Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

22. BÖLÜM "GALANODEL"

Baş dönmeme ayak uyduran göz kapaklarımı aralamaya çalışırken bayılmamak için kendimle büyük bir savaş içerisindeydim. Midemde anlam veremediğim bir karıncalanma hissi vardı ve ciğerlerime ulaşamayan havadan dolayı nefessizdim. Boğulur gibi başımı acı içerisinde iki yana sallıyordum. Terden ıslanan alnım, uzun saçlarımı yakarken kurumaya başlayan dudaklarımı bir kez daha yaladım.

Tepkilerim düz ve seyrekti. Tıpkı yavaş yavaş çürüyen bedenim gibi. Seçebildiğim kadarı ile tırnaklarımdan başlayan karartılar duman şeklini alıp bembeyaz dirseklerimde son buluyordu. Tenim bir ölüyü aratmayacak kadar beyazlamıştı ve...

Lanet olsun!

Susuyordum!

Deli gibi kana susuyordum!

Ben neye dönüşmüştüm böyle?

Acı içinde kıvranırken yükseklerden gelen bir kırılma sesi duydum. Yüreğimdeki kırık şehrin, binlerce zayıf ütopyası durmuştu sanki. Durmuş ve benim hayallerimle parçalanmışlardı. Dağılan can kırıkları acılarıma saplanırken kalbimde hissettiğim soluksuz bir bıçak darbesi ile nefesim kesildi. Belimi yay misali germiştim. Derine doğru akan kanlar hızlanırken başımı dizlerine alan kişiye karşı gözlerimi aralamaya çalıştım.

Sağır olan kulaklarım bana sarılan kişinin sesini duymak için can atarken kalbimdeki umutlar yalnızlığında aramaya çalıştı, dudağındaki kelimeleri. Buğulu gözlerim beklenti doluydu. Bir kelime... Güçlükle dilimde dolanan kelimeleri telaffuz etmeye çalışırken açılan kulaklarımda sevdiğim adamın sesi yankılandı.

Sevdiğim ve bir hiç uğruna yitirdiğim.

"Sensiz çok üşüyorum, Mira." Yüreğimdeki saplı kazığın üstüne başını koyarken açılan yaramın üstündeki göz yaşlarını fark ettim. Yakıyordu, yıkıyordu acımı ama benim yerime ağlaması beni daha da kahrediyordu. Dudaklarım titrerken dağıldı, gözlerim yeniden buğulandı.

Kirpiklerimi aralayıp nefes alacağım sırada "Sebastian..." diye mırıldandım. Titremişti sesim.

Sözlerim üzerine kalbimin üstünden kalkan huzur gözlerini bana dikti. Mavi gözleri içimi tekrardan ısıtırken silinmiş bir gece kadar hüzünlü bir gemi misaliydi. Gülümsemeye çalıştım. Huzur belki de buydu. Huzur... Sevdiğim adamın kollarında onsuz geçirdiğim ömrümün canını vermekti. Onun nefesini hissederek, onun kalbini hissederek, onunla yanarak, onunla acı çekerek ölmekti.

Ve... Hata yapmayan odeller, bir kez daha yanıldılar.

Bir ölü... Bir kez daha ölebilirdi.

Acı içinde öksürürken genzimden nefes boruma yükselen sıcak sıvının dudaklarımdan dökülmesini sağladım. Zehir tadında bir kan gerdanıma doğru yol almıştı. Köprücük kemiğimde durduğunda, ellerimi kaldırıp bana özlemle bakan Sebastian'ın yanağına elimi koydum ve güç bir şekilde ikinci kez ismini yineledim. "Sebastian..."

Akıl hastanesinden her kaçışımızda bırakmadığı ellerini yine aynı huzurla ellerimin üstüne koyarken içimi ısıtan sesini özlemle dinlemeye koyuldum.

"Sensiz çok yalnızım, Mira." Gözlerinden bir damla yaş akıp acıdan terlemiş alnıma düşerken çatlamış dudaklarımı boşta kalan eli ile okşamaya başladı. "Sensiz... Her gün bir parça daha ölüyorum." Eli dudaklarımdan akan kanları silerken devam etti. "Kalbinden uzaklaştığım her an... yok oluyorum."

Göz yaşları arkıp beyaz yanaklarından süzülürken elini kanayan kalbime götürdü. "Rüzgarın, yerini Oyuncuya bıraktı güzelim." Onu unuttuğumu düşünmesi yüreğimi bin bir parçaya bölmüştü. Gözümün önündeki perde belli belirsiz bir yağmurda acılarıma akıyordu. Bahsettiği kişiyi kalbimin yerine kurduğumu sanıyordu. Oysa ben... Kendisini hiçbir zaman unutmamıştım.

Dudaklarımın ve genzimin acısına aldırmadan bir gerçeği dile getirmeye çabaladım.

"Ben, hep seni sevdim."

Sebastian'ın gözlerindeki yaşlar bu sözler üzerine buhar olurken kulağıma doğru eğildi ve "Biliyorum." dedi. Ardından başımın dönmesine aldırmadı. Yok olmadan önce, anlam veremediğim cümleler dudaklarından dökülmüştü. Yine gidiyordu. Beni milyonlarca, karışık cümle ile baş başa bırakarak. 

"Sen, hep Oyuncu'yu sevdin."





Kalbim yeni yeni baş gösteren bir tizlikte sızlarken titreyen bedenimi biraz daha kendime çektim. Canım fazlası ile yanıyor, terden dolayı gözlerimin önüne düşen buz rengi saçları seçmemi zorlaştırıyordu. Bana rüzgar olan geleceğim, gecesinde tutuşurken Mira'sını yitirmişti. Yerini buz gibi bir kıza, ah, kadına bırakmıştı. Ya da her neye ise işte...

Doğrularımı kaybetmiştim.

Yanlışlarımı kaybetmiştim.

Kahretsin!

Kendimi kaybetmiştim...

Sonu gelmeyen gerçekler suratıma tokat misali çarptı ilkin. Kızıla çalan gözlerimden, aşağı doğru, gerdanıma süzülen tanelerden kaçmayı başaramadım. Duyduğum derin açlık, köprücük kemiğimi yalayıp geçmişti.

Gözlerimden kurumuş dudaklarıma yol alan sıcak kanı yalarken yarı baygın bakışlarla nerede olduğumu seçmeye çalışıyordum. Fazlası ile serin bir yerdi. Esen rüzgar terimi soğutmaya çalışıyor ve saniye sonra saçlarımı havalandırıyordu. Ancak göğsümden itibaren sarılan sargılar soğuyan terimin yerini yeni bir ılıklığa bırakıyordu.

Boynumu yaslandığım ağaç kovuğunun üzerinden güçlükle çektim. Kalbimin oradan iliklerime saplanan derin ağrı ile acı içinde inledim ve gözlerimden bir damla yaşın daha akmasına izin verdim. Başımı arkaya atıp dişlerimi sıkarken biraz daha doğrulmaya çalıştım fakat bu hiçbir işe yaramamış aksine daha fazla kıvranmama sebep olmuştu.

Kendimi sivri bir ağrı içinde kovuğa tekrar yasladığım sırada Aron'un sesini duydum. Sinirli fakat kadifemsi sesi kulaklarımda yankılanırken başımı güçlükle sağ tarafıma çevirdim. Bu hareketim canımı hız kesmeden yeniden yakarken derin bir ofu dudaklarımdan döktüm. Şu an kimseyi görmek istemiyordum.

"Hareket etmemelisin, baş belası."

Gözlerimi, sesine karşılık tekrar açmayı denedim. Baş ucuma diz çöktüğü sırada çok yakınımdan içimi bir hoş eden su sesi geliyordu. Dudaklarımı tekrar yalayıp gözlerimi açtım.

Benden bir farkı olmayan saçları gözünün önüne düşmüştü ve kaşının hemen üstünde keskin bir tırnak izi belirmişti. Çizgi alnını takip ederken kâküllerinin arasındaki derinliği güç bela seçebilmiştim. Kuruyan kan pıhtıları kabuk bağlamadan önce, çizgi çizgi kirpiklerine akmıştı. Tişörtünün üzerinde de alnındaki ize benzer yırtıklar vardı ve kan, lacivert tişörtünün üzerinde daha bir koyu duruyordu.

Soracağım sorular baygın gözlerimde yok olurken susuz dudaklarımı bir kez daha yaladım ve birkaç parça kelimenin sızlayan dişlerim arasından dökülmesini sağladım.

"Neler oldu?"

Aron başını, suya batırdığı bezden kaldırmadan önce bir an durakladı. Sonra yüzüme bakmadan tekrar işine koyuldu. Sakin tavırları damarlarında atan öfkenin önüne geçemiyordu sanki. Her ne olduysa fazlası ile gergin ve sinirliydi. Ve baygın da olsam, gözlerimden kaçmayan bir farklılık daha.

Yüzünde, binlerce parçaya ayrılmış hayal kırıklığı...

İşine hiç aldırış etmeden dönmesi üzerine tekrar seslenecek gibi oldum ama umursamayarak kafasını sinirle sıktığı bez parçasından kaldırıp gözlerimin içine baktı. Ardından boynuma... Boynundaki damar öfke ile atarken gözlerini sol tarafımda hissettiğim keskin acıya dikti.

Öyle bir bakıyordu ki... Gözlerindeki duyguyu güçlükle seçtirecek kadar. Hem kızgın hem sinirli hem öfkeli hem de perişan. Canımı yakmak ister gibi bakıyordu. Bir yandan da acılarımı almak istiyordu. Tezat, birlerce duygu vardı gözlerinde. Tehlikeli bir zehrin parmağından akan panzehir misali sivriydi, bakışları.

Gözlerini, sinirli bir diş gıcırdatması eşliğinde üzerimden çekerken az önce sıktığı bezi boynuma yaklaştırmaya başladı. Hareketleri yavaş ve umursamazdı. Kendi kurduğu şehrinde bırakın yalnız kalayım der gibi ufuktu bakışları. Yalnızlığını, yaralı alnına sırtlayıp uzaklaşacak kadar boştu şimdi gözleri.

Titreyen ellerini boynuma yaklaştırırken hareket edip onu durdurmak istedim. Sıktığı dişlerinin sebebini sormak. Neden böyle davrandığını... Bize ne olduğunu... Bana dokunurken neden bu kadar zorlandığının cevabını almak istedim.

Ama tek yapabildiğim, dokunuşuna santimler kala "Neden?" demek oldu.

Güçlükle kurduğum cümleler üzerine başını tekrardan kaldırdı ve gözlerime baktı. Yüreğimden başlayıp göğüs kafesime doğru yol alan zehir gibi bir acı iliklerime işlerken nefesimin kesildiğini hissettim. Acı genzime ulaşıncaya dek gözlerimi Aron'dan ayırmadım. Umursamaz bakışları yerini tedirginliğe bırakmıştı.

Sol yanım bir darbe daha alırken belim milyonlarca kağıt kesiği acısı ile yay gibi kıvrıldı. Gözlerimden yaşlar çığ misali boşalıyordu. Bir acının daha iliklerime işlediği sırada Aron'un hemen yanımızda akmakta olan şelaleleri bile gürletecek tondaki sesini duydum.

"Sona!"

Acıya dayanamaz halde yerde titriyordum ve Aron var gücü ile bağırıyordu. "Lanet olsun! Sona!" Terden sırılsıklam olan saçlarım alnımın üzerine düştüğü an gözlerimin devrildiğini hissettim. Baygın bakışlarım büyük bir ağacın içinden hışımla çıkan Barış'ın üzerindeydi.

Barış, yanımıza yaklaşırken Aron elindeki kırmızı şişeyi hızlı bir şekilde kaptı ve Barış'a bağırdı.

"Bir kanı bulmak bu kadar mı zordu?"

Barış, sinirli gözlerini Aron'dan çekip ne zaman geldiği belli olmayan Sona'ya dikerken söylendi.

"Birileri kanını izinsiz aldığı için yaşlı teyzeden özür dilemekle meşguldü."

Aron başını tıpkı Barış gibi Sona'ya dikerken, Sona 'Ne?' der gibi ellerini ve omuzlarını kaldırdı. "İnançlı bir kan dedin, Aron. Teyze o sırada İncil okuyordu. Ben ne yapayım?"

Ben burada acıdan kıvranırken onların orada birbirlerini yemesi fena halde sinir bozucuydu. Ve halen didişmeleri de...

Ağzımı açıp konuşacağım sırada boynuma vuran bıçak gibi bir darbe ile akıl alınmaz bir acının daha nefesimi kestiğini hissettim ve sesli bir şekilde kıvrandım. Bu acı ölüp ölüp dirilmek gibi bir şeydi. Tam ölecek gibi oluyordum... Çürüyordum, sonra yoğun bir şekilde terliyor ve rahatlıyordum. Ardından hız kesmeden bir acı daha.

Benim sesli çığlığım aydınlık ormanı inletirken tiz sesimin yankı yaptığını ve ağaç dalına konan garip kuşların havalandığını hissettim. Uzağa doğru kanat çırparlarken etrafıma toplanan öğrencileri seçemeyecek durumdaydım. Ve yanıma tekrardan diz çöken Aron'u da.

Acı bedenimi terk etti bir süre. Terlediğimi hissettim ve ardından gelen uyuşturucu etkisi. Bedenim rahatlarken baygın gözlerimi araladım ve burnumun dibine kadar getirilen kırmızı şişeye baktım. Kokusu berbattı ama bana çok yakın bir sıvıydı. Ne uzak durmak istiyordum ne de kana kana içmek. Alerjisi olduğum bir meyve gibiydi benim için.

Titreyen mısralarım kelimelerinde hıçkırırken Aron dudaklarıma şişeyi değdirdi ve aralamamı istedi. Konuşmuyordu ama gözleri ile diretiyordu. Uzattığı sıvıdan kaçarken acı içinde kıvranan bedenimi birileri tutmaya başladı. Melisa kollarımı tutarken Rüzgar dizlerimi yere sabitliyor, Barış da başımı elleri ile koruyordu.

Gözlerimden kayıp düşen çirkin anılar boynumdaki derin çizgiye doğru yol alırken çığlığım ormanda boylu boyunca yankılandı. Karanlıktı ağzıma dayanan şişe. Tükenen nefesim çoktan çıkmaza yol almıştı. Beynimde dolanan besteler alaca bir tebessüme mutlu yıllar dilerken ellerimden alınan hayatı yanlışa vermemek için çırpınıyordum.

"Aron..."

Kısık çıkan sesim, son harflerini yutuyordu. Çalınan çocukluğum aklımı yitirmeme sebep oluyordu. O zamanlar yaktıkları canımın acısı tekrar gün yüzüne çıkarken Aron titreyen sesiyle konuştu, yumruğunu dişlemeden önce. 

"Özür dilerim..."

Ben burada kavrulurken neyin özürüydü bu? Acılarımın önüne serilen set, neyin vicdanıydı?

Tiz sesimin ağaç kavuğunu sarsmasına aldırmadan acı içinde haykırdım.

"Yapmayın ne olur."

Hıçkırıklarım çığ misali büyüyordu. Kanımdaki kemana, bir melodinin daha karışmaması için var gücümle haykırıyordum, bağırıyordum, ağlıyordum. Tükenen tellerle birlikte susan umutlarım yeni bir acının daha eline düşüyordu. Göz yaşlarım yanı başımda ağlayan arkadaşlarıma eşlik ederken Aron özür dileyerek kanın genzimi yakmasına izin verdi.

Boğazımdan, mideme inmeye çalışan kanın keskin tadını yoğun bir bulantı ile ağzımdan ittim. Bağırmaya çalıştım. "Yal-yalvarır-yalvarırım..." Öksürükler rahatlayan bedenimi esir almıştı. Kopup, kuş olan feryatlarım içimi titretirken göz yaşlarımın tenimi yalamasına müsaade edip kısık sesimle inledim. "Yapma."

"Lilith... İçmezsen acın dinmeyecek."

Aron, ikinci kez o lanet ismi anarken kafamı hayır anlamında salladım. Yapamazdım ki... Ben bir insanın kanını içemezdim. Ben kimsenin kanını içemezdim. Hayır, hayır, hayır... Yapamazdım.

Göz yaşlarımın mümkün gibi daha da arttığı sırada sırtıma saplanan derin bir hançerin baskısını hissettim. Günahlarım, intikam alır gibiydi. Acı içinde kıvrılan belimi gererken ağzıma akıtılan sıvı tekrardan genzimi yakmıştı ve ben o sıvıyı tekrardan itmiştim.

Acı vücudumu terk ederken yeni bir terleme hissinin eline düştüm. Bardaktan boşalırcasına terliyor ve ağlıyordum. Bu uyuşturucudan da beterdi. Bütün kemiklerimi kırıyorlar ya da iki parmak arama sivri bir şişi geçiriyorlar gibiydi.

Öksürük krizi sırayı bozmadan takip ettiği sırada Barış konuştu. "Yapabilirsin kardeşim." Beni halen kardeşi yerine koyması içimden bir şeylerin uzaklaşmasını sağladı. Kayıp bir fotoğraf kanlı suların içine düşerken dibe batıyordu. Bir kuş geliyordu acılarımın yanına, ısınmak umudu ile. Daldan kopan bir yaprak misali yavaşça savruluyordu suya. Yalnızlık gibi...

Başımı salladım bir kez daha ve yaptığım hatanın ani bir darbe ile baş göstermesini sağladım. Bu lanet acıdan kurtuluşum yoktu. Kana bulanan kıyafetlerimi umursamadan bir yandan ağlıyor bir yandan da şişeden kaçmaya çalışıyordum. Gözlerim acıya dayanamayıp kararırken dudaklarıma kapanan dudakları hissettim ve ardından mideme doğru kıvrılan o ılıklığın mayhoş etkisi.

"Geçti... Geçti, baş belası."





Yaşarken de çoğu şeyden korkarız, öyle değil mi? 

Yıpranmaktan, yıpratılmaktan, göz yaşlarımızı en basit şeylere, en olmadık zamanlarda dökmekten korkarız. Bir korkak gibi davranmaktan korkarız. Korkarız biz kızlar... Güçlü sanılıp incitilmekten. Koskoca göle direnen nilüferler kadar güçlü görünmekten ölesiye korkarız. Başımızı dik tutmaktan, karşımızdakileri ezmekten... Nefret edilip etmekten korkarız. Ölüp ölüp dirilmekten... Yaşadığımızı sanmalarından korkarız. Köşe bucaksız evrende, ilginçtir ki, ufacık olmaktan da korkarız. Her acıyı çekeriz ama dillendirmekten korkarız. Biz kadınlar... Ne de çok şeyden korkarız...

Ama geçer zorunluluk, korkuların önüne. Korkup da, fark edilmemeyi başarırız.

Bir mimoza kadar ölüm kokar yaşamımız. Zamanla kayboluruz. Bir örümcek kadar küçük ama zehri kadar tehlikeli aşkın ağında kum taneleri kadar kuytusuz oluruz.

Ve zamanla...

Unutuluruz!

Kader korkutmuştu kadını, yıllar gizlemişti korkusunu. Zaman... Unutmuştu, Lilith'i. Unutulmuştum ben. Yoktum, var olmamıştım hiçbir zaman.

Gerçek Aymira'nın suskunluğu ile geçmişti günler. Benimse... kaldığımız barakanın yanındaki ırmağın derin sularında. Dalgın bakışlarım denize dökülüyordu. Umutlarım, vakit kaybetmeden olmayan kalbime kapatmıştı kendini. Günlerimi kaybettiğim su, belki biraz daha derin olsaydı...

Yanımda, sorunsuz bir şekilde öten kırlangıca, yandan hüzünlü bir bakış attım ve yaslandığım ağaç kovuğundan yavaşça kendimi çime çekip durgunca oturdum. Hareketlenmemi fark eden kuş, sesini haykırarak göğe uçtu. Acılarımı toprak bile hisseder olmuştu.

Kapıları kilitleyen kötü kadındım ben. Sınır kapısındaki kitabın parçalara ayrılmasına sebep olan. Açığa çıkan bilmece ile bambaşka birine dönüşen. Küllerinden doğan kız değil... Döktüğü kanların arasından beden bularak topraklaşan ölüydüm. Bir Zümrüdüanka değil, vampir ırkının mutasyona uğramış vahşi veliahtıydım ben. Bir odeldim. Yılanların kraliçesi bildiği, dönüşmüş bir gorgondum. Lanetli bir galan...

Kuruyan gözlerim siyah tırnaklarıma işlerken nefes almaya çalıştım. Boş boş geziyordu bakışlarım. Kimse ile konuşmuyor, yemek yemiyor, gerek duymadıkça buradan uzaklaşmıyordum. Arada sırada uyumak için kalkıyordum yerimden. Bazen de burada kapatıyordum gözlerimi, evrene. Fakat her açtığımda yerimde oluyordum. Aron'un götürdüğünü söylüyordu, Buğra.

Arkadaşlarım da uzaklaşmıştı benden. Benim suskunluğum onları da susturuyordu. Yaşananlardan ve üstü kapalı gerçeklerden kurtulmak hepimizi mahvetmişti. Kimse, kimse ile konuşmuyordu. Melisa, Rüzgar ve Sona ile birlikteydi. Ahmet ve Ali'de Yiğitlerin yanındaydı. Ada bile eski Ada değildi. Sürekli olarak yanıma geliyor. Konuşmaya çalışıyor hatta bazen duygusuz ifademi bozduruyordu.

Dillendirdiğim gerçekleri bana karşı kullanacak dediğim kız... Bana destek oluyordu.

Kendimden uzaklaştırdığım arkadaşlarım buna kayıtsız kalırken Ada acılarımı örtmeye çalışıyordu. Tıpkı Aron gibi...

Barış... O da benim gibiydi. Kimse ile muhatap olmak istemiyor ve günlerce yaşadıklarını sindirmeye çalışıyordu. Öğrendiğimiz gerçekleri...

Babamın iki evliliği olmamış mesela. Barış, Delfin ve babamın ilk çocuğuymuş. Benim olmayan annem, kehanete inandığı için Barış'ı büyücü Selin'e vermiş. Sonra bir kızı olmuş. Tıpkı ona benzeyen kızıl saçlı bir bebek ama Delfin, onun da lanetin bir parçası olmaması için Alex'in yanına bırakmış. O kızını, Alex'in yanına bırakırken beni de intikam için ailemin elinden koparmış. Kehanet benim üzerime işlesin diye... Çünkü benim annem, onun teyzelerini ölüme sürükleyen Euryale'miş...

Öz annemi herkes öldü bilirken o, karmaşadan yaralanarak farklı bir krallığa kaçmış. Öz babamın krallığına. Babam ve halkı o zamanlar iyi bir ırkmış. Annemi şehrin ileri gelenleri idam ile cezalandırmak isterken babam engel olmuş. Annem, gerçek Aymira'nın anlattığına göre ilk aşkını unutamamış ama babama da ihanet etmemiş. Hep sadık kalmış ve zamanla da sevmiş. Bir başka kadına rağmen sevmiş.

Her şey normal ilerlerken annem galan ve odel halkını birbirine bağlayan kuşak görevini üstlenmiş. Ta ki o kuşak koparılana kadar. Krallığa, bir kara leke gibi düşen içimdeki varlık herkesi mahvetmiş. O vakitten sonra, galanlar ve odeller arasındaki derin düşmanlık başlamış.

Şimdi benden... Kuşak görevini üstlenmemi istiyorlardı. Bu da yeni varis ile evlenmem ile gerçekleşecekti.

Mavris'in... Babamın... Kuzeninin oğlu, Balviforla.

Aron ise...

O gece... Acı çekmemem için yaptığı şeyden sonra konuşmamıştı benimle. Yanımdan ne ayrılıyor ne de iki çift laf ediyordu. Dili, sadece bana değil, herkese lal kesilmişti. Haklıydı da. Beni öptüğü için... Mutlu olacak değildi ya. Tıpkı benim gibiydi o da ve Balvifor denen adamla evlenmeme karşı çıkıyordu.

Kan dudaklarımdan boğazıma doğru akarken donuk bir şekilde bakmıştı yüzüme. Ben, öpüşünde Sebastian'ı ararken, bulmuşluk hissi ile açmıştım gözlerimi. Ama yanılmıştım. Bulduğum tek şey yüzüne gizlediği derin öfke ve pişmanlıkla bana bakan iki mavi gözdü.

Sebastian, hayallerimde canlanırken Oyuncu olduğunu iddia etmişti ya da benim artık bahsettiği kişiyi sevdiğimi. Bense daha Oyuncu kim, onun bile bilincinde değildim.

Düşüncelerimden bana doğru yönelen soru ile ayıldım.

"Yine mi buradasın?"

Aymira'nın bana doğru geldiğini görünce alelacele ayaklandım. Benimle günlerdir konuşmayan kız, ne oldu da konuşmaya gelmişti, anlıyor değildim. Tek bildiğim yine tartışacağımızdı. Üzerimdeki krem rengi keten pantolonu ellerimle silkelerken sağa doğru yürümeye başladım. Ta ki bana yeniden seslenene kadar.

"Lilith... Lütfen."

Pes edip arkama döndüm. Ellerini göğsünde birleştirmiş ve kızıl saçları omzuna dökülürken yeşil gözleri ile gözlerimin içine bakıyordu. Benim konuşmadığımı fark edince ellerini çözüp iki yanına bıraktı ve oturduğum ağacı gösterdi.

"Sadece konuşmak istiyorum."

Anlamıyordum ki. Artık kimseye güvenemiyordum. Tanıdığım her canlı bir tehdit unsuruydu benim için. Benimle konuşmayan topluluğa karşılık ben de susuyordum. Sustuğum her vakit, güvenimi biraz daha yitiriyordum. Uzattığı elini silkeleyip yerime yeniden oturdum ve daldığım suya boşça bakmaya devam ettim. Yanıma oturduğunu ve benim baktığım yere baktığını hissediyordum ve konuşması da bunu tetikliyordu.

"Suya bakınca rahatlıyor musun?"

Rahatça sorduğu soruya karşılık odak noktama bakmaya devam ettim ama bana aldırmayıp cümlelerinin ardını getirdi.

"Çocukken ben de suya bakardım. Alex... Dedem suyun gücüne inanırdı, ona bakınca güçleneceğine ve sakinleşeceğine de..."

Geçmişi hatırlar gibi konuşmuştu, olmayan babamın babasından... olmayan annemin mektupta bahsettiği adamdan söz ederken. Aron'un benden önce okuduğu mektuptaki büyücüden söz ederken. Her şeyin bir kandırmaca olduğunu tekrar hatırlatmıştı bana. Bu da duygusuz yüzümdeki kini ve nefreti her geçen gün daha da arttırıyordu.

"Biliyor musun? Yaşadığım süre boyunca kimseden özür dilemedim ben. Ama şimdi senden diliyorum, Lilith. O gece seni kalbinden bıçakladığım için diliyorum. Hayatımı çaldığını iddia ettiğim için özür diliyorum. Benim yerimi üstlenerek yaşanacakları engellediğin için teşekkür ederim."

Kurduğu cümle karşısında sinirle başımı ona çevirdim. Gözlerim kibirler aralanmıştı. "Yaşanacakları engellemedim. Onlara bir aptal gibi siper oldum. Emin ol... Lilith olduğumu bilseydim, kendimi heba etmezdim."

Söylediklerim karşısında gözlerini acı ile bana çevirdi. "Biliyorum..." dedi bıkkınca. "Kim olsa aynı şeyi yapardı. Kim benim gibi birine yardım etmek ister ki?" Gözlerini acı içinde çevirip akan durgun suya bıraktı. "Ben annesi tarafından öldürülmek istenen, zavallı bir galanım, o kadar."

Dönüşümden sonra eski rengine dönen kahverengi saçlarım çimlere kadar uzanırken bir tutamını geriye attım. "Hangimiz daha zavallıyız gibi bir tartışmaya girmeyeceğim. Bu yüzden, şimdi uza ve beni düşüncelerimle yalnız bırak."

Başını tekrardan bana çevirirken elimi tutmaya çalışır gibi oldu. Sonra ona kötü bir şekilde baktığımı fark ederek biraz uzaklaştı. "Böyle olmanı istemiyorum."

Gözlerimi, gökte bağırarak uçan garip kuşlara çevirirken ağaca kafamı yasladım. "Beni, bencilliğimle baş başa bırak dedim sana."

"Özür dilerim."

"Özür dileyenlerden nefret ettiğimi, söylemiş miydim?"

"Sen bu değilsin..."

"Beni rahat bırak."

"Acılarını neden gizliyorsun? Bağır, çağır, ben bu değilim de... O gece haykırdığın gibi kus yaşadıklarını. Ama susma ne olur. Susman, olayları bu kadar çabuk kabullenmen doğru olan değil."

"Defol."

"Gitmiyorum. Bu sakin tavırlarından bıkmadın mı? Daha ne kadar buna devam edeceksin? İki haftadır susuyorsun. Yemiyorsun, içmiyorsun... Kendinle beraber herkes yıprandı."

"..."

"Susmak, korkaklara özgü bir şey."

"..."

"Korkmak sana göre değil, Lilith. Sen olmazsan hepimiz biteriz anla artık. Sen iki ırkı birbirine bağlayan kuşak gibisin. Sen... Dolunayın saçlarına fısıldadığı kızsın. Tek kurtuluşsun! Sen... Ay kuşağısın."

"..."

"Canın yanıyor, hissediyorum. İki vahşi ırkın kanını taşıdığın için, bir insanın kanını içtiğin için canın yanıyor. Kendinden nefret ediyorsun. Kötü bir babanın kızı olduğu için, ölmüş annen için acı çekiyorsun. Annemin seni ailenden koparması kendini kahrediyor. Seni anlıyorum..."

"Hiçbir şey anladığın yok! Bu yüzden... Şimdi... Beni rahat bırak."

Kafamı yaslandığım ağaç kovuğundan kaldırmayan bana, aldırmayıp gözlerini üzerime dikti.

"Annenin büyük teyzem olması bir şeyi değiştirmez. Biz kuzeniz Lilith."

Ellerimi, sinirden titreyen dizlerime koyarak sakinleşmeye çalıştım. Susmam lazımdı. Bu bir kabulleniş değildi elbet. Bu fırtına öncesi sessizlikti.

Her gece, bu akşam hangi öğrenci saldıracak derdine düşen bendim. Gerçeklerden kaçarken bir de intikam hırsı ile yanan birkaç büyücü ile baş etmek zorunda kalıyordum. İki gün önce bu olay yüzünden içimizden birini öldürmüştük. Boğazımdaki mührü kesmek isteyen bir öğrenci bıçağı boğazıma dayamakla kalmamış etimi sıyırmıştı. O an, ben ne olduğumu anlayamadan Uraz, arkamdaki kızı kalbinden vurmuştu.

Bir de mühür meselesi vardı. Aron ve benim boğazımdaki mühür. İşin garip yanı, rüyalarım bir bir ortaya çıkıyordu. En tuhafı da şuydu ki? Aynı mühürden Uraz ve Buğra'da da vardı. Aron'a karşı suskunluğumu başlatmadan önce bu soruyu sormuştum. Aldığım yanıt ise sadece boş bakan iki çift mavi gözdü. Buğra ve Uraz da konuşmuyordu.

Bende susuyordum işte. Çünkü konuştuğum, konuştuğumuz vakit... Bir gerçekle daha sarsılacaktık. Bu yüzden herkes birbirine lal kesilmişti. Belki de şu zamana kadar yaptığımız en doğru şeydi susmak.

Gözlerimi acı içinde kapayıp açarken ayağa kalktım ve suya doğru yürüdüm. Yalnızlık ve korkular sele kapılıp duygularımı da götürürken arkama bakmadan bıkkınca konuştum.

"Beni rahat bırak..."

Konuşmamın ardından ayaklanan yeni Aymira, bana doğru hızlıca konuştu. "Rahat bırakama-"

"İkile, kızıl şey." Ada'nın, Aymira'ya kurduğu sözleri karşısında pes eden kuzenim uzatmadan bana bakıp sessizce barakaya yöneldi.

"Onun sinirlerini bozmasına izin verme. Sinirlenirsen..."

"Dönüşürüm."

"Aynen öyle. Bu yüzden sakin ol. Onun tek amacı kendine zarar vermen. Kalbine sapladığı bıçağı da sinirlenmen için yaptı."

"Biliyorum..."

"Pekala..." dedi sarı saçlarını geriye atarken. "Ne düşünüyorsun?"

"..."

"Sorunlarımızı çözdüğümüzü sanıyordum."

"Çözdük."

İnce kaşlarından birini kaldırıp gülümseyerek bana baktı. "Yoksa halen Uraz'ı sevdiğimi mi düşüyorsun?" Konuşmayıp göz devirdiğimi sezince sessizce kıkırdadı. "Şaka, şaka..." Ellerini birbirine dolayıp şıkırdatırken suyun kenarına oturup bağdaş kurdu.  Ona karşı olan hislerimin saplantıdan ibaret olduğunu defalarca anlattım ve şu anda gece için odunları kesmekte olan Yiğit'ten hoşlandığımı da." Başını erkeklerin bulunduğu kısma çevirirken gülümsemesi soldu.

"Ama o beni şımarık bir sürtük olarak görüyor." Gözlerini daldığı sudan çekerken ellerini boş versene der gibi silkeledi. "Herkes, bir sürtük olduğumu düşünürken onun beni, bakire bir tanrıça olarak görmesi, daha da tuhaf olurdu."

Sessizliği bozarak konuştum, yanına oturmadan önce. "Onların ne düşündüğünü umursama." Başını bana doğru çeviren kötü kızın gözlerine baktım. "Umursadığımız an... Umursanırız."

Başını evet anlamında sallayan Ada, suya bakmak için gözlerini benden ayırdı. Ben de ona ayak uydurarak bakışlarımı odak noktama çevirdim. "Edebiyat yapmak tam da sana göre, kötü kız."

Yüzümdeki tebessüm yeni yeni belirirken kendimden emince bende konuştum. "Çevrendekilere olmadığın biri gibi görünmekte tam sana göre, kötü kız."

Ada bakışlarını bana çevirirken ellerinden birini suya daldırıp gezdirdi ve bir anda hepsini uzağa sıçrattı. Kahkahaları arasında bağırdı. "Lanet olsun sana kötülük!"

Tanımadığımız kişileri bilmeden yargılamak doğru değildi. Ada ile dost olduğumdan bu yana bunu daha iyi kavramıştım. O da tıpkı benim gibiydi. Yaşadıklarını gizlemeye çalışan, kötü görünen annesiz bir kız. Yaşadıklarının acısını çevresinden çıkarmak için hayatını devam ettiren kötü kız.

Aslında haklıydı yaşam. Bu evrende iyi olan hiçbir varlık yoktu. Herkes kötüydü. Sadece ağır basanların yükleri gün yüzüne çıkıyordu. Çıktığı vakit, kötü ünvanı ile damgalanıyorlardı.

Ben zaten iyi olmayı da başaramamıştım. Kötülükse, altından kalkabildiğim en zalim seçimdi benim için.

Ne kızgın ve hiddetinden yanında durulmayan bir alev olmayı başarabilmiştim ne de duygusuz ve taş kalpli bir buz. Kabul görmemiştim. Ne sıcak ne soğuk... Tam bir boşluktaydım. Kimsenin istemediği bir melezdim ben. Daha doğrusu... Menfaat için istenen bir yaratıktım.

Ben... Galanodeldim.

Ada'nın kahkahası kesilirken uzaklardan bir kızın feryadı tüm barakayı sardı. Kuşlar gökyüzüne çığlık çığlığa uçmaya başlamış ve aydınlık gökyüzünde kara bulutlar görünmüştü. Çakan gürültülü şimşekle birlikte soğuk daha da artmıştı. Toprak kendini yeni yeni oluşmuş buz parçalarına bırakırken, buzların üzerinde mavi alevler belirdi.

Biz Ada ile birbirimize bakarken gözlerimizdeki şaşkınlık daha da büyüdü.

"Kaçın!"

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro