplenirken bir kez daha sarıldım kendime. Bir kez daha acılar tutundu bana. Korkularımda kalbime sığınmak istercesine. Soğuktu öksüzlük... Sarıldım.
İnanmadım. Ömrümü, yalnızlığın kalbine koydum. Kanatları, siyah bir banda tabii tutulan sıcak bir besteydi, bensiz geçen yıllar. Bencillik, karlar arasında üşürken hayatımın avucunda çırpınan zehirli bir yok oluştu. İnandığımı sandığım inancımdan kaçtım. Güvenden kaçtım. Sevgiden, saygıdan, dostluktan... Değer veremezken, verdiğim yüzlerden kaçtım.
Ve şimdi, gönül kuşumun kırıklarından gidiyordum. Gökyüzü, kaderime usul usul ağlarken gündüzünü bana yazmasın diyerek, bir gün bu olanların üzerine bir çakmak çakabilmek için yine olmayan umutlarıma gidiyordum. Soluğu saçlarıma çarpan dumanlı bir nefeste, pasif içiciliği seçmeyi göze alarak ciğerlerime zehri çekerek kalbime çelengi vuruyordum.
Yine gidiyordum be hayat! Gurursuzca kaçıyordum senden...
Koluma dokunan sıcak elleri görmemek için gözlerimi kapadım. Omzuma çıkan elleri beni kendine çevirdiğinde kaldıramadım göz kapaklarımı. Birbirine çaresizce dolanan kirpiklerim aralanmamak için and içerken omzumdan çekilen eller, dillenmek ister gibiydi.
"Kimse seni suçlamıyor."
Gözlerimi, kelimelerin altında can çekişen yalanları avutmak için açarken, alayı vakitsiz yerleştiren mimiklerim titrer gibi oldu. "Yalan söylüyorsun." dedim. "Sen de yalansın. Her şey yalan."
Gözlerimi Barış'a çevirip yanımıza doğru gelen kızlara yandan bir bakış attım. "Hepiniz yalancısınız." Barış, kafasını kaldırıp bana bakarken gözlerinden kısa bir 'hayır' ifadesi geçti. "Sizin hayatınızı mahveden bendim ve şimdi siz de beni bir kukla yerine koyarak... " Cümlemin devamını getiremeden sinirle dudağımı dişleyip kafamı geri attım. "Biliyor musunuz?" dedim, gözlerim beyaza çalan bulutlarda takılı kalırken. "Yoruldum."
İki çift kuğu takıldı gökyüzünde gözlerime. "Ben... İnanmaktan yoruldum." Gözlerimden izinsiz bir damla yaş çeneme doğru usulca yol alırken devam ettim. "Güvenmekten yoruldum. Yanarken... üşümeye çalışmaktan yoruldum." Gözlerimden kayan taneler dudağımı tuzlamıştı. Başımı indirdim ve Uraz'ın gözlerinin içine baktım. "Öldürmekten yoruldum."
Gözlerim, gözlerinde takılı kaldı bir süre, sadece baktı. Yanağımdan süzülen yaşların boylu boyunca çizilmiş mührün üzerine akışını izledi usulca. Harabe kentlerimden süzülen kuşlar sessiz çığlıklarını üzerime haykırırken onun boğazına kaydı gözlerim. Benimkisinin birebir aynısı olan kızıl çizgi, esmer tenini yakarken ikimizde mühürlere odaklanmıştık. Gözlerimi takıldığım yerden çektim. "Her neyse." diye mırıldandım ve göz yaşlarımı elimin tersi ile sildim.
Arkamı dönüp gidecekken bu sefer beni durduran kişi Uraz değildi. Aymira'nın attığı ve gittikçe yaklaşan çığlıklardı. Hızla başımı çevirdim, diğerleri gibi.
Ada, elindeki bir yığın kağıtla, Aymira'yı saçlarından sürüyerek yanımıza getiriyordu. Erkekler panik içinde Ada'nın yanına yaklaşırken kızlarda Aymira'nın saçlarını Ada'nın elinden çekmeye çalışıyordu. Kızıl saçları yoluk yoluk olan isim hırsızım, Melisa'nın koluna tutunduğu sırada "Bırak!" diye bağırdı. Ada ise köpüren mavi gözleri ile "O notlar neydi?! Neden üzerinde Lilith'i öldür yazıyordu?!" demeye kalmadan yanağında şiddetli bir tokat patladı. Melisa, Ada'nın elindeki notları alıp okumaya başlayınca, Aymira, Ada'ya sağ kolu ile güçlü bir şekilde vurmuştu. Bunun üzerine tekrar saçı çekilmeye başlanan kuzenimin yüzüne sert bir yumruk inmişti.
Kavgaları ölümcül bir hal alınca, Aymira ellerinden alevler çıkarmaya başladı. Tabii, Barış müdahale edene kadar. Sonuçta, Ada ve çoğu yarı tanrının güçleri elinden alınmıştı. Ahmet ve Yiğit, Ada'yı yerden kaldırırken Barış da Aymira'nın gücünü ellerinde söndürmüştü. Bu hengamede yerinden oynamayanlar ise ben, Uraz ve Buğra idi. Üçümüzde bir buz kütlesini andırmayacak şekilde donup kalmıştık.
Benim donma sebebim aşikardı. Yıllar önce birer birer attığım notlar tekrardan karşıma çıkmıştı. Üstelik yeni bir notla birlikte! Kafam fazlası ile karışmıştı ve bu yeni notla beraber olacak ölümler şimdiden kanımı dondurmaya zemin hazırlıyordu.
Bu notların Aymira'da ne işi vardı? Onun yaşadıklarımla ne ilgisi olabilirdi?
Kafamı Buğra ve Uraz'a çevirdim. Dehşet içinde Melisa'nın elindeki notlara bakıyorlardı. Buğra elindeki defteri kaldırmış ve Uraz'a bir şeyler anlatmakla meşguldü. Uraz ise yanımdan yokluğunu hissettirmeden uzaklaşmış ve Buğra'nın anlatıklarını alnını ovarak dinliyordu.
"Yeter! Kesin şunu." Ada ve Aymira'yı farklı köşelere çeken Rüzgar en sonunda bağırmıştı. Nefes nefese kalan kızlardan birkaçı elini saçlarına götürürken erkekler ateşin yanına doğru ilerliyordu. Sona ve Melisa, Aymira'yı ateşin yanına götürdüğünde, Ada'nın koluna Tuğçe girmişti. Tuğçe'nin kolunu sinirle çeken Ada "Bırak. Ben yürürüm." dedi ve diğerlerinin peşinden ilerledi.
Ateşin hemen yanına geldiğimizde ellerini saçlarından geçiren Ada'nın siniri geçmemiş gibiydi. "Sen! O notlarla ne yaptığını hemen, şimdi anlatıyorsun."
"O notlar, Lilith'in aptal! Benim o kağıt parçaları ile alakam yok."
"Yalan söylüyorsun."
"Kimseye bir şey kanıtlamak zorunda değilim."
"Aymira..." diye araya giren Barış'ın gözleri tehdit barındırıyordu. "Doğruyu söyle."
Barış'ın sözleri üzerine gözlerini büyüten Aymira "Gözünde bu kadar mı yalancıyım, ağabey? Eğer o notları Alex toplamasaydı, benden çok değer verdiğin kardeşin ölecekti."
Daha fazla dayanamayıp söz aldım. " yi de... O notların çoğunu yakmıştım."
"Yakamamışsın." Gayet sakin bir cevap veren Aymira'nın sözleri üzerine gözlerimi kapadım. "Yani...?" dedim açık konuşması için. " anisi yok, Lilith. Yakamamışsın."
Kimse bir şey anlamıyordu. Garip bakışlar çoğalırken ellerini şakaklarına götüren Barış "Pekala. Şimdi teker teker, yalan yanlış konuşmadan neler olduğunu, burada neler döndüğünü anlatıyorsunuz." dedi. Ses tonu, Aymira ve benim üzerimde sayıyordu.
"Olmaz!" dedim ve biraz daha öne atıldım.
Barış'ın sorusu gecikmedi. "Neden?" Kollarını birbirine bağlamış gözlerini kısarak bana bakıyordu.
"Anlatırsam... Ölürüm."
Arkadaşlarımın gözleri, üzerime düştüğünde ben anlatıp anlatmamak konusunda kararsızdım. Çünkü bu notlar ölüm notlarıydı, adı üstünde. Fazlası ile tehlikeli ve yasaktı.
"Kimseye bir şey olmayacak." diyerek yanıma gelen Aron, elindeki, nereden aldığını bilmediğim silahları ve okları yanımdaki koruluğun içine bıraktı. Arkasındaki iki oğlanla birlikte üstünü çırparken terden ıslanmış saçlarını geriye atıp başını bana çevirdi.
"Alex'i tanıyorum. Beni o eğitmişti." Rüzgar'ın yanındaki şişeye uzanırken rahatlık ve tedirginlik arasında sayıyordu, hareketleri. "Ve az önce aldığım mektubu da hesaba katarsak dedikleri mantıklı. Sadece bizi bir konuda uyardı." Suyu içtikten sonra yanı başındaki kütüğün üzerine şişeyi bıraktı. "Birbirinizden bir şey saklarsanız, saklanan gizemler günün birinde ayağınıza dolanır." Başını Aymira'ya çevirdi ve devam etti. "Demem o ki, artık birbirimizle geçinememe gibi bir lüksümüz yok. Bir korkak gibi vatanımızdan kaçmak yerine burada kalıp mücadele etmeliyiz. Evet. Belki çoğunuzun bu olaylarla ilgisi yok ama bu ileride sizin de başınıza bir şey gelmeyeceği anlamına gelmiyor."
Cümlesinin ardından yere bıraktığı oklardan birini eline alıp incelemeye başladı. "Bizler bir oyunun kurbanlarıyız. Lilith değil, Aymira değil, Barış değil... Hepimiz içindeyiz. Gerçek dünyada oynadığınız bilgisayar oyunlarını düşünün. Hepsinin ortak bir amacı vardır."
Elindeki oku kararan bulutlara doğrulturken usulca süzülen garip tüylü kuşlardan birini hedef aldı. Gözlerini kısıp hedefine odaklanırken "İnanan... Kazanır." dedi. Ve ardından gökyüzünde acı bir çığlık koptu.
"Seni dinliyoruz." diyen Rüzgar, elindeki uzun ince odunla ateşi körükledi. Ardından ellerini çırpıp Aymira'ya baktı. Diğerleri de dikkatle bizi izliyordu. Ateşin etrafına toplanmış ve birbirimize gerçekleri anlatmak için mavi ayın altında, cızırdayan ateşin seslerini dinleyerek yalanlara bir son vermeye çalışıyorduk.
Derin bir nefes alan Aymira, meraklı bakışlar altında yaşananları anlatmaya başladı.
"Babam ve annem, büyük babamın söylediğine göre bayağı tartışmalı bir şekilde evlenmişler. Annem bir insandı ve sizin benim gibi bir yeteneği yoktu. Babamsa bir büyücüydü. Büyü yasalarına göre bu ciddi bir suçmuş. Annemi hiçbir zaman kabul etmeyen büyük babam bile onun babamı ne kadar çok sevdiğini söylerdi ama sonra bir şey olmuş. Annem, Lilith'in annesi Euryale'in yaşadığını öğrenmiş. O sırada ağabeyime hamile imiş ve aklına garip bir intikam düşürmüş. Planı Euryale'in canını yakmakmış. Bunu da Mary denen bir kadını Aspendos'a göndererek yapmış. Ortalık karıştığında Lilith'i kaçıracakmış, aklınca. Lilith... Kehanete göre bir ay kuşağı. Tıpkı annesi gibi. Eğer ki ay kuşağını yerinden edersen, iki ırkı da birbirine düşürürsün. Lilith'in kaçırılması, Euryale'in yanarak ölmesi ile kehanet başlamış ve Euryale yeniden bir insanoğlunu lanetlemiş. Lanet de Mavris'i bir canavara dönüştürmüş. Uzun sözün kısası Euryale bir duman olurken Mavris'e yansıyan lanet bedenini çalmış ve yeni odellerin neslini oluşturmuş."
Gözlerini Aron'dan çekip ateşe çevirdi. "Mutasyonik vampirler ve gerçek bir yılana dönüşen gorgonlar."
Anlattıklarını zaten biliyorduk. Dönüştüğüm günün sabahı da aynı şeyleri konuşmuştuk. Bunu fark ettiğimizi düşünerek devam etti.
"Ama işler annemin tahmin ettiği gibi gitmedi. İşin ucunda senin canını yakmak yoktu. O kimsenin canını yakmak istemedi. Tek istediği Euryale'in acı çekmesiydi. Yani başlarda bunu düşünüyordu. Bu yüzden bana bile kötü davrandı. Büyük babam ve annemi bir gece tartışırken dinledim. Euryale'in suçsuz olduğunu söyleyip ağlamıştı annem. Büyük babam ise annemi yaptığı hatadan dolayı evden kovmuştu. Babama ve Barış'a anlatmamam için beni tehdit ettiler. Yıllarca yer altında yaşadım. Güneş nedir bilemedim. Bir büyücünün evinde kalıyorduk, o zamanlar. Zaten güçlerimi de orada keşfettim."
Ellerini kızıl saçlarından geçirirken titriyordu. "Yalnızlık canıma tak etmişti. Kaçmayı denedim bir gün. Büyük babamın odasına gizlice girdim. Anahtarları ararken dolabın arkasına gizlenmiş notları buldum. Kısa ve ürkütücü notlar."
"Bay Dows'ın kedisi Duffy'i boğ."
"En sevdiğin oyuncağı parçala."
"Babanın yeni aldığı kuşun ayaklarını kır."
'Bayan Flame'in kaplumbağasını arka bahçeye diri diri göm."
"Okudukça dehşete düştüm. Tabii bunlar içlerindeki en masum notlardı."
Yaşadıklarımı ve yaptıklarımı dillendirmesi tüylerimi yeniden diken diken etmişti. "Bu kadar yeter." dedim ve ayağa kalktım. Gözlerim susması için diretiyordu. Yanı başımda oturan Aron elimi tutup yeniden oturttu. "Sakin ol." dedi ve devam etmesi için Aymira'ya eli ile işaret yaptı.
"Notları okumaya başladıkça tüylerim ürperdi. Okumaya ilk başladığımda ne olduğunu anlamamıştım ama son nottaki kanı görünce korku içerisinde ayaklandım. Ne yapacağımı, bunlarla büyük babamın ne yaptığını, neler döndüğünü anlayamamak beni daha da korkutuyordu. Çünkü, o notlar dile alınmayacak kadar iğrençti."
Merak içinde öne atılan Ahmet "Ne yazıyordu?" dedi. Aymira ise konuşmak yerine Melisa'nın elindeki notları gösterdi. "Hepsi orada."
"Melisa?" diye söze giren Ahmet devamını getiremeden Melisa'nın gözlerinden usulca yaşlar süzülmeye başladı. "Yapmadığını söyle." dedi kafasını 'hayır' dememi ister gibi sallayarak. Konuşmak yerine akmasını gizlemek istediğim göz yaşlarımı Aron'nun koluna gömdüm. Ağzından acı bir hıçkırık çıktığında " Lütfen... " dedi. Onlar okurken acı çekerken, ben onları yaparak yerin dibine girmiştim.
Okunmaya başlanan notlar Tuğçe'nin sesinde yankılandığında, başımı hızla kaldırdım. Melisa'nın donmuşluğundan yararlanıp notları okumaya başlamıştı. Okurken elleri de sesi gibi titriyordu. Sus diye haykırmak istedim bir an. Dillendikçe canım daha çok yanıyordu. Okudukça şok etkisi yaratıyordu, bende ve engel olamıyordum.
"Sirena'nın babasının suyuna aşırı dozda metpamid damlat."
"Okul müdürünün oğlunun gözlerine kezzap dök."
"Danny'i öldür."
"Dadının saçlarını yak."
"İrene'yi buzluğa kilitle."
"Doktor Stumbeth'i depodaki lambaya as."
"Hana'nın tırnaklarından birini kopar."
"Akıl hastanesini yak."
Yavaş yavaş okuduğu notları dinlememek için kulaklarımı ellerim ile kapadım ama bitmeyen notları duymaktan kaçamadım. Gözlerimden akan yaşlar arasında usulca 'sus' diyebildim. Konuşmasını canımı eskisinden daha çok yakıyordu.
"Sebastian'ı öldür."
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro