VI
Clerval böyle dedikten sonra elime aşağıdaki mektubu tutuşturdu. Mektup, canım Elizabeth'imdendi.
Sevgili kuzenim;
Bir süredir hastasın, hem de çok hastasın ve sevgili, nazik Henry'nin düzenli gönderdiği mektuplar bile içime su serpmeye yetmiyor. Biliyorum, bu aralar yazman, kalem tutman dahi yasak, ama senden gelecek tek bir kelime olsun, kuruntularımızı azaltmaya yetecek. Uzunca bir süre gelen her postanın bana senden o tek satırı taşıyacağını ümit ettim ve ısrarlarım amcamı Ingolstadt'a gitmekten alıkoydu. Onu uzun bir yolculuğun zorluklarından ve belki de tehlikelerinden korudum belki, ama bu yolculuğu kendim yapamadığıma kim bilir kaç kez pişman oldum! Durmaksızın sana paragöz, yaşlı bir hemşirenin hastabakıcılık yaptığını ve ihtiyaçlarını tahmin edemediği gibi, onlara şu zavallı kuzeninin titizlik ve Şefkatiyle karşılık veremediğini düşünüp duruyordum. Neyse ki tüm bunlar geride kaldı: Clerval artık tamamen iyileştiğini yazmış. Umuyorum ki sen de bu bilgiyi yakında kendi elyazınla teyit edersin.
Çabucak toparlan ve bize dön. Burada seni yürekten seven, mutlu, neşeli bir aile ve dostlar bekliyor. Babanın sağlığı gayet yerinde ve o iyilik dolu çehresini seni görmek, iyi olduğunu bilmek kaygısından başka gölgeleyen hiçbir sıkıntı yok. Ernest'imizin nasıl geliştiğini görsen, öyle memnun olurdun ki! Artık on altı yaşında ve enerji, canlılık dolu. Gerçek bir İsviçreli olma ve yurt dışında ülkesine hizmet etme konusunda çok hevesli, ama ondan kopmamız mümkün değil, özellikle de ağabeyi dönene kadar. Amcam onun uzak bir ülkede askerlik yapması fikrinden pek hoşnut sayılmaz, ama Ernest şendeki azme sahip değil. Çalışmak ona göre sevimsiz bir prangadan farksız. Vaktini açık havada, tepelere tırmanarak ya da gölde kürek çekerek geçiriyor. Korkarım ki onu zorlamaz ve kendi seçtiği mesleğe yönelmesini sağlamazsak başıboş biri olacak.
Sen gideli sevgili çocuklarımızın büyüyüp serpilmelerinin dışında hayatımızda pek bir değişiklik olmadı. Masmavi göl ile karlarla kaplı dağlar hep aynı. Ben de sessiz sakin evimiz ve huzur dolu yüreklerimizin aynı değişmez kanunlarla yönetildiğini düşünüyorum. Ufak tefek uğraşlarım vaktimin çoğunu alıyor, beni oyalıyor. Çabalarımın ödülünü de etrafımda yalnızca mutlu ve iyilik dolu yüzler görerek alıyorum. Sen gittiğinden beri evimizde yalnızca tek bir değişiklik oldu. Justine Moritz'in ailemize hangi vesileyle girdiğini hatırlar mısın? Büyük ihtimalle hatırlamıyorsundur. Hikâyeyi birkaç kelimeyle
hatırlatayım. Justine'in annesi Madam Moritz dört çocuklu bir duldu, Justine ise üçüncü çocuğuydu. Bu kız her zaman babasının gözdesi olmuştu, ama tuhaftır annesi onu hiç çekemezdi. Babasının ölümünden sonra Madam Moritz ona çok fena davranmaya başlamıştı. Yengem de bunu fark etmiş, Justine on iki yaşına geldiğinde annesinden, kızının bizim evimizde yaşamasına izin vermesini rica etmişti. Ülkemizin cumhuriyetçi kurumları, etrafımızı çevreleyen büyük monarşilerde yaygın olanlardan çok daha basit ve mutluluk veren davranış biçimleri yaratmıştır. O yüzden de çeşitli sınıflar arasındaki ayrım fazla keskin değildir, ne çok fakir olan ne de nefretle yaklaşılan alt kesimin tutumu çok daha medeni ve ahlaklıdır. Cenevre'de uşaklık yapmak ile Fransa veya İngiltere'de uşaklık yapmak farklı şeylerdir. Justine böylece ailemize karıştı ve tüm hizmetkârlık görevlerini öğrendi. Bizim talihli ülkemizde bu, cehaleti ya da insanlık onurundan yoksun olmayı gerektiren bir durum değildir.
Hatırlarsın belki, Justine'i hepimiz çok severdik. Hatta bir keresinde senin, moralin bozuk da olsa Justine'in tek bakışıyla düzeleceğini söylediğini hatırlıyorum. Nedeni Ariosto'nun Angelica'nın güzelliği için yaptığı açıklamayla aynıydı; öylesine açık yürekli ve mutluydu ki... Yengem ona çok bağlandı ve bunun sonucu olarak da ilk başta niyetlendiğinden çok daha iyi bir eğitim aldırdı. Bu iyiliğin karşılığını da fazlasıyla gördü; Justine dünyanın en kadirbilir kişilerinden biriydi. Minnetini kelimelerle dile getirdiğinden değil; ağzından bu anlamda herhangi bir söz çıktığını duymadım, ama bakışlarından hamisine neredeyse taptığını anlamak zor değildi. Havai ve birçok açıdan düşüncesiz bir mizacı olmasına rağmen, yengemin her yaptığına önem verirdi. Onu kusursuzluğun sembolü olarak görür, konuşma tarzını ve davranışlarını taklit ederdi. Bu nedenle de hâlâ bana onu anımsatır.
Çok sevgili yengem vefat ettiğinde herkes kendi kederine gömüldüğü için, hastalığı sırasında kaygı dolu şefkatiyle onun başından ayrılmayan Justine'e kimse dikkat etmedi. Zavallı Justine çok hastaydı, ama önünde başka dertler de vardı.
Erkek kardeşleriyle kız kardeşi birer birer öldüler. Annesi ise ihmal ettiği kızının dışında evlatsız kaldı. Kadının vicdanı sızlıyordu; sevdiği çocuklarının ölümünü, Tanrı'nın çocuklarını ayırmasına karşılık ona verdiği bir ceza olarak görmeye başladı. Kendisi Katolik mezhebindendi ve tahminimce günah çıkarttığı rahip de bu düşüncesini onaylamıştı. Bunun üzerine senin Ingolstadt'a gitmenden birkaç ay sonra tövbekâr annesi Justine'i eve geri çağırdı. Zavallıcık! Evimizden ayrılırken hüngür hüngür ağladı. Yengemin ölümünden beri hayli değişmiş, üzüntüsü ona bir yumuşaklık, eskiden neşe dolu olan tavırlarına hoş bir ılımlılık katmıştı. Annesinin evindeki şartlar da pek keyfini yerine getirecek
türden değildi. Zavallı kadın tövbekârlıkta fena halde bocalıyordu. Kimi zaman Justine'e zalimliğini affetmesi için yalvarıyor, ama çoğu zaman da kardeşlerinin ölümünden onu sorumlu tutuyordu. Bitmez tükenmez iniş çıkışlar, sonunda Madam Moritz'i bitap düşürdü. Bu da ilk başlarda asabiyetini iyice artırdı, ama artık sonsuz huzura kavuştu. Geçen kışın başında, soğukların gelişiyle birlikte vefat etti, Justine ise yanımıza döndü ve ben onu yine büyük bir şefkatle seviyorum. Çok akıllı, kibar ve inanılmaz hoş bir kız. önceden de bahsettiğim gibi tavırları ve ifadesi bana sürekli sevgili yengemi anımsatıyor.
Sana, sevgili minik William'la ilgili de birkaç söz söylemek istiyorum canım kuzenim. Keşke onu görebilsen; yaşına göre oldukça uzun boylu, gülen, tatlı mavi gözleri, siyah kirpikleri ve kıvırcık saçları var. Gülümsediği zaman sağlık fışkıran kıpkırmızı yanaklarında minicik gamzeleri beliriyor. Daha şimdiden bir- iki sevgilisi oldu, ama şu aralar asıl gözdesi, beş yaşındaki sevimli Louisa Biron.
İzninle biraz da sevgili Victor'cuğum, muhterem İsviçreliler hakkında dedikodu yapayım sana. Güzel Mrs. Mansfield, genç bir İngiliz centilmeni olan John Melbourne Beyefendi'yle yaklaşan evliliği için tebrik ziyaretlerini kabul etmeye başladı bile. Çirkin kız kardeşi Manon ise geçen sonbahar, zengin bankacı Duvillard'la evlendi. Clerval'in Cenevre'den gidişinden bu yana sevgili okul arkadaşın Louis Manoir'ın başına çeşitli talihsizlikler geldi. Ama şimdi toparlandı ve söylediklerine göre pek neşeli ve güzel bir Fransız hanımla; Madam Tavemier'le evlenmek üzereymiş. Bu hanım dulmuş ve yaşı Manoir'den hayli büyükmüş ama çok beğenilen, çok sevilen biriymiş.
Mektubumu yazarken keyfim biraz düzeldi sevgili kuzenim, ama son satırlarımda kaygılarım geri döndü. Yaz lütfen, sevgili Victor. Tek bir satır, tek bir söz bile bizim için bir lütuf* Henry'ye iyiliklerinden, şefkatinden ve mektuplarından dolayı binlerce teşekkürümüzü ilet. Kendisine yürekten minnettarız. Hoşça kal kuzenim! Kendine iyi bak ve çok rica ediyorum, bize yaz!
Elizabeth Lavenza Cenevre, 18 Mart 17..
Mektubu okuyunca, "Ah bir tanecik, canım Elizabeth'im!"diye haykırdım. "Hemen yazacağım ve onları endişelerinden kurtaracağım." Mektubu yazdım ve hayli yoruldum; ama artık nekahet dönemine girmiş ve bayağı da toparlanmıştım. Bundan iki hafta sonra yataktan çıktım.
İyileşmemin ardından kendime ilk olarak Clerval'i üniversitedeki profesörlerden birkaçıyla tanıştırmayı iş edindim. Bunu yaparken de zorlandım ve bazı yaralarım deşildi. Uğraşlarımın sonu ve talihsizliklerimin başlangıcı olan
o korkunç geceden beri doğa felsefesinin adına bile vahşice bir tepki geliştirmiştim. Diğer yönlerden sağlığıma kavuşmuşken bir kimya gerecinin görüntüsü gerginliğimi tetikliyordu. Henry bunu fark etti ve tüm gereçlerimi gözümün önünden kaldırttı. Ayrıca kaldığım daireyi de değiştirmemi sağladı, çünkü eskiden laboratuvarım olan odaya karşı büyük hoşnutsuzluk duyduğumu anladı. Ancak Clerval'in aldığı bu önlemler, profesörleri ziyaretim sırasında bana hiçbir fayda sağlamadı. Waldman'ın tüm kibarlığı ve içtenliğiyle, bilimde kaydettiğim hayret verici aşamalara övgüler yağdırması tam bir eziyetti. Kısa bir süre sonra bu konudan keyif almadığımı fark etti, ama gerçek nedenini tahmin edemeyerek duygularımı alçakgönüllülüğüme yordu. Sonra da açıkça fark ettiğim üzere, beni konu dışı bırakabilmek için konuşmayı başarılarımdan, bilimin kendisine doğru kaydırdı. Ne yapabilirdim ki? Amacı iltifat etmekti, ama eziyetten başka işe yaramıyordu. Beni yavaş ve acımasız bir ölüme doğru sürükleyecek birtakım gereçleri birer birer karşıma diziyormuş gibi hissediyordum. Duyduğum sözler karşısında kıvrandıysam da çektiğim acıyı belli etmeye cesaret edemedim. Gözlemleri ve hisleriyle insanların duygularını sezinlemede çok başarılı olan Clerval, cehaletini bahane ederek konuyu kapatınca daha genel bir sohbete döndük. Dostuma yürekten minnettar oldum, ama bunu dile getirmedim. Şaşırdığı her halinden belliydi, fakat sırrımı açmaya beni hiç zorlamadı. Onu şefkat ve saygı karışımı sınırsız bir duyguyla sevsem de aklımdan bir türlü çıkaramadığım ama başkasına anlatmam halinde beni daha da derinden yaralamasından korktuğum olayı ona açmaya kendimi ikna edemedim.
Profesör Krempe, meslektaşı kadar yumuşak değildi ve o aşın hassas ruh halim içinde onun kaba ve pervasız övgüleri bana Profesör Waldman'in iyi niyetli takdirlerinden de çok acı verdi. "Baksanıza hergeleye!" diye haykırdı. "Sizi temin ederim Sayın Clerval, bu bey hepimizi geride bıraktı. Ya, açarsınız gözlerinizi öyle fal taşı gibi, ama doğru söylüyorum. Daha birkaç yıl önce Cornelius Agrippa' ya, İncil'e inanır gibi inanan yeniyetme, şimdi kalkmış kendisine üniversitenin en tepesinde yer edinmiş. Yakında bilileri paçasından tutup al aşağı etmezse hepimiz utancımızdan yerin dibini boylayacağız." Yüzümdeki acı dolu ifadeyi görünce sözlerine, "Frankenstein alçakgönüllüdür. Genç bir adam için müthiş bir meziyet. Gençler biraz çekingen olmalı, değil mi Clerval? Mesela gençken ben de öyleydim, ama kısa sürede üstümden atıverdim."
Krempe bu sefer kendisine övgüler düzmeye başlayınca canımı fazlasıyla sıkan konudan memnuniyetle uzaklaşmış olduk.
Clerval doğa bilimine duyduğum ilgiye hiçbir zaman sempatiyle yaklaşmamıştı ve edebî seçimleri de benimkilerden tamamen farklıydı.
Üniversiteye Doğu dillerinde tam anlamıyla uzmanlaşmak amacıyla gelmişti, böylece belirlediği hayat planında kendisi için bir yol açmış olacaktı. Şanı şöhreti olmayan bir kariyere atılmamakta kararlı biri olarak gözlerini, yatırımcı ruhuna elverişli bir alan olarak gördüğü Doğu'ya çevirdi. Fars, Arap ve Sanskrit dilleri ilgisini çekiyordu ve aynı çalışmalara girmeye beni de kolayca ikna etti. Başıboşluk beni her zaman rahatsız etmişti ve düşünmekten kaçtığım, eski çalışmalarımdan nefret ettiğim bir zamanda arkadaşımın derslerine eşlik etmek beni çok rahatlatıyordu. Oryantalistlerin eserlerinde yalnızca bilgi değil, teselli de buluyordum. Eğlenceden öte bir amacım olmadığı için, Clerval'in aksine bu dillerin lehçeleri hakkında çözümleyici bilgiler edinmeye kalkışmadım. Yalnızca anlamlarını anlamak için okudum ve çabalarımın karşılığını da fazlasıyla aldım. Bu eserler melankolileriyle beni teskin ediyor, neşeli tonlarıyla bana diğer ülkelerin yazarlarını incelerken hiç hissetmediğim türden bir moral aşılıyorlardı. Onları okuduğunuzda hayat sanki sıcacık bir güneşten, güllerle dolu bir bahçeden, adaletli bir düşmanın tebessümü ya da öfkesinden, yüreğinizi yiyip bitiren bir ateşten ibaretmiş gibi hissediyordunuz. Eski Yunan ve Roma'nın yiğitlik ve kahramanlık şiirlerinden ne kadar da farklıydılar!
Yaz ayları bu uğraşlarla gelip geçti ve Cenevre'ye dönüş tarihim sonbaharın sonu olarak belirlendi. Ancak Çeşitli aksiliklerden dolayı gecikmemin sonucunda kış geldi, ortalığı karlar kapladı ve yollar geçit vermez oldu. Böylece seyahatim bir sonraki bahara kaldı. Bu erteleme beni çok üzdü, çünkü memleketime ve sevgili dostlarıma hasrettim. Dönüşümün bu kadar ertelenmesinin tek nedeni Clerval'i birkaç tanıdık edinmeden yabancı bir yerde bırakıp gitmeye gönlümün razı olmamasıydı. Ancak kışı oldukça keyifli geçirdik ve alışılmışın dışında geç gelen bahar, güzelliğiyle tembelliğini telafi etti.
Mayıs ayı gelip çatmıştı ve ben yolculuk tarihimi belirleyecek olan mektubu dört gözle bekliyordum ki Henry, uzun süredir yaşadığım ülkeye veda etmem için Ingolstadt civarında yürüyüşe çıkmamızı önerdi. Teklifi memnuniyetle kabul ettim. Bedenimi çalıştırmayı hep sevmiştim ve Clerval de ülkemin doğa manzaraları arasında yaptığım başıboş gezilerimde en gözde eşlikçim olmuştu.
Civan gezerek iki hafta geçirdik. Sağlığım ve moralim çoktan düzelmiş ve soluduğum tertemiz hava, gezintilerimizin doğal olayları ve dostumla yaptığım sohbetler gücüme güç katmıştı. Çalışmalarım beni dostlarımla ilişkiye girmekten alıkoymuş, sosyalleşmemi engellemişti, ama Clerval içimdeki iyi duyguları canlandırdı. Doğanın çehresini ve çocukların neşeli yüzlerini yeniden sevmeyi öğretti bana. Canım dostum! Ne kadar yürekten sevdin beni ve aklımın seninkiyle aynı düzeye gelebilmesi için ne kadar çırpındın! Bencil bir arayış yüzünden elim ayağım bağlanmış, hayatım kısıtlanmıştı, ta ki sen nezaketin ve
sevginle içimi ısıtana, duyularımı yeniden canlandırana dek. Sayende birkaç yıl önceki, herkesi seven ve herkesçe sevilen, dertsiz tasasız, mutlu halime döndüm. Mutlu olduğum zamanlarda cansız varlıklar bana en şahane duyguları bahşetme gücüne sahip oluyorlardı. Dingin bir gökyüzü ile yemyeşil bayırlar beni mest ediyordu. Mevsim gerçekten de olağanüstü güzeldi; yaz çiçekleri tomurcuklanırken çalıların arasında bahar çiçekleri açıyordu. Bir önceki yıl uzaklaştırmaya çalıştığım halde üstümde sonsuz bir baskı kuran düşüncelerden artık kurtulmuştum.
Henry, neşelenmeme çok seviniyor, duygularımı tüm içtenliğiyle paylaşıyordu. İçini dolduran hisleri anlatırken bir yandan da beni eğlendirmeye çalışıyordu. Zihninin bu konudaki yaratıcılığı hayret vericiydi. Sohbetleri hayal gücünün zenginliğini yansıtıyordu, Fars ve Arap yazarları taklit ederken olağanüstü zengin ve tutkulu hikâyeler uyduruyordu. Bazen de sevdiğim şiirleri okuyor ya da beni müthiş zekâsıyla desteklediği tartışmalara sürüklüyordu.
Üniversitemize bir pazar akşamı döndük. Köylüler dans ediyordu, karşılaştığımız herkes neşeli, mutlu görünüyordu. Benim moralim de son derece yüksekti ve içim dizginlenemez bir sevinç ve neşeyle doluydu.
Bạn đang đọc truyện trên: Truyen247.Pro