Chào các bạn! Vì nhiều lý do từ nay Truyen2U chính thức đổi tên là Truyen247.Pro. Mong các bạn tiếp tục ủng hộ truy cập tên miền mới này nhé! Mãi yêu... ♥

Bölüm 3: Çantanın Sahibi

Günümüz

Meredith arkasına sığındığı mavi posta kutusundan başını uzatarak dikkatlice karşı caddedeki kafeye yanaşan adama bakmış, cebindeki telefonunu çıkararak ardı ardına bir kaç kare yakalamıştı. Siyah paltosunun içinde kamufle olan adam kızı hissetmiş olacak ki elini kapıya atması ile durmuş, şapkasının gizlediği gözleriyle etrafı hızlıca taradığı sırada genç kız tam zamanında eğilmişti. Az daha yakalanacaktı.

Bir kaç dakikanın ardından yavaşça başını yeniden dışarıya uzatmış, gözünün önüne dökülen sarı saç tutamlarını nefesiyle üfleyerek geriye uçmasını sağlamıştı. Bu kendisinde tik gibi bir şey olmuştu. Engel olamıyordu.

Telefonunu yeniden çıkararak kasada sipariş veren adamın bir kaç fotoğrafını daha çektikten sonra beklemeye koyulmuştu. Adamı neden takip ettiği hakkında bir fikri yoktu. Pekala, geçmişte FBI için çalışmış olabilirdi. Fakat sadece muhasebe işleri ile ilgilenmişti. Kelvin'in neden bu adamı takip etmesini istediğini anlayamamış, yine de irdelememişti. Daha önce merakına yenik düşüp, adamı bıktırana kadar sorular sorduğu olmuştu. Sonu ise hiç de iyi bitmemişti. Bu yüzden, bunu tekrar yapma niyetinde değildi.

Adam elindeki karton bardak ile kafenin çıkışına yöneldiğinde arama yapmak ve durumu bildirmek için telefonuna sarılmış, arama geçmişinde en üstte duran isme gözünün ilişmesiyle omuzları hüsranla çökmüştü. Peter Parker. İki gün önceki durumlarından sonra onu defalarca aramış, sesli mesaj bırakmış, yazmıştı. Fakat hiçbirine geri dönüş alamamıştı.

Gözünü ekrandan ayırarak gittikçe uzaklaşan siyahlı adama, hemen ardından yeniden ekrana bakmış, çöktüğü yerden fırlamıştı. Ne yapacağına çoktan karar vermişti.

Posta kutusuna dayadığı bisikletine binerek hızla pedal çevirmeye başlamış, adamın gittiği yönün tam tersine doğru sürmüştü. Alt dudağını dişleyerek pedallara biraz daha asılmış, hızını artırmıştı. Saçlarının kabarıp kendisini cadıdan farksız hale getireceğini bilse de sürmeye devam ediyordu. Bir an önce halletmesi gerekiyordu. Bu yaptığının, işini bırakıp gitmenin ise başına sonradan bela olabileceğini düşünmeye fırsatı dahi olmamıştı.

Bir kaç dakikanın ardından ayaklarını yere sertçe basarak bisikleti frenlemiş, önüne geldiği okulun park yerlerinden birine kilitleyerek koşar adımlara binaya girmişti. Henüz zil çalmamış olmalıydı. Koridorlar bomboştu ve yanından geçtiği sınıflardan öğretmenlerin boğuk çıkan sesleri koridoru dolduruyordu.

Mavi öğrenci dolaplarına bakına bakına koridorlarda ağır ağır ilerlerken bir yandan da kabarmış saçlarını az da olsa düzeltmeye çalışıyordu. Dolaplardan hangisinin Peter'a ait olabileceğini düşünüyordu. Böylelikle zil çaldığında onu gözden kaçırma ihtimalini sıfıra düşürebilirdi. Fakat dolaplar birebir aynıydı.

Tuvaletlerin önünde yerleri paspaslayan önlüklü hademeyi görmesiyle yanına ilerlemiş, kulaklık taktığı için kendisini duyamayacağından hafifçe eğilerek kendisini fark etmesi için el sallamıştı.

Ak saçlı, saçları gibi aklaşmış bıyıkları olan yaşlı adam şaşkınlıkla kaşlarını kaldırırken kulaklığının tekini çıkarmış, doğrularak gözlüklerinin üstünden genç kıza bakmıştı. Meredith yaşlılarla pek iyi geçinemezdi ama karşısındaki adam o kadar tatlı görünmüştü ki gözüne, sarılası gelmişti.

"Peter'ın dolabı hangisi biliyor musunuz?" Demişti Meredith lafı fazla dolandırmadan. Adamın kaşları biraz daha havalanmış, başını iki yana sallayarak yerleri paspaslamaya devam etmişti.

"Okulda aynı isimle onlarca öğrenci var. Hangisi hangisinin ben nereden bileyim?"

"Peter. Peter Parker. Tanıyor musunuz?"

Adam başını yukarı kaldırarak dudaklarını sabır dilercesine hareket ettirmiş, hemen ardından boşta olan elini beline yaslamıştı.

"Oradan bakılınca okul müdürü veya öğrenci işleri gibi mi duruyorum, canım? Nereden bileyim ben Patrick Powell kim?"

Genç kız gözlerini devirmiş, adamı düzeltme gereği bile duymadan arkasını dönüp oradan uzaklaşmıştı. Tek seçeneği zilin çalmasını beklemekti.

Sırtını duvara yaslayarak kolundaki saati kontrol ettiği sırada kulak tırmalayıcı zil sesi tüm koridorda yankılanmış, memnuniyetsiz bir ifadeyle suratını buruştururken tek tek açılan sınıf kapılarına bakmıştı. Herkes karınca sürüleri gibi koridora, dolaplarına akın ederken okula gitmediği için kendisini şanslı hissetmişti.

Etrafındaki kalabalığı izlerken gözleri koridorun sonlarına doğru olan dolapların önündeki kişiye takılmış, alelacele öğrencilere çarpa çarpa o tarafa yönelmişti. Çarptığı kişilerden bazıları kendisine ters bakışlar atıyor, bazıları ise mırıldanarak küfür ediyordu ama o, o sırada bunu umursamayacak kadar hedefine odaklanmıştı. Onu gözden kaçırmak istemiyordu.

Sonunda aralarında bir kaç adım mesafe kaldığında kendisini durdurmuş, sessizce izlemeye koyulmuştu. Mavi bir ceket ve kot bir pantolon giymiş, saçlarını her zamanki gibi özenle taramıştı. Meredith onun yanına koşup sarılmak istese de bunu yapmamıştı. Onu çok özlemişti ama ne tepki vereceğinden emin değildi. Kendisini hala seviyor muydu? Yoksa nefret ediyor, bir daha yüzünü dahi görmek istemiyor muydu? Emin olmadan hareket etmek istemiyordu.

Genç çocuk elindeki kitapları tek tek dolabına yerleştirerek yenilerini alırken dik bir konuma gelerek yaptığı işi bırakmış, bir kaç saniye öylece durduktan sonra dolap kapağına yerleştirdiği küçük aynasından arkasında kalan kızın gözlerine dikmişti gözlerini. Meredith, onun sezgilerinin kuvvetli olduğunu bir an için tamamen unutmuştu.

"Selam." Demişti buruk bir tebessüm ile aynadan kendisine bakmayı sürdüren çocuğa karşılık. Fakat istediği gibi bir tepki alamamış, Peter çok şaşıracağı bir şey yapmıştı. Kendisini tuttuğu gibi demir dolaplara çarpmış, omzundan sertçe tutarak gözlerinin içine öfkeyle bakmıştı. Koridordaki öğrenciler kendilerine hayretle bakarken Peter o sırada onları umursamıyordu bile.

"Ne arıyorsun burada? Hangi yüzle geldin?"

Meredith çocuğun öfkeden koyulaşan gözlerine bakmış, onun aksine sakin bir tavırla omzunu dolaba sertçe bastıran ele kısaca baktıktan sonra yeniden önüne dönmüştü. Peter'ı ilk defa bu kadar sinirli görüyordu.

"Konuşmak için geldim. Aramalarıma, mesajlarıma cevap verme-"

"Bir de sana cevap vermemi mi bekledin sahiden?" Suratında acıma ifadesi belirdiğinde, işte o sırada Meredith orada yok olup gitmeyi dilemişti. Eskiden kendisine sevgi ve şefkatle bakan gözlerde artık o duygulardan eser kalmamıştı. Konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki genç çocuk devam etmişti.

"Daha fazla palavralarına katlanmak istemiyorum, Gallagher. Sesini dahi duymak istemiyorum." Kızın buz mavisi gözlerine uzun uzun baktıktan sonra içindeki tüm nefreti kusmuştu.

"Nasıl oldu da senin bir sahtekar olduğunu fark edemedim? Keşke seni o gün o binadan atsaymışım."

Meredith gözlerinin acıdığını hissediyor, tırnaklarını avuç içlerine batırıyordu. Her ne kadar en güçsüz hallerini görmüş olsa da, Peter'ın karşısında daha fazla küçük düşmek, zayıf görünmek istemiyordu.

Zilin çalmasıyla büyülü bir düşten uyanır gibi gözlerini kırpıştırmış, elini hızla kızın omzundan çekerek dolabını sertçe kapattıktan sonra son bir şey eklemişti, Peter.

"Canına susamadıysan bir daha karşıma çıkma."

Meredith sızlayan omzunu ovuştururken sınıflardan birine giren Peter'ın arkasından bakakalmış, gözyaşları dökülmek için savaş verirken derin bir nefes alarak dik bir konuma gelmişti. Herkesin arasında göz yaşı dökmek istemiyordu. Oradan bir an önce uzaklaşmak, eve dönmek istiyordu.

Okul koridorlarını hızla koşarak geçmiş, bahçede bıraktığı bisikletine atlayarak evinin yolunu tutmuştu. Bir damla gözyaşı sol yanağına süzülüp rüzgardan dolayı kuruduğunda tek eli ile hızlıca gözlerini kurulamış, burnunu çekmişti. Kendisini üzen, ağlamak istemesine sebep olan Peter'ın söyledikleri değildi. Aksine, genç çocuk söylediği her şeyde haklıydı. Yüzsüzdü, sahtekardı, mide bulandırıcıydı. O lafların hepsini hak etmişti. Kendisini asıl üzen çocuğun gözlerindeki ifadeydi. Kendisine sevgiyle bakmasına alışık olan gözlerin nefretten ve öfkeden koyulaşması üzmüştü kendisini.

Kaldığı evin önüne geldiğinde bisikletini bahçeye rastgele bırakmış, anahtarları ile bir kaç saniye uğraştıktan sonra kendisini nihayet eve atabilmişti.

Salonla iç içe olan mutfağa geçmiş, bar taburesinde oturmuş, kahvesini yudumlayarak boş bakışlarla duvarı izleyen adamı görmesiyle şaşırmıştı.

"Evde değilsin sanıyordum."

Dolaptan bir şişe su alarak etiketi ile oynamaya başlamış, sırtını duvara yaslamıştı. Evde tek olacağını, böylelikle rahatça düşünüp belki de biraz ağlayıp rahatlayacağını ummuştu.

"Ben de bana yalan söylemediğini sanıyordum."

Adamın söyledikleri üzerine başını hızla kaldırmış, çatık kaşlarla gözlerine bakmıştı. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordu. Peter'ı öğrenmiş olabilir miydi? Daha da kötüsü Peter'ın Örümcek Adam olduğunu? Panik yapmamaya çalışarak elindeki şişeyi açmış, bir yudum su alarak dudaklarını ıslatıp sakinliğini korumaya çalışmıştı.

"Ne demek istiyorsun?" Aptala yatıyordu. Fakat Kelvin'in bunu yemeyeceğini adı kadar iyi biliyordu.

Adam tabureden yavaşça kalkmış, bir kaç büyük adımda kızın hemen dibinde biterek şişeyi tutan elini sıkıca kavramıştı. O kadar sıkı kavramıştı ki canı acımış, elini sertçe geri çekerek adamı kendisinden uzaklaştırmıştı.

"Verdiğim göreve itaatsizlik ettin. Saatlerce senden haber bekledim. Buluşma noktamıza gittim. Gelmeyince yakalandın sandım."

Meredith rahat bir nefes almamak için kendisini zor tutmuş, kollarını göğsünde birleştirerek gelecek azara kendisini hazırlamıştı.

"Hangi cehennemdeydin? Sana verdiğim görevi yarıda bırakıp gidebilecek kadar önemli olan neydi?" Sakince kurduğu cümlesinin ardından hiddetle bağırarak elindeki kahve bardağını yere öfkeyle fırlatmıştı. Ilık kahve her yere sıçrarken genç kız karşısında her zaman ki öfke nöbetlerinden geçiren adama dikmişti gözlerini.

"Sayende Haftalarca yaptığım plan çöp oldu! Adamın izini bir daha nasıl bulurum onu bile bilmiyorum!"

Yumruklarını sıkarak bir ileri bir geri giderken Meredith hiçbir şey demeden öylece onu izliyordu. Bu her zaman ki halleriydi. Alışmıştı.

"Neredeydin?" Diye bağırmıştı bu sefer eline geçen su bardağını da parçalara ayırırken.

"Adamı kaybettim. Tekrar bir iz ararken gelmeyi unutmuş olmalıyım."

Adam derin nefesler alırken ellerini mutfak tezgahına dayamış, bu sefer sakin bir ses tonuyla tek bir kelime etmişti. "Git."

Meredith sonunda rahat bir nefes alarak yukarıya çıkan merdivenleri tırmanmış, odasına girdiğinde kapısını arkasından kilitleyerek ne yapacağını bilemez bir şekilde etrafına bakınmıştı. Resmen duygu karmaşası yaşıyordu.

Ağır adımlarla yatağına ilerleyerek oturmuş, komodinin çekmecesinde ağrı kesici ararken bulduğu fotoğrafla ıvır zıvırların arasından çekerek almıştı. Peter ile dondurmacıda çekildikleri hoş bir kareydi. İkisi de neşeliydi. Dondurmalarını yerken kızın tuttuğu kameraya kocaman gülümseyerek bakmışlardı. Mutlulardı. Birbirlerini seviyorlardı. Bir kez daha eskisi gibi olabilmeyi istedi genç kız. Dostuna sarılmaya ihtiyacı vardı.

Fotoğrafı göğsüne bastırarak kendisini sırt üstü yatağına bırakmış, gözyaşları daha fazla dayanamayarak bir bir dökülmüştü. Her ne kadar gözlerini ovuşturarak ağlamasını durdurmaya çalışsa da yerine yenileri geliyor, yanaklarından yatağının beyaz çarşafına süzülüyordu.

Aşağı kattan gelen, bağırmayı ve bir şeyleri parçalamayı sürdüren adamın sesi evde yankılanırken dudaklarından dökülen ufak hıçkırıklar da gürültünün arasına karışmış, genç kız o ana kadar tuttuğu ne kadar gözyaşı varsa hepsini dökmüştü.

İki yıl önce

Genç kız hızla sürdüğü bisikleti ayakları yardımı ile durdurmuş, yanında durduğu banka yaslayarak sırtındaki çantayı çıkarıp tahta oturağa kurulmuştu. Merkeze yakın dinlenme parklarından birine gelmişti. Yanındaki çantanın asıl sahibi ile ortak yer olarak burayı uygun görmüş, karar kılmışlardı.

Arkasına yaslanarak çevresindekileri izleyerek vakit geçirmeye koyulmuştu. Yaşlı bir çift hemen çaprazındaki banka oturmuş, önlerinde duran güvercinlere elindeki simitten kırıntılar atarak besliyorlardı. Babasının elini sıkıca tutmuş küçük bir oğlan elindeki bozukluğu parkın ortasında duran dilek çeşmesine atarak gözlerini sıkıca yumarak dudaklarını hareket ettirmiş, hemen ardından sevinçle elini tuttuğu adama bakmıştı. Küçük çocuğun mutluluğu bir an için kendisinin de gülümsemesine neden olmuştu.

Kaşlarını çatarak etrafına bakınmış, kollarını göğsünde kavuşturmuştu. Çantanın Sahibi Peter Parker'ın neye benzediğini sadece kimlikteki fotoğrafından görmüştü, kim olduğunu bilmiyordu. Keza Peter da genç kızın kim olduğunu bilmediğinden parktaki belirli bir bankı seçmişlerdi. Meredith ise doğru banka oturup oturmadığından emin olmaya çalışıyordu, çantanın sahibi gecikmişti çünkü.

Arkasından gelen hızlı adım sesleriyle oturduğu yerde o tarafa dönmüş, ellerini dizlerine dayamış soluklanan çocuğu görmesiyle kaşları çatılmıştı. Normal görünümü olan bir çocuktu. Üzerindeki lavicert kazağı ve altına giydiği gömleği dağılmıştı. Dalgalı saçları terden alnına yapışıyordu. Maraton koşmuş gibi görünen çocuk derin nefesler alarak başını yerden kaldırdığında yüzüne bakabilme fırsatını yeni bulmuştu genç kız. Sıradan görünse de çikolata rengi gözleri ve yüz hatlarıyla oldukça sevimli bir hali vardı.

Gözleri dudağından süzülen ip gibi incecik kanı, hemen ardından sırtındaki siyah çantayı bulmuş, kendisine seslenmişti.

"Peter sen misin?"

Genç çocuk karşısındaki kızı kısaca incelemenin ardından başını olumlu anlamda sallamış, arkasından çıkarak önüne geçmişti.

"Sen de Meredith'sin?"

Genç kız da başını olumlu anlamda salladığında kendisine uzatılan eli memnuniyetle sıkmış, Peter yanındaki boşluğu işaret etmişti.

"Biraz oturabilir miyim?"

Meredith yine başını sallamakla yetinmiş, çocuk yanına oturduğu sırada merakla incelemeye devam etmişti. Neden nefes nefeseydi ve neden dudağı kanıyordu merak ediyordu.

"Sen iyi misin?" Kendisine dönen kahverengi gözlere karşılık işaret parmağını dudağına doğrultmuş, Peter kaşlarını çatarak dudağına dokunduğunda acıyla geri çekerek elindeki kan lekesine bakmıştı.

"Evet. Evet iyiyim. Buraya gelirken düştüm."

Meredith kanayan dudağına bir müddet daha baktıktan sonra çocuğun  kucağındaki çantanın ön gözlerinden birini kurcalamış, mendillerini bulduğunda birini çıkararak çocuğa uzatmıştı.

Peter yanakları kızararak gülümsemiş, kızın elinden mendili alırken teşekkür etmişti. O dudağındaki kan lekesini silerken, Meredith ise gözlerini çeşmeye dikmiş öylece izlerken ortama rahatsız edici bir sessizlik hakimdi. Genç kız sessizliği bozmak istese de hiç tanımadığı biri ile ne konuşabileceğini bilmediği için susmayı tercih ediyordu.

Aradan geçen sessiz bir kaç dakikanın ardından genç çocuk kucağındaki çantayı kıza uzatmış, Meredith orada olma nedenlerini o sırada hatırlamıştı.

"Hiçbir eşyana dokunmadım. İstersen kontrol edebilirsin."

Genç kız içten bir gülümseme ile çantasını alırken yanında duran çantayı da çocuğa uzatmıştı.

"Ben meraktan bir kaç ders kitabını kurcalamış olabilirim. Ama onun dışında hiçbir şeye dokunmadım. Kontrol et, lütfen. Eşyaların, paran, kartların. Hepsi sapasağlam duruyor. Eğer eksik varsa-" Meredith nedenini bilmediği bir şekilde hızla konuşup lafını bir şekilde toparlamaya çalışırken Peter kocaman gülümsemiş, uzatılan çantayı alarak kızın lafını kibarca bölmüştü.

"Gerek yok. Merak etme. Sana inanıyorum."

Meredith çocuğun gülümsemesini hayranlıkla izlerken kendi gülümsemesi de büyümüş, kendi buz mavisi gözlerini kahverengi gözlere dikmişti.

"Az önce tanıştık. Ya bir sahtekarsam?" Demişti gerçek kendisini üstü kapalı dile getirerek. Sonuçta bir daha onu görmeyecekti. Kendisine güvenmese ne olabilirdi ki?

Peter gülümsemesini bozmadan omuz silkmiş, yeniden önüne dönmüştü.

"Bilmem. Güvenebilirmişim gibi hissettim. İyi birine benziyorsun."

Meredith'in içten, geniş gülümsemesi Peter'ın söylediklerinin üzerine yerini buruk ve manidar bir tebessüme bırakmıştı.

Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro