Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

15. BÖLÜM "BİNALAR BİRLEŞİYOR"

Uraz'ın, 'şüphelendikleri kişi, dün gece Arami caddesinde görülen iki genç' demesi ile korkularım depreşmişti. Evet, belki şüpheliydik şu an ama Jessica'nın ölümü hakkında ne bir bilgim ne de en ufak bir payım vardı. Sadece şu not konusunda tedirgindim.

Yıllar önce... Ben altı yaşında iken masama bir not bırakmışlardı. Küçüktüm ve ailemin bana inanıp inanmaması konusunda şüphelerim vardı. Bu yüzden susmuş ve notu penceremden aşağı, karların arasına bırakmıştım. O gece terk fark ettiğim şey, Sirena ile her kış yanı başında oynadığımız ağacın altında oturan erkek çocuğuydu. Yüzü fazla tanıdıktı o zamanlar ama şimdi hatırlayamacağım kadar silinmişti hafızamdan görüntüsü. Zaten sonrada gelmemişti oraya.

Basit bir geçmiş, değil mi? Aslında hiç de basit değildi. Her şey o not kağıdını karların arasına bırakmamla başlamıştı. Her şey ama her şey o vakitten sonra kara dumanlarını etrafıma çevirmişti. Beni korkutan binlerce yaratık türemiş ve hayatım boyunca yapmayacağım vahşetleri yaptırmışlardı. İşin garibi zevk almıştım. Çocuktum çünkü. Ne öğretirlerse onu uyguluyordum.

İnsan olmasa da bir canlı öldürmüştüm ve zamanla artmıştı cinayetlerim. En son vaka ise yaklaşık üç bin kişilik akıl hastanesini anlam veremediğim bir güç tarafından yakmamdı. Benim acı çekmeme göz yuman yüzlerce hastayı diri diri, zalimce yakmıştım. Ve notlar yangınla beraber daha da çoğalmıştı.

Ölüm notları genelde bir şeyler diretirdi. Yapman gereken şeyleri söyler, yapmazsan ya hayatını alır ya da sana ceza verirdi. Başlarda inanmamış ve yapmamıştım ama sonradan akıl hastanesine girmemle en büyük cezayı çekmiştim.

Sebebi basitti aslında. Küçükken notta yazılanları anlamamıştım ve okutacak birini de bulamıyordum.

Tek bildiğim. Hayatımı karartan o gerekçenin notlar olmasıydı!

Rüzgar'ın "Şimdi ne olacak?" demesi ile başımı arabadaki aynaya çevirdim. Uraz duyuyordu ama konuşmak istemiyordu sanki. İçinden gelmeyerek "Sanırım iki şüpheli üzerine yoğunlaşacaklar. Tüm deliller onları gösteriyor." dediğinde sessizliğini bozmuştu. Barış'ın titrediğini hissetmiştim.

Araya girerek gerginliği dağıtmaya çalıştım. Ancak söylediklerim ortamı daha da germişti. "Neden iki şüpheli üzerine yoğunlaşıyorlar? Odellerin yapmadığı ne malum?"

Sözlerimin arasında ani bir şekilde fren yapan Uraz, kafasını bana çevirdi ve kaşlarını çatarak sorusunu sordu.

"Odelleri nereden tanıyorsun?" Melisa ve diğerleri de bana ve Uraz'a şaşkınlıkla bakıyordu. Anladığım tek şey arabada Uraz ve benim dışımda kimsenin o yaratıklar hakkında tek kelime bilmediğiydi. Lanet olsun! Bu da rüyamı doğru kılıyordu! Kesinlikle kimseye çaktırmadan bir araştırma yapmalıydım. Kesinlikle!

"Sana bir soru sordum." Uraz'ın sesi yumuşamıştı ancak bakışları değişmemişti. Söylemeli miydim peki? Her şeyi anlatmalı mıydım? Odelleri, galanları, vampirleri, cadıları... Seçenek çoktu fakat o hayalet benzeri garip yaratığın, odeldi sanırım, dedikleri aklımdan çıkmıyordu. Belki o bilmeceyi anlatmam hayatımıza mahal olacaktı. İçimdeki ses ilk defa haklı konuşuyordu ve anlatırsam olacaklar yüzünden hepimiz yanacaktık. Önce bilmeceyi çözmeliydim. Ardı çorap söküğü gibi gelirdi nasıl olsa.

Tanrıya beni affetmesi için dua ederek yalan söyledim. "Bir kitapta okumuştum." Gözlerini kıstı ve beni köşeye almaya devam etti. "Hangi kitap bu?" Gerçekten... Hayatımdaki erkeklerin her biri garip özellikler barındırıyordu. Ukala Rüzgar, imalı Barış, pes etmeyen Uraz, dengesiz Aron... Sahi Aron ne yapıyordu şimdi?

"Hatırlamıyorum." dediğimde sakin ve umursamaz olmaya çaba göstermiştim. Yalanım bir yalana daha gebe kalırken nefes almaya çalıştım. Uraz ise, gözlerimin içine bir şeyler ararmış gibi uzun uzun baktı. İlk zamanlar hissettiğim huzuru göremiyordum. Düşmanım demiştim ama düşmanımın ininde huzur bulmuştum. Şimdi ise huzurum bir dengesiz tarafından katlediliyordu. Hislerim rota değiştirmiş gibiydi.

Ben yine çıkmaz sokaklarda kendime bir çizgi çekerken Uraz kahveye yakın ela gözlerini üzerimden çekti ve arabayı yeniden çalıştırdı.

"Odeller kim?" diyen Melisa, merakla sorusunun cevabını beklerken Uraz konuşmadan arabayı sürmeye devam etti. Melisa yanı başımda hoşnutsuz bir biçimde mırıldanıyordu ve diğerlerinin de Uraz gibi onu kale aldığı pek söylenemezdi. Bense bilmeceyi çözmeden konuşmayacağıma yemin etmiştim. Soruyu yönelten Aron olsa bile tek kelime etmeyecektim.

----

Okula geldikten sonra Barış'ı revire götürmüş, ardından da konseyin öğrencileri bir araya toplama isteği üzerine Melisa ve Rüzgar ile birlikte konferans salonuna geçmiştik. İşin garibi yarı tanrı dedikleri öğrencileri de bizim binaya getirmişlerdi. Biz neler olduğunu anlamaya çalışırken yan tarafımdaki boş koltuklardan birine oturmak için hareketlenen kıza karşı dizlerimi kırdım ve geçmesi için izin verdim. Benim saçlarımın biraz daha koyu rengini andıran saçları arkasından dağınık bir şekilde balık sırtı örülmüş ve gözlükleri tarafından önüne doğru dağılan saçları onu oldukça değişik bir şekle sokmuştu. İneklik ve cool görünüm arasında gidip gelen bir tarzı vardı. Elindeki kitaplarla oturacağı sırada önünü biri kesti ve çantasını bıraktı.

"Şekerim, burası benim. O yüzden şimdi ikile." Konuşan ses sinir katsayımı bilmem kaça çıkarmıştı. Yine ne planlıyordu bu aptal? Doğru ya, bu kendinin güzel olduğunu sanan ve her fırsatta Uraz ile güzelliğini kıyaslayan ego abidesi sarı çiyan, gözlerimin açıldığını, şu an kendini parçalayacak gibi süzdüğümü bilmiyordu. Gri okul formasının üzerinden giydiği kot ve kolları deri ceketle havalı olduğunu sanıyordu pis sarışın. Halbuki hiç de havalı görünmüyordu.

Saçları uzun ve maşalı idi. Mavi gözlerinin üzerine çektiği eyelener ve maskara "ben yapma bir şeytanım" dercesine bağrışıyordu. Kırmızı kalın dudakları aralanırken elindeki abiye çantasına benzer garip cüzdanını bekliyorum anlamında salladı. İşte o an aklıma gelen şeytani planı uygulamaya koyuldum. Hadi ama. Sadece bir ders vereceksin. diyen iç sesimin arkasında durarak donuk bir şekilde konuştum. Gözlerimi bir yere çevirmeden geniş ekrana diktim. Az önce bile görebildiğimi anlamayan aptal sarışın bu şekilde hiç akıl edemezdi.

"Kim var orada?" dedim gözlerim donuk ama başımı etrafta gezdirirken. Melisa endişeli bir şekilde ellerimi sıkarken ne kadar korktuğunun farkındaydım. Benimle konuşmaya çekinen Rüzgar bile endişelenmişti. Ben de onun elini sıktım ve başım diğer tarafa dönükken sol gözümü kırptım. Melisa başını Ada'ya kaldırdığında güldü ama hemen sonra yaptığı hatanın farkına varıp aniden yüz ifadesini sildi. Rüzgar ise ellerinden birini çenesine dayayıp filmin başlaması için can atıyordu.

Ada kendince gülüyordu ve ayaktaki kız da Ada'ya kötü bakışlarını sunuyordu. Koltuğa bıraktığı çantasını hızla alıp benim kucağıma bıraktı ve yanı başıma oturup konuştu. Bense birazdan olacağı rezilliği düşünerek içimde tepine tepine gülüyordum. "Eee." dedi ince sesini uzatırken. "Anlat bakalım. Bu saçlar yeni moda mı?" Sen dalganı geç bakayım. Ben seni biraz sonra arka sıralara nasıl yolluyorum... O yapmacık maşalı sarı saçlarını da alıp koşa koşa çıkacaksın arkaya. "Biliyor musun tatlım? Zaten kıza benzemiyordun. Şimdi ise kadınlık hormonlarında seni terk etmiş."

Geri zekalı! Kadınlık hormonu şişkin dudakların üzerine bir de kırmızı ruj sürmekse eğer, varsın kadın olmayayım.

Apışmış bir iguana gibi göründüğünün farkında değildi ve iguanaları da Ada'ya benzettiğim için sevmediğim canlılar arasına girmeyi başarmıştı. Hatta ve hatta şu anda birinci sıradaki kuşlarla at koşturuyordu.

"Kadınlık hormonu?" dedim sorumu değişik bir lisanla telafuz ederken. "Sanırım o hormon sende salgılanmayı bırakmış üremeye başlamış." Başım hafiften ona çevrilerken çarpılmış gibi bakıyordu. Haklıydı da. Uğraştığı kişiler listesinden biri daha eksilmişti. Gözlerim dudaklarını gösterirken bir kez daha canını yaktım ya da sinirlerini bozdum. "Baksana. En çokta dudakların nasibini almış bu "eşeysiz" üremeden." Bir gözümü kırpıp gülümserken hışımla yerinden kalktı ve sinirli soluklarının arasında maşalı saçlarını savurarak arkaya çıkmaya başladı. E daha rezil olmamıştı ki. Haksızlık!

"Ada!" dedim, ilk geldiğimiz zamana göre artan kalabalık başlarını bize çevirirken. Ada kadar onlarda şaşkındı belli ki. Yapma şeytan başını bana çevirirken yıldırıma dönen gözleri ile bana baktı. "Kırmızı ruj yanaklarına çok yakıştı fakat mor olsaydı cuk diye oturacakmış bak. Hatta tatlım, biliyor musun? Yeşil bir ruj da lazım sana. Bekle! Mavi de olabilir. Buldum! Değişen rengine karşılık en uygun renk gökkuşağı."

Rüzgar kahkaha atarken salondaki herkes de etkilenerek ya da Ada'nın değişen rengine bakarak gülmeye başlamıştı. Ada topuklarını vura vura basamakları adımlarken topuğunun biri kırıldı ve yalpalayarak elini yanı başındaki iri çocuğun kafasına vurdu. Bu çocuk bir doksanlık Barış'tan da uzun ve iriydi. Kahkahamız daha da şiddetlenirken "Ada!" diye seslendim. "Çantan..." Çantasını ona doğru fırlattığımda ustaca yakaladı ve arka taraflara yöneldi. İstediğim şey harfi harfine gerçekleşmişti işte.

Yanımdaki koltuğun boşalması ile az önceki kız oturdu ve gülerken konuştu. "Tebrik ederim. Sonunda şu kız da rezil oldu ya artık rahat bir şekilde hayatıma devam edebilirim." Gözlüğünü kapatan bir tutam saçı kulağının arkasına atarken elini bana doğru uzattı. "Bu arada ben Sona." dedi, bal rengi gözleri ile gülümserken. "Aymira." diye mırıldanarak, sıcak davranışına karşılık elimi uzattım. Diğerlerine de elini uzatıp ismini yineledikten sonra gelen hoparlör gürültüsüne karşı salondaki çoğu kişi yüzünü buruşturdu. Mikrofona iki kez parmağının eklem yerleri ile vurması cabasıydı. Başımızı sesin geldiği yöne çevirirken oldukça uzun ve iri, yaşlı bir adam sesini temizledikten sonra konuşmaya başladı.

Yeşil bir pelerini vardı ve sakalları pelerinine değiyordu. Uzun gri saçlarının üzerinde garip bir şapka vardı ve sert mizacını yerle bir ediyordu. Minik, yuvarlak gözlükleri geniş yüzünde burnuna değmezken sinirle aşağı indirdi ve iri elleri arasına aldığı kolalı kağıdı okumadan önce göz gezdirdi. Yanında babam ve birkaç adam daha vardı fakat hepsi bu iri büyücü ya da yarı tanrı sayesinde fark edilmiyordu.

Salondan gelen gürültü ile elindeki değneği önündeki büyük masaya vurdu. Sessizlik azalırken sonunda konuşmaya başlamıştı.

"Öncelikle, sessizlik lütfen." Çıt çıkmayan salonu mum ettikten sonra devam etti. "Bugün burada toplanmamızın sebebini tahmin ediyorsunuzdur. Sabah saatlerinde çok önemli bir arkadaşımızı kaybettik. Yaşanan üzücü olayı konsey olarak kınıyor ve tekrar yaşanmaması adına bir beyanda bulunuyoruz. Gerekli önlemleri uygulamaya koymak için elimizden gelen her şeyi yaptık. Kimin yaptığını en kısa sürede tespit edeceğiz. Bundan şüpheniz olmasın. Şüpheli şahıs her kimse bir bedeni olmadığı aşikâr. O yüzden sizlere yönelik bir arama yapmayacağız. Dün gece yaşanan bir başka olayı da o şahsın yaptığını düşünüyoruz."

Elindeki kağıdı masaya bırakıp kafasını kaldırdı. "Bu yüzden konsey olarak bir karara vardık."

Herkes bütün dikkatini masanın ardındaki devasa adama doğru toplarken hiç hoşumuza gitmeyecek bir cümle kurdu.

"İki bina tek bir binada toplanacak ve birbirinize kol kanat gereceksiniz. Başımızdaki şey çok kötü bir bela ve ne olduğunu anlamadan harekete geçmeyeceğiz. Şimdilik yapılması gereken en olağan şey bu."

Şüpheli durumunda olmadığımıza göre rahatlayabilirdim. Ancak içimde anlam veremediğim bir karmaşa vardı. Konseyin başındaki adam Jessica'nın katilinin bir bedeni olmadığını söylemişti. Belki de rüyamdaki odel yapmıştı... Ah! Yine saçmalamaya başladım.

Tahminlerimi doğru ya da yanlış bir şekilde beynimde tararken devasa adam devam etti. "Derslerinizin ağırlığı artacak ve dönem uzayacak. Bu da demek oluyor ki diğer binayı da yatakhane amaçlı kullanacaksınız. Evleriniz boşaltıldı ve aileleriniz güvenlik amaçlı gerçek dünyaya gönderildi. Bu süreçte sizleri eğitecek ve belaya karşı tetikte olmanız için hazırlayacağız. Kimse akademi dışına adımını dahi atmayacak. En ufak bir kaçışta yargılanacaksınız. Yatakhaneler iki cepheye ayrılacak. Erkeklerin kısmını öğrenci başkanımız Uraz Doğanay devralırken kızların kısmını Profesör Özsoy ele alacak. Tüm ihtiyaçlarınız bugün itibari ile karşılandı. Son olarak da hiçbirinizden ne bir isyan çıkmasını ne de kargaşa ortamı yaratmasını istemiyoruz. Şehir güvenli hale geldiği zaman yine eski hayatınıza döneceksiniz. Şimdi herkes diğer binaya. Dersler bugünlük iptal edildi."

Salon adeta donmuştu. İçerisi buz gibiydi ya da ben yaşadıklarımdan dolayı derin bir uykuya yatmıştım. Diğerleri de benimle aynı durumdaydı fakat profesörün son sözleri üzerine kimse karşı çıkamıyordu. Neredeyse hepimizi şok ederek çıkmıştı salondan. Kafamı hayretle sallayarak Melisa'ya döndüm. Ancak ilk konuşan Rüzgar olmuştu."Tüm bunlar da ne demek oluyor?"

Sorusu üzerine Melisa ve ben sessizliğe bürünürken Sona cevap verdi. "Hala anlamadınız mı?" Rüzgar başını hayır anlamında salladı ve "Anlamıyoruz." dedi. Sona kitapları elinde düzenler gibi yaptı ve içeriyi terkeden konsey üyelerine dönerek konuştu. "Aynı olay yıllar önce abimin başına da gelmişti ve onlar hiçbir şey bulamamıştı." Rüzgar başını biliyorum anlamında sallarken ekledi. "Çıkan karışıklıkta ölümler artmıştı ve o yıl..." dedi duraksarken. Gözlüğünün altından parlayan bal rengi gözlerinden bir damla, siyah kapaklı defterine düştü. Elimi omzuna dokundurdum ama o donuk bir şekilde devam etmeyi seçti. "Ağabeyimi kaybettim."

Gözlüğünü çıkarıp beyaz elleri ile göz yaşlarını sildi. Bize doğru başını çevirirken geri adım atmadan devam etti. "Buranın kanunu bu. Bir sorunu çözmek yerine sorunlarda birbirini öldürürler." Gözlüğünü geri takarken çantasını ve kitaplarını alıp ayaklandı. "Ama biliyor musunuz? Ağabeyimin katilini öldürmek için elime büyük bir koz geçti." Biz de onunla birlikte yerimizden kaktık ve ilerlemeye başladık. Gözlerindeki nefreti görebiliyordum ve bu olayların sonunda gerçekleşecek ölümleri de.

Yatakhaneye doğru ilerlerken Rüzgar, Barış'ı da bilgilendirmek amaçlı revire doğru yönelmiş, bizse yarı tanrıların eğitim gördüğü binaya girmiştik. Sadece birkaç saat içinde tam bir yatakhaneye dönüşmüştü. Uzun koridorda ilerlerken rotamızı sağ cepheye çevirdik. Kendi kısmımıza geldiğimizde asılı olan listeye doğru yöneldik fakat Profesör Bayan Özsoy'un bize doğru seslenmesi ile o yöne doğru adımladık.

"Kızlar, kızlar... Herkes buraya." Ellerini çırparken listenin önündeki kızlarda bizimle beraber profesöre yönelmişti. "Listede gördüğünüz isimler odalarına, kendilerine yakın bulduğu üç arkadaş seçecek. Tartışma istemiyorum. Bu yüzden yakın olduklarınızı seçin."

Bordo kalem eteğinden dolayı zor hareket eden profesör, hafif topuklu ayakkabılarının koridorda yankı yapmasına aldırmadan yanımızdan uzaklaştı. Bizse büyük harflerle yazılan isimlere takılı kalmıştık. Kalabalığın arasına girdiğimizde içimizden birimizde olsa ismimizin çıkmasına sevinmiştik. Toplam yetmiş sekiz isim yazılıydı ve içlerinden birisi olan Sona Aliyeva ismini görünce kendimizde olmadan gülümsemiştik. Sona listenin altına ikimizin ismini yazarken Melisa ile birbirimize soru sorar gibi baktık. Dördüncü kişi kim olacaktı?

Elindeki kitapları bize verirken konuştu. "İlk senem ve sizden başka arkadaşım yok." Başımı anlıyorum anlamında salladım va Melisa'ya döndüm. "Senin yok mu?" Melisa gözlerini büyütüp bana baktı. "Tuğçe ile aynı odayı paylaşabileceğimi hiç düşünmüyorum." Gülümserken Sona elini bize doğru kaldırıp "Buldum." dedi ve iki kişinin arasından geçerek pencere kenarına yöneldi. Siyah montunun arkasındaki ip yürüdükçe ince bacağına değiyordu ve bu onu huylandırmamış olacak ki kısa sürede pencere kenarında duran kıza ulaşmıştı. Kızıl saçlı kızın, kısa ve lüle saçları vardı. Boyu Melisa'ya göre biraz daha kısaydı ve Melisa'dan da hafif kiloluydu. Oldukça tatlı ve masum görünüyordu fakat birisini dış görünüşüne göre yargılamamalıydık. Mesela giydiği beyaz ceket onun masum olduğunu göstermezdi ya da yeşil gözleri doğa kadar duru dememizi sağlamazdı.

Sona, kızla konuşurken bir anda elinden çekiştirdi ve yanımıza getirdi. Gözlüklerinin altında yatan eğlenceli ve dobra kızı çok seçmiştim doğrusu. Melisa ile yaptığı harekete şaşkınca kaşlarımızı çattık ancak bu hareketimiz tabii ki de göstermelikti.

Sona, kıza doğru bir şeyler bekler gibi bakarken "Hadi..." dedi çekingen kıza. Kız elleri ile kısa örgü ceketinin altındaki gri eteği sıkarken konuşmak konusunda oldukça zorlanıyordu. "Şey..." dedi, ellerinden birisini çekip utangaç tavırlarla bize uzatırken. "Ben Rüya. Rüya Ayhan." Kafasını kaldırdığı sırada, pembe yanakları daha da pembeleşmişti. Melisa bir elini öne doğru uzattı ve "Ben de Melisa." dedi. Sanırım bu kısımda kendimi tanıtmam gerekiyordu. Melisa'nın ardından ben de elimi uzattım ve "Aymira." dedim. "Sanırım oda arkadaşımızsın?" dediğimde karşımdaki kız bana tuhaf bakışlar atıyordu ve bu beni huylandırmıştı. Aslında teklifimizi kabul edip etmediğini soruyordum. "Evet." deyince tekrardan utandı ve başını eğdi. İşimiz vardı bu kızla. Sona hızlıca kalabalığın arasına dalıp Rüya'nın ismini de yazınca otuz sekiz nolu odayı aramak için koridorda ilerlemeye başladık.

Bundan sonra ne olacağı hakkımda en ufak bir fikrim yoktu fakat babamın gözlerim açıldığında dedikleri aklımı kurcalıyor ve bilmeceyi çözmem için beynime silahı dayıyordu. Babam gorgonsun ve gözlerin açıldığında ölüme, öldürmeye yaklaşacaksın demişti. Rüyamdaki yaratık ise zaten bir ölü olduğumu söylemişti. Hangisine inanacağımı bilmiyordum ancak içimde bir yerlerde barındırdığım inancımı yavaş yavaş yitiriyordum. Kara bir bulut, en büyük sevgimi siyaha boyuyordu.

Geçtiğimiz koridordaki kapı numaraları aklıma giriyor ve saniye sonra zihnimi boşaltıyordu. Şu an da beynimde dönen tek soru ise sıradaki kurbanın kim olacağıydı.

Belki o, belki bir başkası, belki de ben?

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro